« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

22 Ağu

2012

SULTAN İBRAHİM

01 Ocak 1970

(ö. 1058/1648) Osmanlı padişahı (1640-1648).
I. Ahmed'in saltanat makamına çıkmış üç oğlunun sonuncusu olup 12 Şevval 1024'te (4 Kasım 1615) doğdu. Annesi Kö¬sem Mahpeyker Sultan'dır Tahta geçtiğinde yirmi beş yaşında olan İbrahim'in şehzadelik yılları Osmanlı sarayının en ka¬rışık dönemine rastlar. Babasının genç yaşta vefatından sonra padişah olan am¬cası Mustafa'nın (I.) aklî dengesizliğinin beraberinde getirdiği bunalım yılları, ağa¬beyi II. Osman'ın tahttan indirilip feci şe¬kilde katli, diğer ağabeyi IV. Murad'ın sal¬tanatının ilk on yılında karşı karşıya kaldı¬ğı sıkıntılar ve idareyi tam anlamıyla ele aldıktan sonra da başvurduğu son dere¬ce sert ve kanlı tedbirler, daha çocukluk ve gençlik döneminde iç dünyasını derin¬den etkiledi. Bu zor yıllarda şahit olduğu hadiseler, karşı karşıya kaldığı ölüm teh¬likesi, oldukça hassas bir yapıya sahip bu¬lunduğu anlaşılan İbrahim'in ruhî denge¬sini sarstı. Özellikle IV. Murad'ın saltana¬tı sırasında kardeşleri Bayezid ve Süley¬man'ı boğdurması (Ağustos 1632), ardın¬dan Bağdat Seferi'ne çıkarken hayatta kalan ana-baba bir iki kardeşinden Ka-sım'ı bir dedikodu sonucu idam ettirme¬siyle I637 sıranın kendisine geleceği en-dişesi sinirlerinin daha da bozulmasına yol açtı. Ancak IV. Murad'ın oğullarının çok küçük yaşta ölmüş olmaları sebebiyle hanedanın yegâne vârisi haline gelmesi, padişahın hastalığının da tedavi edilemez bir durumda bulunup hayatından ümit kesilmesi, ona muhtemelen aklından bile geçirmediği saltanatın yolunu açmakta gecikmedi. Kesin olarak doğrulananı ayan bir rivayete göre. IV. Murad Ölüm döşe¬ğinde iken hanedanın hayatta kalan tek erkek üyesi olan İbrahim'i öldürtmek için Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahya Efen-di'den fetva almış, ancak Kösem Sultan bunu önlemiştir. Bu rivayeti aktaran Du Loir, onun yakın nedimlerinden Mustafa Paşa'yı kendi yerine getirmek tahayyülün¬de olduğunu dahi yazar.[847] Yine IV. Murad'ın son anlarında İbrahim'in öldü¬rülüp Kırım hanının tahta çıkarılması yo¬lundaki vasiyetinin de Kösem Sultan tara-fından önlendiği rivayet edilir.[848] Bu rivayetler şüpheli görünmekle birlikte, bunun IV. Murad'ın ölüm döşeğin¬de hastalığının tesiriyle gördüğü halisü-nasyonların yansıması olarak doğru olma ihtimali, İbrahim'in tahta cülusundan he¬men sonra Rodos'ta sürgünde bulunan eski Kınm hanı Şahin Giray'ın hanedanın "kuş" adını taşıyan biri tarafından çok zor durumda bırakılacağı kehaneti öne sürü¬lerek idam edilmesi [849] ardın¬dan da Silâhdar Mustafa Paşa'nın orta¬dan kaldırılması dolayısıyla kuvvetlenmek¬te ve sarayda bu konunun dedikodusu¬nun yapıldığını göstermektedir. Halbuki Solakzâde, IV Murad'ın ölüm döşeğinde iken Sultan İbrahim'i çağırtıp tahtın ken¬disinden sonra ona nasip olacağını söyle¬diğini, halkı koruyup gözetmesi vasiyetin¬de bulunarak helâlleştiğini belirtir.[850] IV. Murad'ın ölümü ve İbrahim'in tahta cülusu olayını ayrıntılı olarak veren diğer Osmanlı kroniklerine göre vefat ha¬berini Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın gönderdiği kapı ağasından alan İbrahim, bunun kendisini öldürmek için bir tertip olduğu zannıyla odasından çık¬mak istemeyince annesi tarafından ikna edilmiş, ağabeyisinin cesedini gördükten sonra tahta cülus etmiş, resmî biat töre¬ni ise 16 Şevval 1049 (9 Şubat 1640) Per¬şembe sabahı yapılmıştır.
Sultan İbrahim'in sekiz yıl süren salta¬natı sırasında gerek dış gerekse iç olaylar bakımından bir öncekine göre nisbeten daha sakin bir dönem yaşanmıştır. Özel¬likle saltanatının ilk dört yılı kaynaklarda dirayetli, iyi bir idareci olarak takdim edi¬len Veziriazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa sayesinde oldukça istikrarlı ve hu¬zurlu geçti. IV. Murad'ın sert, sıkı rejimi yerini daha serbest bir idareye bıraktı; sadrazamın almış olduğu malî tedbirlerin sonucu olarak İstanbul ve taşrada ra¬hatlama görüldü. Bunda, ruhî bunalım¬lar içerisindeki padişahın sadrazama olan güveninin de rolü olduğu anlaşılmakta¬dır. Nitekim sadrazama gönderdiği hat¬larında yer alan talimatları, onun devlet ve halkın işleriyle olan yakın ilgisini ortaya koyduğu gibi ikisi arasındaki resmî münasebetin mahiyetini de açıklığa kavuş¬turur. Tahta çıkar çıkmaz aralannda Koçi Bey'in de bulunduğu tahmin edilen mu¬sahipleri vasıtasıyla devlet işleri hakkında bilgi edinmeye çalışan ve bu bilgisini dev¬letin türlü işleriyle ilgili bizzat kendi ka¬leminden çıkmış emirlerle gösteren Sul-tan İbrahim'in başlangıçta, klasik Osman¬lı padişah tipinin son örneklerinden biri olan ağabeyi İV. Murad gibi doğrudan doğruya idareyi kendi tasarrufuna alma meyli içinde bulunduğu, fakat artan ruhî sıkıntıları, iç dünyasındaki çalkantıların dışa vurması sebebiyle bunu gerçekleş-tiremediği gibi saltanatının gücüyle birleştiremediği şahsî ağırlığını da çok defa hissettiremediği söylenebilir.
