AHMED er-RİFÂÎ
01 Ocak 1970
Seyyid Ahmed b. Alî el-Mekkî b. Yahya er-Rifâî (ö. 578/1182) Rifâiyye tarikatının kurucusu.
512'de (1118), Bağdat'la Basra ara¬sında kalan Batâih bölgesinde Ümmü-abîde köyünde doğdu. Atalarından Rifâa el-Hasan el-Mekkfden (ö. 331/943) dolayı Rifâî nisbesini aldı. Şa'rânî ise et-Tabakötü'l-kübrâ'smda (s. 140). bu nisbenin aynı ismi taşıyan bir Arap kabi¬lesine mensup olmasından ileri geldiğini yazar. Ancak onun hayatından bahse¬den ilk kaynaklarda böyle bir bilgi yok¬tur, son devir kaynakları da bu görüşü kabul etmezler. Doğum tarihi bazı müelliflerce 500 (1107) olarak verilmekle birlikte ilk kaynaklar 512 (1118) tarihi üzerinde ittifak etmişlerdir.
Ahmed er-Rifâ’nin Hz. Hüseyin soyundan gelen bir seyyid olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. İmam Mûsâ el-Kâzım'ın oğlu İbrahim el-Murtazâ neslin¬den olan ceddi Rifâa el-Hasan el-Mekkî, Karmatîler'in sebep olduğu kargaşa ve isyanlar sırasında Mekke'den İspanya'ya hicret ederek İşbîliye'ye yerleşti. Torun¬larından Seyyid Yahya, ailesiyle birlikte İşbîliye'den tekrar Hicaza dönmüş (450/1058), daha sonra Basra'ya gitmişti. Ora¬da kendisine Şiîler'le Sünnîler arasındaki kavgalara son vermesi için Tâlibiyyün'un nakiblik görevi verilmiş, Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzuru sağlamış¬tı. Ahmed er-Rifâ’nin babası olan Sey¬yid Ali bu zatın oğludur; annesi ise Ebû Eyyûb el-Ensâr’nin soyundan Fâtıma el-Ensârrdir. Seyyid Ali de babası Sey¬yid Yahya gibi Tâlibiyyün'un nakib'i iken Sünnîler'le Bâtınîler arasında yeni bir mücadele başlamıştı. Durumu Halife Müsterşid'e arzetmek için Bağdat'a gi¬den Seyyid Ali fitneye sebep olanların susturulması gerektiğini söylemiş, an¬cak halife diğer siyasî meşguliyetlerini ileri sürerek bu hadiseye ilgi gösterme¬mişti. Seyyid Ali Batâih'e dönerken Bağ¬dat yakınlarında vefat etmiş (519/1125), on sene sonra da Halife Müsterşid Bâtınîler tarafından öldürülmüştür.
Babası öldüğünde yedi yaşında olan Ahmed er-Rifâryi, devrin büyük sofile¬rinden dayısı Mansûr el-Batâihî. annesi ve kardeşleriyle birlikte himayesine al¬dı. Kur'an öğrenimini ve hıfzını tamam-ladıktan sonra, devrin âlim ve mutasav¬vıflarından Ali Ebü'l-Fazt el-Vâsıtî ve di¬ğer bazı âlimlerden İslâmî ilimleri öğ¬rendi. Ebû İshak eş-Şîrâzfnin Şafiî fıkhı ile ilgili Kitübü't-Tenbîh’ın okudu. Bu kitaba yazdığı şerh Moğol istilâsı sıra¬sında kaybolmuştur. Vâsıtî ona icazet verdi ve hırkasını giydirdi. “Herkes üs-tadıyla ben ise talebem Rifâî ile iftihar ederim” diyen Vâsıtî, zahir ve bâtın ilim¬lerine sahip bir âlim ve sûfî olduğunu belirtmek üzere ona “Ebü'l-alemeyn” un¬vanını verdi. Ahmed er-Rifâî. Vâsıtfnin ölümünden sonra dayısı Mansûr el-Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına gir¬di. Rifâfye hilâfet ve “Şeyhü'ş-şüyûh” unvanını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini de tevdi eden Batâihî, Ümmüabîde'deki tekkeye yerleşip müridlerin irşad ve terbiyesiyle meşgul olmasını istedi. Birkaç sene sonra böl¬gesindeki şeyhlerin bazı ciddi tenkitleri¬ne mâruz kalmış, hatta erkek ve kadın müridierini aynı zikir meclisinde bir ara¬da bulundurmak gibi sünnet dışı uygu¬lamalarda bulunduğu iddiasıyla Hali¬fe Müktef’ye şikâyet edilmişse de bu durum onun çalışmalarına ve tesirleri¬nin yayılmasına engel teşkil etmemiş¬tir. Müridlerinin sayısının artması, o böl¬gedeki şeyhlerin haset ve kıskançlığına sebep oldu. Ancak o birçok iftira, itham ve hakaretlerle karşılaşmasına rağmen, büyük bir sabır ve tevazu göstererek ir¬şad vazifesine devam etti. Kendisini çe¬kemeyenler Halife Müktef’ye, erkek ve kadın müridierini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyla şikâ¬yet ettiler (i 155) Durumu yerinde araş¬tırmakla görevlendirilen memur, kana¬atlerini halifeye, “Bu seyyid ve müridleri sünnet yolunda değillerse yeryüzün¬de sünnet üzere hareket eden hiç kim¬se kalmamış demektir” şeklinde açık¬ladı. Bunun üzerine Halife, Ahmed er-Rifâfye. yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup gönderdi.
