« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Kas

2006

MİLLÎ KİMLİK

Nevzat KÖSOĞLU 21 Kasım 2006

Kimlik, bir ferdin yahut toplumun tanınmasını sağlayan özelliklerini ifade eder. Bu özellikler, onu diğerlerinden ayırır; diğerleri içinde fark edilmesini, bilinmesini sağlar. Millî kimlik dediğimiz zaman da, bir milleti tanımamızı sağlayan kültürel özellikleri anlarız. Millî kimlik, bir millî kültüre mensubiyetin ifadesidir. Türk kültürüne sahip olan insanlar Türk kimliğini taşırlar; yani onlar Türk’türler. Bu mensubiyetin yarattığı gerilimler de milliyetçilik duygusunu meydana getirir.

Millî kültür, maddesi ve üslubu ile millet hayatının bütününü ifade eder. Bir kültürü oluşturan sayısız maddî ve manevî unsur var olduğundan, bunların, farklı tarihî maceralar içinde, farklı terkip ve üsluplara kavuşması zorunlu olmaktadır. Yani, yaşamış her kültür zaruri olarak özgündür; kendine has bir kimliğe sahiptir. Ortak inançlar, ortak coğrafya yahut iktisadî gelişme aşamaları gibi sebeplerle millî kültürler arasında bir çok benzeşmeler olursa da, hiçbir zaman ayniyet olmaz, kimlik farklılıkları kaybolmaz. Ayni dine sahip farklı toplulukların ibadet ve sair toplumsal ilişkilerinde birçok benzerlikler olur; çiftçilik yahut avcılık yapan toplumların hayatları birbirine benzer; ama, bu benzeşmeler hiçbir zaman kimliklerin yok olmasına kadar gitmez.

Esasen, her kültürün, daha ilk aşamalarından itibaren bir farklılaşma, başkalarından ayrı olma hassasiyeti vardır ki, çoğu kez gayri şuurî olarak hayatın her alanındaki oluşumları etkiler. Başka kültürlerle temasa geçildiğinde, başkalığının farkına varan toplumun, bu farklılıklarını yani kimliğini koruma şuuru gelişir, artar. Bir başka görünüşüyle, milliyetçilik bu kimliği koruma ve yüceltme isteğidir.

Şimdiye kadar sözünü ettiklerimiz, kültürün dışa vurumları yani hayat tezahürleridir ki, toplumun nesnel kimliğini oluştururlar. Bunlara bakarak bir toplumun hangi millet olduğunu anlarız. Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Avrupa ve Kafkaslara doğru akan topluluklar Bizanslı yahut Arap yazarlar tarafından Türk olarak isimlendirilmişlerdir. Yabancı yazarlar bu toplulukları önce dillerinden tanımış ve doğru olarak isimlendirmişlerdir. Bugün de, millî kimliklerin en belirgin alâmetifarikası dildir.

Millî kimliği milî kültürün oluşturduğunu söyledik; milî kültür de millî hayatı bütünüdür, dedik. Bu demektir ki, millî kimliğimizi oluşturan ve onun alâmeti olan sayısız kültürel unsur sayabiliriz. Dil bu millî alâmetlerin bayrak olanıdır. İslâmiyet ve bu inancı hayata geçiren dinî kültürümüz, diğer bir önemli kimlik alâmetimizdir. Buna Türk Müslümanlığı diyoruz. Kitap’da açıklanan İslâm ile, bu İslâm’ın toplum tarafından hayata geçirilmesi anlamına gelen Müslümanlık arasındaki antolojik farkı kavrayamayan bazı kesimlerin, bu terimden rahatsızlıkları bilmediklerindendir. Bu farklılıklar hayatın geçirdiği zaruretlerdendir ve o kadar da doğaldır. Bir yanda ilke, öbür yanda bu ilkenin hayat pratiğine dönüşmesi vardır. Bu farklılıklar dinin doğmalarına aykırı olmadıkları sürece de, dinî bir sakıncaları yoktur. Türklerin mevlit gelenekleri, sünnete riayetteki hassasiyetleri yahut türbe ziyaretleri, okuduğunu anlamasa da –evlerimizde Kur’ân okunması, bizim manevî hayatımızı renklendiren ve bize kimlik veren özelliklerimizdendir. Günümüzde, dinî hükümlerin aslî hüviyetleri içinde bilinmemesi için girişilen olumlu gayretlerde, meselenin bu yönüne gereken dikkat gösterilmelidir. Aksi halde, dinî aslî haline irca ediyoruz derken, dinle birlikte millî kimliğimiz de tahrip edilmiş olacaktır.

Bütünüyle yaşama üslubumuzun her unsurunun, kendi ölçeğinde, millî kimliğimizin bir alâmeti olduğuna işaret etmiştik. Bunların içinde, vatan, devlet, musiki, millî mimarî, yerleşme düzeni, ev düzeni gibi önde gelenlerini de ifade ettikten sonra, millî kimliğin bir başka cephesine temas edelim.

Her toplumun bir kültürü yani kimliği olduğunu söylemiştik. Ancak, yabancılarla ilişki içinde olmayan kapalı toplumlar yahut bu durumdaki ilkel toplumlar kimliklerinin farkında olmayabilirler. Çünkü, toplumun kendi kültürünü/kimliğini idraki, biraz da, başkalarını yani kendinden farklılarını görmekle mümkün olur. İşte, toplumun kendi kültürünü, farklılıklarını idrakine öznel kimlik diyoruz. Buna mensubiyet şuuru da diyebiliriz.