Saltanatının Girit seferinin açıldığı 1645 yılına kadar geçen döneminde önemli bir dış gelişme meydana gelmedi. 1641'de İran elçisi gelerek cülus tebrikinde bulun¬du ve önceki anlaşmalar yenilendi. Bu sı¬rada bazı kaynaklara göre elçi İbrahim Han'ın da teşvikiyle iki devlet arasındaki dostluk tezahürü için, bazılarına göre ise elçiyle birlikte İran'a dönmeye karar ver¬mesi ve bunun da padişahı kızdırması yü¬zünden vaktiyle Revan kuşatması sırasın¬da kaleyi Osmanlılar'a teslim eden ve da¬ha sonra IV. Murad'ın yakın adamları ara¬sına girip kubbe vezirliğine kadar yük¬selen eski Revan hâkimi Emîrgûne oğlu idam edildi.[851] Sadrazamın padişaha gönderdiği bir telhisten onun bazı uygunsuz hare¬ketleri sebebiyle padişahın dikkatini çek¬tiği ve ikaz edildiği, ancak bu uyarılara ku¬lak asmadığı, İran elçisinin gelişinden do¬layı hakkında verilen kararın geciktirildi¬ği, Sultan İbrahim'in de bu telhisin üzeri¬ne yazdığı hattında onu gözden çıkardığı anlaşılmaktadır.[852] Ayrıca İran'dan gelen elçiyle yapılan gö¬rüşmeler vesilesiyle padişahın sadrazama gönderdiği bir hattında Safevîler'e pek gü¬venmediği, barışı arzu etmekle beraber onların buna uyacaklarından emin olma¬yıp verdikleri söze inanmadığı, dolayısıyla doğudaki sınırlara daima göz kulak olun¬masını istediği dikkati çekmektedir.[853] Bundan hemen sonra da Habsburglar'la 1606'da yapılan Zitvatoruk Antlaşmasf-nm yenilenmesi yolundaki teşebbüsler, Szöny'de sonuçlandırıldı (19 Mart 1642). Bu yenileme sırasında Osmanlılar, anlaş¬manın Türkçe metninde "bir defaya mah¬sus olmak üzere" kaydı yer almadığı için daha sonra da sürekli olarak talep ettik¬leri 200.000 fıloriyi istemişler, bu problem çeşitli hediyeler verilmek suretiyle halle-dilmişti.[854] Ayrı¬ca sınır boylarında statüleri tartışmalı ba¬zı köyler için de mutabakat sağlanmıştı. Buna rağmen sınır boylarında küçük çaplı çarpışmalar genel bir savaş ilânına sebep teşkil etmeksizin sürdü. Aynı yıl Don Ka-zakları'nin eline geçmiş olan Azak'ın kur¬tarılması için ikinci bir sefer daha yapıl¬mış, Sultanzâde Mehmed Paşa idaresin¬deki kuvvetler Kırım Hanı Mehmed Gi¬ray'ın da yardımıyla kale üzerine hareket etmiş, bu harekâtı haber alan Kazaklar Osmanlı kuvvetlerinin gelmesinden önce burayı terkederek geri çekilmiş, Azak'a giren Mehmed Paşa imar hareketine gi¬rişerek burayı âdeta yeniden inşa ettir¬miş ve daha sonra Özi'ye gitmişti.
Bu dönemdeki dış gelişmeler arasında, Otuzyıl Savaşlan'yla (1618-1648) sarsıl¬mış olan Avusturyalıların 1644-1645'te Fransızlar tarafından sıkıştırıldıkları çok zor bir devrede gönderdikleri elçilik he¬yetinin Osmanlilar'ın yeni bir Avrupa se¬ferine çıkmaması İçin giriştiği diploma¬tik faaliyet önemli bir yer tutar. 29 Hazi¬ran 1644'te 136 kişiyle Viyana'dan yola çı¬kan Czernin başkanlığındaki elçilikheyeti [856] 1 6 Kasım'da sadrazamın huzuruna çıktığında kendile-rinden 400.000 filori istendi. Bunun se¬bebi IV. Murad'ın daha önce bu konuyla ilgilenmemiş olmasına bağlanmıştı. Elçi¬nin raporlarından anlaşıldığına göre Sul¬tan İbrahim ve sadrazam önceleri Avus¬turya üzerine bir sefer yapmayı düşünü¬yorlardı. Nitekim bazı birlikler Belgrad ve Budin'e kaydırılmış ve bu hazırlıklar Avus-turyaiılar'ı telâşa düşürmüştü. Fakat 1641 Temmuzunda mâzul Kızlarağası Sümbül Ağa'nın kalabalık maiyeti ve kıymetli eş¬yalarıyla Mısır'a giderken Girit yakınların¬da Kerpe adası önünde Malta korsanları¬nın baskınına uğraması, gemilerdeki mal¬ların yağmalanması, kendisi de dahil mü¬rettebat ve yolculardan bazılarının öldü¬rülüp bazılarının esir alınması padişahı çok öfkelendirmiş, bunu kimin yaptığını İs¬tanbul'daki elçilerden sordurmuş [857] ardından sefer için donanma¬nın hazırlanmasını emretmiş ve böylece birden bire Malta ve onun koruyucusu sıfatıyla Venedik ön plana çıkmıştı. Czer-nin'in 19 Kasım tarihli notunda, Osmanlı diplomatik çevrelerinde padişahın Mal-ta'ya karşı bir deniz seferi hazırlanması emrini verdiğinden başka bir konunun konuşulmadığını belirtir.[858] Yine onun raporlarından anlaşıi-dığına göre aslında Girit'in hedeflendiği sefer İstanbul'daki yabancı misyondan ustalıkla saklanmış, bunlar seferin Mal-ta'ya yönelik olacağına inandırılmıştı. Bu gelişmeler olurken İsveç'in basan kazanıp Bohemya'ya yönelmesi ve Fransa'nın bü¬yük baskısı üzerine çok zor durumda ka¬lan Avusturya imparatoru, aradaki barı¬şın hangi maddî karşılık pahasına olursa olsun temini için İstanbul'daki elçisine sü¬rekli haber yollamaktaydı. Osmanlıiar'ın devreye girip girmemesi Avusturya için hayatî bir önem taşıyordu. Bu sırada bü-yük endişe içerisindeki Venedik diploma¬sisi de boş durmuyor, Osmanlılar'ı Kazak¬lar veya Lehler'e karşı bir sefer düzenle¬meye teşvik ediyordu. Ancak bundan bir netice çıkmamış ve kısa süreli bir hazır¬lıktan sonra serdar Yûsuf Paşa'nın ku¬mandasında 4 Rebîülevvel 1055'te (30 Ni¬san 1645) Malta seferi olarak duyurulan harekât için Osmanlı donanması İstan¬bul'dan ayrılmıştı.
