VALİLİKTEN DARU’L FÜNÛNA: MEHMET ALİ AYNÎ
ALTAN ALGAN – ÖZGÜN DURUŞ 01 Ocak 1970
Mehmet Ali Aynî, muallim bir yönetici. Her şeyden evvel deneyimli. Bazı telif ve tercüme eserleri dolayısıyla zaman zaman merkezi idare ile uyuşamamasına rağmen başarılı bir yönetici. Halep, Yemen, Kosova, Diyarbakır gibi görev yaptığı yerlerdeki halkın sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarını da incelemiş aşiretler arasında dolaşmıştır.
Başta Hatıralar’ı olmak üzere yazdıklarıyla size sürekli hatırlatandır: Hafızayı, düşünceyi, acıyı, sevgiyi, bilinci, bilgiyi, savaşı, kavrayışı, tükenişi, cesareti, inancı…
Genç yaştan itibaren başarılı memuriyeti yanında gerek telif ve tercümeleri gerekse çıkardığı veya çıkartılmasına yardımcı olduğu dergilerle, açtığı okullarla ilim ve kültürün İstanbul dışında da ülkenin en uzak köşelerine kadar yayılmasını sağlamıştır. Bu yüzden önce hayatına, yaşadığı zamana iyi bakmak gerekir.
Mehmet Ali Aynî, Osmanlının yüzünü sürekli “yeni”ye döndürdüğü uzun yıllarda yaşayan mütefekkirlerdendir. Var olanın olmakta olanın yıpratıcı, aşındırıcı yüzüyle yüzleşme zamanlarının insanıdır. Bunu söylemek bazen öldürücü gelse de gerçek bu.
1869 yılında Manastır’ın Serfiçe kasabasında doğdu. Ataları Osmanlı devletinin fetih ve yayılma dönemlerinde Konya’dan getirilerek Rumeli’ye yerleştirilmiş olduklarından “Konyar” adıyla anılırlar. Sekiz yaşında iken ailesi ile birlikte İstanbul’a gitti. Orta tahsilini Gülhane Askeri Rüştiyesinde ve yüksek tahsilini de Mülkiye Mektebinde tamamladı.
Mülkiyede Ali Kemal, Ahmet Reşit Bey gibi pek çok sima ile arkadaşlık kuran Aynî’nin bu okulda unutmadığı kişilerden biri Mizan dergisini çıkaran Dağıstanlı Mizancı Murat’tır. Mizancı Murat tam anlamıyla bir ihtilal severdir. Bilhassa Fransız Devrimini çok büyük bir heyecan içinde anlatır. Onu dinleyen öğrencileri de ister istemez onun tesirinde kalırlar okulun bahçesinde adeta bir açık hava tiyatrosu gibi bu devrimi canlandırırlar. Recaizade Mahmut Ekrem de hocalarından biridir. Eski edebi ekolün temsilcisi konumunda gördükleri Muallim Naci ile Hacı İbrahim’e düşmandırlar.
“ENCÜMEN-İ HAMİDΔ CEMİYETİ
Bu yıllarda henüz istibdat yönetiminin otoriter yinelemeleri kurulmuş değildir. Her yerde varlığını kamufle eden ve saklanmak durumunda kalan jurnal furyası başlamamıştır. Bir de bu yanıyla bakmalı onun hayatına. 1887 yılında edebiyat meselelerini konuşmak üzere kurdukları ve müşkül bir durumla karşılaşmamak için “Encümen-i Hamidî” adını koydukları bir cemiyet kurarlar. Her hafta Cuma günü Ali Kemal’in Süleymaniye’deki konağında toplanmaya başlarlar. Bir edebiyat tartışması yüzünden sohbet uzadıkça uzar. Gecenin geç vakti dışarı çıktıklarında konağın etrafının sarılmış olduğunu görürler. Dışarı çıkan herkes tevkif edilerek Beşiktaş karakolunu meşhur Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın karşısına götürülürler. Gece sabaha kadar burada kalırlar. Ardından Yıldız Sarayı’na oradan da Maarif Nâzırı Münif Paşa’nın konağına götürülürler. Tabii toplantının amacı ortaya çıkınca öğrencilere Yıldız Sarayı civarında münasip bir kütüphane inşa edilmesi kararı alınır. Fakat öğrenciler mektep nizamnamesine aykırı hareket ettikleri için beş gün hapsedilirler. Olaydan sonra teftişler artar iki ay sonra Ali Kemal Halep’e gönderilir.
