Bir zamanlar cemaat – AK Parti gerginliğine de inanmamıştım
Ünal Tanık 01 Ocak 1970
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hep sancılı geçtiği bir gerçek. 2007'de cumhurbaşkanlığı seçimleriniAK Parti açısından “çantada keklik” olarak görenlere,“Ensar Yılmaz’ın Çankaya Savaşları’nı okuyun”tavsiyesinde bulunuyordum.
2007 öncesinde yayınlandığı için Abdullah Gül‘ün seçiminde yaşananlar o kitapta yoktu. Ama önceki 10 seçimin nasıl yapıldığına dair epey detay bulabilirsiniz.
Şimdi Türkiye yeni bir Köşk seçimine hazırlanıyor. Herkes, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan‘ı Köşk’e gönderiyor. Onun da bunu istediği bir gerçek. Ne var ki Erdoğan’ın, henüz kendisinin aday olacağını ifade eden bir beyanatı yok.
Başkanlık sistemini tartışmaya açmasından hareketle bizler de,“Türkiye’nin ilk başkanı olarak Çankaya’ya çıkmak istiyor”çıkarımını yapıyoruz. (Yanlış bir değerlendirme yaptığımızı söylemiyorum) Ama Tayyip Bey, bunu deklare etmediği için aday olmama hareket kabiliyetine sahip demektir.
***
Uzun zamandır AK Parti içinde “Gül kanadı” olduğundan söz edilir. Medyada, Gül‘e yakın ya da daha iddialı ifade ile “Gül’ün adamları” diye isimler sıralanır. (Burada onları saymayacağım) Biz ise birlikte yola çıktıklarından hareket ederek ve Erdoğan‘ın 25 Nisan 2007'de, “Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşim” diyerek onun önünü açmasından hareket ettik.
“Bu kadar birbirine yakın ve fedakar iki ismin arasında bir sorun çıkmaz” dedik. “Bazı konularda çıksa bile zamanı geldiğinde oturur kafa kafaya verir sorunu çözerler” diye gelişmeleri kendimize göre tevil ettik.
Hatta o kadar safça bunları dile getirdik ki, (daha doğrusu ben getirdim) Cumhurbaşkanı Gül‘ün Basın Danışmanı Ahmet Sever‘in 30 Temmuz‘da bir gazeteye verdiği deklarasyon niteliğindeki açıklamalardan bile esas itibariyle olumlu mesajlar çıkarmaya çalışmıştım.
Gül’ün Ahmet Sever üzerinden verilen mesajları şu başlıklar halinde sıralamıştım:
“1- Yeniden aday olabilirim.
2- Partide benim önümü kesmek isteyenler var.
3- Uluslar arası görevler üstlenecek yolundaki haberler asılsız.
4- Bazı isimlerin bu çabaları yürütüyor olmasına kırgınım.
5- Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen medyanın tutumundan duyulan rahatsızlık.”
***
Şimdi 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı çerçevesinde yaşananlar olayın çok farklı bir şekilde ele alınması gerektiğini bir zaruret olarak ortaya çıkardı.
Sağır Sultan’ın duyduklarını özetlemek gerekirse, Anıtkabir’e yürümek isteyenlerin önüne kurulan barikatın kaldırılması, devleti yönetenler arasında onarılmayacak bir çatlağın oluştuğunu ortaya çıkarmış durumda.
Yani.
Yanisi şu. Başbakan Erdoğan, polisin görevini gerektiği gibi yapmadığı, barikatı kaldırılması emrini kendisinin vermediğini söyledi.
Bu açıklamadan sonra, “O zaman kim verdi?” sorusuna cevap arandı. Hipodrom’taki törenler sırasında İçişleri Bakanı Şahin‘in gidip Erdoğan‘ın kulağına bir şeyler fısıldamasından yolunda gitmeyen bazı şeylerin olduğunu ekran başında hepimiz fark etmiştik.
