FAHREDDİN ER-RAZİ
01 Ocak 1970
Ebu Abdillâh (Ebü'l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî (ö. 606/1210) Kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanındaki çalışmalarıyla tanınan Eş'arî âlimi.
Tercih edilen görüşe göre 25 Rama¬zan 543[1] tarihinde Büyük Selçuklu Devleti'nin başşehri olan Rey'de doğdu. 544'te doğduğu da nakledilir. Bekrî, Teymî ve Kureşî nisbelerinden an¬laşıldığına göre soyu Arap asıllı bir aileye dayanır. İbnü'l-Hatîb veya İbn Hatî-bü'r-Rey diye de tanınmakla birlikte da¬ha çok Fahreddin er-Râzî adıyla meşhur olmuştur. Şâfıî ve Eş'arî kaynaklarında ise "İmâm" unvanıyla anılır. Begavî'nin yanında yetişen ve kelâm ilmine dair Ğö-yetü'l - meram adlı eseriyle tanınan ba¬bası Ömer, Fahreddin'in İlk hocasıdır. On altı yaşında iken babasının vefatı üzeri¬ne Simnan'a giderek burada Kemâled-din es-Simnânî'nin derslerine devam et¬ti. Bir süre sonra Rey'e döndü ve İşrâkî filozofu Sühreverdî el-Maktûl'ün öğren¬cilerinden olan Mecdüddin el-Cîlîden kelâm ve felsefe tahsil etti. Cîlî ile bir¬likte gittiği Merâga'da da ondan ders almaya devam etti. Üstün zekâsı ve az¬mi sayesinde kısa zamanda kendini ye¬tiştirdi. İbn Rüşd el-Hafîd, Muhyiddin Ib-nü'1-Arabî, Abdülkâdir-i Geylânî, İzzed-din b. Abdüsselâm gibi meşhur âlimler¬le çağdaş olan Fahreddin er-Râzrnin üne kavuşmasında yaptığı ilmî seyahatlerin büyük payı vardır. Cürcân, Tûs, Herat, Hârizm, Buhara, Semerkant, Hucend, Belh, Gazne ile diğer Hint beldeleri uğ-radığı belli başlı ilim ve kültür merkez¬leri arasında yer alır. Hârizm'de iken Mu'tezilî âlimlerle yaptığı münazaralar sonunda bazı olayların çıkması üzerine orayı terkedip Rey'e dönmeye mecbur kaldı. Daha sonra medreselerinde, ken¬di eserleri olan el-Mebâhişü'I-Meşri-kıyye ve Şerhu'l-İşârât gibi bazı eser¬lerinin okutulduğu Mâverâünnehir bel¬delerini dolaştı. İlk olarak Serahs'a uğ¬radı ve orada meşhur tabip Abdurrah-man b. Abdülkerim ile tanışıp dostluk kurdu. İbn Sina'nın el-Kânûn adlı ese¬rini onun için şerhetti. İki oğlunu da var¬lıklı olan bu tabibin kızlarıyla evlendirdi. Serahs'tan Buhara'ya geçince burada Hanefî âlimlerinden Şerefüddin el-Mes'û-dî, Radıyyüddin en-Nîsâbûri ve Rükned-din el-Kazvînî ile fıkhî konularda, Nû-reddin es-Sâbûnî ile itikadî meseleler üzerinde münazaralar yaptı ve büyük takdir topladı. Ayrıca Bâtınîler ve Kerrâ-mîler'le yaptığı tartışmalar da büyük yankılar uyandırdı. Bazı kaynaklarda, Râ-zî'nin Belh'te bulunduğu sırada Mevlâ-nâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası Bahâ-eddin Veled'i sultana şikâyet ederek şe¬hirden çıkarılmasına sebep olduğu nak-ledilirse de bu doğru değildir. Zira Râ-zî, Bahâeddin Veled'in Belh'ten ayrıldığı tarihten (616/1219) çok önce vefat et¬miştir. Râzî ziyaret ettiği beldelerin emîr ve sultanlarından iltifat ve ikram gördü.
Horasan'da Alâeddin Tekiş ile oğlu Mu¬hammed. Gur sultanları Gıyâseddin ve Şehâbeddin onun himayelerine mazhar olduğu siyaset adamlarındandır. İran, Türkistan, Afganistan ve Hindistan böl¬gesindeki bazı şehirleri dolaştıktan son¬ra Herat'a yerleşti (600/1203). Bazı mü-elliflerce, Râzî'nin Bağdat'a gittiği ve bilinmeyen bir sebeple işkence görmesi üzerine oradan Mısır'a geçtiği kaydedi¬lirse de kaynaklarda bunu doğrulayan herhangi bir bilgi yoktur. Hayatının geri kalan kısmını Herat'ta geçirdi; bir yan¬dan eserlerini telif ederken öte yandan sayıları 300'ü aşan talebe yetiştirdi. Ha¬yatının ilk döneminde fakir olmasına rağmen son döneminde muhafızlar ta-rafından korunacak derecede büyük ser¬vete sahip oldu. Bunda sultanlardan gör¬düğü ikramlarla dünürü Abdurrahman b. Abdülkerîm'den oğullarına intikal eden mirasın büyük payı olduğu nakledilir. Râzî 1 Şevval 606'da[2] He¬rat'ta vefat etti. Kerrâmîler'ce zehirleti¬lerek öldürüldüğü de nakledilir[3]. İbn Hallikân'a göre, kendisini mülhidlikle suçlayanların naaşına her¬hangi bir zarar vermemesi için vasiyeti¬ne uygun olarak Herat yakınlarındaki Muzdâhân köyü civarında defnedilmiştir[4]. İbnü'l-Kıftî'ye göre ise RâzFnin naaşı aslında kendi evine gö¬müldüğü halde Muzdâhân civarındaki bir tepede defnedilmiş gibi gösterilmiş¬tir.
