« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Tem

2012

Hikaye ve Refik Halit

01 Ocak 1970

Mudurnu'dan İstanbul'a göç etmiş, Karakayış ailesine mensup maliye başveznedarı Mehmet Halit Bey'in oğlu Refik Halit 15 Mart 1888'de İstanbul Beylerbeyi'nde doğdu. İstanbul Vezneciler'de Şemsü'l-Maarif ve Göztepe'deki Taş Mektep'te okudu. Galatasaray Sultanisi'nden bir kırgınlıkla ayrılıp 1907 de Mekteb-i Hukuk'a geçti. Bir ara Maliye Nezareti'nde Devair-i Merkeziye kaleminde katiplik yaptı. Meşrutiyetin ilanı ile gazeteciliğe başladı. Önce Servet-i Fünun'da, sonra Tercüman-ı Hakikat'te çalıştı. Kendisi Son Havadis adında bir gazete çıkarmak istemiş. Ancak iki hafta sürdü bu gayret (1909)

Hürriyet ve İtilaf Fırkası işbaşına gelince Altıncı Belediye Daire Başkatibi oldu (1912). Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine sürüldü. Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürgün hayatı yaşadı (1913-1918). Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'in araya girmesiyle İstanbul'a döndü. Damat Ferit Paşa zamanında Telgraf Umum Müdürü olarak atandı. Milli Mücadele'ye karşı çıkması Refik Halit'in "Yüzellilikler" listesine alınmasına sebep oldu. Yurdu terkeden Refik Halit'in onbeş yılı sürgün ve gurbette geçti. Beyrut ve Halep'te hayatının en acı dönemlerini geçirdi. 1938'de çıkan Af Kanunu ile yurda döndü. 1965 yılında ölene değin gazetelerde roman tefrikaları görüldü.

HİKAYECİLİK ANLAYIŞI
"Hikaye roman demektir. Küçültülmüş komprime roman. Emin olun bir roman yazmak, hikaye yazmaktan daha kolaydır. Zira meydan geniştir, vaktiniz müsaittir. Halbuki hikayede sütun mahduttur. Evvela alaka verecek bir başlangıç bulmaya mecbursunuz. Sonra gelecek satırlar, vakanın izahıyla birlikte o merakı devam ettirecek. Asıl güç nokta da hikayenin bırakacağı tesirdir... Hikayeleri eskiden beri güçlükle düşünür, güçlükle yazarım."

Refik Halit, hikayecilik anlayışını işte böyle özetliyor. O'nun burada sunduğu hikaye anlayışının Maupassant tarzı ile tıpatıp benzerlik gösterdiği ve kendi hikayelerinde de bu yolu tutturduğu görülmektedir. Bu benzerliği Tanpınar şöyle ifade eder:

"Fecr-i Ati'den Refik Halit Karay'ın sanatı Maupassant'a çok yakındır. 1917'de sürülmüş olduğu Anadolu'dan döndükten sonra Yeni Mecmua'da neşrettiği Memleket Hikayeleri'nde, 1910 yıllarındaki hikayelerinin nihilizminden sıyrılarak daha köklü bir müşahedeye döner. Refik Halit görmesini bilen ve gördüğünü verebilen muharrirlerdendir.

Gözleme dayalı hikayelerinde tutturduğu yolu başka bir yerde kendisi şöyle ifade ediyor: "Ben temiz realizmi severim. Maupassant'ı ele alalım. Kullandığı kelimelerle insana tiksinti vermez. Sadece tiksinmenin intibaını alırsınız. B.. kelimesini söylemek iş değil. Pek çirkin şeyleri rötuş etmek bir eserin kuvvetli olmasına mani değildir."

