« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Eyl

2012

Allah'a Hicret

Nureddin Soyak 01 Ocak 1970

"İbrahim, ben Rabbime hicret edeceğim, dedi." (Ankebut 26) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: "Müslüman, müslümanların elinden dilinden güvende olduğu kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir" buyurmaktadır. (Buhari)
Hicret görünüşte yer değiştirme, şehir veya ülke değiştirme olsa da, gerçekte Allah’ın yasaklarından uzaklaşıp, emrettiklerini en iyi bir şekilde yaşayıp yaşatmak için uygun bir mekâna geçiştir. Hicret, kulluk ve davet için çorak bir yerden verimli bir yere geçmektir. Hicret, Allah’tan gayrı her şeyden geçmektir. Hicret denenmektir; en büyük kulluk imtihanıdır. Hicret, Allah düşmanları ile hesaplaşmadan nefisle hesaplaşmaktır. Hicret, Allah yolunun haramîleri ile hesaplaşmak için derlenip toparlanmaktır.
Rabbimiz:
“İnsanlar, imtihan edilmeden, sadece “iman ettik” demeleri ile bırakılıvereceklerini mi sandılar” (Ankebut 2) buyurarak, insanın sadece, “inandım” demesinin, Allah katında ebedî kurtuluş için yeterli olmadığını; kurtuluş için hayatı boyunca kulluk sözleşmesine sadık kalmasının gerekliliğini vurgulamıştır.
Rabbimiz, insanların sınanmadan bırakılmayacağını haber verirken, “iman ettim” diyen insanın bunun gereğini yapmasını ister. Sözünü, tuttuğu yol ile ortaya koymasını bekler.
Rabbimiz:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah içindir.” ( Enam 162) diyerek;
İbrahim aleyhisselam gibi evlattan, İsmail aleyhisselam gibi candan, Hacer validemiz gibi vatandan vazgeçmeli;
Allah için yurdumuzu, yuvamızı, malımızı, mülkümüzü, makam ve mevkiimizi, sevdiğimiz her şeyimizi bırakıp, yalnızca O’na güvenerek, O’nun rızası için her türlü hayata razı olduğumuzu ortaya koyabilmeliyiz ki kulluk iddiamızda samimi olabilelim.
Yolculuğumuz süresince içinde bulunduğumuz hayatın bir mola yeri olduğu bilinciyle hareket ederek; dünyanın ensarı olsak da ahiretin muhaciri olduğumuzun, mukim olsak da aslında misafir olduğumuzun sürekli farkında olmalıyız.
Müminin imanını test eden en büyük hayat sınamalarından biri de hicrettir. Hicret, Allah’ın dinini daha iyi yaşayıp yaşatabilmek için her türlü rahatın terk edilebilmesidir. Nitekim Rabbimiz:
“İman eden, hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ile onları barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek müminler onlardır” (Enfal 74) buyurarak gerçek müminliği hakiki bir imandan sonra hicret ve cihad ile hicret ve cihad edenlere yardım etmeye bağlamıştır.
Hicretin sadece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde yaşanmış ve sona ermiş bir ibadet olduğunu düşünmek yanlış olur. Nitekim hicretten önce müşriklerin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve inananlara zulümlerinin arttığı bir zamanda indirilen:
“Yine onlar seni yurdundan çıkarmak için neredeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun da budur. Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın!” (İsra 76-77) ayet-i celileleri ve:
“Sizden önce gelip geçen (mümin)ler gibi sıkıntı çekmeden cennete girebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve katlanılmaz darlıklar geldi ki ve öylesine sarsıldılar ki, müminlerle birlikte Elçi de: "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" diye feryat ediyordu. Gözünüzü açın, Allah'ın yardımı (daima) yakındır!” (Bakara 214) ayet-i celilesi, sevgili Peygamber efendimize, hicretin Rasuller ve onlara samimi bir şekilde inananlar için kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu, netice itibariyle de Allah’ın yardımının onlara ulaşacağını müjdeliyordu.
Zaman ve mekânlara göre hicretin şekli farklı olabilir. Fakat önemli olan hicretin ruhunun anlaşılması ve yaşanmasıdır. Hicret insanın, yalnızca Allah rızası için, O’na güvenip dayanarak, kurulu düzenini terk etmesi, her türlü sıkıntı ve meşakkati göze alarak, günahlardan ve günahkârlardan uzaklaşmasıdır.