Üstün zekâsı, güçlü hafızası, etkili hi-tabetiyle tanınan ve VI. (XII.) yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak ka¬bul edilen Fahreddin er-Râzî kelâm, fı¬kıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, man¬tık, astronomi, tıp, matematik gibi ça¬ğının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir âlimdir. Bundan dolayı "allâme" unva¬nıyla da anılmıştır. İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynfnin eş-ŞâmiI'ini, Gazzâlî'nin el-Müstaşfâ's\n\ ve Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin el-Muctemed iî uşûli'l-hkh'mı çocukken ezberlemesi güçlü hafızasının delili olarak zikredilir. Eserleri ve tale¬beleri vasıtasıyla görüşleri yayılmış, te¬sirleri çağını aşmıştır. Kutbüddin el-Mıs-rî, Zeynüddin el-Keşşî, Şerefeddin el-Herevî, Esîrüddin el-Ebherî, Tâceddin el-Urmevî, Sirâceddin el-Urmevî ve 5em-seddin Hüsrevşâhî onun yetiştirdiği ün¬lü kişilerdendir. Soyundan gelenler için¬de de âlimler yetişmiştir. Cemâleddin Aksarâyî ve Musannifek bunlardandır. İyi bir hatip olduğu için her zümreden din¬leyicileri vardı. Hitabeti sayesinde yaptı¬ğı münazaralarda başarı gösterdi ve ehl-i bid'ate mensup pek çok kişinin Ehl-i sün-net'e intisap etmesini sağladı[6]. Hıristiyanlarla da çeşitli tartış¬malar yaptı. Fikrî mücadelelerini daha çok Mu'tezile, Kerrâmiyye, Felâsife ve Bâtıniyye gruplanna karşı yürüttü. İyi bir hatip olduğu kadar hazırcevap olu¬şuyla da tanınır. Bâtıniyye'ye yönelttiği tenkitlerden rahatsız olan bir Bâtınî'nin, derslerini gizlice takip ederek yaptığı tenkitlerin ardından kendisine bıçağını gösterip onu ölümle tehdit etmesinden sonra eleştirilerini aniden kesmesi üze¬rine bunun sebebini soran öğrencileri¬ne, "Bâtnîler'İn burhân-ı kât"lan vardır* cevabını vermesi onun espri gücüne ör¬nek teşkil eder. Genellikle akaidde Eş'a-rî, fıkıhta Şafiî mezhebine bağlı olmakla birlikte bazı konularda mezhebine mu-halefet edip Mu'tezilî görüşleri benim¬semiştir. İbn Hacer tarafından Şia'ya mensup bir âlim olarak gösterilmesi[7] isabetli değildir. Zi¬ra onun Şiî ve Bâtınî görüşleri şiddetle eleştirdiği bilinmektedir.
Râzî asıl dinî ilimler alanında üne ka¬vuşmuştur. Fıkha dair görüşlerini Gaz-zâlî'nin ei-Veciz "ine yaptığı şerhte bir araya getirmişse de bu eser zamanımı¬za ulaşmadığından fıkhî görüşleri kıs-men Mündzara/'ından ve Meiâtîhu'î-gayb'ından öğrenilmektedir. Usulde ve fürüda Şâfıî mezhebini savunmuştur. Usûl-i fıkha dair yazdığı el-Mahşûl adlı eseri Gazzâlfnin el-Müstaşfâ'sı, Cüvey-nfnin el-Burhân\ Kâdî Abdülcebbâr'ın el-'Ahd'i ve Ebü'l-Hüseyin el-Basrrnin el-Mu'temed'me dayanan bir ihtisar ka¬bul edilir[8]. Şâfiî mezhebine bağlı olduğu halde nasla-rın zahirine göre hüküm vermeye mey¬letmiş. Kur'ân-ı Kerîm'in kıyasla değil haber-i vâhidle tahsis edilebileceğini sa¬vunmuştur. Ona göre haram olduğu hak¬kında nas bulunmayan her şey mubah-tır ve Ebû Müslim el-İsfahânFnin benim¬sediği gibi Kur'an'da nesih yoktur.
Dinî ilimler içinde Râzî'nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve kelâm ilimleridir. Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden son¬ra gelen hemen bütün müfessirlere kay¬nak olmuştur. Kur'an'ı tefsir ederken döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp ilmî tefsir hareketine öncülük yapmıştır. İbn Sînâ'nm etkisinde kala¬rak tefsirinde dünyanın yuvarlak oldu¬ğunu belirtmekle birlikte dönmediğini söylemesi[10], dev¬rindeki ilmî anlayışın tefsirine yansıma¬sı olarak görülmelidir. Ona göre aklî bir muhale götürmedikçe naslar zahirî mâ¬nalarına göre anlaşılmalı; sarih akılla sa¬hih nakil arasında çelişki bulunmadığın¬dan zahiri mânaları itibariyle aklın ilke¬lerine aykırı görünen âyetler müteşâbih kabul edilip bütün ihtimaller dikkate alı¬narak aklın ışığında ve dil kurallarına uygun şekilde te'vil edilmelidir. Râzî ge¬nellikle dirayet metodunu kullanmakla birlikte âyetlerle ilgili rivayetleri, nüzul sebeplerini ve kıraat farklılıklarını zik¬retmeye de önem vermiştir. Ancak bun¬lar arasından birini tercih ederken ter¬cih edilen anlamın âyetlerin ruhuna uy¬gun olmasına dikkat etmiştir. Ona göre en doğru tefsir Kur'an'ın yine Kur'an'la yapılan tefsiridir[11]. İbn Teymiyye. Mefâtîhu'1-ğayb'-da tefsirin dışında her şeyin, yani çağı¬nın bütün ilimlerinin mevcut olduğunu söyleyerek eseri eleştirmiş, Sübkî İse on¬da tefsirle birlikte dönemindeki ilimlere dair her şeyin bulunduğunu belirterek Râzî'yi savunmuştur[12]. Ay¬rıca M. Reşîd Rızâ da hadis ilmini bilme¬den Kur'an'ı tefsir ettiği ve Kur'an'daki bazı tabirlere onun semantiğiyle bağ¬daşmayan mânalar verdiği için Râzî'nin tefsirciliğini tenkit etmiştir.
Râzî en çok kelâm alanında eser ver¬miştir. Ona göre kelâm bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur'ân-ı Kerîm ba¬şından sonuna kadar peygamberlerle kâfirler arasındaki itikadî mücadeleleri anlatır. İslâm akaidini kesin delillerle ka¬nıtlayıp muhalif görüşleri reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Râzî[14], Gazzâlî'nin yaptığı gibi İslâm filozofları karşısında Eş'ariyye'nin kelâm sistemi¬ni savunmuş, Gazzâlî'ye nisbetle eserle¬rinde felsefi konulara daha geniş yer ayırmış, özellikle tabiat ilimlerine ait ko¬nularda İbn Sina'nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelâmın konularını birleştirip felsefî kelâm dönemini başlatmıştır[15]. Genç yaşından itibaren kelâm ve felsefe ile meşgul ol¬masına ve bu sahaların otoritelerinden biri olarak ilim tarihine geçmesine rağmen kaynaklar onun ömrünün sonuna doğru, kelâm ve felsefenin uyguladığı yöntemlerle akaid konularında insanı ke¬sin bir tatmine ulaştıramayacağı kana¬atine vardığını ve herkesi Kur'an'ın yön¬temine dönmeye davet ettiğini kayde¬der[16]. Ölümünden önce öğ¬rencisi İbrahim b. Ebü Bekir el-İsfahâ-nî'ye yazdırdığı vasiyetinde kaynakların bu tesbitini doğrulayıcı bilgiler mevcut¬tur.
