« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Kas

2012

ORHUN YAZITLARINDA VERİLMEK İSTENEN MESAJLAR

Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu 01 Ocak 1970

Milletleri yaşatan onların kültürleridir. Sosyologlar ve sosyal antropologlar kültürü, maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayırırlar. Maddi kültür toplumların kullandığı maddi eşyalar iken manevi kültür, bir toplumun dili, edebiyatı, sanatı, bilimi, felsefesi, örf ve adetleri, yemek yeme ve düğün şekilleri ile her türlü dinsel törenler ve ölü gömme adetleri v.s. dir.

Kültürün en temel unsuru dildir ve kültür denince akla özellikle yazılı eserler gelmektedir(Kaplan,1982,s.15). Orhun Yazıtları da Türklüğün en eski belgelerinden birisi oldukları için hem dilimiz hem de tarihimiz açısından son derece önemlidir. Ayrıca bu belgeler, Türklerde millet olma bilincinin ilk çağlara kadar uzandığını göstermektedir. Çünkü tarihte ilk “Türk” adı bu yazıtlarda kullanılmıştır.

Fransız tarihçisi Braudel’e göre “tarihle sosyoloji bir kumaşın iki yüzü gibidir”(Meriç,1992,s.3). Bu sebeple Orhun Yazıtları, sadece dil ve tarihçileri değil aynı zamanda felsefe, sosyoloji, sosyal antropoloji ve sosyal psikoloji gibi sosyal bilim alanlarını da yakından ilgilendirmektedir.

Orhun Yazıtları Türklerin toplumsal yapıları hakkında bilgi vermektedir. İlk defa bu belgelerde Türklerin toplumsal hayatı ve onların yaşadıkları sosyal sorunlara değinilmiştir(Aslantürk,1992,s.5).

Bu yazıtlar, Göktürk Devleti dönemine aittir. 6. asrın yarısında Türk devletlerinin başında Avarlar bulunuyordu. 552 yılında Bumin Kağan Avarlara son vererek Göktürk Devleti’ni kurmuştur(Ergin, 2007,s.15.) Bumin Kağan aynı yıl öldü ve yerine oğlu Ko-lo geçerek Göktür Hükümdarı oldu. Bir yıl hüküm sürdükten sonra o da öldü. Yerine Bumin Kağan’ın ikinci oğlu Mukan tahta çıktı. 572 yılında Mukan ölünce yerine Bumin Kağan’ın üçüncü oğlu To-po geçmiştir(Orkun, 1987,s.5-6).

Bu arada Göktürkler Çin hakimiyetine girdiler ancak bu uzun sürmedi İlteriş Kağan M.Ö. 680-682 yıllarında Çin esaretine son vererek devleti derleyip toparlamıştır(Ergin, 2007,s.15-16).İlteriş Kağan, düşman ülkelerine seferler düzenlemiş ve Türk ülkesini eski büyüklüğüne kavuşturmuştur. İlteriş Kağan, 691 yılında ölünce yerine kardeşi Kapgan Kağan tahta oturmuştur(Orkun, 1987,s.9).

716 yılında Kapgan Kağan’ın ölmesiyle İlteriş Kağan’ın oğulları Bilge Kağan ve Kül Tigin devlete el koydular. Bilge Kağan hükümdar oldu. İki kardeş Bilge Tonyukuk’un da yardımıyla devleti daha güçlü hale getirdiler. 731 yılında Kültigin, 734 yılında Bilge Kağan öldü. 744 yılında Uygurlar, devleti ele geçirerek 745 yılında Göktürk hakimiyetine son vermişlerdir(Ergin, 2007,s.16).

Kül Tigin Anıtı, Moğolistan’daki Orhun Irmağı yakınlarında Koço Çaydam adlı göl civarında bulunmaktadır. Bu anıt 731 yılında ölmüş olan ve Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tigin anısına 732 yılında dikilmiştir( Ayyılmaz ve diğerleri,2001,s. 15).

Bilge Kağan Anıtı da Kül Tigin Anıtı ile aynı yerde ve bir km uzaklıktadır. Anıt, 734 yılında ölmüş olan Bilge Kağan anısına 735 yılında Bilge Kağan’ın oğlu Tenri Kağan tarafından dikilmiştir( Ergin, 2007,s.19).

Tıpkı Kül Tigin Anıtında olduğu gibi Batı yüzünde Çince yazı vardı. Ancak tahrip olduğu için yazının çok az bir kısmı okunabilmektedir(Tekin,2006,s.6).

Bilge Kağan Yazıtı, şekil, yapı ve içerik bakımından Kül Tigin anıtı ile benzerlik göstermektedir. Yazıtta olayları anlatan, öğütler veren Bilge Kağan’dır. Burada Kül Tigin’in ölümünden sonraki olaylar da eklenmiştir. Göktürk harfli yerleri yazan Yolluğ Tigin’dir(Ayyılmaz ve diğerleri, 2001s.73).

Bilge Tonyuyuk Anıtı, Tolo Irmağı’nın yukarı yatağında Bayn Çokto bölgesinde bulunur. Kül Tigin ve Bilge Kağan anıtlarının doğusunda yer alır ve bu anıtlara 360 km uzaklıktadır. Bu anıtların diğerleri ile birlikte anılmasının nedeni, aynı döneme ait ve içeriğinin aynı konularda olmasıdır(Ayyılmaz ve diğerleri, 2001s.123).

