ASAF HÂLET ÇELEBİ’NİN ŞİİRLERİNDE ÇOCUK, MASAL VE TEKERLEME
Nurullah ULUTAŞ 01 Ocak 1970
ÖZET
Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairlerinden Asaf
Hâlet Çelebi, şiirinde ele aldığı temaların çoğunu çocuksu
bir bakış açısı ve masalsı bir havayla işlemeye çalışır. Ev-
rensel anlamda çocuk sevgisine sahip olan Asaf Hâlet
Çelebi, gerek şiirlerinde gerekse gerçek hayatında bu ço-
cuk yönünü muhafaza eder. O, çocukluğunda dinlediği
masal ve tekerlemeleri yeniden yorumlayarak onları şii-
rine malzeme yapar. Masal ve tekerleme hem ahenk hem
de içerik bakımından onunu şiirini besleye unsurlardır.
Asaf Hâlet’te masala sığınma bazen gerçeklerden kaçına-
rak mutluluğu arama özlemi, bazen sosyal eleştiri bazen
de felsefî görüşlerini somutlaştırmaya yöneliktir. Şiirine
ilham veren masallar yalnız Türk masalları olmayıp Hint,
Dran ve Fransız masalları da onun şiirine kaynaklık eder.
Asaf Hâlet Çelebi, mistik, felsefî ve bireysel temalar ya-
nında; çocuk, masal ve tekerlemeyi de şiirlerinde sıklıkla kullanan
bir şairdir. Şiirlerini, bir masal atmosferi içinde oluşturmayı be-
nimseyen Çelebi, hangi temayı ele alırsa alsın, ona çocuksu bir ba-
kış açısı; masalsı bir nitelik kazandırmayı ihmâl etmez.
Asaf Hâlet Çelebi, şık giyimi, nâzik Türkçesi ve ilginç dav-
ranışları yanında; 1940’lı yıllarda edebiyat mahfillerinin aranılan
şairlerinden biridir. Om Mani Padme Hum adlı kitabında yer alan
şiirlerde ele aldığı imgeler, onda orijini olan imaj haline dönüşerek
nev’i şahsına münhâsır bir görünüm kazanır.
29 Aralık 1907’de İstanbul’un Cihangir semtinde, kendi
deyimi ile, “bahçesi, karışık merdivenler, dehlizler, havuzlar ve tünel-
lerle dolu çok güzel bir konakta” dünyaya gelen Asaf Hâlet Çelebi1,
çocukluğunu Osmanlı’dan izler taşıyan Cihangir’de, masalların
bolca anlatıldığı güzel bir konakta geçirir. Bunun da etkisiyle, ha-
yatı boyunca, çocukluğundan sıyrılamamış olan Asaf Hâlet, şiirle-
rinde daima bir çocuk / şair bakışı muhâfaza eder. Ziya Gökalp’a
göre, “Çocuk Allah’ın nurunu hisseder. O, daima Allah’la bera-
berdir. Bundan dolayıdır ki, çocukluk hayatı en mesut bir zaman-
1 Alangu, 1974, s. 1415.
dır. Bu çağda bütün duygular şiirdir, bütün sesler musîkidir, bü-
tün hareketler rakstır, bütün sözler masaldır, romandır, edebiyat-
tır.”2
Asaf Hâlet Çelebi’nin de yaşamının en mesut dönemi
çocukluğudur. O, hatıralarında yer alan masalları şiirine öz kıl-
mayı becerebilmiş nadir şairlerimizden biridir. Bu sebeple onun
şiiri masal / tekerleme, çocuksu duyarlılık, çocukça bakış, çocuk
sezgisi bakımından yoğun bir şiirdir.
Asaf Hâlet Çelebi, “Kahkaha” şiirinde çocukken dinlediği
masal ülkesine bir sefer düzenlemiş gibidir. Billûr saraylar, çengi
dilârâ’lar, binlerce kaplumbağalar, süslü filler, iç oğlanları, cariye-
ler... bu şiirde iç içedir. Asaf Hâlet, burada dışarıdaki cümbüşün
tersine sarayın içinde sahibi belirsiz bir kahkaha patlatarak âdeta
okuyucuyu korkuyla karışık, büyülü ve çocuksu bir şaşkınlığa uğ-
ratır:
“billûr sarayında çengi dilârâ
bahçede bin kaplumbağa
ve inci ile donanmış fil
(…)
yalnız bir kahkaha
bütün odalarda
her boş odaya girişimde
bir kahkaha
ve çıkışımda
bir kahkaha.” (O.M.P.H. s. 11)
“İkinci Pencere” adlı şiirinde olayları ve nesneleri çocuk
muhayyilesinden izleyen şair, okuyucuyu bulunduğu zamanın dı-
şına çıkararak âdeta bir rüya âlemine götürür. Onun şiirlerindeki
zaman düşten ziyade bilinçaltına ait bir zamandır.3 Onun bilinçal-
tını ise en ziyâde çocukluk hatıraları oluşturur:
“ (…)
ve rüyamda
2 Tansel, 1989, s. 518.
3 “Yaşadığı çağda başka bir zamanı yaşayan şairin şiirsel rezervinin çok
önemli bir kısmını bilinçaltı oluşturur. O bir düş şairi değil bilinçaltı şairidir.
Zira düş geleceğe ayarlıdır ve gelecekle beslenir, bilinçaltı ise geçmişe dö-
nüktür ve geçmişe ait satırların üzerinden bir daha kuvvetli bir tonla geç-
mek ister.” (Akın, 2007, s. 22)
fıskiyenin üstünde
fırıl fırıl dönen insan
kırılmış merdivenlerde
malta taşlarının altındaki tesbih böcekleri
ve yerin altından
çıkan
solucanlar
büyük bademin altında
sohbet ederler
(…)
ve ben
limonluğun içindeki
kırmızı toz dolu sandığı düşünüyorum
pencerede” (O.M.P.H. s. 15)
Şair, bir tasvir çizerek kurguladığı şiire masallarda da gö-
rülen olağanüstülükler katarak başlar: “ve rüyamda / fıskiyenin üs-
tünde / fırıl fırıl dönen insan” dizeleri şiire çocuksu bir bakış açısı
kazandırırken; “ve yerin altından / çıkan / solucanlar”ın “büyük bade-
min altında sohbet” etmesi de şiire ayrı bir olağanüstülük katar. Şii-
rin sonunda çocuk / şairi, pencerede oturmuş, “limonluğun içindeki
/ kırmızı toz dolu sandığı” düşünürken buluruz. Asaf Hâlet Çelebi,
birçok şairde olduğu gibi bilinçaltında yer etmiş çocukluk hazine-
sini, şiirlerine yansıtan biridir. O, her fırsatta çocukluk hayâllerinin
şiirine etkisinden söz etmeyi ihmâl etmez.4
4 “Bir şairin en büyük dinamizmi gençlikse şayet, en büyük malzemesi de ço-
cukluktur. Şiirlerini okuduğumuzda Asaf Hâlet bu düşüncemizi iyice pe-
kiştirir. ‘Alt şuurda kendimi aradığım zaman en ziyade çocukluğumu, ço-
cukluğumun bakir ve ilk tesirlere alışan saf ruhunu buluyorum” diyerek bi-
linçaltı hazinelerine dikkat çeker. Çocukluk günlerini bir masal havası içeri-
sini yaşayıp okuyucuya da bu havayı yaşatmak ister. Çocukluğun rüyaya
yatmış uykularını masala, yetişkinliğin kendinden geçme faslını şiire ham-
leder. “her adımda / sonsuz ben’leri koyuyorum/ boşluğa/ ve yine ben dol-
muyorum’ diyen şairi bu kendinden geçme coşkusu içerisinde ancak dışa-
rıya sızdırdığı ben’iyle tanıyabiliyoruz. Uykuyu gidilecek en uzun yolun
vasıtası kabul eder. Orada kesintisiz renkler ve bitimsiz şekiller vardır.
Ölüm ve uyku ikisi de birbiriyle kesişir, birbirine kucak açar. Biri olmadan
diğeri hiçbir şeydir. Uyku uyuyana kendi masalını rüya ile yazdırır. Ölüm
de hayalin ötesindeki renklerle dolu bir ülkeye götürür insanı. Karanlıktan
aydınlığa uykuyla ve ölümle geçilir.” (Akın, 2007, s. 21)
“Nedircik Yavruları” adlı şiirde, şair, bilinmez bir âlemden
dünyaya gelmiş ve yabancısı olduğu bu dünya karşısında nesne-
leri sorgulayan bir çocuk tavrı sergiler:
“kilimimde namaz kılmaya gelen ayaklar
ve en çok küçük parmakları
beni görmeden üstüme basarlar
şaşarım beni işleyene
kilimimin nakışları
nedircik yavrularına benzer
ki çocukluğumdan beri çok uğraşırım
nedircik yavrularıyla” (O.M.P.H. s. 35)
Şair, olayları ve eşyayı soru anlamlı bir kelimeyle sorgula-
maya başlar. “Nedir?” sorusundan türeyen “nedircik yavruları”
şiire çocuksu bir hava kazandırır. Çocuk, dünyaya geldiği andan
itibaren sorgulamaya başlar. Etrafındaki olayları ve eşyayı anlam-
landırmaya çalışır. Şiirde eşya, teşhis sanatı yoluyla kişileştirilir;
intak sanatı yoluyla konuşturulur. Ancak çocuklar eşyanın ko-
nuştuğunu zannederler. Şair, anlatmak istediklerini masalsı bir
dünyada, çocuk duyarlılığı ve sezgisiyle aktarmayı tercih eder.
Gerçek anlamda sanatçı olmak da ancak çocuk duyarlılığına ve
saflığına sahip olmakla eşdeğerdir.5 Bu duyarlılık bilinçaltında yer
ederek özellikle sanatçılarda ilham vazifesi görür. Asaf Hâlet Çe-
lebi’nin şiirlerinin ilhamı da çoğunlukla çocukluğundan beslenir.6
5 Bu masalsı dünyanın arkasında bir çocuk duyarlılığı gizlidir. Gerçek an-
lamda sanatçı olmak ancak çocuk olmakla, içinde yitirilmemiş ama büyük
ölçüde ussallaştırılmış ya da yeniden usla gözlemlenmiş bir çocukluk taşı-
yor olmakla olasıdır. Çocukluğumuzun ilk örnekleri sanatta kurucu ve
açıklayıcı ögeler olarak etkindirler. Sanatın öngörüsü elbette her şeyden
önce çocuk ruhsallığının öngörüsüdür. Çocuk deşici bir bakışla bakar, tıpkı
sanatçı gibi. Çocuk olmak dünyanın keşfine çıkmış olmaktır, tıpkı sanatçı-
nın yaptığı gibi. Asaf Halet Çelebi de besbelli çocukluğunun izlenimlerini
canlandırarak bir masal dünyası kurar: insanı görmek ve göstermek için.”