Felsefe, mantık, astronomi, tıp ve ma¬tematik konularında da eserler yazan Râzî ilimler tarihi araştırmalarına konu olmuştur. Felsefe ve tabiat ilimleri ala¬nında geniş ölçüde faydalandığı İbn Sî-nâ'dan etkilenmesine rağmen atom na-zariyesiyle feyiz ve sudur teorisi başta olmak üzere bazı konularda onu eleş¬tirmiştir. İbn Haldun'a göre, kelâm âlim¬leri içinde mantığı bir alet olmaktan çok bağımsız bir ilim dalı kabul eden ilk âlim Fahreddin er-Râzî'dir[18]. Onun kuvvet hareket, ışık ve ses konularındaki görüşleri önemli bulunmuş, matematiğe dair eserleriyle devrinin matematikçileri arasında sayıl¬mıştır.
Arap dili ve edebiyat alanında Hz. Ali'¬ye nisbet edilen şiirlerle Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin şiirlerinden etkilenen Râzî, Şe¬rif er-Radî'nin eseri Nehcü'î-belâğa'yi şerhetmiş, belagatta Abdülkâhir el-Cür-cânfye ait Delâ'üü'l-i'câz ile Esrârü'l-belâğa adlı eserleri birlikte ihtisar edip yeniden düzenlemiş, Zemahşerî' nin ei-Mufaşşaî'ım şerhetmiştir. Ayrıca orta seviyede Arapça ve Farsça şiirler yazıp nahve dair eser de vermiştir.
Râzî'nin tasavvufa ilgi duyduğu, bun¬da çoğunlukla Eş'ari âlimlerinin tasav¬vufa meyletmiş olmalarının yanı sıra ba¬basının da aynı yolu seçmesinin ve bü¬yük çapta faydalandığı Gazzâlfnin önemli tesiri olduğu belirtilmektedir. Tefsirinde yer yer işârî te'viller yapması, Kur'an'da söz ve yazıyla ifade edilmesi mümkün olmayan sırların, tevhidin en yüksek mer¬tebesinde bulunduklarını söylediği ehl-i keşf tarafından bilinebileceğini belirtme¬si[21] onun tasavvufî temayülü¬nün işaretleri olarak görülmüştür. Ünlü sûfî İbnü'l-Arabfnin Râzî'yi tasavvuf yo¬luna girmeye davet eden mektuplar yaz¬dığı da bilinmektedir. Taşköprizâde, kay¬nağı meçhul bir rivayet naklederek onun Necmeddîn-i Kübrâ'ya intisap edip müşâhede ehli arasına giren bir sûfî oldu¬ğunu söylemiştir[22]. Çağdaş yazarlardan Muh¬sin Abdülhamîd de Râzî'nin evrâdü ezkâ-ra devam eden bir sûfî olduğunu savun¬masına karşılık Süleyman Uludağ onun bir sûfî olarak kabul edilemeyeceğini ile¬ri sürer[23]. Râ-zî'nin bir tarikata intisap ettiğine dair yeterli bilgiler yoksa da eserlerinde in¬sanda kutsiyet gücünün bulunduğunu ve sadece keşf ehlinin bilebileceği ilâhî sırların mevcudiyetine ilişkin görüşleri savunduğunu dikkate alarak onun so¬filiği benimseyen, en azından tasavvuff düşünce ve hayata değer veren bir dü¬şünür olduğu söylenebilir.
Akaidin temel konularında Eş'ariyye'ye bağlı olan Râzî'nin itikadî görüşleri gençlik döneminden ömrünün sonuna kadar çeşitli değişikliklere uğramıştır. Onun akaide dair ana görüşlerini şöyle-ce özetlemek mümkündür:
1- Bilgi. Râzrye göre bilgi üretmek ve bilgiyi kabul etmek açısından insanların kabiliyetleri farklıdır. Bazı eserlerinde[24] bilginin zaruri ol¬duğunu kabul etmesine rağmen son eserlerinden biri olan tefsirinde bedîhî bilgilerin dışında kalanların zaruri değil kesbî olduğunu söylemiştir[25]. Bununla birlikte Râzî, ba¬zı Mu'tezilfler'in görüşünü benimseyip şartlarına uygun olarak gerçekleştirilen tefekkür sonunda bilginin meydana ge¬lişini zaruri görmüştür. Ona göre haber-i vâhid zan ifade eder. Zira onu nakleden¬ler masum olmadıkları gibi İslâmî anla¬yışa göre bir kişinin şahitliği de yeter¬li değildir. Bu sebeple bir rivayetin sa¬hih olup olmadığını belirlemek için onu Kur'ân-ı Kerîm'in ışığında değerlendir¬mek gerekir[26]. Râzî'nin atom nazariyesi, te-mâsül-i ecsâm ve âlemin hudûsü konu¬larındaki görüşleri değişikliğe uğramış¬tır. İbn Sina'nın tesirinde kaldığı felsefî eserlerinde atom nazariyesini, temâsül-i ecsâm teorisini ve âlemin hudûsünü red¬dederken son eserlerinde bu konularda Eş'ariyye kelâmcılannın görüşlerini doğ¬ru bulmuştur[27]. Râzî Allah'ın âlemi yok¬tan var ettiğini, kâinatın yaratılışı ve ida¬re edilişinde arşı vasıta kıldığını söyle¬mekle birlikte yaratılış meselesini kesin bir çözüme kavuşturmanın beşerî gücü aştığını da kabul etmiştir.
2- Ulûhiyyet. Önce filozofların etkisin¬de kalarak Allah'ın varlığı ile mâhiyeti¬nin aynı olduğunu ileri sürerken[29] daha sonra varlıkla mâhiyetin ayrı olduğunu ve mâhiyetin insanlarca bilinemeyeceğini söyleyen Râzî, Allah'ın varlığını cisimlerin ve cisimlere ait va¬sıfların hudûs ve imkânına dayanan de¬lillerin yanı sıra keşf usulünü de dikka¬te alan delillerle kanıtlamaya çalışmış, ancak son merhalede Kur'ân-ı Kerîm'de üzerinde önemle durulan, kendisinin "ih-kâm ve itkân" diye adlandırdığı gaye ve nizam delilini tercih etmiştir. Zira ona göre bütün kelâmı ve felsefî deliller iti¬raza müsait olduğu halde Kur'an'daki isbât-ı vâcib delilleri kısa yoldan insa¬nı doğru sonuca ulaştıracak Özelliktedir.
