DERVİŞ VAHDETİ
01 Ocak 1970
(1870-1909) 31 Mart Vak'asi sorumluları arasında idam edilen, Volkan gazetesinin sahibi ve başyazarı.
Asıl adı Derviş olup Kıbrıs'ta Lefkoşe'¬de doğdu. Küçük yaşta okula başladı, ar¬dından medreseye girerek Arapça ve fı¬kıh okudu. Bu arada Nakşibendî tarika¬tına intisap etti ve Lefkoşe'deki Ayasof-ya Camii'nde müezzinliğe başladı. On al¬tı yaşında iken annesinin intiharı, yirmi bir yaşında iken de babasının ölümü, üze¬rinde derin izler bıraktı. Bu sırada Kıb¬rıs'ın İstanbul ile olan münasebetleri ar¬tınca İstanbul'a gidip iki ay orada kaldı. Kıbrıs'a dönüşünde İngilizce öğrenmek için Larnaka'daki bir misyoner okuluna devam etti. Fakat bir müddet sonra ki¬lisede vaaz dinlemeye zorlanması üzeri¬ne okulu terkederek kendi kendine İn¬gilizce öğrenmeyi sürdürdü. İngilizce'si yeterli düzeye gelince adadaki İngiliz idaresine memur olarak girdi. Burada İngiliz kültüründen etkilendi. İstanbul seyahati sırasında daha yakından tanı¬ma fırsatı bulduğu Mizan, Hürriyet ve Meşveref gazetelerini büyük bir ilgiyle takip etmeye ve bunları Kıbrıs'ta yakın arkadaşlarına dağıtmaya başladı. Ayrı¬ca İstanbul'dan, 11. Abdülhamid rejimin¬den kaçıp Paris'e giderken Kıbrıs'a uğ¬rayan hürriyetçi gençlere de yardımcı oluyordu. Bu yüzden Jön Türk adıyla anıl¬maya başlandı ve Sultan Abdülhamid'e dil uzattığı gerekçesiyle bir ara sorguya çekildi.
190Z'de tekrar İstanbul'a gitti, bir sü¬re boş gezdikten sonra parasız kalınca Dahiliye Nâzın Memduh Paşa'ya yazdığı bir dilekçe üzerine himaye görerek 400 kuruş maaşla Muhacirin Dairesi'ne alın¬dı. Burada verilen mübeyyizlik görevini kendisine uygun görmediği için yazdığı bir şikâyet dilekçesi üzerine tevkif edil¬di. Ailesinden habersiz olarak Mehterhâ-ne'de otuz dört gün tutuklu kaldıktan sonra ailesiyle birlikte Diyarbakır'a sü¬rüldü; orada üç buçuk yıl kaldı. Burada "üstâd-ı hürriyyet" dediği Ziya Gökalp'in sohbetlerine katıldı ve ondan etkilendi. Ayrıca Şeyh Hacı Ahmed ile tanışarak tasavvufı bilgisini ilerletti. Kendi anlat¬tıklarına göre Hacı Ahmed'den aldığı tasavvufî tesiri Ziya Gökalp'ten edindiği felsefî kültürle birleştirdi[14]. Bu halet-i ruhiye ile Vahdetî adını benimsedi. Ziya Gökalp'in onu tutarsız bir şahsiyet olarak görüp kendisine Lâhûtî lakabını taktığı da zik¬redilmektedir. İstibdada karşı yapılan Telgrafhane işgaline katılan Vahdetî, 11. Meşrutiyet1 İn İlânından'kısa'rjrr ure'oiı-ce derviş kıyafetine girerek kaçtı. Ancak bir süre sonra Birecik'te yakalandı ve zindana atıldı; üç gün sonra da Diyarba¬kır'a geri getirildi. Meşrutiyetle birlikte ilân edilen umumi aftan faydalanarak serbest kaldı.
Derviş Vahdetî sürgün hayatı bitince Kıbrıs'a gitti, mallarını satarak İstanbul'a döndü. Eski işine girmek istediyse de kabul edilmedi. İttihatçılar "dan da ilgi görmeyince sürgünden dönenlerle İtti¬hat ve Terakkî'den ayrılanların kurduğu
Fedâkârân-ı Millet Cemiyeti'ne girdi. Fa¬kat kendi ifadesine göre onların fesat¬çılık yaptığını görünce üç gün sonra ay¬rıldı.