Girit, Osmanlılar'ın Akdeniz hâkimiyeti önünde duran en önemli engellerden bi¬riydi ve bu seferde padişahın şahsî hırs ve öfkesinden ziyade stratejik gerekçe¬ler ağır basmaktaydı. Osmanlı sarayının buranın söz konusu önemini ve özelliğini ön plana almış olduğu da söylenebilir. Fa¬kat böylesine bir seferin uzun yıllara, bü¬yük insan gücü ve maddî kayıplara yol açacağı hesaplanamamıştı. Donanma26 Rebîülâhİr'de (21 Haziran) Navarin'den hareket ederken seferin Girit'e yönelik ol¬duğu açıklandı ve ilk hedef Hanya olarak tesbit edildi. 23 Haziran'da Hanya'nın ku¬zeybatısındaki Aya Todori adasına varılıp karaya asker çıkarıldı ve hemen sonra27 Haziran'da Hanya muhasarasına başlan¬dı. Çok yoğun çarpışmalar sonunda 26 Cemâziyelâhir'de (19 Ağustos) Hanya tes¬lim oldu. Bu başarı üzerine Sultan İbra¬him İstanbul'da üç gün üç gece süren şenlikler yaptırdı. Hanya'yı alan Yûsuf Pa¬şa İstanbul'a döndü. Onun bu muzafferi-yeti. makamından endişe duyan Sadra¬zam Sultanzâde Mehmed Paşa'nın hoşu¬na gitmedi ve aleyhine birtakım tertiple¬re girişti. Önce padişaha tesir ederek onu Mısır vaiiiiğiyle uzaklaştırmak istediyse de bunda başarılı olamadı. Zira Yûsuf Paşa, padişahın hocası Cinci Hüseyin Efendi ve annesi Kösem Sultan tarafından destek¬lenmekteydi. Bir zamanlar padişahın ya¬kın adamları arasında yer alan Yûsuf Pa¬şa da sadrazam aleyhine ithamlarda bu¬lunarak onun, Girit seferine çıkılmaması için Venedik elçisinden aldığı 60.000 filori ödeme vaadi karşılığı muhalefette bulun-duğunu söyledi. Bunun üzerine padişah bu ikisini huzurunda yüzleştirerek her ikisinin birbiri aleyhindeki ithamlarını din¬ledi ve önce sadrazamı görevden aldı.[859] Bir süre son¬ra da henüz dört yaşındaki kızıyla evlen¬dirmiş oiduğu Silâhdar Yûsuf Paşa'yı idam ettirdi [860] As¬len Dalmaçyalı bir Hırvat olan ve padişa¬hın yakın nedimleri arasında yer alan Yû¬suf Paşa, vaktiyle Cinci Hüseyin Efendi ile birlikte hareket ederek önceki sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın azil ve idamında etkili rol oynamıştı. Onun Vene-dik'e karşı düşmanlığı sebebiyle Girit se¬ferini kuvvetle desteklediği belirtilmekle birlikte elçi Czernin, Girit serdarlığı ile gö-revlendirildiğinde Venedikliler'den aldığı yüksek meblağlardan ötürü onlardan ya¬na çıktığını, hatta bu sebeple neredeyse idam edileceğini, fakat padişahın hanımı tarafından bağışlatıldığını ve yeniden pa¬dişahın gözüne girdiğini yazar.[861] Dolayısıyla Girit üzerinde ısrarlı olanın bizzat padişah olduğu, bu¬rayı almakla ataları gibi Osmanlı fetih gü¬cünü yeniden canlandırma fikrinde bu¬lunduğu söylenebilir. Bunda şüphesiz, kendisine sürekli devlet işleri konusunda lâyihalar sunan ve tarih okumasını öğüt¬leyen musahiplerinin önemli rolü olmuş¬tu. Yûsuf Paşa'nın idamı ise kaynaklarda, Hanya'nın fethinden sonra sarayın bekle¬diği nisbette ganimet malı getirmemesi üzerine hakkında çıkan dedikodulara ve buna içerleyen Sultan İbrahim'in sadra¬zamı görevden aldıktan sonra Yûsuf Pa-şa'yi huzuruna çağırtıp derhal Girit'i ta¬mamıyla alması için emir vermesine, an¬cak onun mevsimin kış olması sebebiyle buna karşı çıkmasına ve bu konuda padi-şahla tartışmasına bağlanır.
Yûsuf Paşa'nın idamından sonra ikinci vezir pâyesiyle Girit muhafızlığına tayin edilen eski Budin beylerbeyi Deli Hüseyin Paşa adaya gönderildi. Hüseyin Paşa. Han¬ya civarından Venedikliler'i uzaklaştırdığı gibi Kisamo Kalesi'nİ de aldı. Bu sırada Ve-nedikliler'in Çanakkale Boğazı'na donan¬ma gönderip Bozcaada'ya asker çıkarma teşebbüsleri önlendi ve Girit serdarliğına getirilen eski vezîriâzam Sultanzâde Meh¬med Paşa Hanya'ya geldi. Yeni serdarın emriyle Suda Kalesi kuşatıldı. Hanya mu¬hafızı Deli Hüseyin Paşa da Aprikorno (Apokorano) Kalesi'nİ alıp asker yerleştir¬miş, bu arada serdarın ansızın vefatı üze¬rine onun yerine getirilmişti.[862] Suda kuşatmasından vazgeçen Hüseyin Paşa, Gi¬rit'in önemli kalelerinden müstahkem Resmo (Rethymnon) Kalesi'nİ muhasara altına alarak6 Şevval'de (15 Kasım) ele ge¬çirdi. 1647senesi Temmuz-Eylül ayların¬da ise ası! merkez olan Kandiye abluka al¬tına alınmış, bu muazzam ve son derece müstahkem kalenin kuşatılmasına çalı¬şılmış, ancak Venedikliler'in karşı harekâ¬tı, Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alıp ge¬rekli mühimmatın ulaşmasını engelleme¬leri sebebiyle bu iş giderek uzamaya baş¬lamıştı. Öte yandan Venediklilerde Dal-maçya sahillerinde de mücadele sürdü¬rülüyordu. Başlangıçta bazı basanlar ka¬zanılmasına rağmen giderek bu kesimde Venedikliler üstünlük göstermişler, Za-dar ve Şebenik Bosna beylerbeyi tarafın¬dan alınamamıştı. Özellikle Kırka sanca¬ğında birçok kale elden çıktığı gibi Küs de kaybedildi.[863] Bü¬tün bu kayıplar Vezîriâzam Ahmed Paşa (Hezarpâre) tarafından basit, önemsiz imiş gibi padişaha bildirilmiş ve padişah bir¬kaç palanka ile bir kilisenin işgal edildiği¬ne inandırılmıştı. Öte yandan 1 Rebîülâhir 10S8'de (25 Nisan 1648) İstanbul'a gelen Kırım Hanı İslâm Giray'ın kapıcıbaşısı, Özi (Ukrayna) Kazaklarfnm Leh kralmdanyüz çevirip kendilerine tâbi olduğunu ve han¬la anlaştıklarını, hep birlikte Leh üzerine sefere çıkacaklarını bildirmişti.[864] Naîmâ bu münasebetle biraz da ayrıntılı bilgi vererek Kırım hanının ka¬pı kethüdası Cemşîd Çavuş'tan, Leh üzeri¬ne yapılacak sefer için iki tarafın anlaşma¬larına rağmen Kırım kuvvetlerinin mütte¬fikleri olan Ukrayna Kazakları"nın toprak¬larına akın yapıp birçok kaleyi tahrip et¬tikleri haberini alan Ahmed Paşa'nın ara¬daki barışı ileri sürerek bundan pek hoş¬nut kalmadığını, hatta hana bir adam gönderip konuyu araştırdığını, bu adamın cahilane sözlerinin hanı kızdırdığını belirtir Bu hadise, Uk¬rayna bölgesinde Osmanlılar'ın desteğin¬de teşekkül eden Kazak Devleti İçin ilk önemli adımdır. Ahmed Paşa muhteme¬len Karadeniz ticaretine darbe vuran Ka¬zak baskınlarını önlemek, Kuzeybatı Ka¬radeniz kıyılarını emniyet altına almak düşüncesiyle, İstanbul'a gelen Kazak elçi¬lik heyetiyle Haziran 1648'de yapılan ahdi bozmak istemiyordu [865] Öte yandan 1643yılında Leh elçilerine de bir ahidnâme verilmiş ve Bu¬cak Tatarlan'nin akınlarının önlenmesi ka¬rarlaştırılmıştı.[866] Girit'te ise Kandiye kuşatmasının en hareketli dö¬neminde ve İstanbul'un Venedik ablukası sebebiyle giderek büyük sıkıntılara düş¬tüğü, merkezde ve taşrada yeni karışıklıklar meydana gelmeye başladığı bir sı¬rada Sultan İbrahim tertipli bir harekât sonrası tahttan indirildi.[867] Bu hal" hadisesi özellikle 1645'ten sonra Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın idamıyla başlayan saray içi çekiş¬melerle yakından ilgilidir.
