Lider karizması...
İsmail KÜÇÜKKAYA 26 Eylül 2007
“Her şey, kapımızı önce bir hayal olarak çalar.”
Toplumları anlamanın en iyi yollarından birisi liderlerine bakmakmış. Toplumsal psikoloji ile uğraşanlar, “milletlerin hangi zamanda nasıl bir lider seçtiğine” bakarak o toplumun ihtiyaçlarını, travmalarını, arayışlarını ve karizma anlayışlarını bulabilirlermiş. “Lidere bak, toplumu anla” durumu...
Büyük büyük gruplar, zaman zaman “görkemli liderler” ararlarmış. Talihli toplumlar aradıklarını tam zamanında bulurlarmış.
Buradan bakınca liderleri ikiye ayırıyorlar: Onarıcı liderler ve yıkıcı liderler.
Bir başka açıdan bakınca, “gerçek liderler kendileri halkın seviyesine inmezler, yani kolay olanı seçmezler, tam tersine halkının seviyesini yükseltirler” deniliyor.
Şurası kesin: “liderlerin psikolojileri sıradan insanlarınkinden farklı çalışıyor, onların kafasında sürekli olarak ‘ne olacak bu memleketin hali?’ sorusuna yanıt aranıyor.”
Sahici bir karizma “kriz zamanlarında ortaya çıkıyor.” Yani “karizmanın zamanı var.”
Soru şu: Bir toplumda karizmanın doğduğunu, bir liderin ortaya çıktığını nasıl anlarız? Cevap basit: Karizmatik lider öyle bir parlar, öyle bir ışıldar ki, herkes bunu kabul eder ve “evet bir lider doğuyor” der. Böylesi zamanlarda toplumun bütün kesimleri o lider etrafında kenetlenir.
Tarihe kalacak bir liderin en önemli özelliği, çok geniş toplumsal kesimlere “dönüşüm yaptırması”, desteğini ve oyunu aldığı tabanı, bulunduğu yerden bir başka noktaya taşımasıdır. Bu, “bir liderin tarihsel sorumluluğu” altındadır.
Karizma sahibi liderin söylediğini, “O söylüyorsa bir hayır vardır” itaatkârlığı ile büyük gruplar kabul ederler. Hatta, istenilen şey çıkarlarına aykırı bile görünse.
Tabii bunu yaparken büyük liderlerin, “aşağıdan gelen dalgayı da, yukarıdan gelen baskıyı da iyi değerlendirdiklerini” hiç unutmayacağız.
Bunu belki şu şekilde ifade etmek de mümkün: “Halkın talepleriyle devletin hassasiyetlerini optimum seviyede buluşturabilmek.”
Yeni çağın Türk lider karizması...
Dikkatli okurlar bilir, benim bu köşede zaman zaman tekrarladığım bir lider karizması anlayışım var. Ben yeni dönemde bütün Türk halkının gözünü ve gönlünü kazanabilecek ve milli karizması haline gelecek bir lider için, “devlet okullarında okuyacak, Anadolu’dan çıkacak, yurtdışı deneyimi olacak, çok iyi yabancı dil bilecek, bilgi ve kültürü yerelden-evrensele, evrenselden-yerele çok doğal bir akışkanlığa sahip olacak” tanımlamasını yapa geldim.
Anadolu’nun her türlü kültürel değerlerini bilecek, o kültürel zenginlikleri üzerinde taşıyacak, bir kısmını fiilen yaşayacak, bu topraklara ait hiçbir toplumsal özelliğe yabancı olmayacak bir lider demektir bu. Türkiye’yi tanıyan bir bakış, ama kesinlikle dünyayı bilen bir görüş ve sezgi demektir.
Zengin fakir bütün kesimlerden anne babalar, çocuklarına o lideri gösterip, “Bak büyüdüğün zaman böyle ol” diyecekler.
“Kelimeler bizim hayata bakışımızı şekillendirir” diyerek, liderin dilini ve üslubunu çok önemseyeceğiz.
“Bir nebze şüphenin insanı diri tuttuğunu” bildiğimizden liderden “toplum adına daima uyanık, hatta tehlikelere karşı bir ölçüde paranoid olmasını” bekleyeceğiz.
Nietzsche’nin, “ben insanlarla değil, fikirlerle çatışırım” dediğini bildiğimizden, tanıdığım bir başka ustanın, “ben hiç kavga etmem, ama daima mücadele veririm” yaklaşımını kabul ettiğimizden dolayı, liderimizden daima mücadeleci, ama son kertede uzlaşmacı olmasını talep edeceğiz. Hiddet ve şiddet insanı şaşı yaparmış.
Şeyh Edebali de, “Ey oğul, artık sen bey oldun, bundan sonra hiddet bize, bağışlayıcılık sana” demiş ya...
“Korkunun getirdiği iktidar geçicidir” diye biliriz. Lidere itaat, gönüllülük de gerektirir ve bunun için saygı duyulma ihtiyacı ortaya çıkar.
Siyasal yaşam için, “dürüstlük, akıl ve ahlak aynı anda bir arada olamaz” diyenler vardır. Bunların en fazla ikisi yan yana dururmuş. Bilmiyorum. Ama en azından hayali kurulabilir.
Geçen gün bir yerde okudum: “Deniz suyunun acılığı konulduğu kaptan değildir.”