« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Kas

2006

MİLLET OLMA

E. ERVERDİ – D. ÖZER – A. DEBBAĞOĞLU 14 Kasım 2006

Millet, mazide başlayan, halde devam eden, geleceğe uzanan, din, tarih, dil, soy, toprak, kültür, emek ve iktisat birliğine dayanan canlı bir organizmadır. “Millet bir realite, milliyetçilik bir idealdir” denebilir.

Pek çok konuda olduğu gibi Türk milliyetçiliğinin fikrî oluşumunda da Batı’nın görüşleri bize aktarılmış ve bu görüşlerle milliyetçiliğimize yön verilmek istenmiştir. Batı’da ve bizde milletin teşekkülü ve milliyetçiliğin ortaya çıkışı farklılıklar gösterir. Farklı sosyal bünyelere sahip ve tarihte değişik gelişmeler gösteren iki ayrı topluma, aynı açı ve görüşle bakılamaz.

Batı milliyetçiliği maddenin ve emperyalizmin öncüsü olarak 18. asrın sonlarından itibaren kuvvetlenen burjuvazinin idealizmi şeklinde ortaya çıkarken, Batı’nın sömürgeciliğine de zemin olmuştur. İtalyan ve Alman birliklerini gerçekleştiren iki büyük kuvvet –burjuva sınıfı ve askerî güç- millet haline geçişte rol oynayan en mühim unsurlardı. Fransız ihtilali eşitlik amacıyla tarih sahnesine çıktı. Sınıfları kaldırmak, kölelere haklar kazandırmak istiyordu. Fakat bu kanlı hareket burjuvaziyi kuvvetlendirdi ve Batı’nın milliyetçiliğini hazırlayan ilk kıvılcım oldu. Batı milliyetçiliği, burjuvazinin milliyetçiliğidir. Edebiyat, sanat, kültür ve iktisadî yapısı ile 19. asırda Hıristiyan ruhçuluğunu tesiriyle kısa süren bir romantizm cereyanının dışında insanlık meselesinden uzaktır. Toprağını kılıçla müdafaa edenlere karşı tankla hücum edenler, sömürgeci bir milliyetçiliğin önderi oldular. Batı’nın sömürgeciliğe dayanan milliyetçiliği Asya’da, Afrika’da ve Lâtin Amerika’da -üçüncü dünya milletlerinde- karşı milliyetçi görüşleri ve antiemperyalist hareketleri doğurdu. Bu mücadele hâlâ kılık ve biçim değiştirerek devam etmektedir.

***

Bizim millet oluşumuz tamamen ayrı kaynaklardan gelmektedir. … Millet oluşumuz, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına bağlanamayacağı gibi, kılıç ve pazu kuvveti ile damarlarda akan kanla da açıklanamaz. Dünyayı sömürme emelleri ile dolu burjuva sınıfının eseri de değildir. Türklerin göçebelikten kurtulup, toprağa yerleşmesi ve bir millet haline gelmesinde başlıca âmil İslâmiyet’tir. Orta Asya bozkırları, Allah’ın rahmet dini olan İslâmiyet ile sulanınca, bu topraklarda yeni bir millet hayat buldu. Allah’ın çekilmiş birer kılıcı olan Türk mücahitleri, Haçlılar karşısında İslâmiyet’in tek müdafiî ve muhafızı oldular, vatanların en güzelini fethettiler. Oğuzlar İslâm’a girmekle, yeni bir dine ve müteakiben yeni bir vatana kavuştular. Türkler her karış toprağını şehit kanıyla suladıkları Anadolu’da ileri bir kültürün mümessili olarak Türk-İslâm Medeniyeti’ni meydana getirdiler. Anadolu’daki millî varlığımız, İslâm dininin esaslarından kaynayıp gelen örf ve âdetleri, hukuk, iktisat, ahlâk ve sanat değerleriyle yüzyıllar içinde yoğrularak birliğe kavuşmuştur.

***

Kur’ân, millet vakıasını kabul eder. Fakat dil, renk ve ırk üstünlüğünü –her türlü maddî ve sınıf üstünlüklerini reddettiği gibi- reddeder. İslâm dini, ırkçılığa dayanan dar milliyetçilik anlayışını kabul etmez. Gerçi Kur’ân “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışıp anlaşasınız diye, sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Fakat iyi bilesiniz ki Allah katında en değerli olanınız, takvaca en üstün olanınızdır” (Hucûrat sûresi, âyet:13) derken millet ve kabilenin varlığını bir realite olarak kabul etmiş, bunları düşmanlık değil, bir anlaşma ve kaynaşma vasıtası yapmıştır.

1071 tarihi, İslâm idealiyle çıkan Türkmenlere bir anayurt kazandıran muharebe olduğu kadar, yeni bir millet hayatının da başlangıç noktasıdır. Millet oluşumuzu, pek çok milliyetçinin de kabul ettiği gibi, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına –yani ümmet devrinin bitimine- bağlayanlar aldanışların en büyüğüne düşmektedir. Türkçülüğün ilk milliyetçi hareket olarak kabul edilmesi, millet ve tarih kültüründen şuurlu veya şuursuzca uzaklaşmak isteğinin eseridir.

Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçukluları; sanatı, edebiyatı,kültürü, iktisadî yapısı, devletinde yaşattığı en büyük insanlık idealiyle milliyetçiliğimizin en büyük temellerini attılar, Osmanoğullarının milliyetçiliğini hazırladılar. O devirde Batı derebeylik düzeni ve sınıflı toplumuyla eşitsizliğin en ileri safhasında bulunurken, mülk sahibinin Allah olduğuna inanan atalarımız bu görüşleri sosyal ve iktisadî hayatlarına da tatbik ederek, âhenkli bir toplum içinde bir millet hayatı yaşıyorlar, İslâm hukuk ve iktisat düzeninin en iyi tatbikatını yapıyorlardı. Mülkiyet ve emek anlayışlarıyla, vakıflar ve vergi sistemleriyle ideal bir devlet örneği ortaya koyuyorlardı. Osmanlılar yaşattıkları milliyetçilik dâvası ile anavatan dışındaki toraklarda da herkese aynı hizmeti ve adaleti götürdüler. Tarihin hiçbir devrinde sömürgeciliğe yönelmediler.

Milliyetçilik fikrinin bize Tanzimat’la girdiği umumiyetle kabul edilir. Halbuki milliyetçiliğimize başlangıç noktası olarak ne Tanzimat’ı, ne de Cumhuriyeti alabiliriz. O millî tarihimiz kadar eskidir.

Türk Milliyetçiliği ve Batılılaşma, sh: 43-46

Ziyaret -> Toplam : 125,06 M - Bugn : 88537

ulkucudunya@ulkucudunya.com