« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Ağu

2006

Ölüm Sessizliği

01 Ocak 1970

Büyük bir gürültü ile binaların yıkılışının, binlerce insanımızın kaybedilişinin üzerinden tam 8 gün geçmiş..

Saniyelerin bile hayat kurtarmada hayati öneme sahip olduğu bir zaman diliminde tamı tamına 8 gün... Depremin ilk günlerinde genizleri yakan bir ölüm kokusunun hakim olduğu Adapazarı’nda şimdi yoğun bir yağmur var ve insanlar tabiat eliyle ikinci kez vuruluyor. Bütün gözlerin aradığı ancak bir türlü bulunamayan Kızılay henüz ortada yok. Evet tam 8 gün olmuş ama 132 yıllık Kızılay halen ortada yok.

Islak zeminde, çamurlar içinde ayakları, yüzünde geçirdiği 90 yılın acılarıyla derinleşmiş çizgileri olan bir nine: Asiye Nine. Depremden sağ çıkmış ama çıktığına sevinemiyor bile. Asiye Nine tam 90 yaşında, iki dünya savaşından sağ çıkmış, depremden sağ çıkmış ama şimdi ilgisizlikten ölme riski ile karşı karşıya. Çünkü depremin üzerinden 8 gün geçmesine rağmen halen bir çadır bile alamamış. Bir kaç parça eşya ile sığındığı parkta bütün gece yağmurun altında ıslanmış ve yaşlı bedeni artık dayanma sınırını aşmak üzere. O büyük devletimiz 8 gün geçmesine rağmen halen yardım ulaştıramamış Asiye Nine’ye. Asiye Nine yalvaran gözlerle çadır istiyor. Ama ortada yalvaran gözlerin mesajlarını alacak kimse yok. Deprem bölgesinde geçirdiğimiz 8 gün boyunca Asiye ninelerin, Aynur öğretmenlerin, polis Rıza’ların dramlarını aktardık sayfalarca. Biz iyi niyetle ‘yollar kapalıydı gelecekler’ dedik depremzedelere ama onlar yollar açıldıktan sonra da yoktular...

Uzun, çok uzun 8 gün

Depremin hemen akabinde deprem bölgesine yola çıkmıştık ve depremin ortasında geçirdiğimiz 8 gün belki de hafızalarımızdan silinmeyecek görüntülere sahne oluyordu. Her yeni saat, her yeni gün, yeni dramları, yeni acıları beraberinde getiriyordu. Deprem bölgesinde geçen 8 günün özeti tek kelimeyle felaket. Felaket sadece deprem değildi, depreme hazırlıksız yakalanan devlet mekanizması, depremin üzerinden günler geçmesine rağmen organize olamayan, organize olanlara engel olan devlet adamlarıydı.

Deprem felaketinde ilk 4 gün çok önemliydi çünkü kurtulma ümidi vardı enkaz altındakilerin. O çok çok önemli ilk saatlerde hiç bir kurtarma ekibi yoktu maalesef deprem bölgelerinde. Hatta biz kurtarıcılardan daha önce ulaşmıştık. ‘Yanlış zeminde’ kurulmuş Sakarya’da onlarca insanı kendi imkanları ile kurtaran Sakaryalılar, yardımın ne zaman geleceğini soruyorlar! Biz yardımın ne zaman geleceğini ‘bir masa bir güneşlikten ibaret olan kriz masasının’ başındaki valiye soruyoruz. Cevap acziyetin ifadesi: ‘Henüz olayın boyutlarını bilmiyoruz, haberleşme yok, yollar kapalı....’

Depremle yerle bir olan Sakarya, İzmit, Gölcük, Yalova ve Çınarcık’ta ilk günlerde siren sesleri, yakarışlar, yardım çığlıkları, gözyaşları hakim. Tam bir karmaşa hakim. Tonlarca ağırlıktaki beton bloklar narin bedenlerin üzerinde. İnsanlar şaşkın, insanlar perişan. Kimse ne yapacağını bilmiyor. Şuursuzca enkazları kazıyorlar kazma kürekle, onları da bulamayanlar elleriyle. O çok beklenen, beklenip de bir türlü gelmeyen devlet ancak üçüncü günden sonra ulaşmayı başardı enkazların arasına. Çadırların kurulmaya başlaması da ancak 6 günden sonra oldu. 8 gün bitiminde hâlâ çadır alamamış yüzlerce depremzede vardı. Can düşmanı bildiğimiz Yunanlılar bile bizim ‘babamız’ devletten önce koşmuşlardı yardıma.

Deprem bölgelerinden ilerleyen günlerde artık o çığlıklar, inlemeler duyulmaz olmuştu. Çünkü enkaz altından umut kesilmişti. Artık ne enkazlar altından inlemeler geliyor ne de o enkazın üzerinde umutla yardım bekleyen insanlar var. Hayatla yapılan mücadelede kaybetmişti Sakarlayalılar, İzmitliler, Gölcüklüler ve Yalovalılar.. Artık ölüm, genizleri yakan ölüm kokusu kanıksanmaya başlanmıştı. Hayatta kalabilenler ise yardım konvoylarından bir kaç parça yiyecek alabilmek için birbirlerini ezmeye başlamıştı üstelik. Yardımlarda korkunç bir organizasyon hatası her şehirde gözüküyordu. Kenar semtlerde ve köylerde oturanlara günlerce hiç yardım gitmemişti. Depremin ilk günlerinden sonra yardıma boğulan depremzedeler ilerleyen günlerde yiyecek ekmek bulamamışlardı. Yardım fırtınası yaz yağmuru gibi gelip gitmişti.

