Fethi Gemuhluoğlu ve dostluk üzerine mülahazalar
01 Ocak 1970
Üstad Sadık Yalsızuçanların hazırladığı “Dostluk Üzerine Önce Selam Sonra Kelam Fethi Gemuhluoğlu” kitabı Timaş yayınlarından çıktı…
Fethi Gemuhluoğlu ile geç tanışan talihsizlerdenim…
Kendisinin ismini ilk kez ne zaman duyduğumu bilmiyorum.
Ama Onun dünyasına nufuz etmeme Üstad Sadık Yalsızuçanlar, Kamuran Sezer ve oğlu Ali Bey’in vermiş oldukları bir panel vesile olmuştu…
Şu mübarek Anadolu topraklarında ne erenler yetişmiş meğer…
Ne mümbit topraklardır bu Anadolu bozkırları… Ali cenap, cömert…
Gemuhluoğlu bir aşk insanı…
Hiç âşık olmayanı adamdan saymayacak kadar aşka iman etmiş bir adam…
Kâinatın mayası, sevgi ve muhabbet olduğunu bilen onun bu halini yadırgamaz elbet…
Aşk şarabıyla sarhoş olan dostlar aramakla geçmiş Gemuhluoğlu’nun ömrü…
“Evvela insan kendisine dost olmalı” diyor…
Kendini bilmeyen ve kendisine dostça bakmayan kime ne verebilir ki?
Her şeye dost olmayı tavsiye eder O… Ölüme dahi…
Birbirine kesesini, karısını emanet edemeyenlerin kalkıp da İslam’ı kurtarmaya kalkışanları alaylı bir dille ikaz ederken bizlere neyi, nerde kaybettiğimizi hatırlatıveriyor.
“Emin” olmayan, “dost” olmayan, nasıl “dost doğru” yola erişebilir ki…
Gemuhluoğlu’nun lügatinde “İslamiyet”, “insanlıktan” ibarettir.
Bütün plan ve projesi, söylemi ve eylemi dostluk üzerine kurulmuştu…
Onun içinde Necip Fazıl’a kendilerinin (küfrü) yıkmak için geldiğini ifade ederken; kendisinin ise inşa için var olduğunu söylüyor…
Onun hayat felsefesi, var oluş gayesi “aşk, dostluk, inşa” idi.
O “Narın da hoş,
Nurun da hoş.
Kahrın da hoş
Lutfun da hoş”
“Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim” diyen Yunus’un yolundaydı…
“Tenkit etmekten tebliğe zaman bulamıyoruz”,
“Dişinizı fırçalayınız” fermanı karşısında ağzında bir dişi çürük olan kimsenin Kelime-i Şahadet getirmesinden utanması lazım,
Kardeşim adam tıraş olmak zahmetinden kurtulmak için sakal bırakacak, öteki içtimai adaba uygunluk endişesiyle her gün tıraş olacak; sonra da biz kalkıp tıraş olmayanı daha kâmil Müslüman ilan edeceğiz. Olur mu böyle şey? Dişini fırçalamayanların suçu sakalını kesenlerden az mı kardeşim…” Satırları yüzüme inen bir sille…
Yüzüm kızararak okuyorum… Şok etki ediyor…
“Yahu insan bu kadarda açık konuşmaz ki” diye nefsim isyan ediyor…
Nebevi hayatın sosyal hayatımızdan ne kadar da uzaklaştığını, dışlandığının, nasıldı şekilci ve şabloncu olduğumuzun çığlığıdır bu sözler…
O bir “gönül adamı” olmanın yanında “eylem” adamıdır da…
Zamanın da diğer varlıklar gibi yaratılmış olduğun söylüyor…
Gündüzler yetmez bize, gecelerde çalışmak lazım diyor…
Aradaki farkı ancak hummalı bir çalışma ile kapatılacağını bizlere hatırlatıyor…
Çünkü O yeni bir dünyanın inşasına soyunmuştu…
Ergeç Bediüzzamanın da müjdelediği Osmanlı’nın hamlini vazedeceğine inanıyordu…
Bunun içinde çok çalışmak lazımdı…
Ve bundan dolayı diojen gibi adam aramaya kendini vakfetmişti.