Peki, bu süreç nasıl başlar, gelişir ve neticelenir? Kur’an’daki tevhit mücadelelerine ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin hayatına baktığımızda hicret sürecini çok açık ve net olarak görebiliriz.
Bu süreç hak ve batılın mücadelesi ile başlar. Kur’an’ın ifadesi ile bir tarafta hakkın temsilcileri müminler; diğer tarafta ise batılın temsilcileri cahiller. Müminler inandıklarını yaşayıp yaşatmaya çalışırken, cahiller de hak ve hakikatten yüz çevirerek müminlere düşmanlık ederler.
Cahiliye toplumlarında gücü elinde bulunduran zorba liderler toplumun tüm değerlerini kendileri belirlemek isterler.
Nitekim Kur’an’da “…ben sizi doğru yoldan başkasına yöneltmiyorum” (Mümin 29) diyen Firavun bunun açık bir örneğidir.
Cahiliye toplumlarındaki zorba güçler kendileri gibi düşünmeyenlere karşı baskı ve zor kullanırlar. Nitekim Rabbimiz, Firavunun hazreti Musa’yı: “Andolsun benim dışımda bir ilah edinecek olursan seni mutlaka hapse atacağım” (Şuara 29) diye tehdit ettiğini büyücülere ise, “Musa’ya galip gelirseniz yakınlarım olacaksınız,” vaadinde bulunduğunu; daha sonra Musa aleyhisselama iman eden büyücülere ise, “ben size izin vermeden O’na iman ettiniz öyle mi?” (Araf 123) diyerek onları işkence ile tehdit ve imandan vazgeçmeyince de el ve ayaklarını çaprazlama keserek idam edişini haber verir.
Cahiliye toplumlarının bir başka özelliğini de Rabbimiz şöyle haber verir.
“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilirse onlar: Hayır, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya ataları aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış kimselerse!” (Bakara 170)
Cahiliye düzenleri, çarpık, adaletsiz ve zalimâne düzenlerdir. Müminler bu düzenlere hiçbir fiilî harekette bulunmasalar da onların tepkilerini çekerler. Onların batıl inançlarını ve kötü ahlaklarını reddetmeleri yeterlidir.
Hz. Lut’un, yaşadığı toplumun ahlaksızlığından uzak durduğu için gördüğü tepki Kur’an’da şöyle haber verilir.
“Hani Lut kavmine şöyle demişti: Sizden önce âlemlerde hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz! (Kavminin cevabı:) Onları (Lut’u ve taraftarlarını) memleketinizde çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış! Demelerinden başka bir şey olmadı.” (Araf 80-82)
Ayet-i celilede haber verildiği gibi Rasulü ve inananları yurtlarından sürme tehdidi, hemen her kavmin önde gelenlerinin, bozguncu olarak gördükleri inananlardan kurtulma yoludur.
Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“İnkâr edenler Rasullerine dediler ki: Muhakkak sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz. Rableri de onlara : “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz” diye vahyetti. Ve ey inananlar onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz.” (İbrahim 13)
İnananlar bu tehditlere aldırış etmeden hak olan dinlerini tebliğ etmeye devam etmişlerdi. Şuayb aleyhisselamın kavmi de:
“Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz. Şuayb: istemesek de mi? dedi.” (Araf 88)
Müminler hicretten önce, muhatap oldukları kavmi uyarmak için ellerinden gelen her şeyi yapar ve karşılaştıkları tüm tehdit ve baskılara sabrederler. Çünkü bu kavmi uyarmak onlara Allah’ın farz kılmış olduğu bir görevdir. Allah’ın müsaadesi olmadan da bu görevi bırakıp gidemezler. Bu durumun bir istisnası, kendisini dinlemeyen kavmine kızıp terk eden Yunus aleyhisselamdır. Bu hatasından dolayı Rabbimiz onu uyararak:
“Hani Yunus öfkeli bir halde geçip gitmişti de bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Senden başka bir ilah yoktur. Sen yücesin. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiya 87-88) buyurmuş ve aynı hususta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi de uyarmıştır:
“Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle, balık sahibi Yunus gibi olma.! Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.” (Kalem 48)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı her türlü baskı ve zulme sabrediyorlardı. Hicret öncesi Mekke’deki müslümanların durumlarına baktığımızda şartların son derece olumsuz olduğunu görürüz. Sanki onlar için bir çıkış yolu da yok gibiydi. Ama Rabbimiz hiç umulmadık yerlerden kapılar açmıştır.
Bu hususu Rabbimiz:
“..Kim Allah’tan korkup sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu gösterir; ve onu hesaba katmadığı yerden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse O ona yeter” (Talak 2-3) hükmü ile haber vermektedir.
Vakti gelince Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ashabına hicret için izin vererek:
“Hicret edeceğimiz yer bana bildirildi. Orası Yesrib (Medine)dir. Kim gitmek istiyorsa oraya gitsin” buyurdu.
Hicret edenlere nasihati de şuydu:
“Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği şey vardır. Bu nedenle kimin hicreti, Allah ve Rasulüne ise hicreti Allah’a ve Rasulünedir. Kimin hicreti, elde edeceği dünyaya veya evleneceği bir kadına ise hicreti hicret ettiği şeye olur.” (Buhari, İman)
Bunun üzerine Rasulullah’ın ashabı birbirleriyle anlaşıp yardımlaşarak gizlice hicret etmeye başladılar.
Hicret telaffuzu gibi kolay iki heceden ibaret değildir. Allah rızası için Allah’a tam bir teslimiyet ile her şeyini geride bırakarak yapılan bir yolculuktur. Önce kavimlerinin düştükleri sapıklıklardan uzaklaşarak manevî hicretlerini, şimdi de sahip oldukları her şeyi terk ederek, maddî hicretlerini gerçekleştiriyorlardı.
Sonunda geride yalnızca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Hz. Ebubekir ve Hz. Ali radıyallahu anh kaldı. Bu hâli Rabbimiz şöyle haber veriyor:
“Hatırla ki, kâfirler seni bağlamak, öldürmek yahut yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Allah da onlara tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmran 54)
Böylece müşriklerin tuzağından korunan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ve ashabı grup grup gelip Ensar’ın evlerine misafir oldular. Medineli müslümanlar da onları bağırlarına basarak tarihte eşine rastlanmayan bir kardeşlik gerçekleşmiş oldu.
Bu kardeşliği Rabbimiz şöyle haber vermektedir.
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine iman yerleştirilmiş olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenden dolayı içlerinde rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr 9)
Netice olarak Kur’an’ın ifadesiyle müşrikler sadece, “Rabbimiz Allah” diyen müminleri haksız yere yurtlarından çıkarmış (Hacc 40), bu şekilde onlardan kurtulduklarını zanneden müşrikler, aslında farkında olmadan ya korkunç bir azapla helak edilip yeryüzünden silinmelerine sebep olacak, ya da bir süre sonra müminlere boyun eğip teslim olmak zorunda kalacakları süreci başlatmış oluyorlardı.
Nitekim Lut aleyhisselam kavminden ayrıldıktan sonra Allah onların yurtlarının altını üstüne getirmiş ve üzerlerine taş yağdırmıştı. Salih aleyhisselam kavminden ayrılınca, kavmi ses ve çığlıkla helak olmuştu. Nuh aleyhisselam ayrılınca, kavmi tufanla helak olmuş; Musa aleyhisselam hicret edince, Firavun ve ordusu denizde helak olmuştur.
Allah İsrail oğullarına hicretten sonra fethi nasip edecekken mukaddes yere girmeyi kabul etmeyip: “Sen ve Rabbin gidip savaşın biz burada oturacağız!” (Maide 24) dedikleri için Allah da onlara o mukaddes yeri kırk yıl yasaklamıştır. Hicretleri Allah ve Rasulüne olmadığı için İsrail oğulları Allah’ın azabına uğrarken, Allah ve Rasulüne hicret eden sahabe zaferle nimetlendirilmiştir.
Nitekim Rabbimiz:
“Allah’ın yardım ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde Rabbine hamdederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi) buyuruyor.
Ne mutlu her halde hicretini gerçekleştirebilenlere!

Ziyaret -> Toplam : 125,32 M - Bugn : 79722

ulkucudunya@ulkucudunya.com