Kelâma dair çeşitli eserlerinde Eş'ariy-ye'nin sıfât-ı maânî teorisini kabul et¬mekle birlikte tefsirinde ilâhî sıfatların Allah'ın zâtından dolayı var olduğunu ve zâttan ayrı düşünülemeyeceğini söyle¬miştir[31]. İlâhî sıfatlan başta selbî. izafî ve hakîkî olmak üzere çeşitli gruplara ayırmış, aklen ispat edilebilen sıfatların Allah'a isnat edilmesini caiz görmüş ve gerçek sıfatların sayısının bilinemeye¬ceğini söylemiştir[32]. Râzî'ye göre Allah beka sıfa¬tıyla değil zâtından dolayı bakîdir. Malu¬mun değişmesine bağlı olarak ilâhî ilim¬de de değişiklik meydana gelir. Haberî sıfatlar dil kurallarına uygun şekilde ak¬lın ışığında te'vi! edilmelidir. Tekvîn müs-takil bir sıfat değil kudret, irade ve ilim sıfatlarının yaratıklara taallukundan iba¬rettir[33]. Allah'ın âhirette görülmesini aklen delillendir-mek mümkün olmamakla birlikte nas-larda haber verildiğinden buna inanmak gerekir. Bu konuda Eş'arîler'ce ileri sü¬rülen deliller zayıftır[34]. Râzî el-Erbaîn (I, 249), Muhaşşal (s. 184) ve Me'âlim (s. 61-62) adlı eserlerinde ilâhî kelâmın lafzî ve nefsî kısımlarına ayrıldığını, bun¬lardan lafzî kelâmın hadis, nefsî kelâ¬mın ise kadîm olduğunu açıkça belirtti¬ği halde onun itikadî görüşlerini incele¬yen M. Salih ez-Zerkân, el-Metâlibü'l-qd7iye'de (111. 207) Mu'tezîle adına kay¬dettiği bazı görüşleri Râzî'ye ait zanne¬derek kelâm-ı nefsîyi de hadis kabul ettiğini ileri sürmüştür.
3- Kulların Fiilleri ve Kader. Bütün be¬şerî fiiller insanların karar ve iradeleriyle yakından ilgilidir. Kula ait bir fiilin mey¬dana gelmesi için onun önce kesin bir karar vermesi ve bunu gerçekleştirecek gücünün bulunması gerekir. Kulun ka¬rar vermesini sağlayan düşüncenin kal-binde doğması ise kendi kendine değil Allah'ın yaratmasıyla gerçekleşir. Eğer bunların bir yaratıcı olmaksızın kulun kalbinde kendiliğinden meydana geldi¬ği iddia edilirse bu takdirde bütün var¬lıkların bir yaratıcıya ihtiyaç duymadan kendi kendine meydana gelebileceğini kabul etmek gerekir ki bu bizi Allah'ın varlığını inkâra götürür. Şu halde kulun kalbine doğan düşünceleri yaratan Al¬lah'tır. Fiil yaratılmış da olsa kuldaki güç ve irade ile meydana geldiğinden kul gerçek fail olur. Nitekim Kur'ân-ı Ke¬rîm'de önce Allah'ın kalplerdeki düşün¬celeri bildiği anlatılmış, sonra da kişiyi fiile sevkeden veya fiilden alıkoyan dü¬şünce ve inançlardan ibaret olan kalbin bütün fiillerini yaratan Allah'ın onları bil¬memesinin imkânsızlığına dikkat çekil¬miştir[36]. Yine Kur'an1-da ilimde derinleşmiş kimselerin, "Rab-bimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme"[37] diye niyaz ettikleri bildirilmiştir. Eğer Al¬lah kalpleri çevirmeseydi ve O'ndan dü¬şünceleri yaratma fiili sâdır olmasaydı âlimlerin bu niyazı anlamsız olurdu. Bü¬tün bunlar, iman veya inkâra elverişli olan insan kalbinin müessir bir sebep bulunmadan iki şıktan birinde karar kılmasının mümkün olmadığını ve bu ka¬rara tesir eden sebebin ilâhî irade oldu¬ğunu göstermektedir.[38] Kullara ait fiilleri Allah'ın yaratması, bütün varlık ve olay¬ların ilâhî kadere göre gerçekleştiğini de kanıtlar. Muhsin Abdülhamîd, cebir gö-rüşünü benimseyen Râzî'nin tefsirinde yaptığı bazı açıklamaları yoruma tâbi tu¬tarak onun görüşünden döndüğünü ile¬ri sürmüşse de bu doğru değildir. Zi¬ra tefsirinde bu iddiayı kanıtlayıcı ke¬sin bilgiler yoktur.