Bu arada Arapça, Farsça ve Fransızcasını da geliştirdi. Mülkiyeden mezun olduktan sonra Hariciye, Maarif ve Dâhiliye Nazırlıklarında değişik vazifeler yaptı. Mehmet Ali Aynî Meşrutiyet yılları öncesinde ve sonrasında devlet görevlisi olarak çalışmış ama İttihat ve Terakki’ye de oldukça sıcak bakmıştır. Balıkesir’de iken akrabası Şevket Cenani vasıtasıyla İstanbul’dan haberler edinir, gazeteler alır. Zaman zaman sıkıntıları da olur bu durumun. Bundan dolayı Kanun-ı Esasi ilan edilince dönemin bütün nüfuzlu isimlerine matbuat hürriyetinin kayıtsız şartsız temin edilmesinin gerekliliğine dair telgraflar çeker.
Kanun-ı Esasi’nin ilanı hakkındaki telgrafı sabahleyin daha yatağında iken okur. Okuduktan sonra neler yaptığını hatıratında şöyle anlatır: “(..) okur okumaz hemen fırladım. Misafir kaldığım konağın divanhanesine çıktım. Henüz yataklarından kalkmak üzere bulunan arkadaşları topladım. Onlara da yüksek sesle elimdeki telyazısını tekrarladım. Vilayete derhal Mebus seçimi hakkındaki nizamnamenin gönderilmesini yazdım. Sonra arabaları hazırlattım. Balıkesir’e döndüm.”
TELGRAFLARA İT İMZASIYLA CEVAP VERİR
Meşrutiyetin ilanından sonra Balıkesir’e İttihat ve Terakki Cemiyeti imzalı pek çok telgraflar gelir. Balıkesir’de İttihat Terakki’nin hiçbir teşkilat ve murahhası olmadığı için liva Telgraf müdürü bu telgraf yazılarını Mehmet Ali Aynî’ye getirir. Muhatap bulunmadığı ve ne yapılmasının gerektiğinin bilinmemesinden kaynaklanan bu durum karşısında Mehmet Ali Aynî gelen telgrafları “Balıkesir İttihat ve Terakki Cemiyeti” imzasıyla cevap verir. Bunu yapmaktaki amacı Sultan II. Abdülhamit idaresine, İttihat ve Terakki’nin devletin her yerinde güçlü olduğunu hissettirmektir. Bunda Başarılı olduğunu da itiraf eder.