Bu anıt Tonyuyuk adına bizzat kendisi tarafından diktirilmiştir. Tonyukuk Bilge Kağan dönemine kadar devlet idaresinde başyardımcı olmuştur(Ergin,2007,s.20). Tonyukuk aynı zamanda Türk kağanlarının danışmanı ve ordu komutanı olmuş ve o dönemin en deneyimli ve bilge kişilerinden birisidir. Uzun zaman Çin’de okumuştur. Türk ordularının diğer ordularla yaptığı savaşlarda kazandığı zaferlerin yalnızca Kül Tigin gibi kahramanlar sayesinde olmadığını kendisi gibi bilge danışmanların yardımlarıyla kazanıldığını söyler(Samdan,2003,s.48).

Uygur Kağanlarından Temür Buka’nın mezar taşında Tonyukuk hakkında şunlar yazılıdır: “Türk Kağanı veya Hakanı, Türk Devletini kuramazdı. Çünkü veziri Tonyukuk Çin’li idi.” Uygurlar da Tonyukuk soyundan vezir atama geleneğini sürdürdüler. Buna belki de mecburdular. Çünkü devlet yönetimi(geleneği)ni bilenler onlardı(Güvenç,1994,s.301).

ORHUN YAZITLARINDA VERİLEN MESAJLAR

Kül Tigin ve Bilge Kağan Yazıtlarında genellikle şu ifadeler yer almaktadır(Tekin, 1988,s.1-200):

Ben Tanrı gibi ve Tanrı’da olmuş Türk Bilge hakan, sözlerimi işitin: Halkı düzene soktum, şimdi onlar kötü durumda değiller.

Türk halkının yurt edineceği yer, Ötüken imiş. Türklerin Hakanı, Ötüken’de oturur ve orada hükmeder ise hiçbir sıkıntısı olmaz.

Eğer Ötüken’de oturup Çin’e ve diğer ülkelere kervanlar gönderirsen, hiç derdin olmaz, sonsuza kadar devlet sahibi olup, hükmedeceksin.

Çinliler, tatlı sözlerle ve yumuşak ipekli kumaşlarla halkı kandırıp, kendilerine yaklaştırıp yerleştirdikten sonra fesatlıklarını gösterip iyi, akıllı ve cesur kimseleri yaşatmazlar imiş.

Ey Türk halkı, Çin halkının tatlı sözlerine, yumuşak ipekli kumaşlarına kanıp, çok sayıda öldün. Eğer güneyde Çugay dağlarına ve Tögülten Ovası’na konayım dersen, öleceksin.

Ey Türk halkı, açlığı-tokluğu düşünmezsin, bir de doyarsan açlığı hiç düşünmezsin. Böyle olduğu için seni besleyip doyuran hakanlarının sözlerini dinlemedin ve her yere gittin ve oralarda mahvoldun, öldün.

Üstte mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun üzerine atalarım, dedelerim Bumin ve İstemi Hakanlar tahta oturup Türk halkının devletini ve yasalarını düzenleyip, yönetmişler. Dört bucak düşman imiş. Ordular sevkederek dört bucaktaki halkı kendilerine bağlamışlar. Doğu’da Kingan dağlarına Batı’da Demirkapı’ya kadar halklarını yerleştirmişler. Bu iki sınır arasındaki Göktürkleri düzene sokarak hüküm sürmüşler.

Onların kendi emirleri altında olan komutanlar ve beyler de akıllı imişler. Fakat onların kardeşleri ve çocukları işbaşına gelmiş, akılsız hükümdarlar tahta oturmuş, onların komutanları da akılsız imiş. Beyleri ve halkı itaatkar olmadıkları için Çinliler, kardeşleri birbirlerine düşürmüşler böylece devlet elden çıkmış ve onlar da hakanlığı kaybetmişler. Bu yüzden erkek çocukları köle, kız çocukları cariye olmuşlar. Türk beyleri Türk unvanlarını bırakmış, Çin unvanlarını alarak Çin hizmetine girmişler ve Çin Hakanı’na tabi olmuşlar. Çin için ülkeler fethetmesine rağmen Çin halkı, bunca hizmet ettiğini düşünmeden “Türk halkını öldüreyim, neslini yok edeyim” der imiş.

Türk halkı, yok olmak üzere imiş, Türk Tanrısı, Türk halkı yok olmasın diye babam İlteriş Kağanı ve annem İlbilge Hatun’u göğün tepesinden tutup daha yükseğe kaldırmış. Babam 17 adamla Çinlilere başkaldırmış, 70 kişi olmuşlar. Devletsiz halkı, Türk örf ve âdetini bırakmış halkı, atalarının töresine göre yeniden yaratmış, eğitmişler.

Çin, Oğuz, Dokuz Oğuz, Otuz Tatarlar, Kıtaylar, Kurıkanlar, Tatabılar, Kırgız ve Türgişler hep düşman imiş. Babam Hakan, 47 kez sefer etmiş ve 20 kez savaşmış. Tanrı öyle buyurduğu için düşmanları bağımlı kılıp diz çöktürüp baş eğdirmişler. Babam Hakan devleti kurup, yasaları koyup vefat etmiş.

