''Türkiye İslamlaşıyor'' ne demek?
Ahmet TAŞGETİREN 03 Ekim 2007
Korku pompalamasının “mahalle baskısı”ndan sonraki icadı bu!
Hürriyet'in Malezya'da bulduğu avukat 10 yıl önce Türkiye'ye gelmiş ve “Hey millet, Türkiye İslamlaşıyor, farkında mısınız?” demiş.
Bizimkiler bu “Farkında mısınız?” sorusunu, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde reklam panolarına asmışlardı.
Hadi soralım:
Bu, “Türkiye İslamlaşıyor!” ifadesinin anlamı ne?
Bir ülke nasıl İslamlaşır?
Sanırım iki şekilde:
Bir: Önceden İslam'la ilgisi yoktur, birileri gelir, İslam'ı o ülkeye taşır, zamanla toplum Müslüman hale gelir.
İki: Ülke önceden İslam'la içli dışlıdır, sonra bir süreçte İslam'la arasına mesafe girer, öyle ki ülke İslamsız gibi görünmeye başlar. Ama toplum, bir başka süreçte İslam'ını yeniden hatırlar ve onunla yeniden buluşmaya yönelir.
Türkiye bunlardan hangisine göre “İslamlaşmak”tadır?
“Türkiye İslamlaşıyor!” diyenler, herhalde Türkiye'nin bir İslam ülkesi olmadığını ve sıfırdan bir İslamlaşma yaşadığını söylemek istemiyorlardır.
Geriye öteki ihtimal kalıyor:
O durumda şunu mu demek istiyorlar:
-Türkiye aslında bir İslam ülkesi idi. Ama biz geldik, bu ülkenin islami hüviyetini önemli ölçüde değiştirdik. Toplum hayatında İslam belirleyici olmaktan çıktı. Neredeyse yok oldu. Şimdi yeniden İslam toplum hayatında çoğalmaya başladı.
Bu değerlendirmeyi yapıyor ve İslam'ın toplum hayatındaki çoğalmasını “tehlike” olarak görüyorlar.
Eğer işleyen mantık süreci bu ise, bunun üzerinde durmak gerekiyor.
Bir kere, ilk sorgulanması gereken şudur:
Bu ülkenin ve toplumun islami hüviyeti üzerinde böylesine “aşındırıcı, yokedici” bir operasyon yapma hakkını size kim verdi?
İki:
Siz kim oluyorsunuz ki toplumun kimlik değerlerini aşındırma hakkını kendinizde buluyorsunuz?
Üç:
Toplum, kendi kimliğini bulduğu değerlere yeniden dönmek istiyorsa, bunu, toplum adına “tehlike” addetmek hangi mantıkla bağdaşır?
Sizi anlamak şöyle mümkün:
Siz, toplum üzerinde operasyon yaparken de, aslında toplumun kendisi için iyi olanı bilemeyeceğini, onun adına birilerinin iyi ve doğru olanı tesbit edip hayata geçirmesi gerektiğini düşünüyordunuz. Şimdi de, toplumu kendi haline bırakırsanız ya davulcuya kaçar ya zurnacıya mantığı ile hareket ediyor ve “İslam'a yönelişi”, “rüşdüne ermeyen toplum”un bir tür yoldan çıkması olarak görüyorsunuz.
Bu, hakim bir azınlığın toplum üzerindeki vesayet duygusudur ve toplum, şimdi o “vesayet”i elinin tersi ile ittiği için öfke tufanlarına tanık olunmaktadır. “Şimdi” toplum bu vesayeti elinin tersi ile itmektedir, çünkü “Artık ben rüşdüme erdim, bana vesayet altında muamelesi yapamazsınız” deme hakkını elde etmiştir. Belki kimlik operasyonu yapıldığı dönemde de buna tepkiliydi, ama bunu seslendirme imkanlarından yoksundu.
Türkiye gerçeğine, doğru baktığımızda bir “İslamlaşmak” olgusundan değil, -çünkü Türkiye'de İslam, en çok operasyona maruz kalındığı dönemde bile derinden derine yaşayarak gelmiştir- belki Müslümanlığının içini daha iyi, daha sağlıklı doldurmaktan söz etmek mümkün. Bunun temelinde de, belki daha iyi bilgilenme, bilinçlenme vardır. İnsanlarımız İslam'ı öğrendikçe hayatlarına daha çok taşımaya yöneliyorlar. bu, hakim azınlığın şablonunu aştığı ölçüde de “ tehlike” olarak algılanıyor. Oysa belki topluma göre İslam'ın bugünkü yaşanma seviyesi bile yeterli bulunmayacaktır. Zaman içinde, sadece bilgilenmekten ve bilinçlenmekten kaynaklanan bir islami yükseliş görülürse, bu da, “tehlikenin boyutları büyüyor” diye mi algılanması gerekecektir?
Hürriyet gazetesinin Ramazan'da özel sayfa düzenlemesi mahalle baskısının ve bir İslamlaşmanın ürünü müdür, yoksa tabii bir toplumsal görev şuurunun mu?
Doğru olan, toplumdaki gelişmeyi durdurmak değil, -kaldı ki bu çağda bu mümkün de değil- doğru olan, hakim azınlığın hakim azınlık duygusunu terk etmesi ve “Toplum – İslam ilişkisi”nde şablonlardan vazgeçmesidir. “Yukardan aşağı İslamlaşma”ya karşı iseniz, “Yukardan aşağı İslamsızlaşma”yı da meşrulaştıramazsınız. Bırakın sivil toplum, kendi yönelişini tercih etsin!