Balıkesir’de inşa ve tamir ettirdiği okullardan dolayı halkın sevgisini de kazanan Mehmet Ali Aynî’ye “Hasbî” adlı bir şair okulların tecdit ile ihyasına katkıları metheden hasbi şiirler yazmıştır. Bunlardan birinin bazı bölümleri şöyledir:
“Abd-i muallâ rütbeli
Mehmet Ali Bey himmeti
,Lütfeyleyip inşasına
İnsanlığın î’lâsına
Oldukça ilm ü marifet
Olsun bu dar-ı terbiyet”
Balıkesir Balya’da bir madende Meşrutiyet sonrasında meydana gelen ayaklanma Osmanlılardaki ilk amele ayaklanmasıdır. Madenciler, Alman ve Fransız mühendisleri korkutarak yerlerinden kaçırırlar. Bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra Çay İskelesinden Yunan bayraklı bir vapurla yola çıkar Mehmet Ali Aynî. Yanında İttihat ve Terakki Cemiyetinden tanıdığı ilk kişi Sudi Bey’de bulunmaktadır. Onun konuşmaları Mehmet Ali Aynî’de garip tesirler uyandırır. Vapur kapatanına şöyle der mesela: “Biz bir daha sizleri Rumca konuşturmayacağız.” Bu sözden hareketle gelecekte olacak olan olayları da dikkate alarak bu konudaki düşüncelerini şöyle yazar Mehmet Ali Aynî: “Yol arkadaşımın bu sözlerinden ileride neler çıkacağını hissederek biraz üzülmüştüm. Çünkü İstanbul’da milli hükümetin teşekkülünden sonra birçok gençlerimizin her tarafta “Vatandaş! Türkçe konuş!” diye vuku bulan mükerrer ihtar ve nasihatlerine rağmen hâlâ vapurlarda, trenlerde ve bilhassa Ada iskelesinde Yahudilerin, Rumların Türkçeyi ağızlarına almamak için bugün bile ısrar ettiklerini görüyoruz. Bu adamların, bundan otuz beş sene evvel, bu hususta ne kadar hadnaşinas olduklarını binaenaleyh otuz beş sene evvel, bu hususta ne kadar şımarık bir vaziyet takınacaklarını düşününüz… Nitekim vapur kaptanı da orada hemen bir vaka çıkarmak temayülünü göstermiş ve müdahalem ile muhtemel herhangi bir hadisenin önüne geçmiştim.”
LAZKİYE’DEKİ KAPALI MEKTEPLERİ AÇTIRIR
Kanun-i Esasi’nin ilanından üç ay sonra Lazkiye’ye giden Mehmet Ali Aynî burada mekteplerle yakından ilgilenmiştir. Lazkiye’ye ulaştığında mekteplerin muallimlerin maaş alamamasından dolayı kapalı olduğunu fark eden Mehmet Ali Aynî derhal emirler vererek şiddetli tedbirlere başvurarak mektepleri açtırır. Öğretmenlerin aylıklarını karşılamak üzere “iane-i lâhmiye” adı altında ihdas edilen verginin toplanmasına özel bir önem verir. Kasaplar bu vergiyi ödemeden bir okka et satamaz. Bu suretle mekteplerin kapılarındaki kilitler kalkar, tedrisat başlar ve muallimlerin yüzü güler.
İdadide zayıf olan Türkçe derslerinin güçlendirilmesi ve öğrencilerin bu derslere hecesinin arttırılması için İstanbul’dan faydalı ve meraklı kitaplar getirtir. Kütüphaneyi bu kitaplarla doldurur. İdadinin müdürü İttihat ve Terakki mensubu bir öğretmendir. Oldukça idealist olan bu öğretmen okulda ilginç bir olayın vuku bulmasına sebep olur. Haşim Bey bir gün talebelerden birine Türkçe bir manzume ezberlemesini ve bunu derste okumasını ister. Liva mühendisinin oğlu II. Abdülhamit’in methi ile başlayan bir şiir beller. Sıra kendisine gelip inşada girişince, ateşli Haşim Bey hemen hiddetle yerinden kalkar, çocuğun elindeki kâğıdı alır ve paramparça ederek yere fırlatır. Akşam evde olaya muttali olan talebenin babası durumu başkalarına da anlatır. Böylece iş büyür. Ahali müminlerin halifesine hakaret eden Haşim Bey’i parçalamaya karar verir. Haşim Bey ise kendini ahalinin elinden zor kurtarır. Aradan bir müddet geçtikten sonra Mehmet Ali Aynî’nin gayreti ile tekrar Lazkiye’ye döner.