Babam öldükten sonra amcam hakan tahta oturdu, Türk halkını yeniden düzenledi, aç halkı doyurdu, yoksulu zengin etti, azı çoğalttı. Amcam Hakanla Şantung Ovası’na, Sarı Irmağa, Demirkapı’ya kadar 125 kez sefer ettik, 13 kez savaştık. Kırgız ülkesine pek çok seferler ettik ve düşmanları yendik.

Türgiş Hakanı kendi Türkümüz kendi halkımız idi. Bilgisizliği yüzünden kardeşim prensi ona vermemize rağmen hata işledi, bizimle savaştı ve yendik.

Ey Oğuz beyleri, halkı işitin: Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin devletini ve yasalarını kim yıkıp bozabilir?

Bilgisizliğin ve kötü davranışların yüzünden amcam Hakan vefat etti. Tanrı Türk halkının adı sanı yok olmasın diye beni O Tanrı, hakan olarak tahta oturttu. Kardeşim Kül Tigin ile konuşup anlaştık, gece uyumadık, gündüz oturmadık, ölesiye yitesiye çalıştık. Halkı birbirine düşman etmedik. Ben hükümdar olduğumda her yere gitmiş olan halk dönüp geldi. Oğuz, Kıtay, Tatabı halklarına ve Çin’e 12 kez ordu sevkettim ve savaştım. Ölecek halkı dirilttim, aç halkı doyurdum, çıplak halkı giydirdim, yoksul halkı zengin kıldım. Sayıca az halkı çoğalttım, güçlü devleti olandan daha iyi kıldım. Dört bucaktaki halkları hep kendime bağımlı kıldım. Türk halkını düşmansız kıldım, bu halkların hepsi bana bağımlı oldular.

Kül Tigin 26 yaşında iken Kırgızlar ve Türgişlerle savaştık, onları yendik. Türgişlerin avam halkı bize tabi oldu ve halkı Tabar’da yerleştirdik. Ben erkek kardeşimle beraber önderlik edip çalışmasa ve başarmasa idim, Türk halkı ölecek idi. Kül Tigin vefat etti, yas tuttum.

Bilge Tonyukuk Anıtında şu ifadeler yer almaktadır(Ergin, 2000,s.1-149):

Bilge Tonyukuk ben kendim Çin ilinde yaratıldım. Türkler, Çinlilere tabi iken mahvoldu, yok oldu. Fakat daha sonra 700 kişi bağımsızlık savaşını başlattı ve bağımsızlığı kazandı.

İlteriş Kağan’ın danışmanı iken güneyde Çin, doğuda Kıtay, kuzeyde Oğuz’la savaşarak onları yendik ve öldürdük.

Milletin boğazı tok idi. Oğuz’dan casus geldi. Sözü şöyle: Türk milletinin kağanı cesur, danışmanı bilici, az Türk milleti Çin’i, Kıtay’ı, Oğuz’u öldürecek. Çin güneyden hücum etsin, ben kuzeyden hücum edeyim, mümkünse Türk milletini yok edelim. Bu sözü işitince gece uyuyacağım, gündüz oturacağım gelmedi. Durumu kağanımıza arz ettim, şöyle dedim: “ Çin, Oğuz, Kıtay birleşirse olduğumuz yerde kala kalırız.” Kağanım, “gönlünce asker sevket”, dedi. Ötüken Ormanı’na doğru ordu sevkettim. Oğuzlarla yaptığımız savaşta onların ordusu 300 bin bizim ordumuz ise 200 bin kişi idi. Tanrı lütfetti, dağıttık, askerleri nehre düştü, bir kısmı yolda öldü, Oğuz tamamen bize geldi.

Çin Kağanı, On-Ok Kağanı, Kırgız’ın kuvvetli Kağanı ve Türgiş Kağanının bize karşı birleşerek bizimle savaşmak istediklerini haber aldım. Bunu işitince gece uyuyacağım, gündüz oturacağım, gelmedi. Önce Kırgız’a asker sevkederek onları yendik ve Kırgız kavmi bize teslim oldu. On-Ok beyleri ve milleti geldi, bize baş eğdi. Bu savaşlarda danışmanı ve komutanı bizzat bendim.

İlteriş Kağan, bilici ve cesur olduğu için Çinle 17 defa, Kıtayla 7 defa, Oğuzla 5 defa savaştı. Bu savaşlarda Türk Bilge Kağanına, İlteriş Kağana, Bögü Kağana danışman ve kumandan bizzat ben idim(Ergin,2007,s.79).

İlteriş Kağan, Kapgan Kağan ve ben Bilge Tonyukuk kazanmasa idik, il de millet de yok olacaktı. İlteriş Kağan, Kapgan Kağan ve Bilge Tonyukuk kazandığı için il il, millet millet oldu.

ORHUN YAZITLARI PENCERESİNDEN BUGÜNKÜ TÜRKİYE’YE BAKIŞ
Orhun yazıtlarında verilmek istenen en dikkate değer mesaj, Göktürkler Çin esaretinde iken Türk beylerinin Türk unvanlarını bırakıp Çin unvanları alarak kültür emperyalizmine maruz kaldıklarının dile getirilmesi, olsa gerektir. Bugün de Türk toplumunun aynı sorunlarla karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Bunu kısaca açıklamak istersek şunları söyleyebiliriz.