(Afşar Timuçin, “Gene Asaf Halet İçin”, 19 Ağustos 2007,
http://www.tgc.org.tr/yazi.asp?gid=479)
6
“Çelebi’nin şiiri bilinçaltının çocukluk imgeleriyle örülü katmanlarıyla
dolayımlanarak gündelik pratik yaşamın gerçeklerine ve bireysel kişisel
ilişkilerine bağlanarak felsefî olan ana gövdeye eklemlenirler. Şiirin yazıl-
“Şefkât” adlı şiirinde, Çelebi; evrensel bir baba kimliğiyle
çocuk sevgisini işler. O, bu şiirinde hangi soydan geldiğine bak-
madan bütün dünya çocuklarını sevmekten bahseder:
“başkasının çocuğu da olsan
sen bir insan yavrususun
bir insan yavrusu sevmek istiyorum
ağzı
burnu
kulağı
ve sıcak kanı olan
ve uyuyabilen
bir insan yavrusunu
uyu
çocuk
uyu
dizimde” (O.M.P.H. s. 54)
Asaf Hâlet Çelebi, her ne kadar bireysel ve mistik temalı
şiirleriyle ünlense de şiirlerinde zaman zaman toplumsal mesajlar
vermeyi ihmal etmez. “Şefkât” şiirinde de şairin hümanist bir
yaklaşımla insanlığa olan sevgisini ele aldığını görürüz. Çocuk, in-
sanlığın geleceği olarak, zayıf yapısıyla, saf duygularıyla, algıla-
dığı dünya görüşü ve duygusal zenginliğiyle sevgiyi ve şefkâti en
fazla hak eden varlıklardan biridir. Şair, şiirinde bu savunmasız
varlığı kategorize etmeden bütün içtenliğiyle dizinde uyutmanın
hazzını yaşamaktadır.
“Kedi” şiirinde ise, kedisini çok seven fakat onu kaybet-
tikten sonra âdeta bütün varlığını kaybeden çocuğun iç dünya-
sında yaşadıkları, psikolojik tahlil gözetilerek anlatılır:
“tavan arasına kaçan çocuk
erik ağacından görünen göğü düşünür
akşamın acısı içine çökünce
uyur
benim küçük bir kedim vardı
ahmak bir ayak ezdi
ması gibi, okunması da sezgiden çok yorumu gerektirmektedir.” (Oktay,
1993, s. 563)
benim en güzel çocukluğumu
ahmak bir ayak ezdi
(…)
küçük kedim
molozlu sokakların ağır uykusundan gerin
bilirim ki sen
bu çöplükten değilsin
benim gibi garipsin
ikimizin de unuttuğumuz
kuşları bol
ağaçları bol bahçelerdensin
koca duvarlı sokaklarda sıkılmışsın
ve canından bıkmışsın” (O.M.P.H. s. 60)
Asaf Hâlet, “Kedi” şiirinde, bir çocuğun hayvan sevgisini
anlatırken şehirleşmeyi, betonlaşmayı ve insanın tabiata verdiği
zararı eleştirmeyi de ihmal etmez. Şiirde, betonlaşmadan sıkılan
varlık aslında kediden ziyâde çocuk (şair) tur. Şair, duygularını
kediye yansıtarak toplumu yargılar. Çarpık yapılaşma, ormanların
yok edilmesi, insanın robotlaşması yardımcı düşünce olarak şiirde
işlenir. Şair, çocuk ve kediden yola çıkarak modern yaşamı sorgu-
lar. Modern yaşamın sunduğu olanaklar, çocuğu masalsı dünya-
sından uzaklaştırarak, özgürlüğünden kopararak robot gibi yaşa-
maya mahkûm etmiştir. Kedi de tabiatın bir unsuru olarak bu bo-
zulmadan nasibini almıştır. Şair, kediyle söyleşerek insan / hayvan
arasındaki duygusal yakınlığa da ayrıca işaret eder.
“Ömer Çocuk” adlı şiir Asaf Hâlet’in, ikinci hanımından
oğlu Ömer için yazdığı ninni-tekerleme tarzı bir şiirdir. Masallar,
nasıl tekerlemeyle başlıyorsa, şair de şiirinde masalsı bir hava
oluşturmak amacıyla şiirine tekerleme görüntüsü verir. Çocuğun
dünyasına girmek için belki de en güzel yolu seçer. Bu yaklaşım
biraz da okuyucuyu şiire hazırlamak içindir:7
7 “Masalbaşı tekerlemesi, bir tarifiyle, Karagöz oyunu başlamadan önce per-
deye konulan gösterme’lere benzer. (…) Tekerleme, dinleyicisini hazırlarken,
ona masal dünyasının bir çeşit kılavuzluğunu yaparken, masalın anlatacağı,
anlatamayacağı birçok gerçekleri şaka, oyun kılığında, bazı bir anlık çıkın-
tılarla, bazı da kelimelerin ve söz zincirlemelerinin yüklendiği çağrışım gü-
cüyle kavratır. Asıl masal- ayrıntılardan ne kadar sıyrılmış da olsa- başı
sonu olan bir insan macerasını anlatmakla görevlendiği için, yapısı icabı, az
“ay dede
ay dede
ömer çocuk nerede
ne derede
ne tepede
uzak bir in içinde
(…)
ömer çocuk odamda yok
bu damda yok
kucağımda
koynumda yok
bu içimin içinde var”
(O.M.P.H. s. 64)
“Şefkât” şiirinde sevgisini tüm dünya çocuklarına yansıtan
şair, bu şiirinde oğluna olan sevgisini tekerlemelerle ve çocuksu
bir dille anlatır. Asaf Hâlet, Yahudi olan ilk karısı “Rosi”den ayrıl-
dıktan sonra, kuzeni Nermin Çelebi’yle evlenir. Ömer, onun bu
karısından doğan çocuğudur. Nihat Kuşlu, 1948 yılında Asaf Hâlet
Çelebi’nin çocuğu ile ilgili fıkra ve karikatürler yayınladığını söy-
ler.
Ömer Çelebi, babasının ölümünden 7–8 yıl sonra henüz 18
yaşındayken menenjit tüberkülozuna yakalanarak ölür.8 Bu şiir,
Asaf Hâlet Çelebi’den oğluna yadigâr kalan tek şiirdir.
Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirinin eksenini “masal”lar oluştu-
rur. “Dilimize ‘masal’ olarak geçen ve Arapça bir sözcük olan ‘me-
sel’in İngilizcesi ‘tale’, Fransızcası ‘conte’, Almancası ‘marchen’dir.
Değişik bölgelerimizde metel, metelok, mesel, mesele, meselok,
nağıl, cirok, çerok, hikkoye, sanık, sanıka olarak da söylenen ma-
sal; (...)9 Türkçe Sözlük’te: “Genellikle halkın yarattığı, ağızdan
ağza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla insanların veya
sözle her şeyi birden sunmaya elverişli değildir; yer yer şiirli ifade ile süs-
lenmiş de olsa, nesirdir. Tekerlemede, yer yer nesrin kolaylıklarından fay-
dalanan bir şiirin kesifliği, sürati ve kıvraklığı vardır; onda sözün çağıltısın-
dan gelen tadı, kelimelerin baş döndürücü canbazlıklarının verdiği heye-
canlı iç-ürpermesini duyarız; bazı, bir tek kelimenin açıverdiği engin ufukta
hayalimize at oynatacak meydanı buluruz. Bir tek masal insan ve toplum
gerçeğinin bir köşesini aydınlatıyorsa, tekerleme bize bir anda bu gerçeğin
tümünü birden kavratabilir.” (Boratav, 1987, s. 123-124)
8 Kuşlu, 1958, s. 3.
9 Boratav, 2001, s. 1.
tanrıların başından geçen, olağan dışı olayları anlatan hikâye.”10
olarak tanımlanır. Asaf Hâlet Çelebi, çocukluğunda kendisine ma-
sal anlatan kadınları sıralarken Servet Hanım, Ziynet Hanım,
Mehveş Kalfa ve Bandırmalı bir hanımdan bahseder.11 Dinlediği
masallar Asaf Hâlet’in kişiliğine de yansır. Toplum içinde bir ma-
sal kahramanı gibi davranan Asaf Hâlet, çocuklara yaklaşımında
da aynı tavrı sergiler. Çocukluğunda çok güzel türleriyle karşılaş-
tığı ve çok sevdiği masal, daha sonra onun şiirlerinin temel taşı
olacaktır. O, başkaları tarafından bir hayâl olarak algılanan masal
âlemini, gerçek bir dünya olarak ele alır ve kendisini masal kah-
ramanlarıyla özdeşleştirir. Asaf Hâlet’e göre “masal”, geceleri in-
sanların zamanlarını geçirmek üzere birbirlerine anlattıkları eğ-
10 Türkçe Sözlük, 1988, s. 992.
11 “Muhakkak ki, benim çocukluğum çok güzel masalların söylendiği bir de-
vir idi. Bunda biraz da, benim hayatımdaki tesadüf ve imkânların da tesiri
olmuştu. (...) çocukluğumda masal en çok sevdiğim şeydi. Belki de, her ço-
cuktan daha büyük alâka ile dinlerdim. O zamanlar hayallerle karışan ha-
kikatler bu kadar sert, çirkin ve maddi görünmezdi. O zaman hakiki bir şiir
âleminde yaşardım. O zaman sevgiler, korkular, iştiyaklar hep bu masal
dünyalarının anbarlarından akseden ışıklar içinde bana gelirdi. Onlar ben-
den bir parça, daha doğrusu ben onlardan bir cüzdüm.