1160'ta bazı yakınları ve müridleriyle birlikte hacca gitti. Dönüşte Medine'yi ziyaret etti. Medine uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-i Mutahhara'ya girdi. RifâFnin bu ziyaret şı-rasında zuhur ettiği ileri sürülen bir kerametiyle ilgili menkıbe oldukça meş¬hurdur. Rivayete göre, Hz. Peygamber'in kabri önüne gelince “es-Selâmü aleyke yâ ceddî!” diyerek selâm vermiş, orada bulunanlar Hz. Peygamber'in “Aleyke's-selâm yâ veledî!” sözüyle selâma karşı¬lık verdiğini duymuşlar; cezbeye gelen Rifâî diz çöküp, “Uzakta iken benim ye¬rime varıp toprağını Öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; şimdi bu dev¬let bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim” mânasına ge¬len meşhur şiirini okumuş: bunun üze¬rine Hz. Peygamber'in kabrinden dışarıya nûrânî bir el uzanmış ve Rifâî bu eli öpmüş; aralarında Hayyât b. Kays el-Harrânî ve Adî b. Müsâfir gibi zatların da bulunduğu büyük bir topluluk hadi¬seye şahit olmuşlardır. Ahmed er-Rifâ’nin biyografisini yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde değerlen¬dirirler. Ğâyetü't-tahrir müellifi Abdülazîz ed-Dîrînî, Hz. Peygamber'in selâ¬ma karşılık vermesinin ve kabrinden dı¬şarıya nûrânî bir elin uzanmasının müm¬kün olduğu hakkında devrin kadısına ait bir fetvayı da zikreder. Celâleddin es-Süyûtî bu haberi incelediği eş-Şereful-muhtem adlı risalesinde hadisenin tevatür derecesine ulaştığını söyler. Rifâî şeyhlerinden Ebü'1-Hüdâ es-Sayyâdî de bu menkıbe hakkında kaleme aldığı el-Kenzü'1-mutalsem fî medeti yedi'n-Nebîh-veledihi'1-ğavş er-Rifâ'î adlı eserinde bu menkıbeye yer veren pek çok kitap ve müelliften iktibaslar yap¬mıştır. Rifâî'ye saygısı ve bağlılığı olan¬ların bu menkıbeyi mütevâtir haber ola¬rak gösterme gayretlerine rağmen, biz¬zat Rifâî. prensip olarak keramete önem vermemiştir.
Abbasî Halifesi Müstencid. Ahmed er-Rifâî'ye bir mektup göndererek kendi¬sine nasihat ve tavsiyelerde bulunma¬sını istedi. Rifâî'nin cevabî mektubunu beğenen halife ona ve dervişlerine bir¬çok hediye gönderdi, bir sene sonra da sarayına davet etti. Halife, maiyetinde¬kiler ve Bağdat şeyhleri ona büyük bir saygı ve ilgi gösterdiler. İrşâdul-müslimîn müellifi Fârûsî, halifenin onu ikinci ve üçüncü gün yalnız başına saraya da¬vet ettiğini, babasının kabri civarında icra ettiği zikir meclisine kendisinin de katıldığını anlatır. Bu ve benzeri kayıt¬lardan onun Abbasî halifelerinden hür¬met gören, devrinin tanınmış ve itibarlı bir sûfîsi olduğu anlaşılmaktadır. İkin¬ci defa hacca gittiği kaynaklarda ifa¬de edilmekle birlikte tarih verilmemektedir.
