FINDIKOĞLU'NUN ÖLÜMÜ ÜZERİNE KÜRSÜ MENSUPLARININ YAZDIKLARI BİR SOSYOLOĞUN ÖLÜMÜ
Cavit Orhan TÜTENGIL 01 Ocak 1970
Ord.Prof.Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu'nun 16 Kasım 1974
te lstanbul'da hayata gözlerini yummasıyle sosyoloji tarihimiz
ve fikir hayatımız büyük bir kayba uğramış bulunmaktadır. Aka-
demik çerçeve içinde kalırsak, Ziya Gökalp ve Mehmet Izzet
kuşağını izleyen 1901 kuşağının iki seçkin siması, Hilmi Ziya
Ülken ve Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu da 1974 yılında, arkaların-
da on binlerce öğrenci ve binlerce yazı bırakarak düşünce ta-
rihimizdeki yerlerini almışlardır.
Fındıkoğlu'nun kısa hayat hikâyesi bile ulaştığı yüksek ba-
samaklara adım adım ve güçlükleri yene yene ilerlediğini gös-
termeye yeter. Erzurum'a bağlı Tortum'un Üngüzek köyünde
1901 yılında doğan Fındıkoğlu'nun öğrenim yılları, bir yandan
kadı olan babasının görev yeri, bir yandan da Doğu Anadolu'-
nun göç yılları nedeniyle sürekli değişiklik içinde geçer. Hak-
kâri'de başlayan öğrenimi, Malatya ve Kayseri'den sonra Ge-
lenbevi Sultanisinde, 1920 - 1922 yıllarında lstanbul'da Posta
Telgraf Mekteb-i Âlisinde, 1922 - 1925 yıllarında da Edebiyat
Fakültesi'nin Felsefe Bölümünde devam eder. Mezuniyeti izle-
yen (1925-1929) Erzurum, Sıvas ve Ankara'daki felsefe ve
sosyoloji öğretmenliği yılları, 1930'da kazandığı Avrupa imtiha-
nı ile Strasbourg Üniversitesinde yeniden talebeliğe dönüşe-
cek, 1934 yılında Strasbourg Üniversitesinin Felsefe Bölümü-
nü de bitirince, köklü bir reform geçiren İstanbul Üniversite-
sinde doçent olarak görev alacaktır. Kısa bir süre sonra dok-
tora çalışmaları için Strasbourg'a dönen Fındıkoğlu'nun, 1936
yılında doktorasını tamamlamış olarak Edebiyat Fakültesinde-
ki doçentlik görevini sürdürdüğü görülür. Devlet Doktorası ola-
rak yaptığı çalışma 1935 ve 1936 yıllarında Paris'te yayınlan-
mıştır: Essai Sur La Transformation Du Code Familial En Tur-
quie; Ziya Gökalp, Sa Vie et Sa Sociologie.
Iktisat Fakültesinin kuruluşundan sonra bu fakültenin kad-
rosuna geçen Fındıkoğlu, 1942'de profesör ve 1958'de de or-
dinaryüs olmuş, Iktisat Fakültesi dışında Edebiyat ve Hukuk
Fakültelerinde de bir süre öğretim üyesi olarak görev yapmış-
tır. Emekliye ayrılıncaya kadar sürdürdüğü Kürsü Başkanlığının
yanı sıra, Iktisat Fakültesi Dekanlığı, Içtimaiyat Enstitüsü Mü-
dürlüğünde de bulunmuştur.
Bir makale çerçevesi içinde Fındıkoğlu'nun yayınları üze-
rinde topluca durmak olanağı bile yoktur. Bunun nedeni, Fın-
dıkoğlu'nun yayınlarının geniş bir alana uzanması kadar sayıca
çokluğudur. 1957 yılına kadar yaptığı yayınlarının, kitap, broşür,
çeviri ve makale olarak taşıdığı başlıkların 2014 olduğunu 1958
yılında yayınlanan ‹‹Fındıkoğlu Bibliyografyasmndan öğreniyo-
ruz. 1918 - 1958 yılları arasındaki bu yazılara 1958 - 1972 döne-
minin yayınları da eklenirse ne kadar çalışkan bir kalem karşı-
sında bulunduğumuz ortaya çıkar.
Öğrencilik yıllarından başlayarak gazete ve dergilerde sü-
rekli olarak yazıları çıkan Fındıkoğlu, 1938- 1950 yılları arasın-
da Cumhuriyet gazetesinde beşyüze yakın inceleme ve maka-
le yayınlamıştır. 1934 yılında kurduğu IŞ dergisi (sonraları IŞ ve
DÜŞÜNCE adını almıştır) eli kalem tuttuğu sürece çıkardığı
önemli fikir ve sosyoloji dergilerimizden biri olmuştur. Türkiye
dışında yayınlanan inceleme ve makaleleri de Fındıkoğlu'nun
yayınlarının bir bölümünü oluşturmaktadır.