Demir âsâ, demir çarıklı dertli, Şehzâde bendim. Kafdağlarına giden, ejder-
halarla döğüşen bendim. Huysuz ve hilekâr dilâralar, talihsiz turunç gü-
zelleri, esrarlı benli Bahriler, korkunç iğci babalarla akıllı küçük kız, adı
Bahtiyâr olan bedbaht, dağdan dağa gezip elbiseleri çalılarda yırtılan, kan
revân içinde uzaklaşan sultan hanım, ne bileyim öyle çok nevilere mensup
bütün bu insanlar kafilesi hep benim etrafımda yaşayan mahlûklardı.
Ağaçlı bir yerde bir çeşme görsem bu mutlaka bir masaldan çıkmıştı. Gör-
düğüm eski bir konak muhakkak ki, Bahtiyâr’ın konağıydı. İçinden sedef
kakmalı gümüş nâlınları ile salına salına cariyeler çıkıp, çeşmeye su dol-
durmaya gideceklerdi. Çiçekli bir daldan bir bahçe duvarına konan bir kuş,
bir anda silkinip bir insan olabilirdi. Memleketimin insanlarında ve manza-
ralarında muhakkak masallarımdan bir parça yahut masallarında memle-
ketimin akseden aynaları vardı. Onlar için sonsuz bir sevgi duyuyordum.
(...) Servet Hanım o çetrefilli diliyle o kadar güzel masallar anlatırdı ki... Bu
masallarda pırıl pırıl güneşli denizlerle muhteşem eşyaları olan saraylar,
geceleyin eriyen mumlar, fesi küçük şehzâdeler, inanılmayacak garabetlerle
dolu bir dünya, alışılması güç hayaller vardı. Fakat ben onlara alışmıştım.
Bu masallar rüyalardaki gibi, sonsuz değişik hayallerle dolup taşardı. Fakat
hepsinde bitmez bir hazine saklı gibiydi. Daima teessüf edilen, kaybedilen
ve geri gelmeyen bir şey vardı onlarda.” (Çelebi, 1960, s.13)
lendirici hikâye olmaktan ziyâde; kültürün oluşumunda yer alan
gerekli yapı taşlarından biridir.12
Onun masal unsurunu kullandığı şiirlerin başında zengin
çağrışımlarıyla şiirde önemli bir imge olan “Ayna” şiiri gelir.13
Kitabında yer alan “Ayna” isimli iki şiir de aynı tema etrafında
birbirini tamamlayan şiirlerdir.
Bu şiirlerde göze çarpan “Çin padişahının kızı” imgesi ge-
rek Türk masalları gerekse İran, Irak, Afganistan ve Hint bölgesin-
deki masallarda sık karşılaşılan bir masal sembolüdür. Birçok ma-
salın ana kahramanı rüyasında Çin padişahının kızını görür; ona
âşık olur ve onun peşinden giderek çeşitli maceralara atılır. Bu
sembol etrafında da “Nigâr-ı Çîn” şiiri kurgulanmıştır. Bu üç şiir
birlikte değerlendirildiğinde Asaf Hâlet’in “ölüm” temasını bile
12 “(...) Milletlerin teşekkülünde hususî bazı masallar onları bir araya toplama-
mış mıdır? Her milletin kaynaklarında kendilerine mahsusu “mythe”leri
yok mudur? Finlerin “Kalevelâ”sı, Türklerin “Oğuznâme”leri, Cermenlerin
“Tanhauser”leri ve eski Yunanlıların o bitip tükenmez şiir ve güzellik dün-
yaları olan mitolojileri bütün bu milletleri yapan unsurlardan biri değil mi-
dir?” (Çelebi, 1960, s. 12)
13 “Aynanın da birçok kültürde farklı çağrışımlara ve hayallere sahip yegâne
müşahhas malzemeler arasında yer aldığı düşünülmektedir. Çünkü ayna
insanlar için geçmişten bu yana önem arz eden nesneler arasındadır. Ay-
nalar hem günlük hayatta kullanılmış hem de dönemlere ve kültürlere göre
farklı özel amaçlar için kullanılmıştır. Mısır kadınları dinî törenlerde ayna
taşırlarmış ve tanrılarına sundukları hediyeler ararsında aynada yer alır-
mış. Ortaçağ İslâm sanatında da aynanın döküldüğü maddenin cinsine
göre sahibine şans ve şifa verdiğine inanılmıştır. İslamî döneme ait bazı ay-
nalar da yıldızlara ait semboller ve bazı hayvan figurleri ile süslenmişler-
dir. Bu aynaların uğurlu aynalar olduğu düşünülmüştür. Kısacası ayna bir
nesne olmanın ötesinde birçok kültürde dinî, sembolik manalar kazanmış
ve farklı bir hüviyete bürünmüştür. Birçok dinde ayna, İlahî aklın göster-
gesi olarak kabul edilir. Müslümanların ve Hristiyan ruhanilerinin kabul
ettiği bir gerçek ise insan kalbinin Allah’ı yansıtan bir ayna olmasıdır. Bu-
dist ve Taoist rahipler de benzer görüşleri benimserler. Mesela Budistlere
göre kalp aynası Buda’nın tabiatını yansıtır. Taoistlere göre ise gökyüzü ve
yeryüzünü yansıtır. (…) büyük ölçüde şair aynayı kültürel birikimi ve iç
âlemindeki zenginliği gösterecek şekilde müşahhas bir malzeme olarak
kullanmıştır. Ayna ile ölümü ve öte âlemi anlatmıştır. Fakat bunu birçok
farklı masal unsurları ile bir nevi farklı bir dünya oluşturarak sağlamıştır
denilebilir. ( Çakar, 2008, s. 18)
şiirlerinde masal unsurlarıyla ele aldığını görürüz.14 “Çin padişahı-
nın kızı” bu şiirlerde “Ölüm”le özdeşleştirilir.15
“bana aynada bir sûret göründü
benden başkası
bilmem memleket-i çînden midir
ya mâçînden mi
sordum kimsin diye
bir kahkaha atıp
ben çîn padişahının kızı
çoktandır âşıkınım
dedi
(…)
ancak bir gün
hayalin gibi seni de
bu aynanın içine alıp
kaybolacağım” (O.M.P.H. s. 26)
İkinci “Ayna” şiiri de ilk şiire yakın imgelerle oluşturul-
muştur. Bu şiirde anlatıcılık fonksiyonu şaire geçmiştir:
“(…)
seni buldum
artık hiçbir şey istemem
14 Asaf Hâlet kendisine “ölümle alâkalı bir soru soran Nihat Kuşlu’ya şöyle ce-
vap vermiştir: “Ayna” isimli şiirimde “ölüm”ü bir masal sembolü içinde
anlatmak istediğimi biliyorum. Burada çin padişahının kızı olarak ayna-
larda bizi başka bir âleme dâvet eden ölüm, bilmediğimiz bir yaşayışın
sembolüdür. Ölüm daha ziyâde buradan daha az kesif, daha başka, daha
güzel bir şeydir. Fakat belki bundan daha güzel de bir şey olduğu kadar
ölümden ayrılmayan bir şeydir.” (Kuşlu, 1958, s. 7)
15 “Çin padişahının kızı ve Maçin, uzak bir aşktan ziyade, şairin bu yazıda
bahsettiği ölüm ülkesi ve ölüm meleğini sembolize eder. Bu tespitte
Bachelard’ın da dile getirdiği su ve Narkissos ilişkisini hatırlamalıyız.
Narkissos, narin ve saftır. Çıplaklığı, masumluğu, saflığı sularda kendisine,
onu kendi varoluşuna sürükler. Ama bu sürükleniş anında Narkissos, aynı
zamanda ölümü de hatırlar. Çünkü akış halinde olmayan duru su, ölümü
hatırlatır. Kendini dünyanın merkezine yerleştiren her insan gibi Narkissos
da ölümle birlikte çocukluğunu sudaki, yani aynadaki yansısında bulur.
“Bazen ölüm’ün karşısında bile masallarımdaki Çin padişahının kızı ortaya
çıkar ve beni aynaların içinde geçirerek masalların çok olduğu ölüm diya-
rına götürür.” (Çelebi, 1998, s. 463)
küçük câriyem nigâr-ı çîn
uzat ellerini
aynaların dışına çıkalım” (O.M.P.H. s. 28)
“Nigâr-ı Çîn” şiirinde ise Şair, kendisini öte dünyaya götü-
ren bu masal kahramanını tasvir edecektir:
“çîn-ü-mâçîndeki Nigâr
gezer bendeki diyârda
güler bende
nigâr
(…)
o diyar ki onda acayipler olur
ve ordaki nigârı
kimse bilmez”
(O.M.P.H. s. 56)
Asaf Hâlet Çelebi, yukarıdaki şiirlerde ölüm olgusunu
ekzistansiyalist (Varoluşçu) bir bakış açısıyla irdelerken, insanı
bekleyen bu sona masalsı bir fon kazandırmayı ihmal etmez. Ma-
salı oluşturan özelliklerin başında zamanın belirsizliği gelir. Yuka-
rıdaki şiirlerde geçen zaman da belirsiz bir zamandır. ‘Çîn-ü-
mâçîndeki diyâr’ olarak şiire yansıyan mekân masallarda öne çı-
kan hayâlî ve belirsiz bir mekândır. Dinleyici, sahip olduğu kültür
birikimine, geleneğe ve yaşadığı coğrafyaya uygun olarak bu ha-
yâlî mekânı zihninde canlandırır. Bu belirsizliği şiirde en güzel bi-
çimde sağlayan imge ise ‘ayna’dır.16 Şair, yaşadığı anın mutsuzlu-
ğundan kurtulmak ve çocukluk döneminin masallarla dolu, saf ve
mutlu günlerine dönmek amacıyla çîn padişahının kızından yardım
16 “Asaf Hâlet’in çocukluk intibâları ve masal ilişkisini ayna imgesiyle şiirle-
rine taşımasını açıklayabiliriz. Asaf Hâlet’te ayna ve masal motifini ta-
mamlayan bir unsur olarak karşımıza çıkan “ben” imgesi, ben’in hiçliğe sü-
rüklenmesi olarak değil; aksine tamamlanmışlıkla, bütünlükle birlikte anla-
şılır. Bu, ben’in içinde bulunduğu zamanı kavramasıyla mümkündür. Bu
da Asâf Halet’in içinde yaşadığı zaman dilimine değil de daha çok masalsı
bir zamana ihtiyaç duymasını açıklar mahiyettedir.
