‘Türk’ kimdir, ‘Kahraman’ kimdir?
METİN ÖZKAN 26 Eylül 2007
BUGÜN söze “Pes doğrusu” diyerek başlamak istiyorum.
Bazıları acaba kimlik ve kişilik bunalımına mı girdi ki, kendilerine birtakım kılıflar ve sıfatlar uydurmaya çalışıyor?
Ülkemizde özellikle bir kısım gazeteci ve köşe yazarı arasında, “Türklük tanımlaması” gibi yeni bir moda başladı. Neymiş efendim; birileri “BEYAZ Türk”müş, bir diğeri “GRİ”, ötekisi ise “ZENCİ Türk...”
Nereden ve nerenizden uyduruyorsunuz bu tanımları güzel kardeşim!
Asırlardır süregelen bizim öz be öz TÜRK olma tanımımıza ne oldu?
Toplumun milli ve manevi değerleri ile oynamayı kendisine şiar edinen kimlik bunalımındaki zat-ı muhteremlere bir hatırlatma yapmak istiyorum:
Türkler, bir kişi ya da bir boy değildir. Türk olmak sadece millet olmak değildir. Türklük, aynı zamanda zorluklarla geçen şanlı tarihin diğer bir adıdır.
Öyle ki; Türk Milleti bu toprakları, onu doğuran anası gibi farz edip, namusu saydığı için vatanını her şeyden kutsal görmüştür.
“Türk” demek, ahlak, iman, tarih, gelecek, hava, su, toprak, vatan ve şehitlik demektir. Çünkü, Türk asildir, liderdir, kutsaldır, namustur, kültürü topraktan fışkırandır; yani aslolandır...
Unutmayalım ki, böyle bir kültürü olan ulusun sahip olamayacağı tek şey vardır; o da kendini reddetmektir.
Peki Türk’ü reddedenler?
İşte bu insanlar, yüzyıllardan beri kimliksiz dolaşmalarının verdiği kuyruk acısını, tarihin başlangıcından beri var olan bir milletin haklı övünçlerine saldırarak, kokuşmuş fikirleriyle ve sırf tatmin edilememiş sayısız egolarını az da olsa memnun edebilmek için yapmışlardır. Ahlaki değerlerden yoksun bu davranışları sebebi nedeniyle de, “asıl reddedilenler” olarak kalacakları kaçınılmaz bir gerçektir.
Türk olmak nedir biliyor musunuz?
TÜRK olmak, laik ve demokratik Cumhuriyet’e sahip çıkmak demektir. Ülkenin birlik ve beraberliği için çalışmak demektir. Memleketin demirbaşlarının üç paraya elden çıkarılmasına karşı durmak demektir.
AB’ye üyelik uğruna, ulusal bağımsızlığımızı tehlikeye sokacak tavizlere karşı durmak demektir.
Kıbrıs ve Ege Adaları gibi, Türkiye’nin geleceğinde hayati önem arz eden konularda “ver-kurtul” zihniyetine karşı durmak demektir.
Vatanın bütünlüğünü korumak için, gerektiğinde can verecek kadar bu ülkeyi sevmek demektir. Siyaset-ticaret-bürokrat ve mayfa işbirliği içinde ülkesini soyanlara karşı durmak demektir.
“Borç yiğidin kamçısıdır” diyerek memleketi gırtlağına kadar borca sokanlara hesap sorabilmek demektir.
Yani “Türk” demek; “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyebilmektir!
Nereden çıktı bu renkli Türkler?
İSTERSENİZ işe “Beyaz Türk” tanımlaması ile başlayalım. Bu kişiler kendisini “Batı kültürüne yakın yaşam süren, hali vakti yerinde üst düzey yönetici ve bürokratlar” olarak tanımlarlar. Türkiye’nin neresinde olursa olsunlar, bohem hayatı süren bu tiplerin bence en büyük hayat düsturları tüketimdir.
Bir de kendine “Gri Türk” yakıştırması yapan insanlar var. Onların kendini tanımlaması ise, “Birinci sınıfa atlama tahtasında bulunan ikinci sınıflar.” Yani “Siyah Türk” olarak doğmuş; fakat “Beyaz Türk” sınıfına bir türlü yükselememiş insanlar...
