İrtica değil güç mücadelesi var
Prof.Dr. Mehmet Aydın son günlerdeki tartışmaları Gazeteci Mehmet Gündem'e değerlendirdi. 12 Aralık 2006
İşte Mehmet Gündem'in Yeni Şafak Gazetesinde yayınladığı Mehmet Aydın Ropörtajı
Can sıkıcı ahlaki hassasiyet
Bazı insanlar, bazı olaylar, bazı tarihler vardır toplumların hayatında. Onlar taşıdıklarıyla özeldir. S'si olan Mehmet Aydın'da bu toplum için öyledir, ortak paydadır. Siyasetin içinde olsa bile siyaset dışıdır o. Zor zamanları bilincini teslim etmeden yaşamış, vahyin ışığı altında aydınlanmış akılla bireyleri, grupları mutedil ve muteber olmaya çağırmıştır. Dört yıl önce siyasete girmesi çoklarını üzdüğü gibi beni de sarsmıştı. Korkum, doğası kirli olan siyasetin zor yetişen ve böylesi nadirattan görülen bir aydını alıp götürmesi, götürmese de onu etkisizleştirmesiydi. Büyük bir acı olurdu Mehmet S. Aydın'ı siyasette kaybetmek. Siyaset ondan ne bekliyordu bilinmez, ancak Türk düşünce hayatı "başyapıtını" ortaya kayacağı güne özlem duyuyordu. Arada bir ziyaretine giderim. Son gidişimde 'biz iki kişi çalışıyoruz' dedi. Siyaseti değil hizmeti önemsiyor. Orada "başyapıtının" hayalini kuruyor. Başka türlüsü de olamazdı, çünkü gerçek "ikbal"in nerede olduğunu çoklarına o öğretmişti. Ütopya'dan aldığım cümleyle seslendim ona; "Sir! Şu can sıkıcı ahlaki hassasiyetin olmasaydı çok iyi bir devlet adamı olurdun…"
***
Papa 16. Benedict'le tanışıyor musunuz?
Hayır. Ama yazılarının önemli bir kısmını okudum. Ben AB'nin kültür boyutuyla çok yakından ilgili olduğum ve Avrupa'da daha çok o konuyu işlediğim için Papa'nın 2004 yılında henüz Kardinal Ratzinger iken Türkiye'nin AB üyeliğine kültür ve medeniyet farkını esas alan olumsuz tavrı beni yakından ilgilendirdi. O konuda da kendisine çok ciddi eleştirilerim oldu.
Yaptığı çıkışlar sizi şaşırtıyor mu?
Bu son olayı kastediyorsanız "evet". Bizim dünyamızla başının pek rahat olmadığını biliyorum. Bu kadar büyük bir hataya düşebileceğini tahmin etmiyordum. Bazı Hıristiyan köktendinciler, hırslı politikacılar hariç, sanırım, kimse tahmin etmiyordu.
İslam dünyasını rencide eden sözlerini nasıl okuyorsunuz?
Sadece Papa'nın sözleri ve onların arkasındaki tutumun değil, karikatür krizi gibi şeylerin tesadüfen olduğunu bir zihin ve kalem sürçmesi olduğunu söylemek safdillik oluyor. Meseleye tarihi, şimdi ve gelecek boyutu açısından bakmak daha doğru olur.
Söylem analizi yaparsak, siyasi, ruhani, entelektüel hangi kimlikle konuştu?
Tarihle yakından ilgisi var. Onun için de tarihten alıntı yapıyor; "Muhammed'in getirdiğinde ne yeni var, onun getirdiğinde kötülükten ve gayri insanilikten başka bir şey yok." Alıntısını hatırlatıyorum. Sonra "Dinde zorlama yoktur" ayetine atıfta bulunuyor; "Peygamber güçsüz olduğu zaman başka dinlere toleranslı, güçlü olduğu zaman ise toleranssızdır" diyor. Bu hem Kur'an açısından yanlıştır hem de uygulama öyle değildir. Kültürler, medeniyetler, ideolojiler, dinler en güçlü olduklarında daha toleranslı olurlar. Siz kendi dininize, kültürünüze, medeniyetinize, ideolojinize güvenirseniz eleştiriye açık, farklı düşünenlere de toleranslı olursunuz. Toleranssızlık esasında bir güvensizlik ve zayıflıktır. Papa, "İslam kılıçla kan dökerek yayılan bir din oldu. Kan dökme ve şiddet hem Tanrı'nın doğasına aykırıdır hem de akla aykırıdır" deniyor. Bizans İmparatoru'na yaslanılarak. Sonra İbni Hazım'la ilgili Arnaldes'in çalışmasının önsözünden alıntı yapıyor; İslam'da uluhiyet anlayışı aşkındır. O yüzden ciddi sıkıntılar doğuyor.
Sizden emanet aldığım şu cümleyi kullanmanın tam yeri; Bir düşünce ne kadar aşkın olursa rasyonelliği de o kadar güçlü olur.