Divan şiiri ve şiirde zamanın tek başına bir gerçeklik değeri taşımadığı aşi-
kârdır. Asaf Halet’te zaman sembol ve tema eşiğinden sıyrılarak bir imgeye
dönüşür. Bu imgeleştirme yine masal unsurunun da yardımıyla metafizik
nitelikler taşır. Asaf Halet’in hemen her şiirinde masalın zamanla ilgili ta-
savvurlara rastlamamız mümkündür. Zaman sayılan, ölçülebilen bir sü-
reçler toplamından çok an’a geçmiş’e ve hiç şüphesiz belirsizlik zamanına
tekabül eden bir anlayışla açıklanır.” (Orhanoğlu, 2007, s. 18)
ister. Yukarıda alıntılanan her üç şiirde de masal sembollerine
bolca rastlamak mümkündür. “Ayna” şiirinin ilkinde geçen:
“Ayna, memleket-i çîn, çîn padişahının kızı”; ikinci şiirdeki: “küçük câ-
riyen, nigâr-ı çîn, ayna, zaman zamanın dışında, hayal dolabı” ve
“nigar-ı çin” şiirinde geçen: “çîn-ü-mâçîndeki nigâr, bendeki diyârda,
sefine, deryâ-yı-nâz” imgeleri masalsı unsurlar olarak şiirdeki yerini
alır.
Birçok şairden farklı olarak Asaf Hâlet Çelebi’de ayna im-
gesi, ikiliğin; ama daha çok varlığın belirsizliğinin gerekçesi yahut
aracıdır. Ayna, aynı zamanda bu ikizliğin birleşme isteğidir. Bu-
rada belirlilikle belirsizliğin oluşturduğu dualizm olarak tasavvur
edeceğimiz ayna, çoğu zaman düşlerin de belleğidir, mekânıdır.
Dolayısıyla aynadan taşan her biçim, bu bilinçaltından dışa taşan
anıları, düşleri, istekleri içinde barındırır. Mitolojiye, masal ve ef-
sanelere yaslanan her sanat eserinin bilinçaltından mutlaka yarar-
lanması düşüncesinden hareketle17 Asaf Hâlet’in şiirlerindeki ayna,
eşyayı saf bir çocuğun muhayyilesiyle değerlendiren bir vasıta-
dır.18
Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirlerinde yoğunlukla tercih ettiği:
“nigâr-ı çîn / nigâr-ı çînin içinde / zaman zamanın dışında / hayal hayal
içinde”; “kimisi sefine / kimisi deryâ / deryâ-yı-nâz / kimisi bulut / kimisi
bağ” gibi ifadeler de masalların başında ve sonunda tekrarlanan
tekerlemeleri hatırlatır. Tekerlemeler genel olarak masallarla ilgili
bir kavram olduğu halde özelde masaldan ayrı bir nitelik de göste-
rir. Şair, yukarıdaki şiirlerde göze çarptığı gibi tekerlemeleri hem
masal unsuru olarak hem de şiire ahenk kazandırmak için kulla-
nır. Başka bir deyişle, masal motifini şiire aktarır.
Şair, “Kadıncığım” şiirinde, İslâm anlayışıyla da paralellik
gösteren, kadının erkeğin oyluk kemiğinden yaratılması anlayışına
telmih yapar. Okuyucuyu, masal kahramanı olmadığı zaman ev
işlerini yapan kadın tipiyle karşı karşıya bırakır. Saçından üç tel
17 Borges, J. Luis, 1998, s. 68
18 “Gerçeküstücü tavrı ile farklı bir yerde duran Asaf Hâlet Çelebi, masalsı im-
gelerindeki zenginliği ile sanki ilk defa görmüş, dokunmuş gibi aynanın
evreninde gördüklerini bir “tabula rasa” olarak algılar ve bunları Türk şii-
rine bir çocuğun saflığıyla taşır.” (Orhanoğlu, 2007, s. 19)
koparılan kahramanın uyuması veya tüm gücünü yitirmesi de ma-
sal unsuru olarak şiirdeki yerini alır.
“oyluk kemiğimi çıkartıp
kendime bir kadıncık yaptım
ve bir şamar vurup
rafa oturttum
ben evden çıkınca
kadıncığım yemeklerimi pişirdi
söküklerimi dikti
ve akşam olunca
korkusundan
çıkıp rafa oturdu
geceleri kadıncığımın dizine korum başımı
ve üç kıl koparınca
uyurum” (O.M.P. H. s. 13)
Asaf Hâlet Çelebi, “Kadıncığım” şiirinde Hz. Havva’nın
yani ilk kadının, Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden yaradılmasını
hatırlatarak şiire girer. Daha sonra masallarda görülen peri kızla-
rını şiire sokarak örgüyü süsler. Masallarda çoğu kez bir diken
parçası (kaburga kemiği)’ndan vücûda gelen ve masal kahramanı
evden çıktıktan sonra kadınlığına dönen, evi temizleyen, yemek
pişiren, sökükleri diken, masal kahramanı eve döndüğü vakit tek-
rar diken haline dönen kadından bahsedilmektedir.19 Daha sonra
bu masal perisi kahramanın gönlünü çalacak, saçından üç kıl ko-
pararak onu güçsüz bir hâle bırakarak muktedir olacaktır.
“Yamyam” şiirinde şair, masal dünyasına giden bir çocu-
ğun uykudayken hissettiği yok olma korkusunu çocuk masum-
luğu çerçevesinde ele alır:
“zaman zamanına dönsün
hasta çocukları yiyen
kromanyon adamı
kovuklardaki yılanları
taşların altındaki böcekleri ye
yalnız
sakın beni yemekten
mağaranın hasta çocuğu zehirlidir (…)” (O.M.P.H. s. 20)
19 “Perili El” masalında da olağanüstü özelliklere sahip bir peri kadınla
karşılaşırız. (bkz. Güney, 2005, s. 87)
Asaf Hâlet Çelebi, bu şiirine de masallardaki tekerlemeleri
andıran ve belirsiz bir zamanı imleyen “zaman zamanına dön-
sün”dizesiyle giriş yapar. Masallarda, “Zaman zaman içinde, evvel
zaman içinde, zamanın birinde, zamanlardan bir zaman …” biçi-
minde geçen tekerlemeyi “zaman zamanına dönsün” biçimine dö-
nüştüren şair, ilk insan tipi olan kromanyon adam ve yamyam kadın
unsurlarıyla şiiri masala daha da yaklaştırır. Mağaranın hasta ço-
cuğu / şair, çocuksu bir masumiyete bürünerek kendine zarar ve-
rilmemesini ister. Asaf Hâlet’in birçok şiirinde olduğu gibi bu şiiri
de rüyada yaratılmış gibidir. Kromanyon ifadesi, hayvani özellik-
lerinden sıyrılmış ve bugün sahip olduğumuz türe en yakın insan
türünü tanımlayan bir ifade olarak şiirde geçer.20
Asaf Hâlet Çelebi, “Kuşa Görünme” şiirinde de birçok ma-
salda görülen esrarengiz kuş motifine atıfta bulunur. Bu kuş
muhtemelen birçok masalda karşımıza çıkan zümrüdüanka kuşu-
dur.21 “Bahtiyar” şiiriyle birlikte değerlendirmemiz gereken bu
şiirdeki kuş, “Bahtiyarnâme”22
adlı masaldan Asaf Hâlet’e mül-
hem olan bir imgedir.
20 “Beyaz ırkın Avrupa’da ilk rastlanan kalıntılarıdır. (…) Bunlar ren çağından
kalma homo sapiens’lerdir, dolikosefal ve uzun boy özellikleriyle, beyaz
ırkların prototipini temsil ederler. Batı Avrupa’da ve Akdeniz’in batı kıyıla-
rında oturdukları sanılır.” (Meydan Larousse (Büyük Lûgat ve Ansiklopedi),
1990, s. 84)
21 Araplar’ın ankâ, İranlılar’ın simurg adını verdikleri; Türkçe’de ise her iki
şekliyle birlikte zümrüdüanka olarak da adlandırılan Ön Asya efsanelerin-
deki bu kuş, pek çok kaynakta birlikte ele alındığı Batı’daki Eski Mısır kö-
kenli phoenix ve İslâmî çevrelerdeki hümâ / devlet kuşundan tamamen,
Hint mitolojisindeki garuda ile Altay mitolojisindeki çift başlı kartaldan ise
kısmen farklı özelliklere sahiptir. (İslâm Ansiklopedisi, 1991, s. 198, Damar,
2007, s. 408)
22 Türkçeye, Arapça ve Farsçadan yapılan çevirilerle kazandırılan bir masal-
dır. Masalda Padişah Azadbaht’ın oğlu Bahtiyar’ın başından geçenler anla-
tılır. Masalda babasından ayrılmak zorunda kalan sonradan saraya gelen
Bahtiyar’ı kıskanan vezirler, Bahtiyar’ı üvey annesine göz koymakla ithâm
ederek, zindana attırırlar. Zindanda bir kuşla arkadaş olan Bahtiyar, idam
edilmeden önce anlattığı hikâyeler sayesinde idamdan kurtulur. Oğlunun
koluna bağladığı mücevherden onu tanıyan babası onu tahta oturtur. (İslâm
Ansiklopedisi, 1991, s. 524; İslâm Ansiklopedisi, 1997, s. 16)
“her sabah nafakamı getirir bir kuş
nereye kaçayım
o kuşun elinden
kuyulara saklansam
kuyulara girer
tavan aralarına kaçsam
tavan aralarını bilir
tabutlukta yatsam
gelir beni bulur sabahları
gel kız
tabutluğa gir benimle
memelerin kan içinde
bacakların yaralı
nafakamı beraber yiyelim
ve paçavraların ısıtmıyor diye bana sokul
gel kız
tabutun içinde yat benimle
yalnız kuşa görünme sabahları” (O.M.P.H. s. 24)
“Bahtiyarnâme”, Hindistan kaynaklı bir masal olup, İslam
dünyasında Gemici Sinbad, Denizci Sinbad veya Bahtiyar adlı
isimlerle anlatılan bir masaldır. Şiirde geçen kuş da birçok masalda
anka kuşu olarak tanıtılan olağanüstü özelliklere sahip esrarengiz
kuştur.23 Bu bağlamda şiirdeki kuşla başka masallardaki kuşlar
arasında bir ilgi kurmak da mümkün olabilir. “Kuşa Görünme”
adlı şiirde de masal kahramanları günlük hayatın içine girmişler-
dir. Şairin bu kez gönderme yaptığı masal, Bahtiyarnâme’de geç-
mektedir. Masalın kahramanı olan kuş, tabutlukta sakladığı Bahti-
yar adlı delikanlıya her sabah gagasıyla yiyecek taşımıştır. Ancak
delikanlı, günün birinde, kuşun izni olmadan, gizlice bir prensesle
evlenir ve onunla birlikte, tam bir sene güvercinin getirdiği yiye-
cekleri yiyerek tabutlukta yaşar. Delikanlı, bir sene sonunda ta-
butluktan çıkıp prensesin konağına gider. Gerçeği öğrenen kuş,
Bahtiyar’ın bulunduğu konağın penceresine gelir ve ona beddua-
lar ede ede ölür. Bu şiirde, kendisini delikanlıyla özdeşleştiren şair,
sevdiği kıza kuşa görünmemesini, aksi takdirde, kuşun kıskanç-
23 (bkz. Radloff ve Kunos, 1998)
lıkla onu öldürebileceğini söylemektedir. Şiirde masalın sadece bir
bölümüne gönderme yapılmaktadır.”24
“Beddua” şiiri, “Kuşa Görünme” şiirinin devamıdır. Yuka-
rıdaki şiirde geçen Bahtiyar’ı besleyip büyüten anka kuşu, onu
prensese kaptırınca hayâl kırıklığı ve ümitsizlik duyguları içinde
delikanlıya beddua eder:
“kendi göklerimden indim
kendi duvarlarıma
konduğum duvarlar yıkılsın
bahtiyâaar
(...)