Sınırlarını belirlemeye çalıştığımız Fındıkoğlu'nun yayın dün-
yası şu özellikleriyle ilgimizi çekmektedir:
1) Içinde yaşadığı, yakından tanıdığı yurt köşeleri, çe-
şitli konularıyle ilgisini çekmiş, araştırma ve yazılarında gönül
gözüyle baktığı bu konulara öncelik vermiştir. ‹‹Erzurum Şairle-
ri›› (1927), ‹‹Bayburtlu Zihni›› (1928) ve ‹‹Halk Bilgisi Toplayıcıla-
rına Rehben› (1928) bu arada sayılabilir.
2) Yurt dışı ve yurt içi gezilerinde görüp düşündükleri de
gazete ve dergilerde yer alan yazılarının bir bölümünün ortak
çizgisidir. Özellikle Anadolu kentlerinde yayınlanan gazete ve
dergilerde çıkan yazılarında bir gözlemden yola çıkarak sorun-
ları ele aldığı dikkati çeker. Ahmet Halil takma adı ile 1934'te
yayınlanan ‹‹Zorlara Dağlar Dayanmaz›› adlı kitabında Avrupa iz-
lenimleri bir araya getirilmiştir. Kitaba adını veren söz, bugün de
Paris'in lnvalides Meydanında bulunan Türk topları üzerinde
okunabilir. Güller ve Göller Diyarına yaptığı on günlük bir gezi-
nin düşündürdüklerini de küçük bir kitapta toplamıştır: ‹‹Anado-
lu İstanbul'u Çağırıyom, (1953).
3) Okuttuğu her dersin kitabını yazmış, kongrelere sun-
duğu tebliğleri yayınlamış, yararlı gördüğü kitap ve yazıları di-
limize çevirmiştir. Böylece sosyoloji, metodoloji, kooperatifçilik,
estetik, ahlak felsefesi ve ahlak tarihi, sosyoloji tarihi, basın ta-
rihi, iktisat tarihi, eğitim ve öğretim, sosyalizm, folklor ve etnog-
rafya konularını kuşatan yüzü aşkın kitap, tebliğ ve inceleme
Fındıkoğlu imzasını taşımaktadır.
4) Şahısları (Ibni Haldun, Ziya Gökalp, Namık Kemal...)
ve önemli oluşları (Felsefe Kongrelerinde Türkiye, Fransız Ihtila-
li ve Tanzimat, Defterdar Fabrikası, Karabük...) konu alan mo-
nografilerin de Fındıkoğlu'nun yayınları arasında özel bir yeri
vardır.
Kendisini 1940 yılından bu yana yakından tanımak fırsatını
bulduğum Hocam Fındıkoğlu, gençlik yılları yazılarında gerçek-
çi bir yaklaşımla konularını incelemekte idi. Buna sadece iki ör-
nek vermek istiyorum: ‹‹AnadoIu Mecmuası››nda yayınlanan ‹‹Mil-
liyet Meselesi›› başlıklı yazısında ortaya koyduğu soru günümüz-
de de geçerlidir: ‹‹Son seneler tarihinin baş sarsıcı ihtarı karşı-
sında (Kızıl Elma'dan Anadolu'ya) olan dönüş, ancak millî ve
tarihî bir hakikatin kendiliğinden tezahür etmesiyle kabil olmuş-
tur. Halbuki memleketin hayatı ile alakadar olması lazım gelen
milliyetperverlerin bunu görmesi ve sezmesi lazım değil miydi?››
(Adı geçen dergi, S. 5, s. 186, ağustos 1924).
Ikinci örneği dil konusundan vermek istiyorum. Sıvas'ta ya-
yınlanan ‹‹Kızılırmak›› gazetesindeki ‹‹Temiz Türkçe›› başlıklı iki
yazısında Fındıkoğlu'nun öne sürdükleri çok ilgi çekicidir. Yeni
harflerin kabulü ile dil sorunu arasındaki bağı 22 ağustos 1929
tarihli yazısında şöyle görüyordu: ‹‹Memlekette temiz ve canlı
bir Türkçe için derin bir takıntı ve ilişki duyuluyor. Zaten yeni
harflerin içinde yabancı kelimeler kendilerini öyle bir gösterdi-
ler ki, Öz Türkçe kelimeleri yazmak için yeni harfler, bize hiç
bir güçlük vermedi ve biçilmiş bir kaftan gibi geldi. Fakat Arap-
tan ve Acemden gelmiş kelimeler, terkipler için çok kesme, uzat-
ma, ince okutma... gibi bir takım işaretler düşündük. Hele iki,
üç, dört kelimeli terkipler, bir nevî yazı komedisi halini aldı. Öz
Türkçeyi elde etmeğe doğru olan yürüyüş, işte yazımızı bu güç-
lüklerden kurtaracaktır.››
Aynı yazıda ‹‹Öz ve has Türk dilini elde etmek için ne yapı-
labilir?›› sorusuna cevap arayan Fındıkoğlu, muttasıl yerine bi-
tişik, muvasalat yerine varmak, ulaşmak, kıymet yerine değer,
tasarruf yerine tutum, varidat yerine de gelir sözcüklerini öner-
mektedir. Kızılırmak gazetesinin 26 ağustos 1929 tarihli sayısın-
da yer alan yazısında da ‹‹Bugünkü yazı ve bilgi dilinden atıla-
cak yabancı kelimeler yerine konacak Türkçe kelimeler için (Sı-
vas lehçesi) iyi bir yardımcı olabilir›› sonucuna varmaktadır. (Söz-
konusu ettiğimiz yazılarla ilgili daha ayrıntılı bilgi için şu yazı-
mıza bakılmalıdır: Türkçenin Yolunda, Dünya gazetesi, 7 mayıs
1955, s. 4 ve 6).