Mustafa Paşa'nın dikkatli ve mutedil idaresinde padişahın da etkisi olduğu açıktır. Sultan İbrahim, daha iş başına ge¬lir gelmez kendisine sunulan lâyihalarda tavsiye edildiği üzere hareket etmeye iti¬na göstermiş, sadrazamı ile olan irtiba¬tını buradaki tavsiyelere göre ayarlamış¬tı. Mustafa Paşa sık sıkpadişahın çeşitli konularda sorularına ve talimatına mâ¬ruz kalıyor, yaptığı işlerde bu direktifleri göz önüne alıyordu. Nitekim Koçi Bey'e atfedilen bu lâyihalarda önerilen işler ara¬sında öncelikle padişahlığının meşruiyeti için gerekli olan hutbe ve sikke meselesi ele alınarak sahih ayarlı yeni sikke basıl¬ması gerektiğinden bahsedilmiş, bunun üzerine padişah Mustafa Paşa'ya gönder¬diği hattında kendi adına yeni sikke bastı¬rılmasını istemişti.[868] Mustafa Paşa sikke tashihine girişerek yeni para bastırmış ve bu paralar piyasa¬ya sürülmüştür. Topçular Kâtibi bunun Ramazan 1050 (Ocak 1641) tarihinde pi¬yasada görüldüğünü yazar.[869] Yine padişaha yapılan tavsiyeler sonucu Anadolu'da umumi bir tahrir yapılması için sadrazama emir verildiği ve bunun neticesinde avarız vergilerine esas olacak hâne sayılarının sağlıklı bir şekilde tesbi-tinin gerçekleştirildiği dikkati çekmekte¬dir.[870] Bizzat padişahın hatlarında gerek sayım işi sırasında gerekse avarız akçesi talebinde âdil davranılması, avarız akçesi miktarının indirilmesi gibi husus¬lar da yine kendisine yapılan tavsiyelerin bir sonucudur. Burada avarız akçesinin hâne başına 5 riya! kuruş olarak takdiri¬nin çok fazla olduğu, bunun 300 akçe ol¬ması gerektiği belirtilmekteydi.
Sadrazam Mustafa Paşa, padişahla uyum içinde işleri sürdürürken bir taraf¬tan da kendisine rakip olarak gördüğü kimseleri padişahın yanından uzaklaştır¬maya çalışıyordu. Önce padişahın silâh-dan ve musahibi olan Mustafa Paşa Tı-mışvar beylerbeyiliğine gönderildi; ardın¬dan suistimali bahane edilerek Öldürül¬dü. Bu hadise, IV. Murad'ın kızı Kaya Sul-tan'ı Silâhdar Mustafa Paşa ile evlendir¬mek isteyen Kösem Sultan'ın sadrazamla aralarının açılmasına yol açtı. Bu arada Topçular Kâtibi'nin ifadesine göre çarşı ve pazarlarda her şey bol miktarda bulu-nuyordu, fiyatlar da mâkul düzeyde idi.[872] Bu gibi işler için padi¬şahın birbiri ardınca vermiş olduğu tali¬matın rolü belirtilmelidir. Nitekim piyasa¬ların kontrolü hususunda padişahın sad-razamı sürekli takip ettiği, kendisinin de sık sık tebdili kıyafetle dolaştığı, gördü¬ğü uygunsuzlukları sadrazama bildirdiği ve bunların önlenmesi için teftişe çıkma¬sı gerektiği yolunda ikazlarda bulunduğu hatlarından tesbit edilmektedir.[873] Bu ko¬nunun yine padişaha sunulan lâyihalarda yer alması dikkat çekicidir.
Kısa süre sonra Kemankeş Mustafa Pa-şa'nın durumu sarsılmaya başladı. Aydın ve Teke-ili taraflarında kıyam eden Kına-lıoğlu Mahmud'u yakalatıp Ayasofya çar¬şısında idam ettiren [874] Bursa'da Hıristiyanların yaptırdığı "muhdes" kiliseyi yıktıran Kadı Hocazâde Mesud Efendi'yi görevden aldırmasiyla galeyana gelen Bursa halkının diğer üç ki¬liseyi tahrip etmeleri üzerine bunlardan suçları görülenleri Vezir Eyüb Paşa ve müfettiş Şaban Efendi vasıtasıyla divana getirtip hapsettiren ve kiliselerin yeniden tamiri için ferman çıkarttıran, hemen sonra da serhad valilerine tanınan tuğra çekme yetkilerine yeni düzenleme getir¬mek istemesi üzerine bu emri tanımayıp hakkında ileri geri konuşan, başına topla¬dığı sanca ve sekbanlarla İstanbul'a doğ¬ru yürüyüp sadrazamlık hayali içinde bu¬lunan, ancak Üsküdar'da padişahın tes¬lim olması yolundaki fermanını alır almaz Rumeli yakasına kaçan Halep Valisi Na-suhpaşazâde Hüseyin Paşa'yı [875] Rusçuk civarında yakalatıp İstan¬bul'a getirterek öldürten (1643)Sadra¬zam Kemankeş Mustafa Paşa bu defa merkezde daha ciddi rakiplerle karşı kar¬şıya kaldı. Bunlar, padişahın ruhî sıkıntı-larını dua gücüyle hafiflettiği gerekçesiy¬le sarayda çok itibar kazanmış olan Cinci Hüseyin Efendi ile Silâhdar Yûsuf Paşa ve Sultanzâde Mehmed Paşa idi. Bunlara padişahın musahibesi Şekerpare Hatun da katıldı. Hepsinin arkasında ise muh¬temelen Kösem Sultan bulunuyordu. Ni-tekim Venedik elçisinin raporuna göre, Kösem Sultan ile sadrazam arasındaki münasebetler görünüşte uyum içerisin¬deydi, fakat her ikisi de gizliden gizliye birbirinin kuyusunu kazıyorlardı.[876] Sadrazam, Sultanzâde Mehmed Paşa'yı Şam valiliğiyîe uzaklaştırdıysa da Yûsuf Paşa ve Cinci Hüseyin Efendi ikilisi karşısında âciz kaldı. Padişah bu kıyasıya rekabeti uzaktan takip etmekteydi. Sad¬razam, bu iki güçlü rakibini bertaraf et¬mek için Yeniçeri Ocağı'nı devreye sokmak istedi. Ancak yeniçeri ileri gelenleri onun aleyhine döndüler ve durumu padişaha anlattılar. Bunu haber alan sadrazam hu¬zura çıkıp padişahla görüştüyse de bu gö¬rüşme tartışmaya dönüştü, önce azil, ar¬dından da idam edildi.[877] Ölümünden sonra mallan ve zimmetinde olan paraların teftişi ya¬pıldı.[878] Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi onu Silâhdar Mustafa, Nasuhpaşazâde Hüseyin ve Zülfikar pa¬şalar gibi idarecileri ortadan kaldırdığı için suçlayarakaleyhinde söz ederken Kâtib Çelebi. "Kemâl-i istiklâl üzere mülk-i Os-mâniyye'de hükmü câri iken" Silâhdar Mustafa Paşa ve Cinci Hüseyin Efendi vasıtasıyla durumunun sarsıldığını yazar.