Atatürk, Türk Dil(1932) ve Tarih Kurumları(1931) ile D.T.C.F.(1936)’ni kurarak milli bir kültür politikası izlemiştir.Atatürk’ten sonra bu politikadan sapış, İnönü döneminden başlayarak günümüze kadar sürmüştür. Yazar Atilla İlhan(1984,s.4), bu konuda şunları söylemiştir: “Türkiye’de Batı kültürünü savunmak, Batı’nın hayat biçimini benimsemek ilericilik sayılmıştır. İnönü’nün saltanat döneminde Yunan, Latin klasikleri geniş ölçüde Türkçe’ye çevrildiği gibi bazı liselere Yunanca, Latince dersleri de konulmuştur. Bu hareket, zaten köksüz olduğu için daha sonra süpürülüp gitmiştir.”

1939 yılında Türkiye-İngiltere-Fransa arasında yapılan üçlü ittifak anlaşması ile Türkiye, Atatürk’ün tam bağımsızlık politikasını bırakarak Batı’nın etkisine girmiştir. Yine Türkiye, 1947 yılında IMF ve Dünya Bankası ile ilişki kurmuş ve A.B.D. ile sayısını bilmediğimiz çok sayıda ikili anlaşmayı imzalamıştır. Ayrıca 1949 yılında M.E.B.da 4’ü A.B.D.’li, 4’ü Türk olan 8 kişilik bir eğitim komisyon kurulmuştur. Bu anlaşmaya göre komisyon başkanı A.B.D. elçisi olacak ve oyların eşit olması durumunda kararı başkan verecektir(Aydoğan, 2006).Bu anlaşmalarla Türkiye, siyasal, sosyal, kültürel ve eğitim yönlerinden tamamen Batı tarafından denetlenmeye başlanmış oluyordu.

D.P. iktidar olduğunda Atatürk’ten sonraki C.H.P. iktidarı, Türkiye’yi Batı’ya bağlayan anlaşmaları büyük ölçüde tamamlamıştı. Fakat D.P.bu süreci devam ettirdi. Nitekim Halkevlerinin kurucularından ve bu kurumun 15 yıl müfettişliğini yapan Menderes, 1930’larda aşırı övgülerle “her şeyi gören Gazi” olarak göklere çıkardığı Atatürk’ü, başbakan olduktan sonra yok saymaya başlamıştır. Bu konudaki savlarını o kadar ileri götürmüştür ki, bir konuşmasında “Kurtuluş Savaşı, üç ayda bitebilirdi.Fakat Atatürk’ün ihtirası yüzünden yıllarca sürdü” demiştir(Aydoğan,2006,s.25).

Türkiye'de asıl kültürel yabancılaşma, D.P. iktidarı döneminde 1955 yılında İngilizce eğitim yapan Maarif Kolejlerinin açılması(Cicioğlu, 1982,s.10) ile başlamıştır. Bilindiği gibi bu okulların adları daha sonra Anadolu Liselerine çevrilerek bütün illere ve hatta büyük ilçelere kadar yayılmıştır. Yine 1957 yılında eğitim dili İngilizce olan O.D.T.Ü. kurulmuştur(Kısakürek,1976,s.15). Son yıllarda bazı devlet üniversitelerinde İngilizce Tıp, İngilizce İktisat gibi fakülte ve bölümler açılmıştır.Ayrıca vakıf üniversitelerinden sadece Başkent, Okan ve T.O.B.B. Üniversiteleri Türkçe eğitim yaparken diğer üniversiteler İngilizce eğitime yer yermektedirler.

En son bu kervana Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birisi olan İ.T.Ü. de katılmıştır. İ.T.Ü. Senatosu, uzun yıllar ana dilde eğitim yönünde kararlığını sürdürmüşken daha sonra bu üniversitede % 30 oranında “İngilizce Destekli Eğitim” uygulandı. Nisan 2009’da ise İ.T.Ü. Senatosu, önceki kararların aksine “tüm İngilizce eğitime geçilmesi kararı”nı aldı(Kulaksızoğlu,2010,s.10). Oysa bu karara hem öğretim üyelerinin çoğunluğu hem de öğrenciler karşıdırlar.O halde İ.T.Ü. Senatosu’nun bu dayatması, demokrasi ve gerçek üniversite anlayışı ile ne kadar bağdaşmaktadır? bunun sorgulanması gerekir.

Türkiye’deki İngilizce eğitim hastalığı, D.S.P-M.H.P.-ANAP Koalisyon Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu tarafından anaokullarına kadar indirilmiştir. Bu durum, Türk milleti ve Türk kültürü için bir facia olarak nitelendirilebilir. Çünkü adı üstünde anaokulunda anadili öğretilir. Bundan sonra anaokullarında İngilizce öğretileceğine göre demek ki,Anadolu’da zamanla İngilizce konuşan yeni bir millet yaratılması amaçlanmaktadır.

Ayrıca M.E.B. Metin Bostancıoğlu, bir konuşmasında sanki Cumhuriyeti yüceltmek istermiş gibi “bizim miladımız Cumhuriyettir” diyerek Türk tarihini Cumhuriyetle başlatmış oluyordu .Oysa Atatürk, Türk Tarih Kurumu ve D.T.C.F.’ni açmakla Ortaasya’ya kadar uzanan Türk tarihinin bütününün araştırılmasını amaçlamıştı. O halde bu söz, Atatürk’ün tarih teziyle çelişmektedir.