Mehmet Ali Aynî Babıâli Baskını sonrasında Trabzon valiliğinden alınır. Onun yerine bu göreve Samih Rıfat atanır. İlk önce bunun sebebini anlayamaz. Hizmet süreleri 25 seneyi dolduran Mülkiye mezunları emekli edilmektedir görünürde. Fakat bu emekli edilme şartları Mehmet Ali Aynî’ye uymamaktadır. İstanbul’a geldikten sonra esas sebebini anlar. Bir gece Trabzon İdadisi’nde Spinoza hakkında öğretmenlerden birinin verdiği konferansı dinlemeye giden Mehmet Ali Aynî’nin eline konferans sırasında bir telgraf tutuşturulur. Babıâli Baskınını bildirmektedir bu telgraf. İmza yerinde ise sadece “Talat” yazmaktadır. Telgrafı okuduktan sonra imzanın atılış şeklindeki garabete dikkat çekerek gayri ihtiyari “Talat Bey’in bu hareketi bana Patrona Halil Vakası’nı hatırlatıyor” der. Bu cümle dallanıp budaklanarak ve birçok ilavelerle Talat Paşa’nın kulağına gider. Laf adeta çığ gibi büyüyerek İstanbul’a ulaşır. Talat Paşa da sadrazam olunca ilk iş olarak Mehmet Ali Aynî’yi valilikten uzaklaştır.
BATI’DA DA NAM SALMIŞTIR
Mehmet Ali Aynî mülki hizmetlerinden sonra tekrar kendi yolunda yol almak için maarife döner. Yarının büyüklerini yetiştirmek için Darülfünun’da vazife alır. Felsefe muallimi Emrullah Efendi’nin hastalığından dolayı istifa ettiği göreve Maarif Nazırı Şükrü Bey’in isteğiyle getirilir. Müfredat programını ve seleflerinin tedris tarzını beğenmeyerek istifa eder. Onun istifasıyla açık kalan dersleri Ziya Gökalp’e teklif ederler. Gökalp sadece İçtimaiyat’ı kabul eder felsefe derslerini Mehmet Ali Aynî’nin okutmasında ısrar edilmesi gerektiğini belirtir. Bu görevi kabul eden Mehmet Ali Aynî müderrisliği sırasında Edebiyat Fakültesi Müderrisler Meclisi reisliğine seçilir. Edebiyat Fakültesi Mecmuası’nın yayınlanmasını temin eder. Babanzade Naim Bey ile beraber felsefe ıstılahlarını tespit eder ve Darülfünun Tarihi’ni kaleme alır.
Batı’da da nam salmıştır felsefi birikimi ile… Türkiye’yi temsilen uluslararası felsefe kongrelerine katılmıştır. Eylül 1926’da Harvard üniversitesinde toplanan milletlerarası VI. Felsefe kongresi ile Eylül 1930’da Oxford’da toplanan Milletlerarası VII. Felsefe Kongresi’ne katılmış ve bu kongrelerde birer tebliğ sunmuştur. Son kongrede tanışmış olduğu bazı yabancı meslektaşlarının sorularını cevaplamak üzere La philosophie en Turquie adlı bir risale kaleme almıştır.
Türkiye içinde ve dışında yaptığı fikri ve felsefi çalışmaları sayesinde batı dünyasında da tanınan ve bunun sonucu olarak 1927’de İngiliz Felsefe Araştırmaları Enstitüsü, 1931’de Milletlerarası Felsefe Kongreleri düzenleme komitesi ve 1935’te L. Massignon’un da dahil olduğu bazı tanınmış müsteşriklerin teklifleri üzerine Paris Asya Cemiyeti asli üyeliklerine seçilmiştir. 1937’den sonra kütüphaneleri tasnif komisyonunda çalıştı. Aynı komisyonun reisliğini yaptı. Yaptığı çalışmalarda muvaffak da olması nedeniyle imtisale değer bir örnek teşkil eder onun hayatı.
Soyadı Kanunu çıkarıldığında ailesinin mahlası olan Aynî’yi bırakmak istememesinden dolayı almış olduğu soyadından dolayı epey sıkıntı yaşamıştır Mehmet Ali Aynî. Kadıköy nüfus memuruna bu soyadının Türkçe olduğunu ilmi olarak ispatlaması gerekmiştir mesela. Yetmiş beşinci doğum yıldönümü nedeniyle 1943 yılında Eminönü Halkevinde kendisine bir jübile yapıldı. Okutmak, idare etmek ve yazmak gibi üç büyük meziyeti kendinde toplayabilmiş bir kişilik olan Mehmet Ali Aynî, 29 Kasım 1945’te vefat etti.