4- Nübüvvet. Râzî eserlerinin birçoğun¬da nübüvveti mucize deliline dayandır¬makla birlikte bazı eserlerinde onu sos¬yolojik ve episternolojik delillerle kanıt¬lamaya çalışmıştır. Ona göre nübüvve¬tin mucize ile ispatı mümkünse de bu itiraza müsaittir. Râzî'nin sosyolojik is¬patına göre insan, tabiatı gereği mede¬nî olan ve toplum içinde yaşamaya mec¬bur kalan bir varlıktır. Sosyal düzen her¬kesin belli kurallara uymasını gerekti¬rir. İnsanlann farklı anlayışlara sahip ol¬dukları, ayrıca tam anlamıyla doğru ve adaletli ilkeleri keşfedecek bilgi kayna¬ğından da yoksun bulundukları gerçeği, herkesin kabul edip uyacağı temel ku¬ralları belirleyecek seçkin bir kimsenin varlığına ihtiyaç gösterir ki bu da sıra¬dan insanlardan farklı nitelikler taşıyan peygamberdir[40]. Râzî'nin üzerinde durduğu İkinci delil epistemolojik bir muhtevaya sahiptir. Buna göre insanlar, yetkinlik ve mutluluklarının temel dinamikleri olan kuwe-i nazariyye ile kuvve-i ameliyye açısından hem kusurlu hem de farklı de¬recelerdedirler; bu sebeple de peygam-berlerin yardımı olmadan dünya ve âhi-ret mutluluğuna erişemezler. Buna kar¬şılık peygamberler, kuvve-i nazariyye ve kuvve-i ameliyye açısından en kâmil mer¬tebede bulunduklarından insanların bu konulardaki eksikliklerini tamamlayabi¬lirler. Bütün varlıkların bitki, maden ve canlı türlerine ayrılması gibi, teorik ve pratik alanlarda bilgi edinme imkânına sahip olması itibariyle canlılar türü için¬de üstün bir konumda bulunan insan¬lar da kendi aralarında bilgi muhtevası bakımından farklı mertebelerde bulun¬maktadır. Bu açıdan insanların seçkin bir sınıfını teşkil eden peygamberler fi¬zik ötesi âlemle İlişki kurma imkânına sahip oldukları için kuvve-i nazariyye ile kuvve-i ameliyye noktasında İnsanlık uf¬kunun en üst mertebesinde yer almış¬lardır. Bundan dolayı onlar doğru inanç ve güzel davranış yönünden insanların eksiklerini tamamlarlar. Bu tesbitten hareketle Râzî, peygamber olduğunu söy¬leyen bir kimsenin insanları Allah'a inan¬maya ve doğru davranışlar yapmaya da¬vet edip onlara dünya ve âhiret mutlu¬luğuna eriştirecek bilgiler öğretmesini onun peygamberliğinin kanıtı olarak de-ğerlendirir[41]. Bu görüşleriyle Gazzâlî tarafından ortaya konulan nübüvvet anlayışına yaklaşan Râzî Hz. Peygamber'in nübüvvetini ge¬nellikle Kur'an'ın i'câzı ile kanıtlamaya çalışmış, başlangıçta İnsanların fesahat ve belagat yönünden Kur'an'ın benzeri¬ni meydana getirmelerinin mümkün ol¬madığını savunurken daha sonra sar-fe nazariyesine meyletmiştir[42]. Râzî aklın her konuda insanlar için yeterli olduğunu, bu sebeple insanların peygamberlere ihti¬yaçları bulunmadığı görüşünü, en-Nü-büvvât adlı eserinde mülhidlerin görü¬şü olarak naklettiği halde Süleyman Ulu¬dağ bir zühul eseri olarak bunları Râzî'¬nin kendi görüşleri zannetmiştir[43]. Nitekim Râzî nübüv¬vete itiraz mahiyetindeki bu görüşle¬ri, "mükellefiyet konusunda aklın yeter¬li olduğuna dayanarak nübüvveti inkâr edenlerin şüpheleri"ne ayrılan dördün¬cü fasılda sadece nakletmiş, kendi gö¬rüşlerini ise daha sonraki bölümlerde ortaya koymuştur.
5- Âhiret. Ölümden sonra bedenin çü-rüyüp dağılmasına karşılık insanın aslî unsurunu teşkil eden ruhun (nefs) yok olmayıp ruhlar âlemine intikal edeceği¬ni düşünen Râzî, önce nefsin cismanî bir cevher olduğunu kabul ederken daha sonra filozofların görüşünü benimseye¬rek onun ruhî bir cevher olduğuna inan¬mıştır[45]. Râzî, muhtemelen Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî'nin düşüncelerinden fayda¬lanarak[46] insandaki ben¬lik şuurunu ruhun varlığına ilişkin en bü¬yük delil olarak gösterir. Zira insanın "ba¬şım, gözüm, kulağım, kalbim" diyerek organları kendine nisbet etmesi, onun cismanî varlığını kendisine atfettiği baş¬ka bir varlığının bulunduğunu gösterir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de kalbi anlama, gözü görme, kulağı işitme aleti olarak tanıtan ve insanın bunları kullanması gerektiğini belirten ifadeler[47], yine Kur'an'da Allah yolunda öldü-rülen müminlerin esasen ölü zannedil-memesi gerektiğini, bunların Allah ka¬tında diri olup nzıklandırıldıklarını, ölen kâfirlerin ise sabah akşam azaba uğra¬tıldıklarını bildiren haberler[48], insanın aslî unsurunu bedenine hâkim olan ruhî var¬lığının oluşturduğuna işaret etmektedir. Eğer ölen insan tamamen yok olup baş¬ka bir âleme intikal etmeseydi Kur'an'ın haber verdiği hususlar mümkün olmaz¬dı. Ölen insanların ruhları kıyametin kop¬masından sonra "aynıyla (aslına) iade edi¬len" bedenlerle birleşir. Bedenler diril¬tilmeden, ölen insanlara ait ruhların ye¬ni doğan başka bir canlının bedenine gir¬mesi (tenasüh) mümkün değildir. Eğer bu mümkün olsaydı tıpkı yeni bir bel¬deye tayin edilen valinin daha önce ida¬re ettiği beldeyi hatırlaması gibi yeni bir bedene intikal eden ruhun da geçmişte birlikte yaşadığı bedeni mutlaka hatır¬laması gerekirdi. Halbuki sağlıklı hiçbir insan böyle bir şey hatırlamadığı gibi hiç¬bir kimse de kendi kimliğinden şüphe etmez.
6- Hüsün-Kubuh Meselesi. Gençlik dö¬neminde Eş'ariyye'nin yaygın görüşüne uyarak hüsün ve kubhun şeriatın açık¬lamasıyla bilinebileceğini savunan Râzî, son eserlerinde Mâtürîdrnin görüşüne yaklaşarak bu değerleri taşıma açısın¬dan ilâhî fiillerle kulların fiilleri arasın¬da kesin bir ayırıma gitmiştir. Buna gö¬re ilâhî fiiller hüsün-kubuh ölçüsü dışın¬da olup O'nun fiilleri için bir değer ayırı¬mına gidilemez. Kulların fiillerine gelince bu konuda yegâne hâkim unsur akıldır.
7- İmamet. Râzî'nin imamet konusun¬da Ehl-i sünnet çoğunluğundan farklı düşünmemesine rağmen, nübüvveti açık¬larken insanlar içinde kemal mertebesi¬nin en üstünde bulunan kimseye İmâ-miyye'nin "imâm-ı ma'sûm" veya "sâhi-bü'z-zamân" dediğini belirtmesi yüzün¬den Şîa'nın imamet anlayışını benim¬sediği sanılmışsa da[51] eserlerinde Şîa'nın imamet anlayışını reddettiği bilinmektedir.