Yine bu tarihlerde Y.Ö.K. Başkanlığı yapan bir öğretim üyesi de Y.Ö.K. Genel Kurulunda “Türkçe’nin bilim dili olmadığını ve gelecekte de olamayacağını bu sebeple İngilizce eğitimin kaçınılmaz olduğu”nu söyleyebilmişti.

Bugünlerde ise eski solcu ve 30 yıldır Sosyal Demokrat Hareket Platformu’nun İstanbul sorumluluğunu yapan, halen A.K.P. milletvekili ve Grup Başkan Vekili olan Ayşe Nur Bahçekapılı(2009), Taraf Gazetesinden Neşe Düzel ile yaptığı konuşmasında şunları söylemiştir: “ Vatandaşlık tanımı da değişecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak T.C. vatandaşıyım, diyebilecek. Neşe Düzel’in “Yani anayasa’daki Türklük” kalkacak öyle mi?” sorusuna “Tabii, yoksa demokratikleşmeyi yapamazsınız” dedi.

Prof. Dr. Mehmet Eröz, “Milli Kültür ve Meselelerimiz” adlı eserinde, “Batı’da sosyal demokrasi’nin milliyetçilik düşmanı ve vatanseverlik karşıtı bir ideoloji olduğu”nu yazar. Demek ki, sayın Bahçekapılı’nın bu sözleri, partisi değişse de düşüncesinin değişmediğini göstermektedir. Bu bağlamda C.H.P. nin de kendisini Batı’dan bulaşan sosyal demokrasi illetinden kurtararak partinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçilik, halkçılık ve bağımsızlık ilkelerine sarılmasında ülke çıkarları açısından sayısız yararlar bulunmaktadır. Parti yönetiminin yeniden şekillendiği bugünlerde bunun mutlaka dikkate alınması gerekir.

Görüldüğü gibi Atatürk’ten sonra gelen iktidarların çoğunluğu ile bazı bürokratlar, her ne kadar kendi görüşlerini, muhaliflerinin düşüncelerine karşı imiş gibi gösterseler de gerçekte birbirlerinin devamıdırlar. Çünkü hepsinin ortak tarafı, gayr-i milli olmaları ve Türk milletinin geleceğini ve çıkarlarını düşünmemeleridir.

Yine A.K.P. milletvekili Mir Dengir Fırat, Aralık 2009’da SKYTÜRK T.V.’de katıldığı bir programda şunları söyledi: “ Devlet etnik dillerin eğitimini yaptırmak zorundadır” Sayın Fırat bu sözleri gerçekten inanarak mı, yoksa seçmene selam göndermek maksadıyla mı, söylemiştir? bilmiyoruz. Çünkü dünyada bütün etnik dillerin eğitimini yaptıran gelişmiş, demokratik milli bir devlet yoktur. Ancak belki işgal altındaki Irak gibi ülkelerde bu durum söz konusu olabilir. Kaldı ki, İsviçre Belçika ve Kanada dışında bütün uygar ülkelerde resmi dil tektir. Örneğin A.B.D.’de Fransız, Alman, İspanyol, İtalyan, Japon ve Çin v.b. asıllı milyonlarca insan yaşamasına rağmen resmi dil İngilizce’dir. Üstelik A.B.D., 2007 yılında “İngilizce Dil Birliği Yasası”nı çıkarmıştır(Kekevi, 2010).Bu yasa şu zorunluluğu getiriyor:1-Kamu ve özel tüm işyerlerinde İngilizce kullanılması 2-Vatandaşlık başvurularının Güvenlikten Sorumlu Bakanlığa verilen “İngilizce bilme şartını yerine getirmedikçe” işlem yapılmaması.

Başta A.B.D olmak üzere gelişmiş Batı ülkeleri, kendi dillerine tutuculuk seviyesinde bağlı iken ve bunu sonuna kadar savunurken, bu ülke yetkilileri,Türkiye söz konusu olduğunda çeşitli etnik dillerin eğitiminin devlet tarafından yaptırılmasını önerebilmektedirler. Oysa Yunanistan’daki Türk azınlığın çocuklarına okullarda Türkçe öğretilmesine izin verilmemektedir. Hatta bunların Türk’üm demeleri, Türkçe gazete ve dergi çıkarmaları ve Türk adı taşıyan dernek kurmaları yasaktır(Öymen, 2007,s.9).Yunanlılar, Türklere “siz Türk değil Müslüman Yunansınız” demektedirler. Yine aynı şekilde Almanya’da yaşayan Türk çocuklarına, okullarda Türkçe öğretilmesi uygulaması kaldırılmıştır. Hatta bugünlerde, okul bahçelerinde bile çocukların kendi aralarında veya velileriyle Türkçe konuşmalarından rahatsızlık duyulmaktadır.

Avrupa’da milletleşme, Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra milli dillerin kullanılmasıyla başlamıştır. Fransız İhtilali(1789) ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı’(1776)nın kazanılması, Batı’da millet olgusunu bir sosyal gerçek olarak ortaya çıkarmıştır. Oysa Orhun Yazıtları dikkatle incelenirse orada millet bilincinin varlığı görülebilir. Örneğin bu yazıtlarda, “Türgiş Hakanı, kendi Türkümüz, kendi halkımız idi, bilgisizliği yüzünden bizimle savaştı ve yendik” ifadesi yer almaktadır.