Meşrutiyetin sağladığı serbest ortam¬dan faydalanarak çıkarılan çeşitli gaze¬teler gibi Derviş Vahdeti de bir gazete çıkarmak için saraydan yardım istediyse de bu isteği reddedildi. Ali Cevad Bey'in fezlekesinden, sarayın onu tutarsız ve güvenilmez bir şahsiyet olarak gördüğü anlaşılmaktadır. 28 Teşrinisani 1324'te[15] kendi imkânlarıyla Vol¬kan gazetesini çıkarmaya başladı. Ga¬zetenin muhtevası "İslamcı, hürriyetçi ve insaniyete!" olarak belirlenmişti. Vahde-tî'nin düşüncesi, bu gazetenin yayın or¬ganı olacağı bir de "hadim-i insâniyyet" derneği kurmaktı. Nitekim gazetenin ilk sayılarında başlık altındaki yazı bunu açıkça göstermektedir.
Volkan'm yayın hayatına girmesinden sonra anlaşıldığına göre henüz resmen kurulmamış olan İttihâd-ı Muhammedi Cemiyeti adında bir kuruluşu temsilen bazı kişiler Derviş Vahdetî'ye başvura¬rak gazetenin cemiyetin yayın organı ol¬masını istediler, önce bu teklifi kabul eden Vahdeti, Volkan'm 4 Şubat 1324[16] tarihli 48. sayısından iti¬baren başlığının altına "İttihâd-ı Muham¬medi" Cemiyeti'nin mürewic-i efkârıdır" İbaresini koyup cemiyet nizâmnâmesinin İlk on maddesini yayımladıysa da kuru¬cularla yaptığı sonraki temaslarda de¬ğişik fikirleri olduğunu görerek onlar¬dan ayrıldı. Bu davranışında, cemiyetin başkanı olarak görünen İsmail Hakkı Bey'in güven vermeyen kişiliğinin de önemli rolü olmuştur. Ancak bu teşeb¬büsten aldığı ilhamla bir müddet sonra kendisi yeni bir İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti kurarak gazetesini bu kurulu¬şun yayın organı yaptı. Cemiyet 31 Mart Vak'ası'ndan on gün önce[17] ulemâ ve meşâyihten tanınmış bazı kişilerin de katıldığı Ayasofya Camii'nde yapılan büyük bir törenle resmen açıl-dı.[18]
Volkan gazetesi, cemiyetin yayın orga¬nı olarak itidal ve itaat tavsiye eden bir politika takip ediyor. Derviş Vahdeti de herkes gibi II. Meşrutiyet inkılâbım "sa¬adet-i millet" olarak görüyordu. Fakat gazetede yer alan bir kısım yazılardan, Vahdetî'nln Sadrazam Kâmil Paşa taraf¬tan bir politika benimsediği anlaşılmak¬tadır. Siyasî ortamın iyice gerginleşme¬sinin ardından 31 Mart Vak'ası patlak verdi. Olayları başlatan askerlerin, İtti¬hâd-ı Muhammedî Cemiyeti'nin açıldığı gün dağıtılan küçük bayrakları taşıması dikkatleri Vahdetinin üzerine çekti. Vol-kan'da yayımlanan yazılar ve özellikle Vahdetfnin 1 Nisan 132S'te[19] II. Abdülhamid'e yazdığı açık mek¬tup halkı ve askerleri tahrik edici nite¬likte bulundu. Ayrıca meşrutiyet anlayı¬şı ve adem-i merkeziyetçi fikirleriyle İngilizler'e ve Prens Sabahaddin'in başın¬da bulunduğu Ahrar Fırkası'na yakın olan Kâmil Paşa ile oğlu Said Paşa'ya yakın¬lığı ile tanınan, hatta bu yüzden daha sonraları bazılarınca İngiliz ajanı olmak¬la suçlanan Vahdeti 17 Nisan'da sorgu¬lanmak üzere mahkemeye çağrıldı.