seni bahçelerimde uyuttum
seni duvarlarımda sakladım
havuzlarıma güneşler vurduğu zaman
gözlerini açıp bana gülerdin
bahtiyâaar
yazık sana verdiğim emeklere” (O.M.P.H. s. 23)
Her iki şiirde de görüldüğü gibi, kuş insan gibi konuşabi-
len, duvarlardan geçebilen, bir insan yavrusunu delikanlılığına
kadar besleyebilen olağanüstü bir varlıktır.25 Hepsinden önemlisi
24 Asaf Halet’in yeğeni Ahmet Cafer Çelebiler, amcasının bu şiiri yazdığı yıl-
larda Musevi asıllı olan ilk eşiyle ciddi sorunlar yaşadığına ve ailesinin
böyle bir evlilik yapmasından ötürü şaire büyük tepki gösterdiğine dikkat
çekmektedir. Nitekim şair, bu şiirin yayımlandığı tarihten (Gün gazetesi, 24
Mayıs 1941) iki yıl sonra, evliliğini noktalamıştır. Asaf Halet’e ilişkin bu
bilgi, onun masalla gerçeği birleştirebilen bir şair olduğunu göstermesi yö-
nüyle dikkat çekicidir. (Demirkıran, 2007, s. 24)
25 “Masalcı, masalın ortalarında da olağanüstüyü, gerçek dünyanın içine
aktarmak için başka yöntemlere başvurur. Bu yöntemlerden birincisi, fan-
tastiğin insancıllaştırılmasıdır. Hayvan masallarının kahramanları ya da
Rabelais’nin kişileri gibi, devler, cinler, periler, yırtıcılıkları, abartılmış
boyları bosları, sık sık şekil değiştirme yeteneklerinin dışında, insancıl bir
düzeye indirgenmişlerdir. İnsanlar gibi, iki ahlâksal kategori gösterirler: İyi
ve kötü. İnsanlarla olan ilişkilerinde de her şey insan toplumlarındaki gibi-
dir. Hepsi insanların dilinden konuşur. Devler, canavarlar aile hayatı sür-
dürürler, kimileri çiftçilik yapar, kimileri avcılıkla geçinir. Periler, başla-
rında kralları, kraliçeleri, prensler, prensesleriyle bir topluluk oluştururlar,
insanlarla evlilik bağı kurabilirler. Bu insanüstü varlıkların dünyasında hü-
hem vefa duygusuna hem de kıskançlık duygusuna sahiptir. Ma-
salın orijinalinde Bahtiyâr, masal boyunca çeşitli zorluklarla kar-
şılaşsa da kuşun yardımıyla bu zorluklardan kurtulur. Bahtiyar,
kendisine yardım eden kuşu bırakıp, prensesle yaşamayı tercih
edince, şair / kuş çaresizlik ve tükenmişlik içinde Bahtiyar’a bed-
dua eder.26 Bu şiiri tahlil eden Mehmet Kaplan, şiiri şairin bilinçal-
tıyla özdeşleştirir.27
Asaf Hâlet’in masal ve tekerleme olgularını kullandığı bir
diğer şiiri “Nûrusiyâh” şiiridir. Şiir, gerek kurgu gerekse klasik
öyküleme evrelerinin oluşumu bakımından sağlam bir şiirdir28:
küm süren hukuksal, ahlâksal, duygusal kurallar, insanların dünyasında-
kilerden farklı değildir. (Boratav, 1983, s. 277)
26 “Bu sözler, aslında psikolojik bir durumun, bir bilinçaltı serüveninin açıkla-
masıdır. Şair, geçme ya da ilaçla uyuşturulma durumunda bir insanın ya-
şayacağı ruh halini anlatmaktadır. Dahası, son dizeler sadece masalsı bir
hava taşıyan tekerlemeleri değil, aynı zamanda bir sayıklama halini çağrış-
tırır niteliktedir. Nitekim şairin kendisi de, şiirde oluşturduğu sesin kökle-
rini masal tekerlemelerinden aldığını, bu sesin şiire “durgunluk, salıntı,
tembellik” havası verdiğini, ayrıca bir nevi sayıklama etkisi yarattığını
söylemektedir.” (Demirkıran, 2007, s. 24)
27 “Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirinde dikkate şayan noktalardan biri, kadının
cinsiyetle ilgili organlarından yaralanmış olmasıdır: ‘Ve paçavraların ısıtmı-
yor diye bana sokul’ mısralarında görüldüğü üzere, kadının âciz durumu şai-
rin onunla daha kolay cinsi temasta bulunması için müsâit bir şart ve im-
kân taşır. Kadının yaralanmış olarak tasvir edilmesinde sâdistik bir tema-
yül vardır.” (Kaplan, 1990, s. 121.
28 Asaf Hâlet’in şiirlerinde sağlam bir teknikle birlikte grift ve çok yönlü bir
bakış vardır. Onun şiir dünyasında şekiller allegorik bir yapı vücûda ge-
tirmek için âdeta kelimeler sûretinde şiire girmişlerdir. “Bu şiir dünyası
arabeske çok benzer. Bu süsleme sanatında da, motifler iç içe geçmiştir. Ve
girift bir görünüşleri vardır. Ama insanı kendilerine çekerler. Çünkü oriji-
nal bir şahsiyetin dünyasından sesler ve renkler getirirler. Bu şiirlerde tek-
nik başlı başına bir mesele değildir. Ama her şiir kendi şeklini bulmak zo-
rundadır. Bu da dili ve geleneği iyi bilmekle mümkündür. Asaf Hâlet kur-
duğu şiir dünyasından o kadar emindir ki, bir konuşmasında bugün bile
ilgi çekici olan şu açıklamayı yapar: “Yeni şiirlerimin bir yerinde şüpheye
düşen olursa, eski şiirlerime bakar bulur, anlar. Çünkü bütün şairlerin ger-
çekte bir tek şiirleri vardır. Bize ayrı ayrı sunulanlar o bir tek şiirin parçala-
rıdır.” (Güngör, 1985, s. 25)
“bir vardım
bir yoktum
ben doğdum
selimi sâlisin köşkünde
sebepsiz hüzün hocamdı
loş odalar mektebinde
harem ağaları lalaydı
kara sevdâma
uyudum
büyüdüm
ve nûrusiyâha ağladım
nûrusiyâha ağladığım zaman
annem sûzudilâra idi
ve babam bir tambur
annem sustu
babam küstü
ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım
nûrusiyâaah
nûrusiyâaahhh” (O.M.P.H. s. 22)
Asaf Hâlet, şiirsel ahengini göz önüne alarak bu şiirine de
masal başı tekerlemesiyle giriş yapar.29 Şair, aynı zamanda anlatıcı
fonksiyonunu da yüklenerek otobiyografisini oluşturur: “bir var-
dım / bir yoktum / ben doğdum / selimi sâlisin köşkünde”... Şiiri üç bö-
lümde değerlendirmek gerekir: Birinci bent, şairin doğumu, ikinci
bent şairin çocukluğu veya aşkı, üçüncü bent ise sonsuzluğa ulaş-
ması… klasik öykülemenin serim, düğüm ve çözüm evreleriyle
29 “Masal-başı tekerlemesi, bir tarifiyle, Karagöz oyunu başlamadan önce per-
deye konulan gösterme’lere benzer. (…) Tekerleme, dinleyicisini hazırlar-
ken, ona masal dünyasının bir çeşit kılavuzluğunu yaparken, masalın an-
latacağı, anlatamayacağı birçok gerçekleri şaka, oyun kılığında, bazı bir an-
lık çıkıntılarla, bazı da kelimelerin ve söz zincirlemelerinin yüklendiği çağ-
rışım gücüyle kavratır. (…) Tekerlemede, yer yer nesrin kolaylıklarından
faydalanan bir şiirin kesifliği, sürati ve kıvraklığı vardır; onda sözün çağıl-
tısından gelen tadı, kelimelerin baş döndürücü canbazlıklarının verdiği he-
yecanlı iç-ürpermesini duyarız; bazı, bir tek kelimenin açıverdiği engin
ufukta hayalimize at oynatacak meydanı buluruz. Bir tek masal insan ve
toplum gerçeğinin bir köşesini aydınlatıyorsa, tekerleme bize bir anda bu
gerçeğin tümünü birden kavratabilir.” (Boratav, 1987, s. 123-124)
kurgulanan şiir geniş zaman kipi kullanılarak bitirilir.30 Şiirde, ay-
rıca “bir vardım / bir yoktum / ben doğdum / uyudum / büyüdüm / an-
nem sustu / babam küstü” gibi dizeler tekerlemelerde görülen ve
gramatikal olarak şiire ahenk özelliği kazandıran ifadelerdir.