Batı’da Luther tarafından İncil’in Almanca’ya çevrilmesi, milli edebiyatı doğurdu. Milli edebiyat, milli devleti ortaya çıkardı. Milli devlet, ekonomiyi geliştirdi. Milli ekonomi, milli sanayinin kurulmasına yol açtı(Baltacıoğlu,1964,s.2-4).

Atatürk, Kurtuluş Savaşı ile Anadolu’yu işgal eden Batılı sömürgeci devletleri, buradan çıkardıktan sonra modern bir millet ve devlet yaratma konusunda onların yöntemlerinden yararlanmıştır. Bu amaçla Türk’ün Dilini ve Tarihini, bilimsel araştırma konusu yaparak Türk kültürüne dönüş anlamındaki milli rönesansı başlatmıştır.

Ayrıca Atatürk, 1925 yılında bütçeden para ayırtarak Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tercüme ve tefsirinin, İmam-ı Maturidi’ye göre yapılmasını Elmalılı Hamdi Yazır’dan istemiştir(Bulut, 5.11.2008).Oysa Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerinden birisi, Yavuz Selim’in Mısır seferinden sonra Arabistan’dan getirdiği çok sayıdaki Eş’ari ulemasını Anadolu’daki medreselere yerleştirmesidir. Bir Arap inancı olan Eşarilik, akılcılığı dışlayan bir anlayışa sahiptir.Oysa başlangıçtan beri Türklerin, itikatta mezhebi Maturudililiktir. Kendisi Türk olan İmam-ı Maturidi, din anlayışında aklı dinin temeli saymıştır. Nitekim Hz. Muhammed’in “aklı olmayanın dini yoktur” anlamında bir hadisi vardır.

Bu sebeple Türk toplumunda şu anda yaşanılan sorun, burada düğümlenmektedir. Çünkü Türkiye’deki cemaat ve tarikatların büyük çoğunluğu Eş’ari inancını benimser. Atatürk ise Yavuz Selim öncesi Anadolu’daki Sünni ve Alevi Türkmenlerin ortak inancı olan Maturidiliğe dönülmesini hedeflemiştir. İşte Türkiye’de cemaat ve tarikatların Atatürk düşüncesi ile çatışmasının temel nedeni budur(Gürbüz, 30.03.2009).Çünkü akıl bir kenara bırakıldığı zaman insanlar, şeyhler, şıhlar tarafından yönlendirilip iradeleri yok edilerek, düşünmeyen robotlar haline getirilebilmektedir.

Oysa Atatürk yapacağı işlerde akılcılığı temel alıp izlediği milli kültür, milli ekonomi ve milli sanayi politikaları sayesinde başlangıçta toplu iğne bile yapamayan Türk milletinin, uçak fabrikasını yapmasını sağlamış ve üretilen uçaklardan 8 tanesini Hollanda’ya satmayı başarmıştır(Aydoğan, 2006,s.12).Yine bu dönemde, dünya ekonomisi bir kriz yaşamasına rağmen Türkiye, %8’lik kalkınma hızını yakalayabilmiştir(Boratav, 2006,s.25).

Türkiye’nin 1939’da İngiltere ve Fransa ile daha sonra A.B.D. ile yaptığı bağımsızlığı yok eden anlaşmalar, 1955’te başlayan İngilizce eğitim, tersine bir sürecin başlamasına yol azmıştır. Çünkü yabancı dille eğitim, tarikat ve cemaatlar vasıtasıyla akılcılığı dışlayan din anlayışının yaygınlaşması, dış güçlerin Türkiye’de 12 Eylül 1980 Darbesini gerçekleştirmeleri, milli dil ve kültür ile akılcı din anlayışını yok etmiştir.

Bu durum, eğitimde çok sayıda Batı mandacısı insanın yetişmesini ve bunların bürokrasi ile eğitim kurumlarında görev almalarını sağlamıştır.Sonuçta milli kültür, milli ekonomi ve milli sanayi çökmüştür.Nitekim vaktiyle okullarda öğrencilere,Türkiye’nin tarımda kendi kendisine yeten 7 ülkeden biri olduğu öğretilirken bugün Türkiye,dışarıdan tarım ürünleri ile hayvan ithal etmeye başlamıştır.Ayrıca K.İ.T.lerin bir çoğu yabancılara satıldı. Mahalle bakkalı, manavı ve kasabı yok oldu, yerlerini çok uluslu şirketlerin açtığı supermarketler aldı. Bankaların % 60’dan fazlası, borsanın % 70’i yabancıların eline geçti. Oysa Atatürk, I. İzmir İktisat Kongresinde yaptığı açış konuşmasında “Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkenin siyasal bağımsızlığının olamayacağı”nı söylemişti. İşte bu sebeple bugün yaşamakta olduğumuz sosyal kargaşaya bu açıdan bakarsak daha doğru değerlendirmeler yapabiliriz.

Yazıtlarda, Türklerin hakanlarını dinlemeyip kendi yurtları olan Ötüken’i terk ederek gittikleri yerde binlerce kişinin öldüğü söz konusu edilmektedir. Burada yurda sahip çıkılmadığı zaman insanların başına nelerin gelebileceği anlatılmaktadır. Bugün aynı hastalık sürmektedir. Nitekim emperyalizmin propagandası sonucu, bazı zihinlerde vatan kavramının aşındığı gözlenmektedir. Örneğin bazı yöneticilerle sözde aydınlar, ülke topraklarını yabancılara satılabilecek bir arsa olarak görebilmektedirler.