Bir ummandan alınmış iki damla gibi görünse de üzerinde
durduğumuz iki küçük örnek, Fındıkoğlu konusunda kesin ve
haksız yargılara yönelenlere durup düşünmeleri gerektiğini gös-
termeye yetebilir. Her büyük düşünce adamı gibi Ord. Prof. Dr.
Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu'nun da yaşadığı çağın olaylarına et-
kileri ve tepkileri olmuş, ele aldığı her konuyu gerçeklerimize
bağlama çabası ve sosyal konulara duyduğu sürekli ilgiyle dü-
şünce tarihimizde kendine özgü bir yer almıştır. Kendisine çok
şey borçlu olduğum Hocam Fındıkoğlu'ya Tanrı'dan rahmet, ge-
ride bıraktığı kederli ailesine, arkadaşlarına ve öğrencilerine
başsağlığı dilerim.
(Cumhuriyet, 1 Aralık 1974)
15-16 kasım gecesi, Fındıkoğlu Hocamız Hakkın rahme-
tine kavuştu. 18 kasım pazartesi günü, öğrencilerinin, dostları-
nın, ilmini takdir eden ve falı insanların elleri üzerinde Üniversi-
teden Beyazıt Camiine getirildi ve namazdan sonra Edirnekapı
Şehitliğindeki, gönlü gibi güzel olan son istirahat yerine tevdi
edildi. Şimdi baş ucunda ve ayakucundaki iki güzel çamın ara-
sında, hayatında bir dem tatmadığı istirahatı tadıyor olmalıdır.
Merhum hocamızın cenazesi için kalabalık bir cemaat top-
lanmış olmakla beraber, genede şanına yakışır şekilde değildi.
Bunun sebepleri var. Basın ve T.R.T.'nin ilgisizliği büyük ve acı
oldu. Senelerce yazı yazdığı bir gazetede, son sayfada gizlen-
mek istercesine küçük bir haber çıktı; o kadar. Radyo 16 kasım
cumartesi 13 haberlerinde güzel denebilecek şekilde bir haber
verdi. Onun dışında bir tek satır söylemedi. Diğer iki gün hiç
konuşmadı: ilk gün verdiği habere pişman olmuşçasına sustu.
Nelerin, nemene insanların boy gösterdiği televizyon ekranları,
ona kapatılmıştı. Orhan Kemal ve öteki solcuları, Sofya'da ve
Türkiye'deki ölümlerinden itibaren adım adım, saat saat, gün-
begün takip eden, bütün ülkeye tanıtmağa çalışan T.R.T. sanki,
millî olan herşeye düşmandı. Basın da duyurmayınca, çok kim-
se duymadı. lstanbul'da yaşayan yüzbin kadar Erzurum'ludan ce-
nazeye yüz kişinin gelmeyişini buna bağlayıp teselli olmak isti-
yoruz. Başı sıkışan Erzurum'lu hemşehrilerine ömrü boyu hiz-
met etmiş olan hocayı, Erzurum'luların çok sevip saydıklarını
bilirdik.
PROF. FINDIKOĞLU'NUN İLMİ ŞAHSIYETI
Erzurum'un Tortum kazasının bir dağ köyünden olan mer-
hum, kadılığı esnasında ahlâkı, dürüstlüğü ve dirayeti ile kendi-
sini şakilere bile sevdirip, saydıran bir hâkim baba ile. Hz. Pey-
gamberin türbesi yakınında yatmak arzusunu taşıyıp, bu arzuya
kavuşan, dini inancı çok yüksek bir ananın oğludur. Ufak yaştan
içinde tutuşan ilim ateşinin tesiri ile, Istanbul Üniversitesinde
felsefe öğrenimi yapacak duruma gelmiştir. Çeşitli liselerdeki
hocalığından sonra, Fransa'ya gönderilmiş ve orada doktora yap-
mıştır. Gökalp üzerine hazırladığı tez çok kuvvetlidir. Çok sev-
diği ve bütün ömrünü yükselmesi için verdiği vatanına döndük-
ten sonra. Edebiyat, Hukuk ve Iktisat Fakültelerinde hocalık yap-
mış ve onbinlerce öğrenci yetiştirmiştir. Hocanın derslerine do-
vum olmazdı. Yağ gibi akıp giden konuşması, kuvvetli nâtıkası
ile kitleleri sürüklerdi. Bu tatlı konuşam, zengin bir kültürün ka-
zandırdığı özlü bir muhteva ile ve ışıl ışıl yanan bir zekanın ya-
ratıverdiği nüktelerle beslenince, dinleyenlere sonsuz bir haz
verirdi. Zekası kadar hafızası ve dikkati, konuşması kadar yaz-
ması da kuvvetliydi. Üslübu çok kuvvetli ve dolgundu. En ağır
konuları, düşünmeksizin, büyük bir rahatlıkla hemen kaleme
alırdı. Onun için müsvedde, karalama denen şey yoktu. Buna
Fakülteler Matbaası sahipleri, Ziya ve Mehmet Beyler şahittir.