Derviş Vahdetî İttihatçılar'ın adaleti¬ne güvenmediği için 18 Nisan'da İstan¬bul'dan kaçtı. Beykoz, Gebze, Hereke ve Sapanca'da gizlendi. Son olarak gittiği İzmir'de hemşehrisi olan Abdullah Nâ-diri tarafından ihbar edilince 25 Mayıs'-ta tutuklandı. İstanbul'a getirilip dîvâ-nıharpte yargılandı. Görünüşte "Abdül¬hamid'e Açık Mektup" adlı makalesin¬den dolayı hakkında dava açılan Vahde¬ti, 31 Mart Vak'ası'nın müsebbibi olarak idama mahkûm edildi ve karar 19 Tem-muz 1909'da infaz edildi.
Derviş Vahdetî, VoiJtan'dakİ yazıların¬dan başka basılı herhangi bir eseri ol¬madığını ifade etmekle beraber[20] Ali Birin¬ci, "Melhameler - Mutranlar" başlığıyla yayımlanan makalesinin[21] Büyük Fe-lâket Geliyor[22] adıyla on dört sayfalık küçük bir risale halinde basıldığını belirtmektedir. Ancak Vahde-tî'nin, bir yıl sonra İttihâd-ı Muhamme¬dî Cemiyeti'ne izafe edilerek yayımlanan Ceilâd dolayısıyla yaptığı yukarıda işa¬ret edilen açıklaması göz önüne alına¬rak bu risalenin onun bilgisi dışında ba¬sılmış olabileceği söylenebilir.
Derviş Vahdetî'nin şahsiyeti, fikirleri, gazeteciliği, siyasî muhalefetteki tavn "31 Mart" ve "irtica" gibi muğlak kav¬ramların arkasına sığınılarak yapılan açıklamaların gölgesinde hatta karanlı-ğında kaybolmuştur. Vahdetfnin gençli¬ğinde ciddi bir tahsil görmediğini söyle¬mek mümkündür. Yazılarında medrese kültürü ve tarikat neşvesinin izleri de zayıf kalmaktadır. Volkan'm muhalif siyasî bir yayın organı haline gelmesin¬de Vahdetî'nin çok önemli rolü olduğu kesindir. Fakat gazetenin dinî muhte¬vası ile dinî semboller ve öğeler kullanı¬larak muhalefet yapılmasında, Said Kür-dî (Nursi) başta olmak üzere İttihâd-ı Mu¬hammedî Cemiyeti İçinde yer alan ule¬mâ ve mesâyihin de etkisi olmalıdır.
Derviş Vahdetînin yazılarında ve Vbkan'm genel yayın siyasetinde iddia edil¬diği gibi istibdat idaresine geri dönüşü (irtica) çağrıştıracak görüşler yoktur, ak¬sine birçok yazıda "devr-i istibdadın av¬detinin, iadesinin imkânsızlığı" vurgulan¬mış, böyle bir korku ve ihtimalin canlı tutularak muhalefetin susturulması ten¬kit edilmiştir[23]. 31 Mart Vak'a¬sı'nın yaklaştığı ve Volkan üzerindeki baskıların arttığı günler dışında gazete¬de II. Abdülhamid'e karşı en küçük sem-pati ifade eden bir yazı çıkmadığı gibi padişahla münasebet içinde bulunulduğunu gösteren işaretler de yoktur.[24]
Derviş Vahdetî, meşruti idareyi savu¬nan ve esas itibariyle İttihatçı ruhu ta¬şıyan bir gazetecidir. Prens Sabahaddin, Ali Kemal, Hoca Kadri, Abdullah Cevdet, Mizancı Murad gibi kişileri "Türkiye'nin dreyfüsleri" olarak takdim etmesi; Ali Kemal dışındaki dört İsmi "dört halife"-yi çağrıştıracak şekilde "dört yâr-ı vefa" olarak anması[25]; ayrıca, "Niyâzîler, Enverler... zamanın Hâ-lid b. Velîd'leridirler" gibi ifadeler kullan¬ması[26] bu¬nu göstermektedir. Bununla birlikte Vah-detfyi -doğuştan getirdiği özellikler dı¬şında- muhalefete iten ve sonunu hazırlayan sebepler de olmuştur. Bunlar¬dan ilki, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin II. Meşrutiyetin ilânından