Hicret İki Türlüdür
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan 01 Ocak 1970
Bugün yapılacak iş, göç edecek yer ve yurt aramak değil, bulunulan yerde hicret eylemi içinde olmak, yani sürekli daha iyinin ve daha güzelin, kemalin peşinde koşmak, İslâm'ı daha bir samimiyet ve dikkatle yaşamaya çalışmaktır. Dinin hazır yaşanmış halde pazarlandığı herhangi bir ülke yoktur ki oradan satın alasın. O, herkesin kendi imkan ve iradesi ölçüsünde yine kendisinin gerçekleştireceği bir görev ve mutluluktur. Hicret, işte bu kemâle gidişin adıdır.
Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs (ra)'dan rivâyet edildiğine göre Nebî (sav) şöyle buyurdu:
Hicret iki özellik taşır: Birincisi, günahları terk etmek; diğeri, Allah ve Resûlü'ne hicret etmektir. Hicret, tevbe kabul olunduğu sürece sona ermez. Tevbe de güneş batıdan doğuncaya kadar makbûldür. Güneş batıdan doğunca artık her kalb bulunduğu hal üzere mühürlenir. İnsanlar işledikleriyle kalır.[1]
* * *
İman Eylemi
Tarih içindeki bilinen şekli ve uygulaması bakımından Hicret, Müslümanların inançlarını serbestçe yaşayabilecekleri bir yer bulmak için katlanmak zorunda kaldıkları zahmetli yolculuk ve göç olayının adıdır. Bu da korku ve dehşet ortamından emniyet ve güven ortamına, küfür ve şirk diyârından dâr–ı İslâm'a hicret olmak üzere iki şekilde gerçekleşmiştir. Birincisini Habeşistan'a ve Hz. Peygamber'in hicretinden önce Medine'ye yapılan göçler, ikincisini ise Hz. Peygamber'in Medine'yi teşrifinden sonra Medine'ye yapılan hicretler temsil eder. Özellikle ikinci tür hicret, Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethedilmesine kadar devam eder.
Küfür ve şirk diyârından İslâm diyârına intikal etmek anlamındaki hicret, bir hadis-i şerife göre, "kâfirlerle savaş devam ettiği müddetçe sürecektir. Müslümanların savaş halinde olduğu, din ve inanç hürriyeti açısından; ibâdet, eğitim, tebliğ ve yaşama bakımından baskı ve zulüm gördüğü her yerden, bu noktalar açısından daha güvenli ülkelere veya İslâm diyârına göç etme hakkı ve görevi de -tabiî olarak- süreklilik arz etmektedir.
Tarihen ve fiilen durum bu olmakla beraber, mânâ yönüyle Hicret bir iman eylemidir ve bu sebeple de hiç kuşkusuz halen devam etmektedir. Bilindiği gibi Mekke'nin fethedilmesiyle sona eren Hicret, Mekke'den Medine'ye yönelik ve farz hükmünde olan hicrettir. Küfür ve şirk diyârından İslâm diyârına intikal etmek anlamındaki hicret, bir hadis-i şerife göre, "kâfirlerle savaş devam ettiği müddetçe sürecektir".[2] Hadisimizde hicret, tevbe kapısıyla; tevbe kapısı kıyâmetin büyük alâmetlerinden olan güneşin batıdan doğması olayıyla ilgilendirilmiştir. Bu, hicrete mükellefiyet sınırıyla had tayin edilmesi anlamına gelmektedir. Daha açıkçası, bir iman eylemi olan hicretin sürekliliğini belirlemektedir. İşte bu durum hicretin, "İslâm'ı yaşama irâde ve eylemi" diye tanımlanmasına ve sürekli bir nitelik kazanmasına vesile olmaktadır. Binaenaleyh Müslümanların savaş halinde olduğu, din ve inanç hürriyeti açısından; ibâdet, eğitim, tebliğ ve yaşama bakımından baskı ve zulüm gördüğü her yerden, bu noktalar açısından daha güvenli ülkelere veya İslâm diyârına göç etme hakkı ve görevi de -tabiî olarak- süreklilik arz etmektedir.
Gerçek muhâcir, Allah'ın yasak kıldığı şeyleri terk edendir." [3] hadisi ile hadisimizdeki hicretin birinci özelliği olarak zikredilen "günahları terketmek" beyânının çizdiği çerçevedeki hicretin belli bir yurdu ve zamanı yoktur. Kişilerin özel şartlarına bağlı olarak her yer ve her zamanda geçerli ve bu yüzden de süreklidir.