İnsanlarda bu mensubiyet şuurunu yahut kimlik duygusunu yaratan şey, onun içinde yaşadığı kültürdür; yani nesnel kimlik unsurlarıdır. Fert, bu kültür unsurlarını ve bunların başkalarından olan farklılıklarını gördükçe, kendi kimliğini de idrak eder ve mensubiyet şuuruna kavuşur. Türkiye’de yaşıyorum, Türk devletinin vatandaşıyım, atalarım da bin yıldır bu topraklarda ve bu devletin vatandaşı olarak yaşamışlar, Türkçe konuşuyorum, Müslümanım, türküleri, şarkıları seviyorum, öyleyse ben Türk’üm.

Yukarıda işaret edildiği gibi, bu saydıklarımızı istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Bizi Türk olma şuuruna ve mensubiyet duygusuna götüren şeyler, çoğaltabileceğimiz bu ortaklıklarımızdır. Kendimizi Türk hissetmekle, bizi geçmişle bütünleştiren tarih şuuru ve geleceğe yönelten birlikte yaşama arzusunun önemini de vurgulamalıyız.

Millî kimlik duygusunu oluşturan bu unsurların, tamamının bir arada bulunması gerekmez. Her milletin farklı olan tarihî ve toplumsal gelişmesinden ötürü, kimliğini oluşturan unsurlar ve bunların ağırlıkları da farklı olur. Amerikan milletinin kimliğinin temel unsuru vatandaşlıktır. Bu temel unsur üzerine dil ve diğer unsurlar belirli ağırlıklarda eklenerek, günümüzde bütün dünyayı –kültürel anlamda- tehdit eden bir Amerikan kültürü/kimliği oluşturulmuştur. Bugün, İngilizce’nin dünya dili olmasından kot pantolona, kokakola ve makdanıld’a kadar, dünyaya egemen olmaya çalışan bir Amerikan kültürü vardır.

Her milletin kendi gelişme süreçlerine göre ön plânda olan unsurların var olması, o millette sağlıklı bir kimlik duygusu ve farklılık şuurunun var olmasını sağlar. Ancak, gereken toplumsal tabana ve tarihî birikime, gerektiği kadar sahip olmadan da, bir toplumda kimlik duygusu yahut farklılık şuuru uyandırılabilir. Günümüzün propaganda imkânları içinde bu daha da kolaylaşır. … Türkiye’de geniş çapta uygulanan oyun budur. Türk milleti ile sayısız ortaklıkları paylaştığı halde, sadece ırkının farklı olduğu kulaklara fısıldanarak, farklı bir kimlik oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Yaptığımız bu kısa dokunuşlardan da anlaşılabileceği gibi, meselenin esası, eğitimdir. Toplumsal/tarihî tabanı ne kadar geniş olursa olsun, başarılı bir eğitim uygulanamadığı takdirde, bu propagandalar karşısında çözülme ihtimali daima vardır. Bir süreden beri, değişik kesimlerden koro halinde Cumhuriyet eğitiminin başarısız olduğu, yeni çıkışlar aranması gerektiği yolundaki seslere, varmak istedikleri hedefler açısından bakmak gerekir. Evet, Cumhuriyetin millî kimlik şuurunu oluşturma yolundaki gayretleri yeterince başarılı olamamıştır; ama, bu, Türkiye’nin toplumsal gerçeğini ve tarihî birikimini değiştirmez; ırkçılık yapan propagandalara teslim olalım anlamına gelmez; tam tersine, bütün bu ortaklıklarımıza dayanan Türk kimliği şuurunu geliştirelim, geçen yılların başaramadığını başaralım, sonucu çıkar.

Bu noktada Türk milliyetçilerinin yüz yıla varan mücadelelerinin anlamı ve değeri de belki anlaşılır. Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak ilkelerini koymuştu. Medeniyet ile kültür ayırımı yapmıştı. Bugün daha iyi anlıyoruz ki, Gökalp bu ayırımı ilmî duyarlığından çok, millî kimlik duyarlığı sebebiyle yapmıştı. Kültürde Türkleşecek, İslâmlaşacaktık; yani Türk kimliğini bu esaslar üzerinde geliştirecektik. Türk kimliğinin bu yöndeki gelişmesinin, medeniyette çağdaşlaşmamıza (muasırlaşma) herhangi bir engeli yoktur. Bu ilkeler hâlâ ve en az o günkü kadar geçerlidir.

Cumhuriyet döneminde Türk milliyetçileri her zaman ve özellikle eğitimde Türk millî kimliğinin kazandırılması ve geliştirilmesi yönünde çaba harcamışlardır. Özellikle İnönü döneminde, millî kimliğimizin maddî, manevî bütün unsurlarının batılılaştırılması –hatta Grekleştirilmesi- yönündeki gayretler karşısında Türk milliyetçileri kavgacı olmuşlardır. Bu mücadeleler, sonunda Türk siyasî hayatında bağımsız bir siyasî partinin doğuşuna yol açmıştır. Eğer, Türkiye yönetimleri, tarih ve toplum tabanından mahrum böyle bir heves ve yanlış çağdaşlaşma anlayışı ile, Türk kimliğinin gelişmesini eğitim ve kültür hayatımızda darbelenmemiş olsalardı, bugünkü buhranlarımızın pek çoğu yaşanmayacaktı.

Küreselleşme ve Millî Hayat, sh: 135-140

Ziyaret -> Toplam : 125,06 M - Bugn : 84948

ulkucudunya@ulkucudunya.com