Ahmed er-Rifâî. şiddetli bir ishal has¬talığı sonunda 22 Cemâziyelevvel 578'de (23 Eylül 1182) vefat etti. Türbesi Bağ¬dat'ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır. İlk eşi Hatice bint Ebû Bekir el-Vâsıtî en-Neccârî'den Fâtıma ve Zeyneb adla¬rında iki kızı, onun vefatından sonra ev¬lendiği Râbia'dan Salih adlı bir oğlu ol¬muş, ancak Salih evlenmeden vefat et¬tiği için nesli kızları ile devam etmiş¬tir. Fâtıma'dan İbrahim el-A'zeb (ö. 609/1212) ve Ahmed el-Ahdar (ö. 645/1247) adlarında devirlerinde meşhur iki sûfî, Zeyneb'den ise ikisi kız altısı erkek ol¬mak üzere on torunu olmuştur. Bunlar¬dan İzzeddin Ahmed es-Sayyâd la 670/1271 Rifâiyye'nin Sayyâdiyye kolunun kurucusu olup tarikatın Irak, Hicaz, Ye¬men, Mısır ve Suriye'de yayılmasında te¬siri olmuştur. Ahmed er-Rifâ’nin nes¬li günümüze kadar devam etmiştir. Ri¬fâî aileler Suudi Arabistan. İrak, Suri¬ye, Mısır, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır.
Mir’atü'z-zaman'da zikredilen ve D. S. Margoliouth tarafından tekrar edilen [431] Rifâ’nin kötü huylu bir karısı olduğu, ondan boşanabilme-si için yakınlarının SO0 dinarlık mihri aralarında topladıkları ve buna rağmen boşanamadığına dair rivayette adı ge¬çen kadın onun değil, İrşâdüVmüsİi-mîn müellifinin bildirdiğine göre. Şeyh Harbûnfnin karışıdır. Bu hadiseyi biz¬zat Ahmed er-Rifâî, bazı makamlara erişmek için eziyetlere tahammül etmek gerektiğini belirtmek için anlat¬maktadır.
Bütün kaynaklar pek çok müridi olduğunu, tekkesine her gün binlerce ki¬şinin geldiğini, sabah akşam bunlara yemek verildiğini yazar. Tekkesinin vakıf, hediye ve bağış yoluyla çok büyük geliri olduğu da ifade edilmektedir.
Kaynaklar onu âlim. muhaddis, Şafiî fakihi ve müfessir bir sûfî olarak tanı¬tırlar. Ahmed er-Rifâî'nin menkıbe ve eserlerinde görülen tasavvuf ve tarikat anlayışı Kitap ve Sünnefe tamamen uy¬gundur. Buna göre İslâm, “Zahir” ve “Bâ¬tın” ile bir bütündür. Bâtın zahirin özü. zahir bâtının zarfıdır; zahir olmasa bâtın da olmazdı. Kalp cesetsiz olmaz, kal¬bi olmayan ceset ise çürür. Tasavvuf bâ¬tın ilmidir. Tarikat şeriat demektir. Der¬viş olmak için toplumdan uzaklaşmak gerekmez. Müridler dünyevî meşguli¬yetlerini terketmeksizin, helâl ve ha¬rama dikkat ederek ve gafletten uzak kalmak suretiyle hak yolunda ilerleye¬bilirler. Tasavvuf baştan sona “Edep”ten ibarettir ve bütün edepler Hz. Peygamber'in sünnetine tâbi olarak elde edilir.
Kaynakların zül. meskenet, fakr, İnki¬sar ve tevazu sahibi olarak tanıttıkları Ahmed er-Rifâî, Allah'a bu faziletlerle vâsıl olduğunu, bunları tasavvufî yolu¬nun birer esası olarak tercih ve tesbit ettiğini söyler. Menkıbeleri içinde onun fevkalâde tevazuunu gösteren birçok hikâye yer almaktadır. Menâkıbnâmelerin, birkaç keramet istisna edilirse he¬men hemen daima onun ahlâkını ve in¬sanî münasebetlerdeki tevazuunu gös¬teren hikâyelere yer vermeleri dikkat çekicidir. Bu menkıbeler ve eserlerinde ifade edilen fikirler, onun süfî şahsiyeti ve tarikat pîrleri arasındaki özelliklerini ortaya koyan ana çizgilerdir.