Asaf Hâlet Çelebi’nin diğer şiirlerinde de görülen ve Garip
akımı şairlerinde de rastlanan bu tarz Japon şiiri olarak adlandırı-
lır. Şiirin girişinde şair, “ben doğdum / selimi sâlisin köşkünde” dize-
siyle; Şeyh Galib’in dostu, müzisyen ve şair padişah III. Selim’e
olan ilgisini okuyucuya sezdirmekle beraber,31 masallardaki padi-
şah unsurunun önemine de atıfta bulunur.32 Şair, şiirinde masal-
larda mekân olarak sıklıkla karşılaşılan ‘saray’ simgesini tercih
eder. “sûzudilâra, tambur” ifadeleri de hem saray müziği hem de
III. Selim’le ilgili şiirde yerini alan unsurlardır. “sebepsiz hüzün ho-
camdı / loş odalar mektebinde/ harem ağaları lalaydı / kara sevdâma” ifa-
deleri Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk adlı eserine telmihte bulunurken,
‘kara sevda’, bir yandan Şeyh Galib’in Beyhan Sultan’a olan gizli
aşkını bir yandan da III. Selim’in cariyesi Mihriban’a olan ümitsiz
aşkını hatırlatır. “harem ağaları lalaydı” dizesi de yine şiirde masal
etkisini kuvvetlendiren bir unsurdur. Asaf Hâlet, masal atmosferi
içinde kurguladığı şiirini nûrusiyâh’a ağlayarak bitirir. Nûrusiyâh,
şairin rüyalarını süsleyen ve masallarda karşımıza çıkan Çin padi-
şahının kızı olabileceği gibi, şiirlerinde tasavvûfun etkisi söz ko-
nusu olduğu için mistik bir sevgili de olabilir.33
“Adımı Unuttum” şiirinde şair, okuyucuyu âdeta bir masal
ülkesine götürür. Belirsiz bir zaman ve mekânda olağanüstü olay-
larla iç içe yaşayan okuyucu, yaşadığı bu atmosferde kendi varlı-
ğını unutarak kendine yabancılaşır:
“(…) zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar göçüyor
bir iğne deliğinden
30 Apaydın, 2001, s. 19
31 Çelebi, 2004, s. 537
32 “Padişah birçok masalımızın kahramanıdır. Altından veya gümüşten saray-
larda otururlar. Bazen hiç çocukları olmaz. Veya biri kız, ötekisi oğlan iki
çocukları yahut da üç kızları veya üç oğlan çocukları, sayısız cariyeleri var-
dır.” (Tezel, 1987, s. 141)
33 Apaydın, 2001, s. 28
(…)
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak” (O.M.P.H. s. 37)
Asaf Hâlet’in diğer şiirlerinde görülen belirsizlikler bu şii-
rinde de göze çarpar.34 Şair, belirsiz bir mekânda ve zamanda, iğne
deliğinden kuşların, kervanların geçtiği, çarşıların kurulduğu, sa-
rayların oyuncak; insanların karınca gibi göründüğü bir masal
dünyası yaratır. Çocuksu hayâllerle zenginleştirilen bu rüya âle-
minde yaşadıkları karşısında gerçeği unutan şair, yaşadıklarını
okuyucuyla paylaşır.35 Aslında Asaf Hâlet, şiirlerinin çoğunda bir
anda bütün zamanları yaşar ve birçok mekâna girip çıkar. Şiir
okuyucusu bir anda kendisini bir masal âleminde halayıklarla be-
raber bulur. Okuyucu, şiirin soyut âleminde kiliseye, Budist tapı-
34 Fakat Asaf Hâlet’in şiirlerinde görülen bu müphemiyete varan ibareler as-
lında onun nesirlerini okuyanlar; tasavvuf ve Hint kültürü hakkında bilgisi
olanlar tarafından bütün bu bilgiler, bir anahtar gibi kullanılarak şiirin ka-
pısı aralanabilir kanaatindeyiz. Asaf Hâlet Çelebi şiirlerinde psikolojik de-
rinliğe inme yanında, en ferdi duyguları bile mitolojik motiflerle anlatma
yolunu seçti. Sürrealizm’i tek başına mektep olarak benimsedi. (Doğan,
1958, s. 8)
35 “Masal çocukluk cennetidir. Masallar insanlığın çocukluğudur bir bakıma.
Çocuklar bunun için sever masalları. Çocukların rüyaları ile masallar bir-
çok yönden birbirine benzerler.Çocuk gerçek hayalin birleştiği bir yerde-
dir.Bir adımı gerçekler dünyasında, bir adımı hayaller dünyasındadır.
(…)
Masalı iyi tanımak için hayali hikâyelerin insan zihninde, sade
gerçeklerden daha fazla yer ettiğinin sebeplerini düşünmemiz gerekir.
Çocuğun sınır tanımayan bir düşünce tarzı vardır. Masalı bunun için sever
çocuk. Onda ulaşılması gereken en sihirli dünyayı, “hayalindeki ülkeyi”
bulur. Olağan üstü güçlerle donanmak ister durmadan. Uçmak ister, sihirli
değneğiyle dilediği kapıdan içeri girmek ister. Günümüzde ise insanlığın
çocukluk rüyaları olan masallar birer gerçek olmuş gibidir. Bilimkurgu
türünü, masalın gerçekliğe dönüşmesi olarak kabul etmek mümkündür.
Masal, avunma duygusu veren bir söz sanatıdır. İnsan her çağda bu
duyguyu taşır yüreğinde. Bilinmezin o traji-komiğe dönüşmesi karşısında
avunma duygusu belki daha da duyarlı hale gelecektir. İnsandaki “merak
saiki” avunma duygusuyla birlikte varolacaktır.” (Tezel, 1987, s. 160)
nağına ve Mevlevî dergâhına da seyahat eder. Başka bir şiirde ise
babasının ormanda unuttuğu küçük bir çocuk olur.36
Asaf Hâlet, “Fransa İçin Şiir – 1940” şiirinde savaş sonrası
görülen toplumsal trajediyi, şiire masalsı bir formla aktarır:
“çocukluk arkadaşım petit-poucet
yamyam devin kilerindedir
küçük kız kardeşi ormanda ağlıyor
tın tın eder kabâcık
beni bırakıp giden babâcık
ormanlardan
güneşli tarlalara koşan çizmeli kedi
ne olur
kurtar benim de marquis de carabasse’ımı
yanan paris’in çocuklarını
öperek ağlamak istiyorum
belki masallarımla uyurlar” (O.M.P. H. s. 41)
Şiir, Fransa’nın Naziler tarafından işgalini hatırlatır. Sa-
vaşlarda hedefe konulan çocukları ele alması bakımından sosyal
temalı bir şiirdir. Şair, bu şiire Alman işgali altında savaşın zor-
luklarını yaşayan çocuklara masal anlatarak başlar. Onun, suçsuz
yere yakılan, öldürülen çocuklara masal anlatmaktan başka çaresi
yoktur. Bu yaklaşım, Asaf Hâlet’in diğer şiirlerinde de görülür. O,
çaresiz kaldığı gerçek karşısında, masala, rüyaya, mistik dünyaya
sığınır.37
Şiirde, telmih yapılan iki masal vardır. İlkinde, öz
36 Mehmet Kaplan, bu durumu şöyle açıklar: “Bütün zamanları ve bütün me-
kânları birden yaşamak kelimenin tam manasıyla beşeri ve daha fazlası ta-
bir câizse “kâinatî” olmak, çeşitli medeniyetlerin, insanlarıyla, hayvanlar ve
nebâtlarla birleşmek, bir nevi varlık mistisizmi, Asaf Hâlet’in şiirlerine hâ-
kim olan düşünce budur.” (Kaplan 1993, s. 7)
37 “Çelebi’nin şiirlerini gerçeküstücü okumaya açık olarak nitelendirenler, bu
şiirdeki masal, düş ve varoluşsallık gibi temalara dikkat çekerler. Düşün,
olağanüstünün, gerçekleşmesi imkânsız gözüken şeylerin ve masalların
dünyası, aynı zamanda gerçeküstücü bilincin de dünyasıdır. Masallarda ve
düşlerde; akla, mantığa, yasaya ve geleneğe uymadığı için bilinçaltına itilen
tutkular, arzular ve korkular gizlidir. Kişi günlük hayatta açığa vuramaya-
cağı ya da gerçekleştiremeyeceği pek çok şeyi, düşler ve masallar yoluyla
gerçekleştirebilir. Böylelikle bilinçaltımızın puslu dünyasına terk ettiğimiz
annelerinin ölümünden sonra üvey annelerinin etkisiyle babaları
tarafından ormana terk edilip bir kabakla kandırılan çocukların
trajik hikâyesi anlatılır.38 İkinci masal ise, “Çizmeli Kedi” masalı-
dır. Bu masalda, öldükten sonra ağabeylerine değirmen ve eşeği
bıraktığı halde, kendisine bir kedi bıraktığı için babasına kızan; fa-
kat masalın sonunda kedi sayesinde, hem soylu toprak ağası kim-
liğine bürünen hem de kralın kızıyla evlenen gencin hayatı anlatı-
lır.39 Şiirde geçen, “marqui de carabas” imgesi soylu toprak ağası
kimliğini işaret eder. Şiirde kullanılan ‘dev’ imgesi de özellikle
Türk masallarında sıklıkla görülen bir masal unsurudur.40 Bu un-
bir sürü olgu, karmaşık sembollere dönüşerek düşlerde ve masallarda bir
kez daha karşımıza çıkar.
Asaf Halet Çelebi’nin masal ve düş unsuru içeren çok sayıda şiiri mevcuttur.
Bu şiirlerin ortak özelliği, şairin çocukluğunda dinlediği masalları anlatıyor
olması değil, bu masalların, bilinçaltında bıraktıklarını sezdiriyor olması-
dır. Yani şair, bu şiirlerde anekdota girmekte, örtük bir anlatımı tercih et-
mektedir. Sözgelimi, “Fransa İçin Şiir-1840”ta böyle bir durumla karşı kar-
şıyayızdır. Şiir Fransa’nın 1940 yılında Naziler tarafından işgalinin verdiği
acıyla yazılmıştır. Şair bu acıyı, çocukluğunda dinlediği bir Fransız halk
masalının kahramanlarını hatırlatarak dile getirmeye çalışmıştır.”