Benzetmelerle, mecazlarla, deyimlerle zenginleştirdiği anlatımı romanlarda kullanır. Bunlara rağmen romanlardaki dili yüksüz ve akıcıdır. Hikayelerinde kullandığı dil zengin, etkili ve canlıdır. Refik Halit Fecr-i Ati içinde yetişmiş olmasına rağmen yalın ve gündelik Türkçeyi kullanmıştır. Refik Halit Genç Kalemler'in açtığı "Sade Lisan" akımına açıkça katılmadı. Hatta onlara karşı görünen Fecr-i Ati topluluğunda yer aldı. Ama daha ilk yazılar çıkar çıkmaz Yeni Lisancıların özleyip de gerçekleştiremedikleri sade edebiyat Türkçesinin müjdecisi sayıldı. O kadar ki Ziya Gökalp "Türkçeyi en iyi yazan muharrir Refik Halit'tir." dedi. Çünkü Gökalp'in istediği İstanbul konuşmasının pürüzsüz edebi örneklerini o veriyordu.

Türkçeye yepyeni, sıcak bir üslup getiren bu yazar İstanbul Türkçesini yazıyordu. Kullandığı dil o kadar etkileyici ve güzeldi ki sürgün iken, Suriye'de çıkan yazıları bile Türkiye'de dokuz-on gazete tarafından iktibas edilmekteydi.

Cevdet Kudret aynı dönemde bulunan Yakup Kadri ve Refik Halit'i dil bakımından birer cümle ile karşılaştırır:

"Karşı sahilin hulyadar ve duakar hurma dalları arasında gittikçe artan ziyasıyla, insana gittikçe yaklaşıyor vehmini veren hummalı, canlı bir ay çıkıyor." (Y. Kadri)

"Güneş, sırtın arkasındaki boşluğa gömülünce, sular kararır; yalnız yüksek kavakların dumanlı tepelerinde yapraklar birer renkli fener gibi bir müddet aydınlık kalırdı." (R. Halit)

Yahya Kemal, "Ben yaradılıştan yazarım" diyen Refik Halit'i "Türkçeye yeni bir çeşni veren, görüşte hususiyet ve yazışta hüner gösteren bir yazar" olarak nitelemiştir

"Hikayede orta sınıf aile konuşması bana daha munis geliyor" diyerek hikayelerini tanzim eden yazarımız Refik Halit yalın Türkçe için de şunları söylemektedir:

"Bizim bir dilimiz var ki, bu yarının dili olacaktır. Biz doğru yolu bulduk. Bizden evvel gelenler bazen ortaoyunu, bazen karnaval şekilleriyle edebiyatımızda çırpındılar. Fakat bizim bulduğumuzu, bu temiz dili bulamadılar."

MEMLEKET HİKAYELERİ
Memleket Hikayeleri hikayeciliğimiz bakımından dönüm noktası değeri taşır. Konuları ve çevreleri Anadolu içlerinde geçen ilk hikayelerimizdir. Gerçi ondan çok önce (1892) Nabizade Nazım'ın bir Anadolu köyü olayını realist tarzda işleyen Karabibik adlı uzun hikayesi ve Halit Ziya'nın köylerde geçen birkaç romantik hikayesi vardır. Fakat bunlar üslup, gözlem, meselelere parmak basış ve bilhassa tasvirler bakımından Refik Halit'e ulaşamazlar. Memleket Hikayeleri çığır açmak bakımından bugünkü köy hikayeciliğimizin nüvesini teşkil eder.

Sürgünlüğü sırasında Sinop'tan Çorum'a nakledilirken gördüğü Anadolu'yu bir yazısında şöyle anlatıyor: "O zaman zavallı İç Anadolu ile ilk ciddi temasım bu yolculuktur. Bir sürgün alayından ziyade yeni keşfedilmiş kıtalarda dolaşan bir heyet-i seferiyle bir altın arayıcı kafilesine, bir Amerikan film grubuna benziyorduk. İçimizdeki acar delikanlılar, arabaları atlarından sökmüşler, parça parça yarlardan aşırarak, uçurumlardan atlıyarak omuzlarında tepelere çıkarıyorlar, tekrar kuruyorlar, gene söküyorlar, tekrar taşıyorlardı."

"Ben Anadolu'yu bir köylü olarak değil, varlıklı bir şehir delikanlısı olarak gördüm ve anlattım."