Dört büyük kutub'dan biri kabul edi¬len Ahmed er-Rifâ’nin kutbiyyet maka¬mına Abdülkâdir-i Geyfân’den sonra yükseldiğini kaynaklar yazar. Gavsiyyet (bk. gavs) ve kutbiyyet âleminin kendi-sine daha önce de teklif edildiği, ancak bu vazifeden affedilmesini istediği, bu¬nun üzerine aynı vazifenin Abdülkâdir-i Geylânfye verildiği, onun Ölümünden sonra tekrar kendisine tevcih edilince kabul ettiği ve on altı sene bu makam¬da bulunduğu kaydedilmektedir.
Kurmuş olduğu tarikat bir süre Rifâiyye, Ahmediyye ve Batâihiyye adlarıyla anılmakla birlikte sonraları sadece Rifâiyye adı kullanılır olmuştur.
Eserleri.
1) el-Hikemü'r-Rifâ ciyye. Kendisinin telif ettiği günümüze kadar intikal etmiş tek eseri olup küçük bir risaledir (Şam, ts). Müridlerinden Abdüssemf el-Hâşimfye ithafen yazılan bu eseri, Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdr Kalâ'idü'z-zeberced calâ Hikemi'r-Rifâlî adıyla serhetmiş (Beyrut 1885), Muallim Nâci bu eserden aldığı Rifâ’nin sekiz hikmet¬li cümlesini şerhederek Hikemü'r-Rifai adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1304). Geylânîzâde Seyyid Muhammed Seyfed-din. eseri Terceme-i Hikem-i Rifâ'iyye adıyla Farsça'ya tercüme etmiştir (İstan¬bul 1302). el-Hikemü'r-Rifâ'iyye, Türk¬çe'ye de birkaç defa çevrilmiş, son ola¬rak Hak Yolcusunun Düsturları adı altında aşağıda verilen iki eseriyle bir¬likte yayımlanmıştır.
2) el-Burhânü'l-mü'eyyed. Sohbetlerinden derlenmiş¬tir. Birçok konuya temas etmekle bir¬likte tevhid, semâ, iradî ölüm, şeriat-tarikat münasebetleri daha geniş olarak işlenmiştir. Müteşâbih âyetler me¬selesinde İmam Şafiî, Mâlik b. Enes, Ebû Hanîfe, İbn Hanbel ve Cafer es-Sâdık'ın sözleri zikredilmiş, kelâmcılann görüş¬lerine yer verilmemiştir. Muhtelif baskı¬ları olan eserin [433] Türkçe'ye ilk tercümesi Kudsîzâde Kadri tarafından yapılmış (İstanbul 1313), son olarak Delilleriyle Marifet Yolu adıy¬la yayımlanmıştır.
3) el-Mecâlisü's-seniy-ye. Menâkıbnâmelerde nakledilen mec¬lislerin sonradan Mustafa Reşîd er-Rifâî tarafından derlenmiş şekli olup ye¬di meclis ihtiva eder. Meclisler tasavvuf sohbet ve mev'izalardan ibarettir. Eser, Kudsîzâde Kadri tarafından Mecâlis-i Hazret-i İmâm Rifâî adıyla tercü¬me edilmiştir (İstanbul 1313).
4) Erba’ûne hadisen. Kırk hadisi kendisinden iti¬baren Hz. Peygamber'e kadar ulaşan bir senedle vermektedir (Şam, ts.). Risale¬deki hadisler Kütüb-i Sitte ve meşhur hadis kitaplarında mevcuttur. Türkçe tercümesi Hak Yolcusunun Düsturları adlı kitabın içinde yer almaktadır.
5) Haletü ehli'l-hakika maşal¬lah. Yukarıda geçen kırk hadisin şerhi¬dir. 549 (1154) yılı Receb ayından itiba¬ren her perşembe günü bir hadisin tasavvufî şerhini yaptığı sohbetlerinde tu¬tulan notların, müridlerinden Ebû Şücâ' b. Menhec tarafından derlenmesin¬den meydana gelmiştir. [436] Tasavvuf ve hadis münasebeti bakımından dikkat çekici olan bu eser, Onların Âlemi adıyla Türkçe'ye tercü¬me edilmiştir.
6) en-Nizâmü'I-hâş liehli'1-ihtişaş. Kaynaklarda adı geçmeyen bu eserin üslûbundan Ahmed er-Rifâ’nin sohbetlerinden derlendiği anlaşıl¬maktadır. Tasavvufî mev'iza ve nasihat-lardan meydana gelen eser el-Hikem ve Erba cûne hadisen ile birlikte yayım¬lanmıştır. [438] Türkçe'ye ilk tercümesi Mehmed Nâzım tarafın¬dan yapılan eserin (İstanbul 1328), yeni bir tercümesi Hak Yolcusunun Düs¬turları adıyla yayımlanan kitap içinde¬dir.