(Demirkıran, 2007, s. 23)
38 “Tın Tın Kabacık Masalı”, bkz. http://kirkkucukinci.gq.nu/blank_38.html
39 Batmankaya, 2008, s. 179)
40 “Dev”, Türk masallarının önemli kahramanlarından biridir. Bâzı yerde hem
şekil, hem ruh yapısıyla insana benzer. Çokluk büyük cüsselidir. Tozu du-
mana katarak yıldırım hızıyla gider. Bir aylık yolu bir saniyede aşmak
onun için işten bile değildir. İnsan eti yemeği sevdiği için, bir yerde insan
bulunup bulunmadığını kokusundan anlar. Çoğu zaman, çevresi kalın ve
yüksek duvarlarda, dikenli bahçelerle çevrili büyük köşklerde, kendisine
mahsus saraylarda yaşar. En değerli, hiç kimsenin ele geçiremeyeceği, fakat
herkesin, hatta padişahların bile özledikleri dünya güzelleri, hiçbir yerde
bulunmayan meyve bahçeleri, sihirli güvercinler, her telinden bin bir ses
çıkan çalgılar, sihirli kılıçlar, sihirli sarayların kapılarını açan anahtarlar, bu
“dev”lerin buyruğu altında veya onların köşklerinde, saraylarındadır.
Bunların bir memeleri arkalarında, öteki memeleri önlerindedir. Yanlarına,
size bir dervişin öğrettiği usulle ve iyi sözlerle yaklaşır, arkalarındaki me-
melerini “anacığım” diyerek emerseniz size bir evlât gibi davranırlar, hiçbir
yerinize dokunmazlar. İstediğiniz şeyi verirler. Ne güçlüğünüz varsa gide-
rirler. “Dev”ler kendilerine kötülük yapmak isteyenleri ele geçirirlerse, kı-
zartarak yerler. Fakat en sonunda daima, insanoğlu tarafından, bazen da
tesadüfün yardımıyla, çeşitli vesile ve kurnazlıklarla canları cehenneme
gönderilir. “Dev”lerin hemen daima yardımcıları vardır. Arap bacı’lar,
sur bazı masallarda korkunun sembolüyken, bazı masallarda gü-
cün, bazılarında ise kahramanın ideallerinin önündeki engeli sem-
bolize eder.41
Asaf Hâlet, çocuksu duyguların öne çıktığı “Romantik
Gençliğim” adlı şiirde ise masallarda sık görülen, genellikle kor-
kunun ve gücün sembolü olan ‘ejderha’lardan söz eder:
“ejderhalar çıkarıyorum
duvar kovuklarından
alevler çıkarıyorum
yağmur karaltılarında
hazîn
yürüyorum
(…)
sırtüstü yere yattım
tavansız göğe düşüyorum” (O.M.P. H. s. 47)
Ejderha, Farsça kökenli bir sözcük olup, sözlükte: “Türlü
biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı, dragon, büyük
yılan”42 olarak tanımlanır. Masallarda, genellikle ağzından ateş
çıkararak korku yayan ve insanları yiyerek beslenen ejderha bir
masal unsuru olarak Asaf Hâlet’in şiirinde yer almıştır. Bu masal-
daki ejderha, onun kültürünün, zekâsının, hatıralarının ve çocuk-
luk hayâllerinin imlediği olağanüstü bir varlık olarak şiirde yerini
alır.43
Asaf Hâlet Çelebi’nin aynı isimli iki şiirinin ilki olan
“Kunâla”da, Hint masallarında geçen genç bir prensin hikâyesin-
den esinlenerek aşkını masallaştırır:
çokluk insan ruhunda ve karakterinde görünen dev oğlanları veya kızları
bu yardımcılar arasındadır.” (Tezel, 1987, s. 140)
41 Sakaoğlu, 1973, s. 248 - 250
42 Türkçe Sözlük, C.1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, s. 438
43 “İnsan birçok hadiseleri iç dünyasında süzerek, mağşuş ve kalabalık tarafla-
rını atarak alır. Hiç bir tesir altında kalmayan insan olmadığı kadar, gayet
tabiîdir ki şair de bulunmaz. Ancak dışarıdan aldığı intibâları bir depoya
atılmış gibi muhafaza etmek ve lüzumu olunca yine aynı halde çıkarmak,
şairin değil depo memurunun vazifesidir. Bir depoda bulunan taş, kömür
ve boya sanat eseri değildir tabiî. Ancak onları yoğuran, çizerek, şekillendi-
rerek, pişirerek ortaya güzel bir şey çıkaran çini sanatkârının eseri bir sanat
eseri olabilir.” (Çelebi, 1954, s. 18)
“ vakit geldi kunâla
dünyayı göreli çok oldu
tam kırk yılda seni buldum kunâla
bu can tenden geçmeden
bu dünyadan göçmeden
bir kerecik sevmek çok değil
(…)” (O.M.P.H. s. 61)
‘Ardıç Kuşu’ anlamına da gelen “Kunala” şiirinde, Hint ef-
sanesine göre başlangıçta kuş olan; fakat daha sonra yakışıklı bir
gence dönüşen ve krala evlatlık verilen prensin öyküsü anlatılır.
Masal, sarayda bulunan prensin, üvey annesinin aşkını reddettiği
için gözlerinin kör edilmesini ele alır. Asaf Hâlet, şiirinde Kunala
imgesini bir aşk unsuru olarak kullanmaktan ziyade masalsı bir
zamanın algılanışı olarak işler.44
“Kunala” adlı ikinci şiirde ise, gerek ‘yedi’ sayısı gerekse
masallarda olağanüstü varlık olarak sık görülen ‘büyücü’ tipi şiiri
masal çerçevesinde değerlendirmemizi gerekli kılar:
“Ateş rüzgârları önünde Kunâla
Yedi milyar sene var
Koşuyor
44 “Yedi sene gözlerinde aradığı, akşamların içinde düşünüp durduğu Kunala,
şiirsel ben’in çözemediği biridir ya da bir şeydir. Ancak önemli olan ve im-
gesel niteliğe bürünen Kunala değildir. Kunala’yla birlikte yaşanılan zama-
nın algılanışıdır. Her masalda olduğu gibi soyut ve belirsiz bir zaman fik-
rinden yola çıkar. Ancak mitoloji ile birlikte düşünüldüğünde zaman, daha
karmaşık bir sürece dönüşür. Burada masallardaki olaylara ilgisiz nesneler
ve ters yüz edilen mantıkla (üç ay gece üç ay gündüz yol alıp bir arpa boyu
yol yürümek yahut “ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken” vb. gibi)
ortaya çıkan zamansal değeri yerine kimi unsurlarla belirlenmiş sayılabilir
bir zamandan söz edebiliriz. “Yedi milyar sene”, “yedi milyon sene” ve ni-
hayet yedi sene, yedi an gibi sınırlamalar, şairin bizi zamanla ilgili bir nok-
taya taşıyacağının işaretidir. O da içinde yaşadığı cemiyetin zaman fikrini
kabul ederek “zamanı zaman içinde” görür, kabul eder. Öte yandan sayı-
lan, nesnel zamanın sınırlaştıran süreksizliğinden sıyrılıp masalsı bir za-
man inşa etme düşüncesine sığınılır. Çünkü ulaşılmak istenen hedefin
önündeki tek engel sayılan nesnel zamandır. Bu açıdan mitoloji, Hint dü-
şüncesi, masallarla birlikte tekerlemeler ve aynalar, Asaf Halet’te şiiri ve
dolaysıyla imgeleri oluşturan birer malzemedirler.” (Orhanoğlu, 2007,
s. 19)
Kaçıyoruz
(…)
Yedi milyon sene
Yedi saat
Orman yeşilliğinde Kunâla
Büyücü inliyor
Bir ağaç koğuşunda seni sıkıyorum
Uyuyor
Uyanıyorum” (O.M.P.H. s. 86)
Şiirin genelindeki unsurlar, masalsı etkiler taşısa da Y. T.
Günaydın, bu şiiri tasavvûfî bir bakış açısıyla yorumlamayı tercih
eder.45
“Mariyya” adlı aşk şiirinde Asaf Hâlet, sevgilisini bir ma-
sal kızı olarak niteler:
“ (…) çin kadar uzaklardan
can kadar yakından
sen bir masal kızısın
dün
çinden gelmiştin
bugün
lizboa’dan
(…)
bir gün buradan gidersin
45
“Budist öğelerin Âsaf Hâlet’te İslâm tasavvufu doğrultusunda
yorumlanabeceğinin tipik örneklerinden biri de “Kunâla”dır. Âsaf Hâlet’te
sevgi / aşk tasavvufî anlamda bir sorundur. Bu sorunun temelinde tasavvuf
düşüncesinin sevgi anlayışı vardır gerçekte. Kalplerden “masiva”yı çıkara-
rak ilâhî aşka ulaşmayı hedefleyen sûfiler fâni sevgilere / mecâzi aşklara
değer vermemişler:
“vakit geldi kunâla
dünyayı göreli çok oldu
tam kırk yılda seni buldum kunâla
bu can tenden geçmeden
bu dünyadan göçmeden
bir kerecik sevmek çok değil
(…)
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da “kırk” rakamıdır. Bu rakamın
Mevlevî disiplininde önemli bir esası (erbâin) imlediğini düşünürsek budist
öğelerle örülü bu şiirin aynı zamanda mevlevî tasavvufuyla ilgili arka pla-
nını da kavramış oluruz.” (Günaydın, 1996, s. 7)
mariyya
aynalarda seni ararım
bu şehirde seni ararım
bu dünyada seni ararım
mariyyaaa” (O.M.P.H. s. 65-66)
Şiirdeki sevgili masal ülkesinden gelmiş, şairin kendisine
masal anlatmasını istediği bir peridir. Masallarda periler olağa-
nüstü varlıklardır. Masal kahramanının gözüne görünür, onun
dileğini gerçekleştirip kendisine âşık ettikten sonra dünyayı terk
eder. Asaf Hâlet’in şiirindeki Mariyya da böyle biridir. Şair, gerçek
hayatında karşılıksız bir aşkın yansıması olan46 bu güzel perinin
kendisini bir gün terk edeceğini bile bile onu sevmekten kendini
alamaz. Aslında, Asaf Hâlet’in şiirlerinin geneline baktığımızda ele
aldığı kadın tiplerinin farklı olduğunu görürüz. “Asaf Hâlet Çe-
lebi, kendisini hayâllerine tamamıyle serbest olarak bırakır ve ar-
zularına uygun kadın tipleri yaratır. Bunlarda çocukluğa has ma-
sal havası, mistik temayül ve cinsi arzular birbirlerine karışır”47
Asaf Hâlet Çelebi, “Bedri Rahmi” şiirinde, edebiyatımızda
masal temasını yoğunlukla kullanan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu
âdeta bir masal kahramanı olarak betimler:
“uyuyunca karnı anahtarla açılan
birisinin
içinden gidilir
bir diyar tanıyorum
(…)
parmakları söz söylemesini bilen adam
o kilidi açtı
ve benimle beraber nigâr-ı çîn’i aradı
(…)”
(O.M.P.H. s. 72)
46 “Recep Bilginer, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun evinde yapılan bir edebî
toplantıda Asaf Hâlet’in o zamanlar hoşlandığı, güzel bir kadın olan şehir
tiyatrosu sanatçılarından Nevin Sevâl’e bu şiiri içli bir sesle okurkenki, hâ-
linden ve kadının aldırmayıp arkasını dönerek gittiğinden bahsederken
“Mariyya” şiirininin Âsaf Hâlet’in bir aşk bildirisi değerinde olan şiiri ol-
duğundan bahseder. (Bilginer, 1982, s. 66.)