Öyle görünüyor ki Eş'ariyye kelâmcısı ve Şâfıî usulcüsü olarak yetişen Râzî, İbn Sînâ kanalıyla Aristo ve Eflâtun'un fel¬sefî görüşlerinden etkilenmişse de da¬ha sonra Gazzâlî'nin yolunu takip ede¬rek İslâm filozofları karşısında Eş'ariy¬ye doktrinini savunmuş ve bu doktrine aykırı gördüğü felsefî görüşleri eleştir¬miş, son dönemlerinde ise kelâmî delil¬leri de yeterli görmeyip itikadî mesele¬lerin Kur'ân-ı Kerîm'in delil ve metotla¬rıyla çözümlenmesi gerektiği kanaatine varmıştır. Genel çerçevede Eş'ariyye'ye bağlı kalmakla birlikte isbât-ı vâcib ko¬nusunda cisimlerle bunların nitelikleri¬nin hudûsu ve imkânına dayanan bir de¬lil geliştirmesi, rü'yetullahın ispatna iliş¬kin aklî delilleri zayıf bulması, kulların fiillerinde mecbur olduklarını söylemesi gibi çeşitli konularda Eş'ariyye'nin gele¬neksel anlayışlarından farklı görüşleri benimsemiş; ilâhî ilmin maluma göre değiştiği, ilâhî sıfatların ilim ve kudret sıfatlarına hasredilebileceği, hüsün ve kubhun aklîliği gibi bazı noktalarda Mu'-tezile'nin görüşlerine meyletmiştir.
Râzî kulların fiilleri ve nübüvvetin de¬lilleri gibi bazı konularda kendisinden sonra gelen kelâmcılar üzerinde etkili olmuştur. Eserlerinde yaptığı tasavvufî yorumların Muhyiddin İbnü'l-Arabfye te¬sir ettiği ve onun vahdet-i vücûd felse¬fesine şekil verdiği[53], İbn Haldun ve Ebü'l-Kâsım İbn Zeytûn Ör¬neklerinde olduğu gibi tesirlerinin Ba-tı'ya kadar uzandığı kabul edilir. Ayrıca meselelerin çözümüne dair muhtemel alternatiflerin sıralanmasından sonra bir sonuca varılması hususu, ilk defa Râzî tarafından uygulanan bir inceleme yön¬temi olarak değerlendirilir ve böylece tasnifçiliği esas alan bir Râzî ekolünden bahsedilir.[54] Râzî tefsir ko¬nusunda hemen hemen bütün müteah-hir müfessirlerin vazgeçilmez kaynağı olmuştur. Beyzâvî, ÂIûsî, M. Reşîd Rızâ, Elmalılı Muhammed Hamdi gibi âlimle¬rin tefsirlerinde ondan geniş iktibaslar yapması bunu göstermektedir.
Eserleri ve tesirleriyle İslâm düşünce tarihinde önemli mevki işgal eden bü¬yük bir şahsiyet olmasına rağmen Râzî Seyfeddin el-Âmidî, Nasîrüddîn-i Tûsî, Esîrüddin el-Ebherî, Sirâceddin el-Ur-mevî ve İbn Teymiyye gibi değişik mez¬heplere mensup âlimlerce eleştirilmiştir. Âmidî el-Me'âhiz Zale'r-Râzî fî Şerhi'l-îşâmt'mda, Nasîrüddîn-i Tûsî İbn Sînâ'-nm eJ-/şdra/'ına yaptığı şerhte Râzî'nin görüşlerini reddetmişlerdir. İbn Teymiy¬ye. şer'î delilleri zannî kabul edip nasla-rı belli felsefî anlayışlara göre yorumla¬ması, hudüs ve imkân delillerini değişik şekilde takrir edip bunları Kur'an'a da¬yandırması, haberî sıfatlarla İlgili nas-ları mecazî sayarak te'vil etmesi, Allah'ı âlemin içinde ve dışında olmakla nitele-nemeyen bir varlık olarak kabul etmesi, klasik mantık ilkelerini benimsemesi ve cismanî dirilişi kanıtlamak için atom na¬zariyesini savunması gibi çeşitli kelâmı ve felsefî konulardaki metot ve yakla¬şımları sebebiyle Râzî'yi tenkit etmiş, bununla birlikte Âmidî, Urmevî ve Ebhe-rî'nin Râzî'ye yönelttikleri eleştirileri de haksız bulmuştur[55]. İbn Teymiyye, Râ¬zî'nin Esûsü't-takdîs'me er-Red "aîâ Te'sîsi't-takdis[56] adıyla bir red- diye yazmıştır. Râzî'yi eleştirenlerden bi- ri de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'dir. Onun eleştirileri daha çok, dinî konularda ger- çeği bulmak için kelâm metodunu kul- lanması noktasında toplanır.
Eserleri.
Râzfnin 200'ü aşkın eser yaz¬dığı nakledilirse de bunlardan bir kısmının ona ait olmadığı tesbit edilmiştir. Onun belli başlı eserleri şunlardır:
a- Kelâm.
1- el-Muhaşşaİ'. Tam adı Muhaş-sa!ü efkâri'l-mütekaddimîn ve'l-mü-te'ahhirin mine'l-c ulemâ ve'1-hüke-mâ3 ve'î - mütekellimîn olan eserin Tâ-hâ Abdürraûf Sa'd tarafından tahkikli bir neşri yapılmıştır (Kahire, ts.).
2- el-Metâlibü'l-'âliye'. Kelâma dair en ha¬cimli eseri olan bu kitabı Ahmed Hicâzî es-Sekkâ dokuz cilt olarak yayımlamıştır.
3- Kitâbö'!-Erbain fî uşûli'd-dîn.
4- Esâsü't-takdîs. Te'sîsü't-takdis adıyla da bili¬nen eseri Ahmed Hicâzî es-Sekkâ neş-retmiştir.
5- el-Me'âlim. Tam adı Me'ûlimü uşûîi'd-dîn olan eser Tâhâ Abdürraûf Sad'ın tahkikiyle ya-yımlanmıştır.
6- Levâmi'u'l-beyyinât. Şerhu esmâ'illâhi'l-hüsnâ adıyla da bilinir. Tâhâ Abdürraûf Sa'd'ın tahkikiyle neşredilmiştir.
7- 'tşmetü'l-enbiyâ. Muhammed Hi¬câzî es-Sekkâ tarafından yayımlamıştır.
8- Nihâyetü'l-'ukül. Ke¬lâm iimine dair olan eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesİ'ndedir.
9- el-Mesâ3ilü']-hamsûn fî uşûîi'd-dîn {fî 'ilmi'I-kelâm). Akaid konularını elli meselede inceleyen bu kü¬çük kitap Ahmed Hicâzî es-Sekkâ tara¬fından neşredilmiştir.
10- îcükâdötü fırâki'l-müslimîn ve'î-müş-rikîn. Belli başlı İslâmî fırkalarla Yahu¬dilik, Hıristiyanlık, Mecusîlik, Senevîlik, Sâbiîlik gibi İslâm dışı din ve mezheple¬re dair bilgi veren eser ilk defa Ali Sâmî en-Neşşâr'ın tahkikiyle yayımlanmıştır[66]. Mezheplerin görüşlerini sadece nakletmesi ve Sûfîyye'yi müstakil bir itikadı fırka olarak zikretmesi bakı¬mından önemli kabul edilmiştir.