Bir akşam üzeri, birkaç saatlik dersten çeşitli konuşmalardan ve
çalışmalardan sonra, günün yorgunluğu üzerine uğradığı mat-
baada, bir saat içinde inanılmaz bir makale hazırlayıverdi. Allah
ona, zihnî melekeleri çok cömertçe vermişti. Yalnız bir şeyi ver-
memişti: sabır. Rahmetlinin canı çok tezdi. Değil bugünkü işini
yarıda bırakmak, bu saniyenin işini öteki saniyeye bırakmak,
onun için tahammül edilmez bir şeydi. lnanılmaz bir enerjiye ve
çalışma aşkına sahipti. Sabahın çok erken saatlerinden geceye
kadar çalışırdı. Bu çalışkanlık, yüksek zihni melekelerle, takdir
edilecek vasıflarla birleşince, büyük eserler ortaya çıktı. Hacim-
ce de, muhtevaca da şaşırtıcı bir netice. Üçbin kadar, makale,
broşür ve kitap. lçinde üç sayfalığı da var. 600 sayfalığı da var.
Ortalama 15- 20 sayfa alınsa, ellibin sayfa eder. Bu korkunç bir
rakamdır. Bu eserlere, okuma ve ders verme için ayrılan saat-
leri de eklenince, bir ömrün, ilim yoluna nasıl adandığı kolayca
anlaşılır.
Prof. Fındıkoğlu, düşüncenin yanında iş, hareket ve aksiyo-
na da kıymet veren insandı. Dünya görüşü buna da yanıyordu.
O yüzden ‹‹lş ve Düşünce›› isimli aylık bir dergi çıkarmış, bütün
yükünü tek başına taşımak üzere, kırk yıl kadar yaşatmıştır. Biz-
ler ona hayırlı halef olamadık. Bu dergiyi yaşatamadık. llmî ve
içtimaî konularda, memleketin en ciddî dergilerinden biri idi.
Von Aster'ler, Kessler'ler, Mustafa Şekip'ler, Hilmi Ziya'lar, Zeki
Velidî'ler, Mükrimin Halil'ler kıymetli makaleler yazmışlardır. Bu
aksiyonculuk, Türk kültürünü ve cemiyetini araştırmak, ilmî ça-
lışmalar yapmak üzere, ‹‹Harsî ve lçtimaî Araştırmalar Derneği››
nin kurulmasına yol açmıştı, dernek, seminerler ve konferanslar
düzenledi, bazı milletlerarası kongrelere temsilci ve tebliğler
gönderdi ve kıymetli yayınlarda bulundu. Gene aksiyon, hareket
aşkıyla ‹‹Tortum'u Kalkındırma Derneği›› kurmuş, fakir köylü ço-
cuklarını okutmak, fakir bir kasabaya can getirmek isteğiyle çır-
pınmıştı. Düşünceyi, işle beslemek görüşünü, Durkheim ve Gö-
kalp sosyolojilerinin, iki ayrı cemiyetin, aynı olan ihtiyaçların-
dan (iş, hareket ve aksiyon ihtiyacından) doğduğuna inanıyordu.
‹‹Dinî an'anenin çözüldüğü Fransa'da, fertçiliğin alabildiğine
arttığı bir zaman da, Durkheim, içtimaî zümreyi bir mânada kut-
sîleştirmeyi bu suretle dinî tesanüd yerine kendine has bir ma-
nada uzvî tesanüdü dediği gibi, ahlâkî içtimaî endişe. Durkheim'-
in asıl varlığının gayesini teşkil etmiştir. Böyle bir hüküm Gö-
kalp için de ele alınabilir›› diyordu. Durkheim ve Gökalp sosyolo-
jilerine olan bu bağlılığı yanında, şahsiyeti ve ferdî kıymetleri
birinci planda tutan hocası Mehmet lzzet'in de tesirinde idi. Le
Play'ciliği Türkiye'ye getiren Prens Sabahattin'in, ‹‹şahsi teşeb-
büs›› fikrini, Türkiye'nin kalkınmasına yardımı dokunacak olan,
‹‹ekmeğini taştan çıkaran›› müteşebbis tipler, iş adamlarına du-
yulan ihtiyaç dolayısıyle, takdir ediyoıdu ve monografi usulünü
de benimsiyordu. Böylece fertle cemiyeti ahenkli bir bütün hali-
ne getirmeğe çalışan bir görüşe sahipti. Gökalp de de aynı şey
görülür.