Peki ya “Zenci Türk” ne demek? Vallahi bu benzetmeyi ben ilk olarak 2003 yılında Başbakan Erdoğan’ın ağzından duydum. New York Times Gazetesi’nin o yılki bir pazar sayısında Başbakan, ‘’Bu ülkede Beyaz Türkler ve Zenci Türkler ayırımı var. Kardeşiniz zenci Türkler’e mensuptur’’ diye bir şey söylemişti. Bunu niçin söyledi bilemiyorum; ama bu sözleriyle aslında o yıllarda alt kimlik -üst kimlik tartışmalarının başlayacağının sinyalini de vermişti.
Daha sonraki süreçte ise, AB’nin Türkiye hakkında yayınladığı ilerleme raporu sonrası Türkiye Cumhuriyeti halkı ile ilgili yaklaşımlar, ulus toplumun yeniden tanımlanması konusu ve yeni kimlik tartışmaları başladı.
Durum böyle olunca da, Türk resmi ideolojisine karşı duran muhalif kesimler, AB uyum sürecinde yaptıkları “alt- üst kimlik” tartışmaları ile bir anda toplumu “Türk” olarak mı, yoksa “Türkiyeli” olarak mı tanımlayalım çekişmesine dönüştürdüler.
Bu tip sınıflandırmalar bence politik ve sosyolojik olarak büyük bir tehlikedir.
Kutuplaştırmayı belirginleştiren bu tür ayrışımlar sonucu “Ülkede Kürt sorunu var” diye söylenen politikacılar, acaba kimlik arayan bu insanların kendi kendine “Türk sorunu” yaratmalarını gördükçe ne düşünüyorlar?
Akademisyenler bu konuda ne diyor ?
AYNI tartışmalar, yeni Anayasa’nın gündeme gelmesiyle bir kez daha alevlendi. Çünkü, hazırlanan taslakta yeni tanım yapma çalışmaları ve Türkçe’ye alternatif yaratma hevesleri ortaya çıktı.
Peki akademisyenler bu konuda neler düşünüyor? İşte görüşünü aldığım iki akademisyenin değerlendirmeleri...
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Dr. Erdinç Yazıcı, “Beyaz Türk”, “Gri Türk” gibi ayrımların sosyolojik olmaktan öte, aktüel ve politik tartışmalarla gündeme getirildiğini savunuyor. Anayasa’daki “Türk” tanımına atıf yaparken de şunları söylüyor:
“Biraz zorlama tanımlar bunlar. Hukuk karşısında herkes eşittir. Türkiye bir hukuk devleti olma yolunda çok önemli mesafeler aldı. Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana ortaya konan “Türklük” tanımı, doğru bir tanımdı. Herhangi bir tartışmaya fırsat vermeyecek kadar, sosyolojik geri planı da sağlam olan bir tanım bu. Bugüne kadar gelmiş tartışmaları, muhtemel daha büyük etnik sorunlar yaşanmadan çözmeye katkı yapmış bir tanım. Türkiye’nin, bundan sonraki süreçte de etnik sorunların çözümü bakımından mevcut Anayasa’daki Türklük tanımını, yeni anayasalarda da aynen koruması gerektiğini düşünüyorum.”
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş de benzer tespitleri yapıyor. Aslında Öğülmüş Hoca’nın uyarıları da, yeni anayasayla kriz yaratanların kulağına küpe olacak cinsten. Bakın O da hangi uyarıları yapıyor:
‘Türk ve Türklük tanımı bizim anayasamızda çok iyi bir şekilde tanımlanmış. Herkesin bu tanımı benimseyerek, üzerinde hiç oynanmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olduğunu kabul eden herkes Türk’tür’ tanımı, iyi düşünülmüş, ülkede yaşayan tüm vatandaşları kapsayan, kuşatıcı bir tanım. Kimsenin etnik kökenine atıf yapmıyor, dini kökenini sorgulamıyor, bulunduğu coğrafyayı ayırmıyor; sadece vatandaşlık bağıyla bağlı olmayı öngörüyor. Bu tanımın dışına çıkılarak ayrıntılara girilecek olursa, alt kimlik-üst kimlik tartışmaları çıkıyor, bu doğru bir yaklaşım değil. Anayasa’daki mevcut tanımı benimsemek ve onu değiştirmemek lazım.”
Bunların üstüne ne söylenebilir ki?
Cumhuriyet tarihimizi yazan, Türkiye Cumhuriyeti’ni “ilelebet yok olmak”tan kurtaran, savaşlarda kolunu, bacağını hatta canını vermiş isimsiz kahramanlarımızı minnetle anıyor ve ben de onlar gibi sadece “TÜRK’üm” diyorum.