11- Münâzarât. Râzî'nin Mâverâünnehir'e gidi¬şinde Nûreddin es-Sâbûnî ve diğer Mâ-türîdiyye âlimleriyle itikadî ve fıkhî ko¬nularda yaptığı tartışmaları ihtiva eder. Fethullah Huleyf'in tahkiki ve İngilizce tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır.
12- Halku'I-Kur'ân bey-ne'1-Mu'tezile ve Ehli's-sünne. Eseri Ahmed Hicâzî es-Sekkâ neşretmiştir.
13- en-Nübüvvât ve mâ ye-te'alleku bihâ. el-Metâlibü'l-'âliye'-nin nübüvvete dair bölümünden ibaret olan eser Ahmed Hicâzî es-Sekkâ tara¬fından yayımlanmıştır.
14- Münazara fi'r-red caie'n-naşârâ. Hıristiyanlarca Hz. îsâ'nın ulûhiyyetine ilişkin olarak ileri sürülen iddiaların red¬di, Hz. Peygamberin nübüvveti ve Hz. îsâ'ya üstünlüğü. İslâmiyet'in kılıçla ya¬yıldığı iddiasının reddi gibi konuları ihti¬va eden eser Abdülmecîd en-Neccâr'ın tahkikiyle neşredilmiştir.
15- el-Halk ve'I-ba'ş. Eserin bir nüs¬hası Köprülü Kütüphanesİ'nde mevcut¬tur.
16- el-Kazâ ve'I-kader. el-Metâlibü'l-'âliye'nm kulların fiille¬rine İlişkin bölümünden ibaret olan eser Muhammed Mutasını-Billâh el-Bağdâ-dî tarafından tahkik edilerek yayımlan¬mıştır.
17- Metâli'u'l-îmân. Süleymaniye Kütüphanesİ'nde bir nüshası vardır.
18- Şerhu r-rubâciyyât fî işbâti vâcibi'l-vücûd.
19- Hudûşü'l-Câlem.
20- Zâd-i Mecâd. Bu Farsça risa¬le Nazif Hoca tarafından Şarkiyat Mec-muası'nda yayımlanmıştır.
21- Kitâbü'1-îmân.
b- Felsefe ve Mantık.
1- el-Mebduş-Meşrikıyye. Vücûd. vücûb, imkân, vah¬det, kesret kavramlarıyla tabîiyyât ve ilâhiyyât meselelerini ihtiva eden eser Muhammed Mu'tasım-Billâh el-Bağdâ-dî tarafından iki cilt olarak yayımlanmış¬tır.
2- el-Mülahhaş fri-hik-me ve'1-mantık[79]. İbnü'l-Lebüdîtarafından ih¬tisar edilmiş olup bu muhtasann Köprü¬lü Kütüphanesİ'nde müellif hattıyla bir nüshası vardır[80]. Ali b. Ömer el-Kâtibî eseri el-Münaşşaş fî şerhi'1-Mü-lahhaş adıyla şerhetmiştir.
3- Şerhu'l-îşârât ve't- tenbîhât. İbn Sînâ'nm el-İşârât ve't-tenbîhât'm-daki ilâhiyyât kısmına yapılmış bir şerh¬tir.
4- Lübâbü'i-îşâiât. İbn Sînâ'nın el-tşârât'ma yapılmış bir tehziptir.
5- Aksâmü'1-lez-zât. Hissî. hayalî ve aklî lezzetler üzerin¬de duran bu eserin Râgıb Paşa Kütüpha-nesİ'nde bir nüshası mevcuttur.
6- Ta'cîzü'l-felâsife. Tehcînü ta'cî-zi'l-felâsife diye de bilinen eser Fars¬ça'dır.
7- Şer¬hu cUyûni'l-hikme. Öğrencisi ve Şirvan meliki olan Muhammed b. Rıdvan adına İbn Sînâ'ya ya¬pılmış bir şerhtir[86]. Eser Ahmed Hicazı es-Sekkâ tarafın¬dan yayımlanmıştır.
8- el-Âyâtü'l - beyyinât fi'l - mantık. Râzî bu adla biri büyük, diğeri küçük olmak üze¬re iki eser yazmıştır. Küçüğüne ait yaz¬ma nüshalar bilinmektedir[88]. Sirâ¬ceddin el-Urmevî eseri Gayâtü'1-Âyât adıyla şerhetmiştir.
9- en-Nefs ve'r-rûh ve şerhu ku-vâhumâ. Râzrnin ahlâk felsefesini ihti¬va eden bu eseri Muhammed Saglr Ha¬san ei-Ma'sûmî tarafından önce neşre¬dilmiş[90], ardından da İngi¬lizce'ye çevrilmiştir. Uzun bir girişle ge¬niş notları da ihtiva eden bu tercüme, imâm Râzî's cüm aî-akhlök adıyla ilki 1969'da İslâmâbâd'da olmak üzere bir¬kaç defa basılmıştır. Eseri Muhammed el-Alâî ihtisar etmiştir.
10- el-Manpku'l-kebîr.
c- Tefsir,
1- Mefâtîhu'l-ğayb. et-Tef-sîrii'l-kebîr diye de bilinir. Râzrnin tef¬sire dair en önemli eseri olup otuz iki cilt halinde yayımlanmıştır.
2- Esrârü'l-Kurbân. İhlâs, A'lâ, Tfn ve Asr sûrelerinin tefsirinden ibarettir.
3- Meîâtîhul-culûm. Fatiha sûresinin tefsiri olup Bağ¬dat Evkaf Kütüphanesi'nde bir nüshası vardır.
4- Esrâru t-tenzil ve envdrü'f-te'vî/. Telsîrü'l-Kur'âniş-şağir adıyla da tanınan bu Farsça eser¬de akaid, ah¬lâk ve fıkıh konuları Kur'an'a dayanıla¬rak izah edilir. Eser 1301'de (1884) ya-yımlanmıştır.
5- Âcâ'ibü'i-Kur'ân[98]. Kelime-i tevhidin sırlan, faydaları, değişik isimleri, müminin makamları, kelime-i tevhîdle ilgili hükümler, zühd ve takva, insanların musibetlerle imtihan edilme¬si, tövbe, hüsnüzan gibi itikadı ve tasav¬vuf? konulan ihtiva eder.
d- Fıkıh ve UsÛl-i Fıkıh.
1- el-Mahşûl. Usûl-i fıkha dair olup Tâhâ Câbir el-UI-vânî tarafından tahkik edilerek altı cilt halinde yayımlanmıştır.