Yine hadisimizde yer alan güneşin batıdan doğması olayı, her şeyin o andaki hali üzere hüküm giyeceği, artık küfür - iman değişiminin olmayacağı, herkesin önceki amellerine göre muamele göreceği bir noktaya gelindiğinin işaretidir. İslâm'ı yaşama irade ve eyleminin açık göstergesi olan hicret, iş bu raddeye gelinceye kadar gündemdedir.
Burada şu noktaya dikkat etmek gerekmektedir. Hicret sadece mekânda, ülke planında bir yer değiştirme demek değildir. Zamanda da hicret söz konusudur ve aslında gerçek ve yaygın olan hicret de budur. "Gerçek muhâcir, Allah'ın yasak kıldığı şeyleri terk edendir."[4] hadisi ile hadisimizdeki hicretin birinci özelliği olarak zikredilen "günahları terk etmek" beyânının çizdiği çerçevedeki hicretin belli bir yurdu ve zamanı yoktur. Kişilerin özel şartlarına bağlı olarak her yer ve her zamanda geçerli ve bu yüzden de süreklidir. Bu durumu komutan sahâbilerden Fedâle İbni Ubeyd (ra)'ın[5] naklettiği ve Hz. Peygamber'in, Vedâ Haccı esnasında ifade buyurduğu şu cümlelerde de görmekteyiz: "Size gerçek mü'mini tarif edeyim mi? O, Müslümanların malları ve canları konusunda kendisinden emin oldukları kişidir. Olgun Müslüman insanların dilinden ve elinden gelecek zararlardan sâlim oldukları kimsedir. Asıl mücâhid, Allah'a taat konusunda öz nefsiyle mücâhede eden; hakiki muhâcir de hatâ ve günahları terkeden kişidir."[6]
Hicret'te Terk Önceliği
Zamandaki hicret de önce yasaklardan uzak durmak, onları terk etmekle başlar, emirlerin tâkat ölçüsünde yerine getirilmesiyle asıl amacına ulaşır. Bir anlamda bu demektir ki terk edilmesi gerekenlerden vazgeçmedikçe emirlerin yerine getirilmesi, yeni bir kimlik veya vuslat için yeterli olmayacaktır.
Neden öncelikle "günahları", "yasakları" veya "hata ve günahları" terk etmek, hicretin ilk özelliği olarak veriliyor ya da tarife oradan başlanıyor diye bir sorunun akla takılması mümkün ve tabiîdir. Dikkat edilirse mekândaki hicret de önce terk sonra vuslattan oluşmaktadır. Yani hicret aslında bulunduğu yeri ve konumu terk edip başka bir yere intikal etmektir. Aynı şekilde zamandaki hicret de önce yasaklardan uzak durmak, onları terk etmekle başlar, emirlerin tâkat ölçüsünde yerine getirilmesiyle asıl amacına ulaşır. Bir anlamda bu demektir ki terk edilmesi gerekenlerden vazgeçmedikçe emirlerin yerine getirilmesi, yeni bir kimlik veya vuslat için yeterli olmayacaktır. Bu sebeple hicrette en önemli adım "terk"i gerçekleştirmektir. İslâm’ı yaşama niyeti işte bu "terk" iradesiyle kendini gösterir. Bazı şeyleri terk etmeye razı olmadan yeni güzelliklere ulaşmak sadece bir kuru ümittir. O da sahibini avutmaktan başka bir işe yaramaz. Nitekim bu önce terk sonra amel çizgisini başka bazı hadislerde de açıkça görebilmekteyiz. Meselâ Peygamber Efendimiz (sav) aynı mânâyı, yani bulunduğu yerde dini yaşama görevini bir soru üzerine şöyle ifâde buyurmuştur: "Hicret, gizlisi ve açığıyla bütün fuhşiyâtı terk etmen, namazı kılman, zekâtı vermen demektir. Bunları yaparsan bulunduğun yerde de ölsen, sen muhâcirsin."[7]
Zamanda Hicret