47 Kaplan, 1990, s. 121.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, şiirlerinde genelde halk kültürü
unsurlarını, özelde masal unsurlarını kullanan bir şairdir. 48 Asaf
Hâlet, yakın dostu Bedri Rahmi’yi anlatırken, ona masalsı bir gö-
rünüm kazandırmayı tercih eder; çünkü Bedri Rahmi Eyüboğlu,
şiirinde ele aldığı temaya bakmadan ona masal havası kazandıra-
bilen bir şairdir. Gurbet, çocukluk, ölüm, aşk, hasret, insan, Ana-
dolu, İstanbul… temalarını şiirlerinde masal sembolleriyle örerek
okuyucuya sunmayı tercih eder.49
Asaf Hâlet Çelebi, Bedri
Rahmi’yi anlatırken bile masal anlatmayı ihmal etmez. Uyuyunca
karnı anahtarla açılan kişi masallarda karşımıza çıkan ‘dev’dir.
Oradan geçilen diyar ‘masal ülkesi’dir. Kilidi açan ve parmakları
söz söylemesini bilen ressamlığı ve şairliğiyle Çelebi’nin dostu
olan Bedri Rahmi’dir. “nigâr-ı çîn” ise, ‘şairlerin bir ömür aradık-
ları sevgili’ veya ‘ölüm’dür.
Netice olarak Asaf Hâlet Çelebi, şiirlerinde masal motifle-
rini sıklıkla şiirleştiren, şiirinde masallara telmihte bulunan ele al-
dığı temalara masalsı bir hava kazandıran bir şairdir. Şiir ekse-
ninde masalların yoğunluğu çocukluk yıllarında dinlediği masal-
ların etkisiyledir. Masalların yapısını oluşturan doğaüstü unsurlar,
hayali beldeler, imkânsızı mümkün kılan ütopyalar, masallarda
zamanın, mekânın ve varlığın ötesine geçebilme imkânı Çelebi’nin
şiirine derinlik kazandırmıştır. Onun masal ve tekerlemeyle besle-
diği şiiri, Türk edebiyatının güçlü bir damarı olarak canlılığını ko-
rumaktadır.
48 “Masal unsurunu asıl yuvasından çıkarır, kendi modern şiirinin içine
yerleştirir. Şiirlerinde görülen masal, artık yaşayan bir masal değildir. Bedri
Rahmi’nin şiirlerinin koparılmaz bir unsurudur. Masalı, şiiri güçlendiren
bir anlatım unsuru olarak kullanır. (…) Duygu ve düşüncelerini masal at-
mosferine taşımaktan hoşlanan şair, doğrudan doğruya masala ait unsurlar
seçtiği gibi bazen de masal dünyasını çağrıştıracak unsurlar bulur. Masal
motiflerine yer verirken veya masalı bir anlatı türü olarak kullanırken çoğu
zaman amacı yeni bir masal oluşturmak değildir. Çoğunlukla kendi iç ça-
tışmalarını veya çevresinde gözlemlediği aksaklıkları aktarmak için masala
müracaat eder. Masal motiflerinden ya da anlatımından yararlanarak sos-
yal ilişkileri eleştirir. Bazen de amacı sadece kendisiyle birlikte okuru da
masal atmosferine sürüklemektir.” (Sınar, 2005- 2006, s. 29-47 )
49 Erzen, 2007, s. 98-100.
KAYNAKÇA
AKIN, Hüseyin, “Bir Çelebi Şair: Asaf Hâlet”, Türk Edebiyatı Der-
gisi, S. 410, Aralık 2007
ALANGU, Tahir, 100 Ünlü Türk Eseri, Milliyet Yayınları, C.2, İs-
tanbul Şubat 1974
APAYDIN, Mustafa, “Asaf Hâlet Çelebi’nin Nûrusiyâh Şiirine Bir
Bakış”, İlmî Araştırmalar, S. 12, İstanbul 2001
BATMANKAYA, Murat, “Çizmeli Kedi”, Masal Dünyası, Beyaz
Balina Yayınları, İstanbul, 2008
BILDIRKİ,
Oyhan
Hasan,
http://kirkkucukinci.gq.nu/blank_38.html
BİLGİNER, Recep, “A. Hâlet Çelebi”, Yazko Edebîyât, S. 23, Eylül
1982
BORATAV, Pertev Naili, “Masal Tekerlemelerinin Çeşitleri ve
Anlamları”, Folklor ve Edebiyat – II (1982), İstanbul, Mart
1983
BORATAV, Pertev Naili, “Halk Masalları”, Folklor ve Edebiyat – II
(1982), İstanbul, Mart 1983
BORATAV, Pertev Naili, Masal: Olağanüstü ile Gerçeği Birleştiren
Sanat, Folklor ve Edebiyat – II (1982), İstanbul, Mart 1983
BORATAV, Pertev Naili, “Masal”, Çocuk Edebiyatı Yıllığı – 1987,
(Haz. Mustafa Ruhi Şirin), Gökyüzü Yayınları, İstanbul
1987
BORATAV, Pertev Naili, Masallar–1- Uçar Leyli, Kültür Bakanlığı
Yayınları, İstanbul, Mayıs 2001
BORGES, J. Luis, Borges ve Yazma Üzerine, Çeviren: Tomris Uyar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 1998
ÇAKAR, “Aynaların Eşiğinde Bir Şair”, Yağmur Dergisi, Ağustos –
Eylül 2008
ÇELEBİ, Asaf Hâlet, “Şiirde Vuzuh”, İstanbul, S. 10, Ağustos 1954
ÇELEBİ, Asaf Hâlet, “Masal Dünyamız”, Yeditepe, S. 16, 1-15
Ocak 1960
ÇELEBİ, Asaf Hâlet, Om Mani Padme Hum, Adam Yayınları, İs-
tanbul, 1993
ÇELEBİ, Asaf Hâlet, Bütün Yazıları (Hazırlayan: Hakan Sazyek),
YKY, İstanbul, 1998
DAMAR, Atilla, “Anka Kuşu”, Masal Sofrası, Birleşik Yayınları,
İstanbul, 2007
DEMİRKIRAN, Kabil, “Asaf Hâlet Çelebi’de Masallar ve Düşler”,
Türk Edebiyatı Dergisi, S. 410, Aralık 2007
DOĞAN, Ayhan, “Âsaf Hâlet Çelebi’nin Şiirlerindeki Bazı Motif-
ler üzerine”, Türk Sanatı, S. 67, Kasım 1958
ERZEN, Melih, “Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun Şiiri Üzerine Bir
Araştırma”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara, 2007, (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
GÜNAYDIN , Y.T., “Â. Hâlet Çelebi’de İlâhi Aşk”, Yedi iklim, S.
78, Eylül 1996
GÜNEY, Eflatun Cem, “Perili El”, Evvel Zaman İçinde, Nehir Ya-
yınları, İstanbul, 2005
GÜNGÖR, Semih, Asaf Hâlet Çelebi, Suffe Yayınları, İstanbul, Ma-
yıs 1985
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, C. 4, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1991
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, C. 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Eskişehir, 1997
KAPLAN, Mehmet, “Mağara”, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
KAPLAN, Mehmet, “Om Mani Padme Hum”, İstanbul, S. 2, Aralık
1993
KUŞLU, Nihat, “Â. Hâlet Çelebi İçin”, Yeditepe, S.166, 15 Kasım
1958
MEYDAN LAROUSSE (Büyük Lûgat ve Ansiklopedi), 3. Cilt, Meydan
Yayınevi, İstanbul 1990
OKTAY, Ahmet, Cumhuriyet Dönemi Edebîyatı, Kültür Bakanlığı
yayınları, Ankara, 1993
ORHANOĞLU, Hayrettin, Asaf Hâlet’in Aynasındaki Zaman”,
Türk Edebiyatı Dergisi, S. 410, Aralık 2007
RADLOFF, Wilhelm, KUNOS, İgnaz, “Muradına Eren Kız”,
Proben, Der Volkslitteratur Der Turkischen Stamme VIII,
(Çev. ve Haz. S. Sakaoğlu, M. Ergun, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 1998
SINAR, Alev, “Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun Şiirlerinde Masal Un-
surları”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Kasım 2005-Ocak
2006, Yıl 7, Sayı 27
SAKAOĞLU, Saim, Gümüşhane Masalları, Atatürk Üniversitesi Ya-
yınları, Ankara, 1973
ŞİRİN, Mustafa Ruhi, “Çocuk Kalbimizin Kıyısındaki Irmak”, Ço-
cuk Edebiyatı Yıllığı – 1987, (Haz. Mustafa Ruhi Şirin),
Gökyüzü Yayınları, İstanbul 1987
TANSEL, Fevziye Abdullah, Ziya Gökalp Külliyatı - I (Şiirler ve
Halk Masalları), 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1989, s.518
TEZEL, Naki, “Türk Masalları”, Çocuk Edebiyatı Yıllığı – 1987,
(Haz. Mustafa Ruhi Şirin), Gökyüzü Yayınları, İstanbul1
987, s. 141)
TİMUÇİN, Afşar, “Gene Asaf Halet İçin”, 19 Ağustos 2007,
http://www.tgc.org.tr/yazi.asp?gid=479)
TÜRKÇE SÖZLÜK, C.1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988,
s. 438.