Ne var ki "Varlıklı İstanbul Çocuğu"nun sürgün azapları içindeki bu karamsarlığı uzun sürmeyecek ve hele hikayelerine hiç geçmeyecektir. İyimser mizacı orada da imdadına yetişmiştir. Refik Halit bu iyimser mizacını şöyle anlatır: "Ben çok içli bir çocuktum. Sonra da içli bir adam olarak kaldım. Fakat hüznümü bir neşe yıldızına sormayı bir haysiyet meselesi bilmiş bunu da yapabilmişimdir. İçliliğimi sakal gibi yüzümde uzatmayı sevmem."

Memleket Hikayeleri kötü ve acı yanları olduğu kadar iyi ve neşeli yanları da gören Maupassant realizmi içinde yazılmıştır. Anadolu'nun sefaleti, geriliği kadar asilliği ve yüceliği de anlatılmıştır. Yazar viraneler, bozkırlar arasında mamureler, gülistanlar da olduğunu görerek Anadolu'yu her yanıyla sermiş ve öyle anlatmıştır.

Üslupları yeni, olayları çekici ve hele çevre tasvirleri çok başarılı olan bu hikayelerde teknik de kuvvetlidir. Hiçbir sınırlı açıya, hiçbir teze bağlanmaksızın Anadolu insanının (bugün de geçerli olan) birçok meselesini ortaya koymuştur.

Ahmet Hamdi Tanpınar İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra meydana gelen edebi gelişmeleri değerlendirirken şunları yazmakta ve Karay'ın önemini belirtmektedir: "1908'den sonra Türk Edebiyatı'nm asıl büyük hususiyeti Refik Halit, Yakup Kadri gibi muharrirlerle yavaş yavaş olsa da bilhassa hikayenin İstanbul'dan ve İmparatorluk merkezinden memlekete doğru açılmasıdır.

Memleket Hikayeleri, sade dil akımlarının genişleyip benimsenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Türkçe'nin sadeleşmesi için büyük bir çaba sarfeden Ziya Gökalp bu hikayeleri (Ocak-Ekim 1918) Yeni Mecmua'da yayınlar. Gerçekten de Milli Edebiyat akımı ile başlayan ve Cumhuriyet döneminde gelişen "Memleket Edebiyatı" Refik Halit'in hikayelerinde kendini en güzel biçimde gösterir.

"Yatık Emine" adlı öyküde Refik Halit insanoğlunun acımasızlığını, bencilliğini dile getirmektedir.

"Hakk-ı Sükut"ta Bursa'daki bir iplik fabrikasında acımasız koşullar altında çalıştırılan işçiler karşısında, küçük burjuva işçi katibinin bencilliği işlenmiştir.

"Komşu Namusu"nda tecessüs dolu nazarlarla etrafı kolaçan eden insanların hikayesi var. Bu insanlar komşusunun namusunu korumayı kendilerine vazife biliyor. Kendi kusurunu görmeyen bu insanlar başkasında hep kusur arıyorlar...

"Yatır" hikayesinde saf bir hocanın kandırılması anlatılıyor. Hoca tipi, saf insanların dini duygularıyla oynuyor.

"Küs Ömer" hikayesinde basit meselelerden dolayı evden kaçan Anadolu gençlerinin hayatı anlatılır.

"Şeftali Bahçeleri"nde bürokrasinin durumunu ustalıkla ortaya koyuyor.

"Sarı Bal" öyküsünde toplumsal koşullara ya da kendisine yenilen kaymakam anlatılır.

"Ayşe'nin Talihi" öyküsü Refik Halit'in 1909 yılında Muhit dergisinde çıkan ilk öyküsüdür. Bu hikayede cinsi hayat işlenir. Yanında geçim problemi ele alınır.

"Cer Hocası" aç kalmamak için vaaz vermeye bile başlayan bir gencin hikayesini anlatır.