Peygamber Efendimiz (sav)'in bu beyânında da görüldüğü gibi zâhir ve bâtın terimlerini hicret için kullanmak mümkündür. Zâhirî hicret, bir Müslümanın dinini korumak ve yaşamak için küfür diyarından İslâm ülkesine göç etmesidir. Bâtınî hicret ise, Müslümanın nefis ve şeytanın telkinlerini terkedip, Allah'ın emirlerine sarılması, onları yaşamaya çalışmasıdır. Biz hicretin birinci türünü mekânda hicret; ikinci türünü ise, zamanda hicret diye niteleyebiliriz. Pek tabiî olarak da aslolan hicret, zamandaki hicrettir. Mekânda hicret, zamanda hicrete imkan bulunamaması halinde onu gerçekleştirebilmek için gündeme gelir. Bunu şöyle de ifâde edebiliriz, mekanda hicretin amacı zamanda hicret mükellefiyetinden kurtulmak değil, aksine ona kavuşmaktır. Yani mekânda hicret zamanda hicreti gerçekleştirmek, iyi, olgun müslüman olabilmek içindir. Böyle bir anlamı yoksa dünyanın bir ucundan öbür ucuna göç etseniz yine de "muhâcir" olamazsınız. Nitekim büyük muhâcir Peygamber Efendimiz (sav), meşhur niyet hadisinde, "Kimin hicret etmekteki niyeti Allah ve Resûlü’nün emirlerine uymak ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünyalığa veya evlenmek istediği bir kadına yönelikse onun hicreti de niyet ettiğinedir." buyurmuştur.[8]
Mekânda hicret, zamanda hicrete imkan bulunamaması halinde onu gerçekleştirebilmek için gündeme gelir. Bunu şöyle de ifâde edebiliriz, mekanda hicretin amacı zamanda hicret mükellefiyetinden kurtulmak değil, aksine ona kavuşmaktır.
Yapılacak İş
O halde bugün yapılacak iş, göç edecek yer ve yurt aramak değil, bulunulan yerde hicret eylemi içinde olmak, yani sürekli daha iyinin ve daha güzelin, kemalin peşinde koşmak, İslâm'ı daha bir samimiyet ve dikkatle yaşamaya çalışmaktır. Dinin hazır yaşanmış halde pazarlandığı herhangi bir ülke yoktur ki oradan satın alasın. O, herkesin kendi imkan ve iradesi ölçüsünde yine kendisinin gerçekleştireceği bir görev ve mutluluktur. Hicret, işte bu kemâle gidişin adıdır.
Doğrusu hicret şimdi her yerde ve herkes için devam ediyor. Hem zaten hepimiz sonsuz bir dünyaya doğru hicret halinde değil miyiz? Oraya güzellikler taşıma irâdesi ve gayreti, ya da daha kaliteli Müslüman olma çabası bu yolculuğa ne kadar da yakışır. Günahlardan uzak kalma yarışına niyet edenler için hicret başlamış ve sürüyor demektir.
O halde haydin, daha temiz, daha günahlardan arındırılmış bir hayata, İslâm ile donatılmış daha güzel bir yaşayışa. Bu akış bir başlarsa, her yer hicret yurdu olur. Haydin, "günahlardan uzak kalma" yarışına! Zaman içinde iyiye, daha iyiye; güzele, daha güzele kavuşma ümidi ve gayreti ile.
-----------------------------------------------------------------------------
[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 192
[2] Bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 270
[3] Buhârî, İman 4, Rikâk 26; Ebû Dâvûd, Vitr 2, 11, 12, Cihâd 2; Nesâî, İman 9; İbn Mâce, Fiten 2. hadisin yorumu için Hadislerle Gerçekler kitabımıza (s. 236-241) bakılabilir.
[4] Buhârî, İman 4, Rikâk 26; Ebû Dâvûd, Vitr 2, 11, 12, Cihâd 2; Nesâî, İman 9; İbn Mâce, Fiten 2. Hadisin yorumu için Hadislerle Gerçekler kitabımıza (s. 236-241) bakılabilir.
[5] Hayatı hakkında toplu bilgi için bkz. Zehebî, Siyeru a'lâmı'n-nübelâ, III, 113. Onun şu sözü pek mânâlıdır: "Allah'ın, zerre miktarı bir amelimi kabul buyurduğunu bilmem, benim için dünya ve dünyadakilerden daha sevimlidir. Çünkü Allah Teâlâ, "Allah ancak muttekîlerin yaptıklarını kabul eder" [Mâide sûresi(5),30] buyurmuştur.
[6] İbni Hıbbân, Sahih, VII, 178
[7] Bk. Ahmed b. Hanbel, II, 224; Heysemî, Mecme'u'z-zevâid, V, 252
[8] Buhârî, Bed'ul-vahy 1, İman 41, Nikah 5; Müslim, İmâre 155; Ebû Dâvûd, Talak 11; Tirmizî, Fedâilu'l-cihâd 16; Nesâî,Tahâre 59; İbni Mâce, Zühd 26