Doğru söylemişim. Rasyonelliğin en güçlü olduğu alan felsefedir. Papa daha sonra "Benim o alıntılarla ilgim yok" dedi. Fakat alıntılarla ilişkisine tam açıklık getirmiyor. Söylemek istediğini başkasının arkasına sığınarak söylemiş oluyor. Sorumluluktan kurtulmak için seçilmiş bir yol. Bu insan kültür ve din ilişkilerine vakıf bir araştırmacı, bir entelektüel, Hıristiyan doğmaları konusunda da son derece katı. Avrupa'nın tanrısızlaştığını söylüyor. Avrupa Anayasası'na "Avrupa'nın bugün geldiği nokta Hıristiyanlığın da eseridir" gibi bir ifade yerleştirmek istiyor.
Bu söylem Batı'da İslam'a karşı var olan birikmiş önyargının yansıması mıdır?
Bunlar Batı ortak kültürünün ve psikolojisinin bir boyutunu gösteriyor. İslam konusunda oldukça derinlere giden ön yargıları var. İster bilgisizlikten, ister siyasetten kaynaklansın o bakış açısı bu günkü kültüre de devredilmiş. Karikatür krizinin, Papa'nın konuşmasıyla ortaya çıkan krizin arkasında bu tarihi boyut var.
Konunun bir de şimdiki zaman boyutu var…
Papa, 11 Eylül'ün yıldönümünden bir gün sonra konuştu. Yani, sadece Müslümanların değil İslam'ın da şiddeti öngörür saçmalığının tekrar tekrar çeşitli mahfillerde dile getirildiği günlerde. O da herhalde "diyalog anlamsızdır, birlikte yaşamak kolay değildir" diyenlere destek veriyor. Nitekim daha sonra Katolik çevrelerden gelen beyanlar Papa'nın konuşmasına şerh gibi. Alman Der Spiegel gazetesinde ünlü katolik rahip Walter Kapser Papa'dan daha açık konuştu, diyor ki; "İslam Hıristiyanlığa meydan okuyarak ortaya çıktı, onunla mücadele ederek gelişti ve kendisini üstün tutuyor…" Yani, diyalog imkansız.
Batı İslam'a karşı korkuyla mı hareket ediyor?
Avrupa'nın İslamlaşacağından korkuyorlar. Avrupa'da 25 milyona yakın Müslüman var. Biraz da pozitivizmin ve sekülerleşme teorisinin etkisiyle birtakım sosyolojik analizler yaptılar zamanı gelince, şu kadar yıl sonra İslam dininde de tatbikat bakımından zayıflama olacak. Zayıflamanın olmaması ezberlerini bozuyor. Teorileri onları sıkıntıya soktu, niye öteki dinler böyle bir süreçten geçti de İslam geçmiyor?
İslam ötekilerle aynı süreci yaşamadı…
Ernest Gellner "İslam'ın üzerinden tarih geçmedi" diyor. Bu, İslam'ın tarihi yok demek değil. Tarihte bazı olaylar ortaya çıkıyor, din onlarla hesaplaşıyor ama çok kere geri adım atarak kendisini kurtarıyor. Veya kurtardığını zannediyor. Bir tek İslam kendisine sunulan her yeniliği kabul etmiyor. Ben ilkelerimle yenileşmeyi sürdürmek istiyorum diyor. Bu Batı için anlaşılması kolay olan bir şey değil. Batı'da bilim adamları 2020'de 2040'da ne olacak diye bir dizi endişeler taşıyorlar. 40 milyon Müslüman çocuklarını iyi yetiştirir, eğitimde öğretimde mesafe alır, ticari hayatta başarılı olur, Batı felsefesinde, sosyal bilimlerinde, müziğinde bir noktaya gelirlerse ortaya nasıl bir harita çıkar? Bu durum abartılarak hesap ediliyor. Bazı politikacıların da inanmak işlerine geliyor. AB üyeliğimiz gündeme geldiğinde bazıları "Biz Avrupa'nın İslamlaşmasına göz mü yumalım" diyorlar. Bu endişeleri anlamak ve tahlil etmek için araştırma merkezlerine ihtiyacımız var.
Siz, Diyanet'ten sorumlusuz. Diyanet toplumun kendisinden beklediği bilgiyi üretebilmiş değil?
Bu eleştiriyi kabul ederim ama herhalde son üç yıl için söylemiyorsunuz. Üç yılda bunu başarmamız mümkün değil, önemli olan, Diyanet'i o kulvara sokmaktır. Diyanet o kulvardadır. Bir konsept geliştirdik, dedik ki; evvela biz bilgilerimizi yenileyeceğiz. İki unsur çok önemli. Birincisi ana kaynak; Kur'an. Kur'an'dan bir vizyon çıkaracaksınız ve o vizyonu bugünün insanına yardımcı olacak. Bugünün insanına yardımcı olabilmek için de, yaşadığı psikolojik, sosyolojik, politik ve küresel boyutta onun hayatının bilinmesi lazım. Tarihte üretilmiş her bilginin doğru olduğu gibi bir kanaatten vazgeçeceğiz. Bazı kurumlar, mutlaka iyi niyetle, bazı kitaplar yayınlıyorlar, onların çoğunda Diyanet'in başına sıkıntı geliyor.