7) el-Eşcâr. Bazı şiirleri Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâd’nin Ahmed er-Rifâî hakkında yazdığı Kılâdetü'l-cevâhir adlı geniş biyografide bir araya getiril¬miştir. Bu şiirler Kenan Rifâî'nin Ahmed er-Rifâî (İstanbul 1340) isimli eserinde de bulunmaktadır.
8) el-Ahzâb ve'l-evrâd. îrşâdü'î-müslimin'ın yazarı Fârûsî, Ahmed er-Rifâî'nin 662 hizbinin mevcut olduğunu söylüyorsa da, muhtelif eser¬ler içinde [440] bunların ancak bir kısmı bir ara¬ya getirilmiştir.
Bu eserlerden başka. Muhammed Si-râceddin er-Rifâî (ö. 885/1480) bazı söz¬lerini Rahiku'l-kevser min kelâmi'l-ğavş er-Rifâ'î el-ekber (Beyrut 1887), Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî ise bazı söz ve meclislerini el-Fecrü'î-münîr (İstanbul 1300) ve Kitaba Külhyyâti'I-Ahmediy-ye (Kahire 1316) adlı kitaplarda bir ara¬ya toplamışlardır. Kaynaklarda ismi ge¬çen Tarîku's-sâ'irin ilallah adlı eseri günümüze ulaşmamıştır.
Ahmed er-Rifâî hakkında kaleme alınan başlıca eserler şunlardır:
1) Abdülkerîm b. Muhammed er-Rafiî el-Kazvînî (ö 623/1226) Sevâdü'l-Cayneyn fî menâkıbi'1-ğavs Ebi'l-AIemeyn (Kahire 1301, 31 sayfa). Ahmed er-Rifâî hakkında kaleme alınan göre-bildiğimiz en eski eser olup müellifinin ifadesine göre 588'de (1192) yazılmış¬tır. Ahmed er-Rifâfnin hayatı, şahsiyeti ve nesebi hakkında kısa ve Özlü bilgiler ihtiva eder. Sonraki eserlerde ismi geç¬mekte ve ondan nakiller yapılmaktadır.
2) Abdülazîz b. Ahmed ed-Dîrînî (ö. 694/1295). Kitâbü Ğâyeti't-tahrîr (Kahire 1315, 28 sayfa). Müellif bu küçük risale¬yi, bir şahsın, Ahmed er-Rifa’nin benî Rifâa adlı bir Arap kabilesine mensup olduğuna dair sözlerini reddetmek ve onun seyyid olduğunu ispat etmek için yazmıştır. Elimizdeki ilk kaynaklardan biridir.
3) Ümmü'î-berâhîn fî bazı menâkıbı sultâni'l-'âriün eş-şeyhi'1-kebîr es-seyyid Ahmed er-Rifa [441] İlk menâkıbiardan biri olduğu anlaşılan eseri Brockeimanın anonim olarak zikreder. Yi¬ne Brockelmann'ın Behcetü'ş-şeyh Ah¬med er-Rifâcî adıyla Saîd b. Hâlid es-Sillî tarafından yazıldığını ifade ettiği eserle, bazı küçük farklılıklar bir tarafa bırakılırsa, aynı olduğu görülmektedir. 678 (1279) tarihlerinde veya daha Önce yazılmış olması muhtemel olan eser, Rifâî hakkındaki rivayetleri ve bazı söz¬lerini ihtiva eden geniş bir menâkıbdır. Şehid Ali Paşa nüshasında adı verilme¬yen ve Brockelmann tarafından başka bir isimle zikredilen müellifini, Rifâî kaynaklarına dayanarak Kasım b. Muhammed b. Haccâc şeklinde tesbit etmiş bu¬lunuyoruz.
4) İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (ö. 670/1271). el-Ma'ârifü'1-Muham-medîyye fî vezâ ifi'l-Ahmediyye (İs¬tanbul 1305). Müellif. Rifâfnin torunu ve Rifâiyye'nin Sayyâdiyye kolunun kuru-cusudur. Eserin yazılış tarihi belli değil¬dir. Rifâî hakkında yazılan en eski ve muteber eserlerden biridir,
5) Ahmed b. İbrahim el-Fârûsî (ö. 694/1294). İrşödül-müslimîn li-tarîkati şeyhi'l-müt-takın (İstanbul 1307) Rifâî ile ilgili eser¬lerin en sistematiği olup birçok yeni bil¬gi ihtiva eder. Müellif, Rifâfnin müridi Ömer el-Fârûsfnİn torunudur ve riva¬yetlerinin şifahî kaynağı umumiyetle dedesidir.