Yine Yazıtlarda Türkler’in tok gözlü oldukları ve bir kere doyunca bir daha acıkacaklarını düşünmediklerinden söz edilmektedir. Bununla Türklerin günübirlik bir düşünceye sahip olup uzun vadeli plan ve hesap yapmadıkları hatırlatılmaktadır. Bunun bugün için de doğru olduğu söylenebilir. Çünkü dışarıdan dayatılan 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra Türkiye, ekonomide uzun vadeli planlar yapmayı terk ederek, günü kurtarmak amacıyla üretim yerine sadece milli kuruluşların satılması ve borçlanma ile yetinmiştir.

Ayrıca bu yazıtlardan çıkarılabilecek başka bir ders de şudur: “Ülkeyi akıllı ve ülkesine bağlı insanlar yönettikleri zaman ülkeye birlik, beraberlik, huzur, refah ve mutluluk gelmekte aksi olduğu takdirde sosyal kargaşa, iç çatışma çıkmakta ve sonuçta düşman işgaline maruz kalınmaktadır.

Orhun yazıtlarında aç halkı doyurduk, çıplak halkı giydirdik, yoksul halkı zengin ettik ifadeleri 20. yüzyıldaki sosyal devleti hatırlatmaktadır. Gerçi bugün vahşi kapitalizm sayesinde sosyal devletin yerinde yeller esmektedir.Çünkü yeni liberal kapitalizm anlayışı, liberal devletin temel görevleri arasında bulunan eğitim ve sağlığı devletin görevi olmaktan çıkararak öğrenci ve hastayı, müşteri olarak görmeye başlamıştır.

Yazıtlarda, Çin esaretinde yaşayan Türklerin, Çin Devleti için savaşmalarına rağmen Çinliler’in yine de onları yok etmeye yönelik bir politika takip ettiklerinden söz edilmektedir. Türkiye’nin yakın geçmişte yaşadıkları da bundan pek farklı değildir. Türkiye NATO’da 60 yıldan beri müttefiklere bağlı olup bunun bütün gereklerini yerine getirmesine rağmen 2006 yılında A.B.D. Silahlı Kuvvetler Dergisi, Türkiye’nin Güneydoğusu’nu bölünmüş gösteren haritayı yayımlayabilmiştir. Son birkaç yıldır Türkiye’nin bu bölgesinde yaşanan olaylarda Batılı müttefiklerimizin parmağı olduğu kendi itiraflarından anlaşılmaktadır. Nitekim bir A.B.D. yetkilisi, P.K.K’yı desteklediklerini açıklamıştır. Yine medyada yer alan haberlere göre, Türkiye’de P.K.K. ile organik bağı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan ve başka bir adla yeniden kurulan bir partinin A.B.D.’de temsilcilik açmasına izin verilmiştir.

Ayrıca A.B. ilerleme raporlarının nerede ise tamamında Anadolu’da Kürtlerin etnik azınlık, Alevilerin dinsel azınlık oldukları dile getirilmektedir.Bütün bunlar, Batılı dostlarımızın(!) ülkemiz ve milletimiz hakkında pek de iyi şeyler düşünmediklerini göstermiyor mu?

SONUÇ

Avrupa’da millet olma, ancak rönesans ve reform hareketlerinden sonra Fransız İhtilali ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonunda gerçekleşebilmiştir.Oysa Türklerde millet bilincinin çok eski tarihlere dayandığını Orhun yazıtları göstermektedir. Çünkü bu yazıtlar, Türk Dili ile yazıldığı gibi Türk adı da ilk defa yine bu yazıtlarda kullanılmıştır.

Yazıtlarda konu edildiği gibi Türk milleti, günübirlik yaşamaktan vazgeçip uzun vadeli planlarını yaparak bunları hayata geçirmek mecburiyetindedir.

Anadolu, sahip olduğu stratejik konumu itibariyle eski çağlardan günümüze kadar bir çok milletin üzerinde hesap yaptığı bir coğrafya olmuştur. Nitekim yukarıdaki örneklerinde de görüldüğü gibi Kurtuluş Savaşında ülkemizi işgal eden Batılı ülkelerin, Türkiye üzerindeki hesaplarının henüz bitmediği anlaşılmaktadır. Bu sebeple her Türk vatandaşının bunun bilincinde olup ona göre hareket etmesi zorunludur.

Tarihte Türkler, ülke içinde birlik olmadıkları ve birbirlerine düştükleri durumlarda genellikle yabancı esaretine girmişlerdir. Bugünkü Türk halkı, bundan gerekli dersleri çıkarmalıdır.

Yazıtlardan da anlaşılacağı gibi Türkleri savaşla yenmek mümkün değildir. Onun için Türk’ün düşmanları, her zaman toplumu birbirine düşürme, içeriden çökertme, kültür emperyalizmi ve psikolojik savaş gibi yöntem ve taktikleri kullanmayı tercih etmektedirler. Günümüzde Türk milletine karşı yapılan psikolojik ve ekonomik savaş devam etmektedir. Türk milleti, Atatürk’ün dediği gibi sonsuza kadar yaşamak istiyorsa, her fert bu konuda üzerine düşeni yapmak ve yetkili makamlarda bulunanlar da bunun gereklerini yerine getirmekle yükümlüdürler.