Mustafa Paşa'nın ortadan kaldırılma¬sından sonra yerine geçen Sultanzâde Mehmed Paşa, Salih Paşa ve bilhassa He-zarpâre Ahmed Paşa dönemlerinde asa¬yiş İyice sarsıldı, iktidar rekabeti had saf¬haya ulaştı. Bu ortamda padişah da gide¬rek devlet işlerinden uzaklaşmış, kendi¬sini eğlenceye vermiş, dengesiz davranış¬ları artmaya başlamıştı. Bir rivayete göre, sıkıntıları arttığı bir sırada nefesinin kuv¬vetli geldiğini işittiği bir hocaya giderken yolda bir arabaya rastlaması üzerine da-ha önce vermiş olduğu araba yasağına uymadığı, daha kuvvetli olduğu tahmin edilen bir diğer rivayete göre ise kendisini tahttan indirmek ve şehzadelerden birini tahta oturtmak için Şeyhülislâm Hoca Abdürrahim Efendi ve Kösem Sultan ile gizlice görüşmeler yaptığı [880] gerekçesiyle Salih Paşa'yı idam ettir¬miş, sadâret mührünü musahjbesi Şeker¬pare Hatun'un kocası olan Köse Mûsâ Pa-şa'ya vermişti. Ancak onun bulunduğu Anabolu'dan İstanbul'a gelişine kadar sa¬dâret kaymakamlığına getirilen Başdef-terdar Ahmed Paşa yine rivayete göre vermiş olduğu 300.000 kuruş rüşvet kar¬şılığı kendisini sadâret makamına tayin ettirmiştir.[881] Özellikle Ahmed Paşa'nın sadâreti sırasın¬da padişahın dengesiz hareketleri gide¬rek artmaya başlamış, sadrazam kürkip-tilâsını körükleyerek samur vergisi ihdas edip padişahı oyalamaya ve mevkiini mu¬hafazaya çalışmıştır.
Vecîhî özellikle samur ve amber mera¬kının çok yaygınlaştığını, çıkarılan bir fer¬manla bütün taşra vüzerâ ve sair idareci¬lere, kasırlar ve köşklerin samur kürkle-riyle döşenmesi emrinin verildiğini, bunu temin etmeyenlerin görevlerinden alın¬dığını; ayrıca içi ve dışı sadece samurdan oluşan süslü düğmeli bir nevi elbise yap¬tırılarak bütün vüzerâ ve ulemânın her birinden birer adet hediye etmelerinin istendiğini belirtir. Ayrıca Safevî şahına iki fii, 500 "zerbaft" ve "seraser" gönder¬mesi için mektup yazıldığı da rivayet edi¬lir.[882] Vecîhî yine padişahın kadınlara karşı zaafını da anlatmaktan çekinmez. Onun günlerini eğlence, yeme içmeyle geçirdiğini, sekiz gözde cariyesi¬ni haseki yaptığını ve bunlara yüklü mik¬tarda haslar tayin ettiğini, güzide eyalet ve sancakların bunlara paşmaklık olarak dağıtıldığını yazar. Daha önce İbrahim kız kardeşleri Âişe, Fatma, Hanzâde Sultan'ı muhtemelen Harem'deki geçimsizlikle¬rin de tesiriyle Edirne'ye sürmüştü; hatta bir rivayete göre onları hasekilerinin hiz¬metine vermişti. Kaynaklarda bir başka garip karşılanan âdeti de çocuk yaştaki kızlarını vezirlere nikâhlamasıdır. Hatta Sadrazam Ahmed Paşa'yı damat edin¬mek için onu hanımından ayırmış ve Bey¬han Sultan ile evlendirmişti.[883] Öte yandan teamüle aykırı olarak cariyelerden birini, sekizinci hasekisini [884] nikâhına almış, onun için sarayda muh¬teşem bir düğün düzenlemişti.[885] Ayrıca Sultanahmet Meydanı'ndaki İbrahim Paşa Sarayı'nı döşettirip burayı onun ikametine tahsis etmiş; hatta bu¬ranın tefrişi için gece yansı hanlar, bedes¬tenler açılarak içlerindeki kıymetli kumaş samur, vaşak kürkleri, mücevherler para¬lan sonradan ödenmek üzere zorla alın¬mıştı. Saraydaki bütün bu hadiselerin Kö¬sem Sultan'ın kontrolü dışında geliştiği tahmin edilmektedir. Zira Kösem Sultan, padişahın musahibesi Şekerpare Hatun'u uzaklaştırmak için büyük gayret sarfede-rek sürgün ettirmeyi zorlukla başarabil¬mişti. Ayrıca onun oğlu ile münasebetle¬rinin zaman zaman çok gerginleştiği kay¬naklara akseden kayıtlardan çıkartabil¬mektedir. Nitekim Vecîhî büyük Valide Sultan'ın sözünün padişah tarafından din¬lenmediğini, bu kötü gidişe karşı onu sık sık uyardığını, fakat oğlunun bunlara hiç kulak asmadığını, bu yüzden bir ara Ha-rem'den çıkarılıp Topkapı Sarayı'nda bir bahçede ikamet ettirildiğini, sonra da Bakırköy'de İskender Çelebi bahçesin Sultan İbrahim'in tugrglı bir fermanı [886] de oturmaya mecbur edildiğini belirtir.[887] Hatta bir rivayete göre sadrazam Salih Paşa'nın katline sebep olan hadiseye karıştığı, yani oğlunu tahttan indirmek için bir komplo kurduğu gerek¬çesiyle bir ara Rodos'a sürülmesinin bile düşünüldüğü ileri sürülür.