6) Abdurrahman Ebü'l-Ferec el-Vâsıtî (ö. 744/1343). Tabakâtü hırkati'ş-şûfiyye el-müsemmâ Tiryâku'l-muhibbîn (Kahire 1305). Müellif, yukarı¬da adı geçen İrşâdü'l-müslimîn yazarı¬na intisap etmiş bir mutasavvıftır. Ah¬med er-Rifâfnin Halife Müstencid'e gön¬derdiği mektup sureti gibi bazı yeni bil¬gi ve malzemeyi ihtiva eder.
7) Abdul¬lah Muhammed Sirâceddin el-Mahzûmî (ö. 885/1480). Şıhâhu'l-ahbör (İstanbul 1306). Yukarıda adı geçen eserlerden ol¬dukça sonra yazılmakla birlikte, müelli¬fin yaşadığı devre kadar Rifâînin soy ve tarikatından gelenlerden bahsettiği ve bizim göremediğimiz birçok eserden faydalandığı için Rifâî menkıbe ve kay¬naklan arasında mühim bir yer tut¬maktadır.
8) Ebû Bekir b. Abdullah el-Ayderûsî (ö. 914/1508). en-Necmü's-sâ'î fî kerâmâti üstâzî'l-kebîr er-Rifâî [442] Üslûp itibariyle diğer menâkıblardan bir hayli farklıdır. Bazı rivayetler ilk kay¬naklara göre oldukça değişikliklere uğramıştır. Menâkıbın ilk yarısında Ana¬dolu'da faaliyet gösteren bazı Rifâîler'in adlan geçmektedir. Heidelberg Kütüphanesi'ndeki [443], Şifâ’ü'l-eskâm fî sîreti ğavşi'l-enâm adlı kitabın en-Necmü's-sâcf nin bir başka nüshası olduğunu tesbit etmiş bulunuyoruz. Ni¬tekim matbu nüsha da (Kahire 1970) Sü¬leymaniye ve Heidelberg nüshalarının bazı ufak farklarla aynısıdır.
9) Şifâ'ü'l-eskam fî sîreti ğavşi'l-enâm [444] Tiryâku'i-muhibbîn'ûe adı geçen bu Farsça ese¬rin, Ahmed er-Rifâ’nin sağlığında yazıl¬dığını, müellifin kitabı takdim için Ri-fâFye getirdiğinde onun ölüm haberini aldığını en-Necmü's-sâcî adlı eserden öğreniyoruz. Ancak Tiryâku'l-muhibdîn'den ve Abdullah el-Yâfi’nin (ö 768/1366) Hulâşatül-mefâhir'inden iktibas¬lar yapıldığına göre Ahmed er-Rifâ’nin sağlığında yazıldığı söylenen menâkıb olması mümkün değildir. Bazı yönleriy¬le en-Necmü's-sadiye benzeyen eserin başka bir nüshasını görmeden müellifi ve adı hakkında kesin bir hüküm ver¬mek mümkün değildir.
10) Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî (ö. 1909). Kılâdetü-cevâhir (Beyrut 1301) Birçok kaynaktan istifade edilerek hazırlanan bu kitap. Ahmed er-Rifâî hakkında en geniş biyografik eser¬dir. Bu Rifâî şeyhinin eserinden hare¬ketle geçmiş devirlerde yazılan eserle¬rin izini tesbit etmek mümkündür.
11) Kenan Rifâî (ö. 1950) Ahmed er-Rifâî (İstanbul 1340). Ahmed er-Rifâî hakkında Türkçe yazılmış en geniş biyografi kita¬bıdır. İlk doksan sayfası RifâFnin hayatı, menâkıbı ve sözlerine, 121-169. sayfa¬ları tarikatın âdâb ve erkânına ayrılmış, sonundaki 103 sayfalık ekte ahzâb ve evrâd harekeli olarak verilmiştir.
Yukarıda sayılan bu eserlere Ahmed b. İbrahim el-Fârûsînin en-Nefhatü'i-miskiyye (İstanbul 1301), Ali b. Hasan el-Vâsıti’nin (ö. 733/1333) Hulâşatül-iksîr (Kahire 1306) adlı eserleri de ilâve edilmelidir.