Günümüzde kültür emperyalizminin de bütün şiddetiyle sürdüğünü işyeri tabelalarından anlıyoruz. Arada bazı Türkçe kelimelere rastlamasak Türkiye’nin tamamen bir kültür işgaline uğradığına hükmedeceğiz. Yine son günlerde medyada Türklüğü inkar eden ve hatta Türklüğe hakaret eden yazıların kaleme alındığına ve sözde bilimsel tartışmaların yapıldığına şahit oluyoruz.

Bir yandan içeride “Bizim Türk olduğumuz nereden belli” veya “Türk diye bir millet yoktur” diyerek Türk milletinin varlığını inkar edenlerin bürokrasinin en yüksek makamlarına yükseldiğini görüyoruz. Bu iddia sahipleri, ya milletin bir kan değil bir kültür işi olduğunu bilmeyecek kadar cahildirler ya da kasıtlıdırlar. Öte yandan “Türkler Ermeni ve Kürtleri kesmiştir” diyen T.C. vatandaşlarına dışarıda Nobel ödülleri verilmektedir.

Bütün bunlar, bugün Türk varlığının içeride ve dışarıda büyük tehdit altında olduğunu göstermektedir. Bir yandan emperyalizmin, doğası gereği bütün dünyada yarattığı ekonomik kriz, Türk insanını açlığa ve sefalete sürüklerken öte yandan Türklüğün hem içeride hem de dışarıda kendi dilini ve kültürünü yaşaması ve yaşatması nerede ise engellenerek adeta bir kültürel soykırıma tabi tutulduğu söylenebilir. Bu sebeple yetkililerin bunun önlemlerini acilen almalarında yaşamsal zorunluluk bulunmaktadır.

KAYNAKLAR
Kekevi,A. (2010), “Dil Birliği İngilizce İçin”, Türk Dili Dergisi, Sayı : 137,
Aydoğan, . Türkiye Üzerine Notlar(1923-2005),İzmir, Umay Yayınları
Ayyılmaz, C. vd. (2001) Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi Albümü, Ankara
Aslantürk, Z.(1999) Sosyolojiye Giriş, Bolu
Bahçekapılı,A. “Roportaj” Neşe Düzel, www.taraf.com.tr, 30.11.2009.
Baltacıoğlu. İ.H. (1964)“ Din Kültürü Nedir, Ne Değildir?”, Bilgi Dergisi, Sayı: 207-208, 2-4.
Boratav, K. (2006)Türkiye İktisat Tarihi, Ankara, İmge Katebevi Yayınları
Bulut, A. “Atatürk’ün Kur’an Tefsiri İçin 7 Şartı Vardı”, Yeniçağ Gazetesi,5.11.2008.
Cicioğlu, H. (1982)Türkiye’de İlk ve Ortaöğretim, Ankara, A.Ü. D.T.C.F., Yayını
Ergin, M.(2000) Orhun Abideleri, İstanbul, Boğaziçi Yayınları
Eröz, M. (1983) Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz, İstanbul, Doğuş Yayın ve Dağıtım
Gürbüz, C. “Türk Laikliğini Maturidi İle Savunmak”, Yeniçağ Gazetesi,30.03.2009.
Güvenç, B(1994). Türk Kimliği, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları
İlhan, A. “Batı Kültürünü Savunmak İlericilik Sayılmıştır”, Tercüman Gazetesi,
22.07.1984,4.
Kaplan, M. (1982) Kültür ve Dil, İstanbul, Dergah Yayınları
Kısakürek, M. A.(1976) Üniversitelerimizde Yenileşmeler, Ankara, A.Ü. Eğitim Fakültesi
Kulaksızoğlu, E. “İ.T.Ü. Kimlik Değişikliği Yanılgısı”, Cumhuriyet- Bilim Teknoloji Eki,
16.04.2010,18.
Meriç, Ü.(1992) Cevdet Paşa’nın Cemiyet ve Devlet G örüşü, İstanbul, İnsan Yayınları
Öymen. O. “Atina Lozanı Uygulamıyor”, Cumhuriyet Strateji Eki, 29.1.2007, 9.
Orkun, H. N. (1987) Eski Türk Yazıtları, Ankara, T.T.K. Yayınevi
Samdan, Z. (2003) Kül-Tgin: Orhun-Yenisay Yazıtları 6.-7. Yüzyıl, Ankara, Türk Kültür ve
Sanatları Ortak Yönetimi Yayınları
Tekin, T(1988). Orhun Yazıtları, Ankara, T.D.K. Yayını

Yusuf Yılmaz ARAÇ

23 Eyl 2024

İLK KOMANDO KAMPI GÜMÜLDÜR TÜRKEŞ: KOMANDOLARIM KOMÜNİSTLERE KARŞIDIR ALTAN ÖYMEN: ÜÇ HİLÂLLİ KOMANDOLAR KOMANDOLARIN LİDERİ MEYDAN DAYAĞI YEDİ.

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Halim Kaya

03 Eyl 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

05 Ağu 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 115,13 M - Bugn : 102884

ulkucudunya@ulkucudunya.com