Karabük'ün şehirleşmesi, Erzurum ve Adapazarı'ndaki geliş-
meler ve şehirleşme hareketleri üzerine yaptığı araştırmalarda,
Le Play'cilerin, Prens Sabahattin'in usulünü kullanmıştı. Manyas
çevresindeki Rus ‹‹Kossak››larını incelerken de, aynı yola baş-
vurmuş ve tarihî metodla bu araştırmayı beslemişti. Gökalp,
Prens Sabahattin ve Mehmet lzzet'ten sonra, Hilmi Ziya ile bir-
likte Türkiye'nin en güçlü iki sosyoloğu idiler.
Türkiye'nin karma ekonomi düzeni içinde kalkınacağına
inanıyordu. Devletçiliğin de, fertçiliğin de hakkının verilmesini
istiyordu. Devletin yapabileceği işleri devlet, ferdin yapabileceği
işleri hususi teşebbüs yapmalı idi. Hususî teşebbüsü, koopera-
tifçilikle kuvvetlendirmeli idi. Üretim, pazarlama, tüketim sahala-
rında, pek çok kesimde kurulacak kooperatifler, hususî teşebbü-
sü ve ferdî mülkiyeti kuvvetlendirecek, karma ekonomiye bereket
getirecek, rejime canlılık getirecekti. Kapitalizmle sosyalizm ara-
sında kalkınma ve sosyal adalet sağlayıcı sistemler kurulmuş ola-
' caktı, Bunun için eserler yazmış, aksiyona geçmiş, milletlerarası
kooperatifçilik kongresinin |stanbul'da toplanmasını sağlamıştı.
Kongre tertip heyetinin başkanı olarak çok çalışmıştı. Yerli ve
yabancı misafirleri Adana - Mersin'e götürmüş, narenciye konu-
sunda kooperatifleşmenin gerçekleşmesi için, üreticilerle ilim
çevreleri ile, devlet adamları ile temaslarda bulunmuştu. Onun
kooperatifçilik anlayışı, hususî teşebbüsü yıkmayan, aksine ona
destek olan bir kooperatifçilikti. lkisini devletçilik tamamlıyacaktı.
Gökalp'in Turancılık fikrine de bağlıydı. Dış Türkleri de çok
severdi. Merhum Zeki Velidî, iyi dostu idi. Abdullah Battal Tay-
mas'a konferans verdirmiş, Isa Yusuf Alptekin'i davet ederek Yu-
suf Has Hacib Günü yaptırmıştı. Odasına bu satırların yazarını, o
zamanki asistanını da almak büyüklüğünü göstermişti. Odamız,
ilim meclisi olurdu. Türkistanlı'lar, Kerkük'ler Batı ve Kuzey Türk-
leri, Türkiye Türkleri gelirdi Isa Yusuf Bey'in S. Arabistan'a yer-
leşen Türkistan Türklerinin çocuklarının_Araplaşmakta olduğu
hakkında verdiği haber onu çok üzmüş, bütün dış Türklere açık
olacak bir öğrenci yurdu kurulmasının imkânları hakkında uzun
uzun konuşmuş fikirlerimizi sormuştu. Istanbul ve Ankara'da ku-
rulacak bu yurtlara gelecek bütün dış Türkler, Üniversiteyi bitir-
dikten sonra ateşli birer Türk milliyetçisi ve kıymetli birer ilim
adamı olarak memleketlerine döneceklerdi. Bu düşünce ne yazık
ki gerçekleşemedi. Millî Mücadelemiz sırasında Türkistan Türkle-
rinden onbinlerce altun toplayıp Türkiye'ye ulaştıran Buhara
Cumhurbaşkanı Osman Hocanın, cenazesinde bulunan birkaç
vefalı Türkiye Türk'ünden biri de merhum hocamız idi. Biz de
vefasızlar arasındayız. Osman Hoca, doksan yaşında olarak,
Türkiye Türklerinden hiçbir ilgi görmeden, göçtü gitti. Ne gaze-
teler yazdı, ne ‹‹Hayırsöylemez›› söyledi.
PROF. FINDIKOĞLUNUN AHLÂKİ ŞAHSİYETİ
HOCA, insanlık timsali, fazilet âbidesi idi. Onbeş yıl kadar
yanında çalıştık, kendisinden feyiz aldık. Kendisine çok şey
borçluyuz. Bir gün olsun gönlümüzü kırmadı, ters bir söz söy-
lemedi. En çok kızdığı anda dahi, odacısının bile gönlünü kır-
mazdı. Gösterişsiz, babacan, cana yakın bir insan, bir dadaş idi.