sonra yeni bir istibdat yönetimi ortaya koyması ve meş¬ruti ilkelerden gittikçe uzaklaşmasıdır. Vahdetfnin ağır tenkitlerle meşruti" ilke ve uygulamalara davet ettiği İttihatçılar bu tenkitleri istibdat ve irtica taraftarlı¬ğı olarak yorumlamakla hem Volkan'ı zor durumda bırakmak hem de kendilerini temize çıkarmak istemişlerdir. İttihatçılar'ın eski sadrazam Kâmil Paşa'-yı saf dışı etmeleri ikinci bir sebep ola¬rak gözükmektedir. Vahdetî, kendisi gibi Kıbrıslı olan ve İngiltere'nin görüşlerine paralel politikalar takip eden Kâmil Paşa'yı sürekli savunmuş ve bu yüzden İt¬tihatçı yönetimi tenkit etmiştir. Derviş Vahdetî'nin İngiliz ajanı olduğu veya İngiliz taraftarlığı yaptığı yolundaki iddia¬ların bir dayananı da budur ve bunlar gittikçe Almanya'ya yaklaşan İttihat ve Terakki idaresinin tepkisini şiddetlendir¬miştir. Bütün bunlardan dolayı belirgin¬leşen muhalif tavn bir yana bırakılırsa Vahdetî'yi ve Volkan gazetesini siyasî ve dinî mânada muhafazakâr, gelenek¬çi, mürteci saymak mümkün değildir.
Vahdetrnin 31 Mart Vak'ası'ndaki ro¬lü üzerinde kaynaklarda çeşitli görüşler mevcuttur. Resmî kaynaklarda olaya is¬tibdat idaresine dönüş açısından bakı¬larak II. Abdülhamid ve Vahdetî sorum-lu tutulmaktadır. Tarık Zafer Tunaya ve Sina Aksin gibi araştırmacılar, bu hadi¬seyi Ahrar-İngiltere iş birliğine dayan¬dırarak Vahdeti öncülüğündeki İttihâd-ı Muhammedi'nin kışkırtıldığını belirtmek¬tedirler. Olaylardan İttihat ve Terakkî'yi sorumlu tutanlar da Vahdetî'yi figüran olarak görürler. O dönemi yaşamış olan Ali Cevad Bey, Mevlânzâde Rifat ve da¬ha sonra Ahmet Bedevî Kuran gibi kişi¬ler ise Vahdetî ile Volkan'm olaylarda önemsiz bir unsur olduğunu, her şeyin Ahrar- İttihat ve Terakkî mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını söy¬lerler. Genellikle olaylar sırasında Vah¬detî'nin Abdülhamid ve ilmiye sınıfıyla birlikte hareket etmediği ve öncülerden biri olmakla beraber müsebbip olmadığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Sırût-ı Müs¬takim yazarları ile Beyânûîhak'ta Mus¬tafa Sabrı Efendi'nin Cem'iyyet-i İlmiy-ye-i İsiâmiyye adına VahdetTye karşı çık¬tıkları ve meşrutî idareyi savundukları da bilinmektedir. Vahdetî de Said Kür-dî ile birlikte Volkan'da yayımlanan ya¬zılarında askerleri Meşrutiyefe sahip çıkmaya davet etmiş ve çoğu subaylar¬dan oluşan İttihatçılar'ın zorbalıklarını Meşrutiyet'e yönelmiş bir tehlike olarak görmüştür.
31 Mart olaylarında İngilizler'in des¬teğini sağlayan Prens Sabahaddin ile Ah¬rar Fırkası'nın payı büyüktür. İttihatçı¬lar'ın, hanedana mensup oluşu dolayı¬sıyla Prens Sabahaddin'e ceza vereme-meleri yüzünden muhalefeti sindirmek üzere adı sivrilmiş birkaç kişiyi astırdık¬ları ileri sürülmektedir ki Vahdetî de on¬lardan biridir. Ayrıca Vahdetrnin dîvânı-harpte yargılanırken, İstanbul'dan kaç¬madan önce Kâmil Paşa'nın oğlu Said Paşa İle Şehzade Vahdeddin'i birkaç de¬fa ziyaret ederek onlardan yardım ta¬lep ettiğini açıklaması, olayın geri pla¬nında kimlerin bulunduğu hakkında ba¬zı ipuçları vermektedir.