Bazı belediyelerin yayınladığı kitapları kastediyorsunuz.
Evet. Başka kurumlar da var, o kitapların en büyük eksikliği başka zamanlarda başka sorunları çözmek için üretilmiş bilgileri bugün kullanmalarıdır. M. Akif'in "asrın idraki" dediği durumu sadece tarih belirlemiyor. Asrın idraki demek, asrın anlama ve kavrama kabiliyeti demektir. Bugün kadının durumu elli sene önceki durumdan çok farklı. Bu kadınların idrakine yeni bilgileri sunmak zorundayız.
Diyanet'in ürettiği bilgiyi toplum ne zaman fark edecek?
Heyet halinde ciddi şekilde çalışarak kitaplar yayınlanıyor. İslam'a Giriş başlığı altında birkaç kitap yayınlandı. Çocuklara hitabeden kitaplarla başlandı, gençlere, entelektüellere hitab edenlerle devam ediyor. Kadın, Alevilik, Bektaşilik konuları var. Tasavvuf var, ama onun organize olmuş şekli tarikatlar acil gündemimizde yoktu. Toplumsal hareketlilik bazen acil olmayan şeyleri acil hale getirebiliyor. Kısacası konuşmaktan çok iş yapmakla meşgulüz. Fakat, zaman zaman anlaşılamamak gibi bir sıkıntı da yaşıyoruz. Yurt dışına giden arkadaşlarımıza bir Hıristiyan din görevlisinden, Almanya'daki Hıristiyanlığı, dini durumu anlatması talebinde bulunuldu. Bu medyada "İmamlara Papaz Öğretmen" şeklinde yer aldı. Oysa Türk ilahiyatçıları on yıllardır Avrupa'da Hristiyanlara İslam'ı anlatıyor. Diyanet olarak Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde bir İslam Kürsüsü açtık.
İrtica bizim kadim konumuz
Bugünlerde yeniden irtica konuşulur oldu. Baktığınız yerden irtica tehlikesi gözüküyor mu?
İrtica bizim "Kadim" konumuz. Dini yanlış anlayan, yorumlayan, çağın getirdiği hizmetleri takdir etmeyenler yok mu? Elbette var. Ama Türkiye, genelde, siyasette hızla demokratikleşiyor. Avrupa Birliği ile "müzakere eden ülke" statüsüne geldi. Türkiye sözü dinlenen bir aktör haline geldi. Aklı başında herkes çocuklarına (kız çocuklar dahil) en iyi eğitimi vermek istiyor. Bunlar mı irtica. Unutmayalım "irtica" politik bir kavramdır ülkemizde. İttihat ve Terakki döneminde de öyleydi, bugün de.
Günümüzle ilgili birkaç örnek verir misiniz?
Mesela bazıları diyor ki; "dinin toplumsal hayatta etkin olmasına göz yumulamaz." Bizzat Cumhuriyet İdaremiz tarafından, bizzat Cumhuriyetin kurucusu, dinin toplum üzerinde etkili olmasını sağlamak için kurulmuş bir Diyanet teşkilatı var. Din toplumsal hayatta etkili olmayacaksa nerede etkili olacak? Dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisini irtica ile bağlantılı düşünürseniz, bu sizi hiçbir yere götürmez. Bunun adı dogmatizmdir, kapalılıktır, diyaloga açık olmamadır. Bu tür iddialarda bulunanların bir kısmı samimidir, anlama ve görme şartları onları böyle bir noktaya götürüyor. Ama büyük bir kısmının arkasında güç mücadelesinin yattığını hesap etmek lazım. "Milli iradeye ne gerek var, birisi gelsin bizi idare etsin" demek, "fen tahsiline ne gerek var" demek, "kız çocuklarının okumasına karşı çıkmak" hepsi irticadır. Ama bugün bunları tartışmıyoruz. Avrupa Birliği yolunda yürüyen bir Türkiye'yi tartışıyoruz.
Batı'yı ve o çevreleri yakından tanıyorsunuz. Nedir bize dönük endişeleri?
Hıristiyanlığın zayıfladığına ve zayıflamaya devam ettiğine inanıyorlar. Camiye olan ilgi ile kiliseye olan ilgiyi karşılaştırıyorlar. Batı'da Hıristiyanlığın bir uygulama olarak zayıflıyor görünmesine karşın İslam'daki canlılığın artarak devam etmesi birtakım endişeleri ortaya çıkarıyor onların dünyasında. Diyorlar ki; öyle şeyler söyleyelim ki, Müslümanlık'taki ilerleme dursun, Hıristiyanlık'ta da canlanma olsun. Sanıyorum bu kaygı ve düşünceler de hesap edilerek konuşmalar hazırlanıyor, eylemler ortaya konuyor.