Kapısını çalıp, kendisinden yardım isteyen kimse için pervane
olur, işini gücünü bırakır, derdine derman olmağa çalışır ve en
olmayacak işleri bile çıkartırdı. Erzurum'un, Ağrı'nın, Anadolu'-
nun çeşitli yerlerinin köylerinden gelen insanları nasıl sıcak kar-
şıladığını yakından bilirim. Gün almağa randevu almağa lüzum
yoktu. Istanbul'a yüksek tahsil için geldikten bir yıl sonra oku-
duğum kitaplardan Fındıkoğlu ve Hilmi Ziya'ya hayranlığım art-
mıştı. Ikisinden birine asistan olmayı kafama koymuştum. Bu
düşüncemi kimseye açmamıştım. Açarsam gülerlerdi. lçimde ya-
tan aslan bu idi. Allah yardım etti. Hocam Fındıkoğlu elimden
tuttu ve isteğim oldu.
Kendisine asistan olmak için yanına ilk gittiğim günü bugün
bile hatırlarım. Herzamanki gibi harıl harıl çalışıyordu. Kapıdan
içeri girdiğimde, gözlüklerini alnına g_ötürerek başını kaldırıp
baktı. Zekâ fışkıran, fakat iyilik ışıldayan gözlerine bakar bak-
maz kanım ısınmıştı. Bu sıcaklık gittikçe artmıştı. Çevresindeki
herkes gibi bizi de her vesile ile teşvik ediyor, yazı yazmamızı,
araştırma yapmamızı sağlıyordu. Erzurum köylerinin ve hele Tor-
tum'un Türkistan'dan farksız olduğunu mutlaka gidip araştırma
yapmam gerektiğini söyler dururdu. Bir türlü gitmek nasip ol-
madı.
Gelenek ve göreneklere, Türk ve Islam ahläkına sıkı sıkıya
bağlı bir aile babası idi. Osmanlı bilginlerinden Mansurizade
Mustafa Paşanın torunu Felsefe hocası Efser Hanımefendi ile ev-
Iiydi.
Cesur, yiğit bir insandı. Devrin Millî Eğitim Bakanı ile, dil me-
selesinden dolayı çatışmış bir an gerilememiş, tâviz vermemişti.
Üniversite o zaman muhtar değil, bakanlığa bağlı idi.
Merhumun dört büyük kusuru vardı:
O Göslerişten uzak bir şahsiyeti vardı. Göründüğü gibi
olan, olduğu gibi görünen bir insandı. Gönülsüz, kibir-
sizdi, şekle hiç kıymet vermezdi. Kıyafetine, sıcak ba-
bacan lavır ve davranışına bakan yabancı bir kimse,
onun profesör olduğuna hiç inanamazdı. Hele 1960'lar-
dan sonraki profesörlerin büyük ünü karşısında, buna
hiç inanılamazdı. Iki dirhem bir çekirdek, azamel ve ki-
bir limsali profesörlük ona yabancı idi.
O Türk dilinin, uydurmacıların elinde günden güne yıkıl-
masından çok üzülürdü. Üzüntüsünü nükteyle örtmeğe
çalışırdı. «Sel ve sal›› nisbet edatlarının Türkçede olma-
dığını anlatmak için, ‹‹Türkçenin sal'a bindirilip sel'e ve-
rildiğini›› söylerdi. ‹‹Terbiyeli köfteye›› artık ‹‹eğitimli köf-
te›› denilmesi gerektiğini söylerdi. Uydurma dilciler ken-
disine çok kızardı. Muallimler Birliği'nde bir Dil Kongre-
si tertiplemiş, ilmin ve Türk dilinin sesini duyurmuştu.
O Hoca mason değildi; mason olmak hiçbir zaman aklın-
dan geçmemişti.
O Hoca solcu da değildi. Sosyal adaletçi idi: istismarın,
sömürmenin her türlüsüne düşmandı. Fakat solculuğun
da büyük bir sömürme getireceğini büyük istismarlar ya-`
ratacağını biliyordu.
Bu kadar büyük kusurları olan insanı, basın anmazsa, ‹‹Ha-
yırsöylemez›› söylemezse, neye şaşmalı. Onlar haklı; şikâyet
edenler haksız.
Yetiştirdiği on binlerce öğrenci ve ilim adamı kendisini rah-
metle, minnetle, hayırla anacaktır. Yarım asır gidip geldiği Mar-
mara Denizi'nin mayi sularını bir an seyretmemişti. Elindeki ya-
rım kalemle tashihler yapar, birşeyler okurdu. Dünyanın güzellik-V
lerini, tabiatı iyice görememişti. O temaşayı, o rahatı cennetin
bahçelerinde bulacaktır. Ruhu şâd olsun.
(Orta Doğu. 24 Kasım 1974)
BÜYÜK İNSAN PROF. ZİYAEDDIN FAHRİ FINDIKOĞLU'NUN
ARDINDAN
Dr. Mustafa ERKAL
18 Kasım Pazartesi günü, Türk ilim hayatının yeri dolduru-
lamaz büyük ismi, değerli insan, aziz hocamız Ord. Prof. Dr. Zi-
yaeddin Fahri Fındıkoğlu”nu büyük bir acı içinde toprağa verdik.