O can alıcı sorunun cevabı, Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyonda bulundu. Kanal D Haber Ankara TemsilcisiErhan Karadağ, “Barikatları kaldırın emrini Cumhurbaşkanı Gül vermiş” diye ortada dolaşan duyumu teyit etme peşinde koşturuyor.
Tam yerinde olduğunu düşünerek, davet sahibi olan Cumhurbaşkanı Gül’e bu konuyu net bir şekilde soruyor. “Barikatları siz mi açtınız?” diyor.
Gül, hafif gülümsüyor ve “Her şeyi ben mi söyleyeceğim. Ahmet’e (Sever) sorun” diyor. Bu sırada sohbeti Basın Danışmanı olan Ahmet Sever de dinlemekte.
Ahmet Sever de başlıyor anlatmaya. Hani şu 28 Şubat’ın meşhur Emniyet Genel Müdürü var ya iktidarın pek sevdiği Ankara Valisi Alaaddin Yüksel‘i 28 Ekim’de Ankara Valisi’nin Köşk’e davet edildiğini ve“Yürüyüş sırasında ortamın gerginleşmesine izin vermeyin” talimatı verildiğini söylüyor.
Böylece talimatı veren kilit ismin kim olduğu ortaya çıkıyor.
***
Buraya kadar anlattıklarım olaylı 29 Ekim’in perde arkasının özeti.
Peki, Türkiye’de Cumhurbaşkanları günlük işleyişe bu kadar müdahil olurlar mı? Ben size açık söyleyeyim. 28 Şubat sürecinde bütün ipleri elinde tutan Süleyman Demirel bile, günlük işleyişe doğrudan müdahil olmadı.Demirel, o dönemde kimlere ne yapması gerektiğini anlatıp kendilerinin yapmasını sağladı.
Öyle ise Cumhurbaşkanı Gül, niçin bu kadar müdahil oldu?
Erdoğan’ın Almanya’ya giderken söylediği gibi, “Bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik” dedi.
Bu ifade, Erdoğan‘ın yapılan karşısında takınacağı tutum hakkında bize bir bilgi veriyor.
Gül‘ün yaptığını;
- Bir, bir müdahale olarak değerlendiriyor,
- İki, bunu “yönetimde çift başlılık” olarak değerlendiriyor.
Öyle ise Erdoğan, bu girişime karşı tavrını ortaya koyacak demektir. Bu ise bugüne kadar alışık olmadığımız bir sürecin işleyişini göreceğiz demektir.
***
Yıllardır iktidar ile Gülen Cemaati arasında bir rahatsızlık olduğu bize söylendi. Bizler her defasında saf saf bunun doğru olmasının mümkün olmadığını anlatmaya çalıştık. Birinin parti, ötekinin bir hizmet hareketi, partinin iktidar olmak gibi bir hedefinin olduğunu ama cemaatin bir siyasi hedefinin bulunmadığını ve olamayacağını söyledik durduk.
Hatta, hangi bakanların Cemaate karşı gardını almış olduğu bile 2007'den itibaren kulağımıza fısıldandı durdu.
Her defasında aynı şeyleri anlattık. Saflığımın derecesini ölçmeniz için paylaşıyorum. Haziran 2011 seçim sürecinde, Cemaatle bir yerde yolları kesişmiş isimlerin bile listelere konmamak için bir gerekçe sayıldığı dönemde bile ben, “Yok ya, dengeler onu gerektirmiştir” demeye çalıştım.
Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan arasında bu yaşananlardan sonra, “Vakti geldiği zaman ikisi kafa kafaya verir, biri diğerinin lehine feragat eder” gibi bir ifade asla kullanmayacağım.
Zamanın, şartların, menfaatlerin yoldaşları nasıl ayrı yollara savurduğuna en iyi tarih sayfaları şahittir.
Cumhurbaşkanı Gül‘ün de medya önünde cevap vermesiyle birlikte bu iş artık, “kol kırılır yen içinde kalır”boyunun da aşıldığını ortaya koyuyor.