"Koca Öküz" ve "Boz Eşek"te Anadolu insanının iş hayatında önemli bir yeri olan hayvanlara bakış tarzı ele alınıyor.

"Torpil Servet"in kahramanı olduğu hikayede ise şaka için denize dalan Torpil Servet'in, iki arkadaşının meraklı bakışları arasında denizden çıkamayışını göreceksiniz...

"Vehbi Efendi" hikayesi ise acayip bir hikaye olarak göze çarpar. Memleket Hikayeleri'nde kadın kişiler ağırlıklıdır. Belirgin bir cinsellik yansıtılır. "Hakk-ı Sükut" hikayesinde Rum kızı Fatiha: "Yılda Bir" hikayesinde Eli, "Yatık Emine" hikayesinde ise zavallı kadın Emine vardır.

Hikayelerde aşk ve kadın temasının ön plana çıkması o dönemde bu konuların geçer akçe olduğu meselesini akla getirebilir. Refik Halit'in 1960'ta Mustafa Baydar'a söylediği şu sözler bize hikayelerin konusu ile ilgili ipuçları verebilir:

"Ben epiküryen yaradılışta bir adamım. Yani zevklere düşkünüm. Tabii aşırı mertebe olmamak şartıyla, kadın severim, iyi yemek severim, seyahat severim, şehir gezintilerini severim... Ve bütün bunlardan aldığım küçük zevklerle hayatımı sürerim. Esasen bedbin yaradılışta değilimdir..."

"Benim için bir tepsi dolusu nefis ve buzlu meyveden alınacak zevk, ileride alınacak muhtemel zevklerden çok daha mühimdir."

Yakup Kadri Karaosmanoğlu da Refik Halit için "uzaktan uzağa Aşk-ı Memnu'daki hoppa ve züppe Behlül'ü andırır halleri var" der.

Yazdığı hatıralar ile dostlarının ifadeleri de Refik Halit'in deminki sözlerini doğrulamaktadır. Şık giyinmiş ve Beyoğlu'nun eğlence yerlerinde hoşça vakit geçirmiştir. Bu mizaçta olan birinin muhalefete kalkması, idamları göze alması ve ömrünü sürgünlerde geçirmiş bulunması çelişki gibi görünüyor. Fakat karakterinin bir yanı da onuruna düşkün, fikir namusuna bağlı, sözünü esirgemez ve muhalif ruhu olmasıdır.

GURBET HİKAYELERİ
Ne var ki sürgünler Refik Halit'in bilgi ve görgü alemini zenginleştirmiş dolayısıyla eserlerine müşahede zenginliği katmıştır. Izdırap onun ruhunu beslemiştir. Eğer Sinop'a sürülmeseydi edebiyatımız, Memleket Hikayeleri gibi bir şaheserden yoksun kalacaktı.

Refik Halit Gurbet Hikayeleri ile eski imparatorluk diyarlarımızı sanat yolu ile tekrar bize getirir.

Ankara Hükümeti aleyhine yazdıklarından dolayı, Cumhuriyet'in ilanından sonra yurt dışına sürülmüş ve gurbet acısıyla yanan yazar, eşine az rastlanır mükemmellikte Gurbet Hikayeleri'ni yazmıştır. Mehmet Akif İstiklal Marşı'nda:

"Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda"

derken ayrılıkların en acısının vatandan ayrılık olduğunu belirtmekteydi. Bu acıyı bizzat yaşayan, derinden hisseden Refik Halit işsiz güçsüz kaldığı gurbet ellerinde içindeki duyguları "Zincir" hikayesinde şöyle anlatır:

"Yabancı memleketlerde küçük bir kasabaya sokulup uzun müddet yaşamaktaki azabın ne olduğunu bilir misiniz? Beş on gün çarşı sokak gezdikten sonra tanıdık çehre, alışabileceğiniz yer bulamamaktan bezer, odanıza girer, yalnızlığın içine sinersiniz..."

"Gurbet ellerde şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür."

"Ben çökmemek için köşe penceresinden ayrılmazdım, köşe penceresinden dünyayı seyrederdim..."