Özellikle 1647'den itibaren sarayda meydana gelen bu hadiseler merkezde ve taşrada giderek huzursuzluğu arttırdı. Bir taraftan eyalet ve sancak beyleri¬ne yönelik yeni kararlar bu kesim üzerin¬de menfi tesirlere yol açarken diğer ta¬raftan payitahtta Venedik ablukası yü¬zünden büyük bir sıkıntı yaşanıyor; Sad¬razam Ahmed Paşa'nın makamını koru¬maktan başka bir endişe taşımaması bir¬çok uygunsuz olaya, çeşitli yıpratıcı dedi¬kodulara sebep oluyordu. Ahmed Paşa, eski sadrazam Salih Paşa'nın yakınlarını ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiği gibi padişahtan sakladığı Klis'in Venedikliler'in eline geçtiği haberini bildiren Rumeli Bey¬lerbeyi Fazlı Paşa'yi da merkezden uzak-Iaştırmıştı.[888] Taşrada ise Varvar Ali Paşa isyanıyla başlayan bir dizi olay cerayan etti. Bir taraftan da Ha-mîd - ili yani Isparta havalisinde Deli Hay¬dar adlı şakinin isyanı sürüyordu. Kaynak¬lara göre, Sivas Beylerbeyi Varvar Ali Paşa kendisinden 30.000 kuruş bayram harç¬lığı istenmesine, bunun yanı sıra Anado¬lu Beylerbeyi İpşir Mustafa Paşa'nın Si¬vas'ta bulunan güzelliğiyle meşhur hanı¬mının İstanbul'a yollanması emrine karşı çıkmış, hemen ardından da bu kötü gidiş¬ten padişahın mesul olduğunu, devlet iş¬lerinin kadınların elinde kaldığını, padi¬şahın bu konularla ilgilenmediğini ileri sü¬rerek ümerâ ve beyierbeyilerin üç sene¬lik görev süreleri tamamlanmadan azle¬dilmelerinin yanlış olduğunu söyleyip bu vaziyeti düzeltmek için İstanbul'a gide¬ceğini duyurmuştur. Ancak onun bu ha¬reketinin asıl sebebini. Vecîhî'nin de be¬lirttiği üzere iki üç ayda bir beyberbeyile-rinin görevden alınmak istenmesi olma¬lıdır. Azledildikten sonra etrafına topla¬dığı adamlarla harekete geçen Varvar Ali Paşa, Çerkeş'e geldiğinde etrafı hükümet kuvvetlerince çevrilmişse de bunları ye¬nerek dağıtmış, ancak Sivas beylerbeyi olup Deli Haydar'ı [889] dağlara çekilmeye zorlayan İpşir Mustafa Paşa yetişerek Ali Paşa'yı mağ¬lûp edip yakalamış ve idam ettirmiştir.[890] Sal¬tanat makamını tehdit eden bu tehlike¬nin bertaraf edilmesinden birkaç ay son¬ra Çanakkale Boğazi'nın abluka altında bulunmasından dolayı Akdeniz'e açılama¬yan. Girit'teki kuvvetlere yardım malze¬melerini götüremeyen Kaptanıderya Am-mârzâde Mehmed Paşa da katledildi [891]Bunun ardından vuku bulan büyük zelze¬le [892] İstan¬bul'da kısmen tahribata yol açmış ve bu felâket bütün olanlara karşı ilâhî bir ce¬zanın işareti olarak görülmüş ve türlü de¬dikodular yapıImıştır.
Sultan İbrahim'in tahttan indirilmesi devrin kaynaklarında oldukça ayrıntılı ola¬rak anlatılır. Olaylara şahit olmamakla birlikte Naîmâ kullandığı kaynakların ışı¬ğında teferruata girer ve canlı bir üslûp-fa hadiseleri nakleder. Onun verdiği bilgi¬ler ise hiçbir kritiğe tâbi tutulmaksızın tekrarlanır. Döneme şahit olan Kâtib Çe¬lebi, Vecîhî, Mehmed Halîfe ve bizzat olay¬ların içinde bulunan Karaçelebizâde Ab-dülaziz Efendi, Naîmâ kadar ayrıntıya in-meksizin daha İhtiyatlı ve sade bir üslûp¬la konuyu anlatırlar. Bunlara göre Sadra¬zam Ahmed Paşa, devlet erkânından tah¬sil ettiği samur ve amber bedelini Yeni¬çeri Ocağı'nın önde gelen ağalarından da almak istemiş, ancak Bektaş, Muslihud-din, Kara Murad, Kara Çavuş ve Musta¬fa ağalar ise vermemek için aralarında anlaşmışlar, bunu haber alan Ahmed Pa¬şa, oğlu Bakî Bey'in nikâhına davet etti¬ği ağalan bir tertiple ortadan kaldırma¬yı düşünmüş, fakat durumdan şüphe¬lenen ağalar derhal burayı terketmişler [894] ve Ahmed Paşa'ya karşı harekete geçmek üzere hemen o gece bir toplantı yapmışlardı.[895] Naîmâ'nın kaynağına da¬yanarak zikrettiği bu komplo dönemin kaynaklarında yer almaz. Kâtib Çelebi sa¬dece, kendilerinden samur kürk istenen ağaların bunun sadrazamın başının altın¬dan çıktığı kanaatinde olduklarını ve ona karşı bir harekete geçme kararı aldıkları¬nı yazarken [896] Mehmed Ha¬lîfe, Sadrazam Ahmed Paşa'yı suçlayarak onun padişahı kadınlara ve güreş eğlen¬celerine meylettirdiğini, rüşvetin yayıldı¬ğını, halkın ve mansıb sahiplerinin peri¬şan olduğunu, samur kürk merakının bü¬yük tepkiye yol açtığını ve dolayısıyla pa-dişahın hal'i için harekete geçildiğini be¬lirtir. Vecîhî, padişahın garip hareketleri sebebiyle tahttan uzaklaştırılması yolun¬da müşaverede bulunulduğunu yazmak¬la yetinir.[897] Karaçelebizâde ise bunun görünüşte sadrazama karşı bir ha¬reket olduğunu, aslında tamamıyla pa¬dişahı tahttan indirmek için hazırlanıldığını yazar.[898] Ye¬niçeri Ocağı ağalan ve ulemânın iş birli¬ğiyle tertipli bir hareket olduğu ve bir sü¬redir planlandığı anlaşılan bu olayın gö¬rünüşteki öncüleri Şeyhülislâm Hoca Abdürrahim Efendi ve Kara Murad Ağa olup bunların ardında saray mensuplarının bu¬lunup bulunmadığı tam olarak bilinme¬mekle birlikte Karaçelebizâde'nin yazdık¬larından Kösem Sultan'ın perde arkasın¬daki müessir rolü ortaya çıkar. Fakat olay¬lar sırasında Kösem Sultan'ın görünüşte oğlunu koruduğu ve tahttan indirilmesi¬ne karşı çıktığı dikkati çeker.