Hiçbir parti, cemaat, ideoloji, kurum, sistem, tarikat farklılığını gözetmeden kutsala ve değerlere saygılı adam alıyordu…
O elinde tutulursa Anadolu insanının çok şeyler yapacağına inanıyordu…
Çünkü ecdadımız Osmanlı’ya Allah’ın vermiş olduğu kutsal görev ve misyonun halen devam ettiğine sıdk ile iman ediyordu…
Bütün plan ve projesini “büyük insanlar” yetiştirmekten ziyade; yaratıcısıyla, kendisiyle, geçmişiyle, tarihiyle, barışık “insanı kâmil” yetiştirmek üzerine kurmuş…
Buna yönelik “söylemlerde bulunmak” kolay amma “eylemlerde bulunmak” o kadar kolay değil…
Birazcık servet ve mülkiyet kazanılınca kazandıklarını kaybetmemek için kendi kurum ve kuruluşunu, servetini, müessesini merkeze alıp, müntesiplerini, çalışanlarını, dostlarını, insanları göz ardı eden niceleri gelip geçmiştir bu fani dünyada…
Ama Gemuhluoğlu’nun dünyasında daima merkeze insan, birey varolmuştur…
Çünkü O büyük rüyaların adamıydı…
Rüyaların, hayallerin insanı kamillerle hakikate dönüşeceğini biliyordu…
Rüyasında dahi küçük düşünen kimselere itibar etmez…
Istırap insanıdır O …
Istırap, ruhun iksiri olduğunu çok iyi bilir.
Büyüklüğün, büyüklerin kaderidir, zamanlarında anlaşıl(a)mamaları…
O bunun farkındadır ve bunun için de hiçbir zaman kırılmaz, darılmaz…
“Bu yol uzundur
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var”
“Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Sen derviş olmazsın
Derviş gönülsüz gerek” diye Yunus’tan el almıştır o…
İncinse de incitmez…
Yıkmak için değil yapmakla mamur olduğunu şuurundadır…
Oğlu Ali Beye yazmış olduğu mektup, her gencin başucuna asması gerekli öğütler ihtiva ediyor…
O sık sık annesinden bahsederken, aslında ilim, irfan edeb neslinin nasıl yetişeceğine işaret ediyor…
İlk muallim(e)lerden var olması gereken meziyetlere işaret ediyor…
Bir gün ümmi anasını elinde aldığı bir çöpü Kuran harflerinin üzerinde gezindirirken “Benim okuma yazmam yok oğul, böyle yaparsam ola ki Allah bana bir hatim sevabı yazar” der.
İşte neslimizin, bizim, ailemizin, hanımlarımızın, cemiyetimizin muhtaç olduğu ruh, iman, irfan…
Bu gün tekrar o ümmi analarımızın imanına muhtacız…
Bizim yitiğimiz çok bilmemek, ilim, teknik, teknoloji… değil…
Onlar çok basit şeyler…
Bizim ve neslimizin bu gün ihtiyaç duyduğu şey; bu ümmi analarımızın imanı, saffeti, samimiyeti, aşkı, heyecandır… kısacası Fethi Gemuhluoğlu’nun taşıdığı ruhtur, misyondur…
“Dostluk Üzerine” bir çırpıda okunulup sonrada kütüphaneye konulacak bir kitap değil…
Hayata geçirilmesi gereken prensipleri va’z eden bir kitap…
Okuru dostça “insanı kamil” olmaya çağırıyor…
Bu tür erenlerin hayat hikâyelerini ihtiva eden kitaplar okunmalı okutulmalıdır nesillerimize…
Böylece belki neleri yitirdiğimizi fak ederiz de, yitiğimizi arama adına yollara koyuluruz…
Ve o yollarda dostlar ediniriz…
Zaten birçok dostluklarda yollarda edinilmiyor mu?