Yakın geçmişi gözönünde tutarsak, rahmetli hocamız, 16
Aralık 1971 günü her dakikasını ilmî çalışmaya hasrettiği haya-
tında ilk defa mağlûp düşmüştü. Aşırı yorgunluk dolayısıyla ge-
çirdiği kriz sonucu, alışık olduğu hızlı çalışma temposuna ara
vermek zorunda kalmıştı. Alışmadığı ve bir türlü alışamadığı Fa-
külteden ayrılık, üstü kitaplarla, broşür, mektup ve makale müs-
veddeleri ile dolu olan masasından ayrı kalmak, O”nu üzmüştü.
Çalışma temposu hızlı ve verimli bir insan için bu durumun ne
derece katlanılmaz olduğu bir gerçektir.
Hocamız derslerinde akıcı, samimi ve nükteli konuşmaları ile
bütün dikkatleri üzerine çekmesini bilirdi. Kuvvetli natıkası, zen-
gin kültürü ve üstün zekâsı ile talebelerini kendisine bağlardı. Sa-
dece ders vermekle kalmaz, derslerini alâka ile izleyen talebe-
lere` ve imtihanda başarılı olanlara kendisinin kurduğu ve yü-
rüttüğü kuruluşlara ait kitap ve broşürler hediye ederek onla-
rın kültürlerini arttırmak isterdi. O”na göre ders sadece anfide
veya sınıfta verilmezdi. Ders sonrası talebeyle yakın alàka kurar,
bu hususda bizlere de görevler verirdi. Talebelerine araştırma-
lar yaptırırdı. Derslerinde hem ders programını tatbik eder ve
hem de umumî programında kültür vermekten geri kalmazdı.
Bilhassa, dil konusu başta olmak üzere, günün aktüel sosyal ve
ekonomik meselelerine derslerde geniş yer ayırır, bu konularla
ilgili yazı, broşür ve haberleri talebenin ayağına getirirdi. Der-
sini verirken konuyla ilgili gördüğü bazı konulara temas etme-
yi kendi ifadesiyle ‹‹Ana yolda yürüyen bir kimsenin ara sokağa
sapmasına›› benzetirdi.
Masasında yazmış olduğu bir makaleyi devamlı değiştirir,
iläveler ve düzeltmeler yapardı. Matbaaya verdiği kitap, broşür
veya makaleyi basılı hale gelinceye kadar birkaç defa gözden
geçirirdi ve yine çeşitli değiştirmeler yapardı. Fakülteden sonra
Muallimler Birliği gibi sık sık uğradığı yerlerden biri de Fakülte-
ler Maatbaası idi. Orada çok sevdiği Ziya ve Mehmet Beylerle
görüşür ve matbaa işleri hakkında bilgi alırdı. Yolda yürürken,
, vasıtalarda giderken yeni bir makale veya bir teşebbüsü düşü-
nürdü, evine veya Fakülteye varmaya sabredemeden hemen not
alırdı. Canı çok tez olan bir kimse idi. lnanılmaz bir enerjiye ve
çalışma aşkına sahipti. Bugün Prof. Fındıkoğlu'nun üçbini bu-
lan makale, broşür, çeviri ve telif eseri, ancak, böyle blr azmin
ve enerjinin mahsulü olmuştur. Üniversite Merkez binasında ya-
pılan merasimde, sayın Prof. Kubalı'nın tabutu başında yaptığı
konuşmada da belirttiği gibi, ömrünü üniversiteye hasretmiş en-
der öğretim üyelerinden biri idi.
Hemen hemen sosyal ilimlerin her sahasında kalem oynat-
mış, eserler vermiş, ardında kaybolmaz izler bırakmıştır. lnsan-
lar için doğum gibi ölüm de tabii bir olaydır. Ancak, bazı in-
sanlar vardır ki, ölümlerinden sonra unutulurlar. Bazı kimseler
de vardır ki, ölümlerinden sonra bıraktıkları eserlerle unutulmaz-
lar ve eserleriyle yaşarlar, yaşatılırlar. Işte Prof. Fındıkoğlu böy-
le bir insandı. Yanında yedi yıl bulunarak asistanlığını yaptım.
Asistanı olmaktan daima şeref duydum ve duyacağım. Bizlere bir
şeyler verebilmek için uğraşırdı. Yetişmemiz, makale ve kitap
yazmamız için teşvik ederdi. Kürsü mensuplarının birşeyler yaz-
dığını görünce büyük bir memnuniyet duyar defalarca onları
zevkle okurdu. Kitaplarımıza broşürlerimize önsöz yazmaktan
ayrı bir zevk alırdı. ‹‹Bölgeler Arası Dengesizlik ve Doğu Kalkın-
ması›› adlı kitabıma, hasta olmasına rağmen kendi el yazısı ile
yazdığı ön sözü hala saklarım. Çevresindekileri tanıtmak onları
yükseltmek için elinden geleni yapmıştır. Üzerimizde emeği çok-
tur. Anlatmakla bitmez. Ben şahsen ölümünü duyduğum zaman
1966'da kaybettiğim babamı ikinci defa kaybetmiş gibi oldum.