17 Receb (7 Ağustos) Cuma günü sabah¬leyin yeniçeri odaları yanındaki orta cami¬de toplanan ağalar, Ahmed Paşa'nın ida¬mı için şeyhülislâmı davet ettiklerinde ulemânın ileri gelenleri Fâtih Camii'nde toplantı halinde bulunuyordu. Bu durum her iki grubun önceden anlaşmış olduk¬larının açık birer delili olmalıdır. Ağaların ve ulemânın faaliyetini geceleyin haber alan sadrazam ise kaçıp bir yere saklan¬mıştı. Fâtih Camii'nde toplanan grup or¬ta camiye giderek burada bazı yeni ka¬rarlar aldı ve dolayısıyla hareketlerini meş¬ru ve alenî bir zemine oturtup ilân etti. Öncelikle defterdarlıktan mâzul Sofu Meh¬med Paşa sadrazam yapıldı. Bunu haber alan padişah, bir adamını orta camiye gönderip yeni sadrazamla şeyhülislâmı saraya davet etti. Topluluk sadece sadra¬zamın gitmesini uygun buldu ve Mehmed Paşa huzura çıktı. Sultan İbrahim ona sa¬dâret mührünü verip eski sadrazama do-kunulmamasını istediyse de topluluk bu¬nu kabul etmedi. Bu kararı bildirmek için ikinci defa huzura çıkan Mehmed Paşa Sultan İbrahim tarafından azarlanmış, ağır hakaretlere uğramış, hatta yumruk-lanmıştı [899] Olaylar bu şekilde gelişirken sarayda kuvvetli bir tah¬kimat yapılmış ve silâhlı bostancılar ge¬rekli tertibi almışlardı. Bunu duyan top¬luluk dağılma emareleri gösterirken eski sadrazamın yakalanıp İdam edilmesi [900] onlara yeniden topar¬lanma fırsatı verdi. Ardından saraya yö¬nelen topluluk padişahı tahttan indirmek için harekete geçti. Kâtib Çelebi gece ule¬mânın yeniçeri odalarında misafir olduğu¬nu belirtir.[901] Dolayısıyla taht¬tan indirme planının fiile geçirilmesinin bu sırada kararlaştırılmış olduğu düşünü¬lebilir. Nitekim ertesi gün saraya giden topluluk içinde yer alan şeyhülislâm, ule-mâ, yeniçeri zabitleri, silâhlı neferler ve sipahiler grup grup Atmeydanı'na yönel¬mişler, tam bu sırada karşılarına çıkan Rumeli Kazaskeri Muslihuddin Efendi'yi öldürmüşler ve cesedini Ahmed Paşa'nın yanına atmışlar, fakat oralarda dolaşmak¬ta olan Cinci Hüseyin Efendi'ye dokun-mamışlardı. Orta camide toplanan grup Kösem Sultan'a, "Padişahın hal'ine ittifak olunmuştur, cumhura muhalefet caiz de¬ğildir, büyük şehzade Sultan Mehmed bi¬at için camiye gönderile" diye haber yolladılar.[902] Kösem Sultan İse camide cülus olamayacağını söyleye¬rek bunları saraya davet etti. Fakat bos¬tancıların silâhlı olarak sarayda tertibat aldığı bilindiğinden biraz tereddüt edil¬diyse de bostancıbaşının verdiği teminat üzerine saraya gidildi. Kösem Sultan, oğ-lunu müdafaa ederek küçükyaştaki bir çocuğu tahta çıkarmanın şer'an uygun olmayacağını söyledi; ancak şeyhülislâm ve özellikle Karaçelebizâde'nin etkili söz¬leri üzerine Şehzade Mehmed'i ortaya çı¬kardı. Karaçelebizâde bu iş olurken İçeri¬den Sultan İbrahim'in bağırışlarının du¬yulduğunu, çevredeki bostancıların hare¬ketlendiğini, şehzadenin şaşkın bir halde dururken birden kendisinin ortaya çıkıp yeni padişahın koluna girdiğini ve tahta oturttuğunu belirtir, Sultan İbrahim'le yaptığı görüşmeden bahsetmez.[903] Ancak Naîmâ, IV. Mehmed'in tahta çıkarıldıktan sonra durumu Sultan İbrahim'e bildirmek üzere gönderilen heyet içinde yer alan Karaçe-lebizâde'nin kendilerine bağıran padişa¬ha. "Umûr-ı şer'iyye ve dîniyyeye adem-İ takayyüdle cihanı haraba verdiniz ve ev-katinizi lehv ü gafletle geçirip rüşveti fâş ve zalemeyi âleme musallat ve beytülmâ-li itlaf ve israf ettiniz" dediğini ve daha birçok ağır sözler söylediğini yazar.[904] Sultan İbrahim bunlara bed¬duada bulunmuş ve sonunda kaderine rı¬zâ göstererek kapatılacağı yere götürül¬müştür. Karaçelebizâde cülus işi gerçek¬leştikten sonra topluluğun dağıldığını, fa¬kat kendisinin bu sırada herhangi bir teh¬like olabileceği endişesine kapılıp durumu diğerlerine anlattığını, bunun üzerine top¬luluğun tekrar saraya gelip türlü zahmet ve sıkıntılardan sonra Sultan İbrahim'in bir gün önceden hazırlanmış olan iki kub¬beli bir odaya yanında iki cariyesi olduğu halde kapatıldığını ve kapı kilidine kurşun akıtılıp sağlamlaştırıldığını belirtir.[905] Olaylara şahit olan Mehmed Halîfe, özellikle Kara Mustafa Paşa'dan sonra Şekerpare Hatun'un ve Cinci Hüseyin Efendi'nin padişahı uygun¬suz hareketlere sürükledikleri üzerinde ısrarla durup Sadrazam Ahmed Paşa'nın onu sazendeler, güreş eğlenceleri ve ka¬dınlarla oyaladığını yazar ve Küs Kalesi'y-le otuzdan fazla kalenin Venedikliler eline geçtiğini, bu yetmezmiş gibi İstanbul ca¬milerine ve çeşmelerine giden suların ke¬silip saraylara akıtılmasının halkı ıstırap içine düşürdüğünü, bunun üzerine toplu¬luğun harekete geçtiğini, hatta bazı yeni¬çerilerin. "Padişah bize gerekmez, şehza¬deyi padişah edelim" diye Önceden ara¬larında anlaştıklarını ifade eder.
Oğlu IV. Mehmed'in cülusundan sonra Sultan İbrahim kapatıldığı odada on gün kadar kalabildi. Kaynaklarda, bir süre ge¬ce gündüz "feryâd ü figân"ından bütün saray halkının çok müteessir olduğundan ve bu sebeple âdeta diri diri mezara kon¬muş olan eski padişahı yeniden tahta çı-karma çareleri aradıklarından bahsedilir. Kâtib Çelebi "iç halkının" matem içinde olduğunu ve buna tahammül edemeyip onu buradan çıkarmak mülâhazasında bulunduğunu yazar.[907] Mehmed Halîfe, bu konu hakkında diğer hiçbir kaynakta yer almayan farklı bir bil¬gi aktarır; ona göre yeniçerilerle sipahiler arasında cülus bahşişi dolayısıyla ihtilâf çıktığı için sipahiler Sultan İbrahim'i yeni¬den tahta çıkarmak istemişler ve fitne¬nin giderek artması üzerine sadrazam.