2- el-Münteİıab fî uşûli'1-fıkh. el-Mah-şiU'ün muhtasarı olan eser Münteha-bü'l-Mahşûl adıyla da bilinir.
3- el-Burhânü'l-Bahâ 3iyye. eî-Berâhînü'l - Bahâ 3iyye, Risâle-İ Bahâ'îyye ve et-Tarikatü'l-Ba¬hâ* iyye diye de bilinen bu Farsça eser, Şâfiîler'in Haneffler'den ayrıldığı mese¬leleri zikredip Şafiîliği savunmak için Bâ-miyan Emîri Bahâeddin Sâm b. Muham¬med adına kaleme alınmıştır. Sirâceddin el-Hindî tarafından el-Gurretü'l-münî-fe fî tahkîki'1-îmâm Ebî Hanîfe adlı eser içinde Arapça'ya tercüme edilmiş[101], aynca görüşleri de eleşti¬rilmiştir.
4- el-Kâşif 'an uşûli'd-deîâ'il eî-Cedel ve Mebâhişü'l-cedel diye de bilinir. Usül-İ fıkha dair olan eseri Ahmed Hicâzî es-Sekka neşretmiştir[102]. Râzî'nin fıkha dair Şerhu'l-Vecîz, İbtâlü'l-kıyâs, el-Letâ'ifü'1-Gı-ydşiyye adlı bazı eserleri olduğu da nak¬ledilmektedir.
e- Tıp, Astronomi, Matematik.
1- Câ-micu'I-culûm. Çeşitli ilimlerin tarifini ih¬tiva eden Farsça ansiklopedik bir eserdir.
2- Şerhu'l-Könûn. İbn Sînâ'nın el-Könûn fi't-tıbb'\-nın şerhi olup Şerhu Külliyâti'l-Kânun ve Halîü müşkilâti'l-Kânun adıyla da bi¬linir.
3- et-Tıbbü'l-kebîr. Bizzat Râzî bu ese¬rine atıfta bulunmuştur.
4- er-Ravzü'l-'aiîz fî 'ilâci'l-marîz.
5- et-Teşrîh mine'r-re3s ile'1-halk.
6- el-Eşribe.
7- el-Ahkâmü'î- cAlâ3iy-ye fi'î-ahkâmi's-semâviyye, İhtiyârâ-tü- cAlâ iyye ve Rİsâletü 7 - cAlâ 'iyye diye de bilinen eser Alâeddin Muham¬med b. Hârizmşah adına Farsça olarak yazılmıştır.
8- es-Smü'l-mektûm fî muhâtabeti'ş-şems ve'l-ka-mer ve'n-nücûm[111]. Eserin Râzfye aidiyeti tartışmalıdır.
9- er-Riyâzü'1-münîka. Matematiğe dair olan bu eserine Râzî atıfta bulunmuştur.
10- Risale fî cilmi'1-hey.
11- Hadâ'iku'l-envâr fî ha-kâ3 iki'1-esrar. Câmicu'l-Cuîûm'a yapı¬lan ilâvelerle ortaya çıkan bu Farsça ese¬rin çeşitli yazma nüshaları vardır.
12- Risale fî 'ilmi'l-tirâse. Kitâbü'l-Firâse adıyla da bilinen bu ri¬sale fizyonomiye dair olup Yûsuf Murâd tarafından Fransızca tercümesiyle birlik¬te yayımlanmıştır.
f- Arap Dili ve Edebiyatı.
1- Nihâyetü'l-îcâz fî dirâyeti'l-iccâz. Kur'ân-ı Kerîm'in i'câzını ispatlamak amacıyla yazılan eser¬de teşbih, mecaz, istiare, nazım, İ'câz gibi belagat kaideleri üzerinde durulur. Bekrî Şeyh Emîn tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır.
2- Şerhu Neh-ci'î'belâğa.
3- el-Muhar-rer fi'n-nahv. Bizzat Râzî bu eserine atıf¬ta bulunmuştur.
4- Şer¬hu Saktı'z-zend. Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin eserine yapılmış bir şerhtir.
5- Muhaşşal fî şerhi'I-Mufassal. Şerhu'l - Mufassal diye de bilinen eser Zemahşeri'nin kitabına yapılmış bir şerh olup Râzî'ye aidiyeti tartışmalıdır.
g- Biyografi.
1- Menâkıbü'l-İmâmi'ş-Şdfief. îrşâdü't-tâlibîn ile'l-menheci'l-kavim fî beyânı menâkıbi'l-İmûmi'ş-Şâfi cj adıyla da bilinen eserde İmam Şa¬fiî'nin hayatı, İslâmî ilimlere dair görüş¬leri, münazaraları, şiirleri, nükteleri, di¬ğer müctehidlere tercih edilmesinin se¬bepleri, İmam Ebû Hanîfe'ye karşı üs¬tünlüğü ve Şâfıî mezhebine yöneltilen eleştirilerin cevaplandırılması gibi konu-lara yer verilmiştir. Ahmed Hicâzî es-Sek-kâ'nın tahkikiyle yayımlanmıştır.
2- eş-Şeceretü'1-mübâreke ti'l-ensâbi't-Tâlibiyye. Hz. Ali'nin soyuna dairdir.
3- Fe-ia'ilü'l-aşhâb[122]. Bazı kaynaklarda Fahreddin er-Râzî'ye ait olmadığı halde ona nisbet edilen eser¬ler de vardır.
Râzî'yi çeşitli yönleriyle inceleyen mo¬nografiler yazılmıştır. Fethullah Huleyf'in Fahrüddîn er-Râzî ve mevkıfuhû mi-ne'1-Kerrâmiyye[124], Mu¬hammed Hüseynî Ebû Sa'de'nin en-Nefs ve hulûîühâ 'inde Fahriddîn er-Râzî[125], HâdîAlevfnin er-Râzî fey-lesûfen[126], Mahir Mehdî Hilâl'in Fahrüddîn er-Râzî belâğıyyen[127], Muhammed Salih ez-Zerkân'm Fahrüddîn er-Râzî ve ârâ3ühü'i-kelâ-miyye ve'l- felsefiyye[128], Muhsin Abdülhamîd'in er-Râzî müfessiren[129], Muhammed İbrahim Abdurrah-man'ın Minhâcü Fahriddîn er-Râzî fit-tefsir beyne menâhici mu'âşırih[130] ve Süleyman Uludağ'ın Fahrettin Râzî[131] adlı çalışmaları bunlar¬dandır. Ayrıca Tahran'da çıkan Macârif dergisinin bir sayısı Râzî'ye tahsis edil¬miştir (111/1 (1986), 8+ 344 sayfa],