...v ...www
Kürsüye asistan olarak girecek adaylara ödevler verir ve
_onları denerdi. Bilhassa, bibliyografya ve biyografiye ayrı önem
verirdi. Çünkü kendisi sadece iyi gün dostluğuna ve vefasızlığa
düşmandı. Bana ilk asistan girdiğim sıralar devamlı olarak bib-
liyografya ve değerli kimselerle ilgili olarak biyografi hazırlama-
mı ve neşretmemi isterdi. Bu satırları kaleme alırken bize kazan-
dırdığı bu güzel alışkanlığı daha iyi anlıyorum.
Prof. Fındıkoğlu insanlık timsali ve tevazu abidesi idi. Kim-
seyl kırmak istemezdi. Yerine göre odacısı ile, bir köylü ve işçi
ile hatta bir çocuk ile bile rahatlıkla oturur konuşurdu. Kendisi
taın manasıyla bir ‹‹halk adamı›› idi. Halkıyla, milletiyle bütünle-
şebilen ülkücü bir aydın tipini canlandırırdı. Millî, dinî örf ve
àdetlerimize bağlı ve saygılı milliyetçi bir ilim adamı idi. Bir res-
mî daireye herhangi bir sebeble gittiği zaman kendini tanıtmaya
lüzum görmezdi. Kendisine farklı muamele yapılmasını istemez-
di. Paltosunu tutmak veya elindeki bir kitap paketini almak iste-
seniz, şu cevabı alırdınız: ‹‹Elli sene, yüz sene sonra...›› Burada
bir hatıramı nakletmeden geçemiyeceğim. Iktisat ve lçtimaiyat
Enstitüsü'ne bağlı olarak faaliyet gösteren ve Prof. Fındıkoğlu
tarafından kurulan Sakarya Sosyal Araştırma Merkezi üyeleri
olarak Adapazarı'nda bir köye gitmiştik. Köylüler geleceğimiz-
den haberdardılar. Bizi karşılıyanlarla beraber köy kahvesine
doğru yöneldiğimiz vakit orada oturmakta olan köylüler bizi gö-
rünce ayağa kalktılar. Bunun üzerine Hocamız hızlı adımlarla
onlara doğru yürüdü ve teker teker ellerini sıktı, hatırlarını sordu.
İçlerinden orta yaşlı birisi, Hocaya karşı sıcak bir ifade ile yak-
laştı. Bunu farkeden Prof. Fındıkoğlu adamı kucaklayıp öpmüştü.
Fakültedeki odası, Türkiye Türkünden Kerkük, Kıbrıs, Batı
Trakya, Azerbaycan ve Türkistan Türklerinin dert ortağı ve bu-
luşma yeri idi. Gönlünce kucakladığı Türk Dünyasını fikren de
destekler, meseleleriyle ilgilenirdi. Sovyet emperyalizmini iyi ta-
nırdı. Gökalp'in turancılık fikrine bağlıydı. Dış Türkleri severdi.
Rahatsızlanmadan önce aylık olarak çıkan Büyük Türkiye Der-
gisi'nin Haziran 1970 sayısına yazdığı ‹‹Türkçülük Hakkında›› ad-
lı makalesi bu konuda son bir örnekti.
Yakından veya uzaktan kendisini tanıyanlar, başları sıkıştığı
zaman gelirler ve dertlerini anlatırlardı. Hoca hepsini büyük bir
tahammül ve hoşgörü ile dinler ve dertlerine çare arardı. Hele
Erzurumlu hemşehrilerine karşı bambaşka bir sevgi ve vefa his-
siyle doluydu. Doğu Anadolu'nun sosyal ve ekonomik dertlerini
ele alır ve araştırma konusu yapardı veya yaptırırdı. Bilhassa
Erzurum ile ilgili gayretleri büyüktür. 1925 yılında kurduğu ve ‹‹|ş
ve Düşünce›› Dergisi yanında kırk seneden fazla yayımlıyarak ya-
şattığı Meslek Gazetesi'nin birkaç sayısına sıkıştırdığı şu ilân çok
anlamlıdır: ‹‹Erzurumlular, Tortumlular! Erzurum Islâm Sitesine,
Tortum Talebe Yurduna yardım edin!››
Prof. Fındıkoğlu hakkında yazabileceklerimizi bir veya iki
makaleye sığdırabilmeye maddeten imkân yoktur. Bu bakımdan,
biz bu yazımızda rahmetli Hocamızın Türk ilim ve fikir hayatın-
da büyük yer tutan eserlerini kurduğu ve senelerce azimle ya-
şattığı teşekkül ve yayım organlarını ileride kaleme almayı dü-
şündüğümüz makalelere bırakarak burada sadece bir ‹‹başlan-
gıç›› veya ‹‹giriş›› yapmış olduk. Esasen, bugün yurt içinde ve
yurt dışında tanınan, takdir edilen bu çapta büyük bir ilim ada-
mı için yazılacak bir yazıda O'nun öncelikle hayatından ve eser-
lerinden bahsetmek, herkesin bildiği bir şeyi tekrar etmek olurdu.
Aziz hatırası önünde saygı ile eğilir, Allahdan rahmet dilerim.
(Töre. Sayı 44. Ocak 1975)