Şeyhülislâm ve nakîbüieşraf eski sultanı boğdurmuşlardı.[908] Olayların içerisinde yer alan Karaçelebizâde ise Sultan İbra¬him'in bostancılardan bazıları tarafından mahpus olduğu odadan çıkarılmak isten¬diğini, bunu haber alan Kösem Sultan'ın ve Harem ağalarının veziriazama adam yolladıklarını, Has Oda'da toplanan erkâ¬nın içinden vezîriâzam ve şeyhülislâmın içeri davet edildiğini, hatta veziriazamın kazasker sıfatıyla kendisini de beraber götürmek istediğini, fakat kapıya gelin¬diğinde alınacak karara muhalefet edebi¬leceği gerekçesiyle içeri alınmadığını, do-layısıyla "asıl madde", yani Sultan İbra¬him'in idamı konusundan haberdar olma¬dığını belirtir. [909]Sadrazam ve şeyhülislâm. IV. Meh¬med'in odasında iki saat kadar görüştük¬ten sonra Sultan İbrahim'in idamıyla ilgili fermanı aldılar. Bu arada Karaçelebizâde, bu karardan kendisinin niçin haberdar edilmediğini sorduğu veziriazamın kendi¬sine sarayda bir fitne çıkacağı haberinin Kösem Sultan vasıtasıyla alındığını, onun için alelacele hareket etmek zorunda kal¬dığını, alınan kararın kendisiyle istişareye fırsat bulamadığını söylediğini kaydetme¬si ilginçtir. Bu karardan Kösem Sultan, şeyhülislâm, vezîriâzam ve kapı ağası Ab-durrahman Ağa'nın mesul olduğunu da yazar.[910] Karaçelebizâde'nin özellikle Kösem Sultan'ı suçlayıcı ibareleri, aralarındaki geçimsizliğin bir yansıması olarak düşünülebilirse de bu bilgi başka kaynaklarla teyit edilememektedir. Kâtib Çelebi, Sultan İbrahim için alınan fetva¬dan bahsederken 8 Şaban Salı günü [911] şeyhü¬lislâm, vezîriâzam, yeniçeri ağasının içeri girip cellât Kara Ali'nin "mübaşereti" ile onun "âlem-i bekaya gönderildiğini" be¬lirtir.[912] Naîmâ ise Sultan İbrahim'in idamını, olayın içindeki Bahâî Mehmed Efendi'den duyan kaynağı Şârihülmenârzâde'ye dayanarak ayrıntılı, an-cak inandırıcılıktan biraz uzak çok drama¬tik bir üslûpla anlatır.[913] Sultan İbrahim'in cenaze namazı kılındık¬tan sonra Ayasofya Camii kapısı yanında bulunan ve sonraları daha çok İbrahim Türbesi diye anılan 1. Mustafa Türbesi'ne defnedildi. Osmanlı hanedanının bir ba¬kıma ikinci müessisi de sayılan Sultan İbrahim'in adları bilinen zevceleri Hatice Turhan. Sâliha Dilâşub. Hatice Muazzez. Ayşe. Mâhenver, Şîvekâr ve Hümâşah olup şehzadeleri Mehmed. Süleyman. Ahmed. Murad, Orhan, Bayezid, Cihan¬gir, Selim ve Murad adlarını taşımakta¬dır. Bunlar içinde Mehmed (IV), Süley¬man (II) ve Ahmed (11) Osmanlı tahtına çıkmış, diğerleri ise küçük yaşlarda vefat etmiştir.
Sultan İbrahim hakkında Özellikle XX. yüzyıl başlarında bazı tarihçilerin ortaya attığı "Deli" lakabı daha sonra yaygınlık kazanmıştır. Halbuki onun. amcası 1. Mus¬tafa gibi bir durumda olmayıp zaman za¬man psikolojik rahatsızlıklar içinde sar¬sıldığı kabul edilmektedir. Nitekim sayısı yüzleri bulan ve bizzat kendi kaleminden çıkmış olan hatlarında ruh halini de ak¬settiren samimi ifadeleri bu durumun mahiyetini açık olarak ortaya koyar. Sad¬razama yazdığı bazı hatlarında mizacının bozuk olduğu, sancıları yüzünden sıkıntı çektiği, iştahsız olup yemek yiyemediği, dizlerinde mecal kalmadığı, başına du¬man gibi bir nesne yerleştiği, ciğerlerinin sıkıştığı, baygınlıklar geçirdiği, içinin da¬raldığı gibi şikâyetlerde bulunuyor [914] hekimler ve nefesi kuvvetli hocalar bulun¬masını istiyordu. Uygulanan tedaviler ara¬sında muskalar, okumalar gibi manevî ve ruhî bakımdan telkine yarayacak çareler yanında macunlar, şerbetler, türlü ilâç¬lar, kan aldırmalara da başvuruluyordu. Bütün bu ruhî sıkıntılarına rağmen yine de devlet işleriyle ilgilendiği, divan toplantılarını dinlemeyi ihmal etmediği, sık sık sadrazamdan devlet ve halkın işlerine dair bilgiler aldığı, hatta kendisini dik¬katle izlediği, "Birkaç gün umura müte¬allik cevap gelmezse eğlenmeziz... cüz'î ve külli umuru bildirmeyince olmayasın, sonra sen bilirsin, aKlım sendedir ... bir¬kaç gün umura müteallik cevap gelmiyor, ayrık alıştık hizmete, ümmet-i Muham-med'in işini görmeye, bir gün telhis gel¬mezse ne aceb gelmiyor diye tefekkür ederim ..."gibi bizzat kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Yine dış işleri ve Anado¬lu'nun durumunu sorduğu, "Serhadler-den haber gelmezse heman gönlüm mah¬zun oluyor..." şeklinde bu ilgisini gösterdi¬ği de dikkati çekmektedir. Ayrıca dış me¬selelerle ilgili olarak sadrazamla olan ya¬zışmalarında sık sık sınır boylarındaki ge¬lişmelerden haberdar edilmesini istediği görülmektedir. Hatta Yemen ahvali hak¬kında istediği bilgi, sadrazam tarafından konuyu bilenlere sorularak güçlükle ce-vaplandırılmış, yine Azak, Özi yöresiyle il¬gili bilgiler kendisine sunulmuştur.[915] Yazdığı hatlarında ak¬si iddia edilmesine rağmen çok fazla im¬lâ hatası ve yanlış yazılım yoktur. İfadele-rinde bazan karışık düşüncelerinden do¬layı anlaşılamaz gibi görünenler varsa da genel olarak onun şehzadelik yıllarında ve sonrasında iyi sayılabilecek bir eğitim gördüğü söylenebilir. Meselâ 1644'teÂişe Sultan'ın ikinci kocası Vezir Ahmed Paşa'-nın vefatı üzerine türbesi olmadığından Şehzade Camii hazîresine gömülmesi izni için kendisine müracaat edildiğinde ilgili telhisin üstüne yazdığı hattındaki, "Başı¬mız: sağ olsun. Dünyaya gelen gitmek için gelmiştir; az yaşa, çokyaşa sonu ölüm¬dür; heman tezce borcu var demeye baş¬ladılar, emlâkini dağıtmasınlar..." şeklin¬de biraz da felsefî ifadeleri bu durumu¬nu ortaya koyar.[916] Bütün bunlardan hareketle. Sultan İbrahim'in saltanının ilk dönemlerindeki hassasiyetinin meselelerin ağırlaşması ve Harem halkının etkisi sebebiyle giderek kaybolduğu, zamanla bunların yükünü kaldırmakta zorlanıp her şeyi oluruna bı¬raktığı ve bunalımlarının daha da arttığı, hali sırasında ona atfen kroniklerde yer alan ifadelerden ise bu halinin sürekli ol¬mayıp bazan arttığı, bazan da hafiflediği söylenebilir. Naîmâ'nın çeşitli kaynaklara dayanarak aktardığı karşılıklı konuşma¬lar ve hali sırasında en sıkıntılı dönemde bile kendisini suçlayanlara karşı verdiği birçoğu mâkul cevaplar, iç dünyası delilik raddelerinde bulunan ve kontrolsüz ha¬reketlere açık birinin ifadeleriyle çelişir. Kendisine sunulan ve birçoğuna da uydu¬ğu anlaşılan lâyihalarda tavsiye edilmekle birlikte saraydaki ve civarındaki bazı imar hareketleri dışında herhangi bir büyük çapiı hayır eseri meydana getirmemiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 49841

ulkucudunya@ulkucudunya.com