Gazetecilik deneyimini hikayelerine serpiştirmiştir. "Antikacı" hikayesinde Efganlı antikacıyla röportajı andıran bir konuşma göze çarpar. "Bir Taarruz" hikayesinde okuyucunun ilgisini, merakını ve heyecanını zirveye çıkarmasının nedenini (şöyle izah edebiliriz: şu satırlarda bulabiliriz.) "Gazetecilik bana malzeme verir. Ben bu sayede kendimi daha çok hayatın içine girmiş bulurum."

Yapı bakımından ilk hikayelerine benzeyen Gurbet Hikayeleri konularının değişikliği yönünden dikkati çeker. Bu hikayelerde milletine, yurduna sevgi ve özlem vardır. Bazı hikayelerde işitilmemiş, egzotik olaylar anlatılır (Akrep hikayesi gibi). Ortadoğu ülkelerinin garip, yabancı töre ve ahlakları gösterilir.

Gurbet Hikayeleri'nin konuları Hatay, Beyrut, Halep dolaylarından alınmıştır. 1930-37 yılları arasında sürgün yıllarının izlenimlerini içeren öykülerden oluşan bu yapıt adından da anlaşılacağı gibi doğrudan doğruya "vatan hasretini" dile getirmektedir. Şerif Aktaş şu genel değerlendirmeyi yapmaktadır: "Yurtlarından ayrılan insanlar bir tesadüf eseri karşılaşıp tanıştıktan sonra bir daha ayrılmak istemezler. Onlar arasında bu dostluğu tesis eden memleket hasretidir.

"Akrep"te hikayecinin tesadüfen uğradığı kasabada vazife yapan mutasarrıf, Türkçe konuşmak arzusuyla bu adamı bırakmaz. Aynı istek "Eskici"de günlerce susan Yetim Hasan'ın, kundura tamircisi ile devamlı konuşmasına, ayrılırken de her iki gurbetzedenin ağlamasına sebep olur. "İstanbul" adlı hikayenin kadın ve erkek kahramanı aynı şehire hatıralarıyla bağlıdırlar."

İstanbul Türkçe'sini en sahih ve pürüzsüz yazan muharririmiz Gurbet Hikayeleri'nden sonra artık bu türde eser vermemiştir. Her alanda yazdığı halde hikaye alanında az yazmasının sebebini yazının başında belirtmiştik.

Gerçekten Refik Halit'in çok hikaye yazmayışı edebiyatımız adına bir kayıptır. Çünkü romanları ve mensureleri de dahil olmak üzere en kudretli en çok yaşayacak gibi görünen eserleri hikayeleridir....

KAYNAKLAR:
1-Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 124.

2-M. Baydar, Edebiyatçılarımız Diyorlar ki, s. 108.

3-Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, cilt 3, s. 712.

4-Cevdet Kudret, Hikaye ve Roman, cilt 2, s. 185

5-R. Eşref Ünaydm, Diyorlar ki, s. 228, Kültür ve Turizm Bakanlığı 1985.

6-Yahya Kemal Beyatlı, Siyasi ve Edebi Hatıralar, s. 47, Y. Kemal Enstitüsü Yay. 1986.

7-S. Yazıcıoğlu, Ediplerimizle Konuşmalar, R. Halit / 20. Asır sayı 169.

8-Ruşen Eşref Ünaydın.

9-Varlık Dergisi, sayı 494, 15 Ocak 1959.

10-Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, cilt 3, s. 709.

11-Şerif Aktaş, R. Halit Karay, s. Kültür ve Turizm Bakanlığı 1986.

12-Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 124.

13-Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı.

14-Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı, cilt 2, Bilgi Yayınevi.

15-M. Baydar, Edebiyatçılarımız Diyor ki, s. 108.

16-a.g.e.

17-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, s. 59.

18-Gurbet Hikayeleri, s. 29, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul 1940.

19-Şerif Aktaş, a.g.e., s. 77.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 11903

ulkucudunya@ulkucudunya.com