Ölüm sessizliği ve ‘can’ bekleyişi..

Feryatlar, inlemeler ve siren sesleri. Havada helikopterler, yerde yıkılmış binalar. Sanki savaştaydık. Sakarya’nın Bosna Caddesi’ni kaplayan ölüm kokusu ve enkazlar bir an için Saraybosna’yı hatırlatıyor. Saraybosna’yı gördükten sonra ‘Dünyada hiç bir yer böyle olamaz’ dediğimi hatırlıyorum. Hayır oluyormuş. Sakarya’nın Bosna Caddesi Sırp bombalarının dövdüğü Saraybosna’dan daha çok hasar görmüştü. Bu enkazların arasında ise zaman zaman depremin gülen yüzüne de şahit olduk. Tonlarca enkazın altında ‘belki bir umut’ diye kulak kesilip dinleme yapıyordu kurtarma ekipleri. Yollar kesiliyor, herkes olduğu yere oturuyor, tabiri caizse nefes bile alınmıyordu. Nefesler tutulmuş, dudaklarda ‘ Allahım ne olur’ duaları. Ve bir ‘ tık .. tık..’ sevinçle enkazın altından zafer işareti yapıyor, dilimizi bilmeyen, ‘bizi’ bilmeyen ama kurtardığı kişinin ‘insan’ olduğunu bilen ‘yabancı’ kurtarma ekipleri. Saatler sürüyor, her saat aylar kadar uzun sürüyor belki ama mutlu sona ulaşılıyor.

Depremden 82 saat sonra çizik bile almadan çıkartılan minik Hatıra gün yüzünü görüyor. Alkışlar canla başla çalışan kurtarma ekibine, gözyaşları kin ve nefret arayan tüm insanlığa gönderiliyor. Ne var ki her zaman mutlu sona ulaşılamadı kurtarma bölgelerinde. Günlerce ölüme direnenler bir kaç saat daha inatla asılamadı yaşama. Depremin 8’inci günü Gölcük’te 96 dairelik üç bloktan oluşan Gökkuşağı Sitesi’nin en alk katında oturan 13 yaşındaki Emre’de olduğu gibi. Artık umut kesildiği için uğraşılmayan ‘toplu mezar’ Gökkuşağı Sitesi’nde duyulan bir tıkırtı harekete geçirmişti kurtarma ekiplerini. Yol trafiğe kapatıldı, herkes oturtuldu ve nefesler tutuldu. Herkesin gözü enkazı dinleyen kurtarma ekiplerinde. Duyulan bir ses ve asılınan kazma kürekler. Bu, saatler süren bir tekrar. Biraz ilerleniyor, biraz enkaz dinleniyor, yol kapatılıyor, herkes sessizliğe çağrılıyor. Kurtarmanın başından itibaren ellerimiz deklanşörde. Bu mucize çocuğu çekmek istiyoruz, saatler ilerliyor. Kurtarma operasyonu ilerledikçe enkazdan gelen sesler azalıyor ve saat 17’yi, yani kurtarmanın 5’inci saatini gösterirken sesler kesiliyor. Ama ümitler kaybedilmiyor.

182 saat sonra kurtulmanın çok zor olduğunu biliyor herkes, ama kurtarılacağına inanmak istiyor. Ta gecenin 10.00’una kadar. Depremin 8’inci günü, gece 22.00’de termal kameralarla enkazı dinleyen kurtarma ekibi bitkin bir şekilde kafasını kaldırıyor. Gözlerini kaldırıp merakla ve korkuyla bekleyen enkazdakinin yakınına bakamıyor bile: “ Don’t life”. Korkulan haber geliyor: Hayat yok. 10 saatlik kurtarma çalışması Emre’yi kurtarmaya yetmemişti. Ve 8. günün akşamı. Artık umutlar bitiyor, mucizelere inanılmıyor. Emir 7.4 şiddetindeki depremi günler sonra görebilen, ama 4.6 şiddetindeki depremde Meclis’i çalışmaya tatil eden Ankara’dan gelmişti: “Kurtarmaları bırakın. Enkaz kalksın!”

Ve o günler sonra enkaz bölgelerine ulaşan iş makinaları homurtular çıkararak giriyor enkazların arasına. Kimisi hayalleri, umutları, sevinçleri, kimileri belki kurtulabilirdi dediğimiz cesetleri alıp yüklüyor kamyonlara.

Aslında felaket ‘geliyorum’ demiş

Sakarya şehir merkezine girdiğinizde tamamen yerle bir olmuş bir şehir görüyorsunuz. Aslında bu görüntü ‘kader’ değil. Çünkü Sakarya’nın, Yalova’nın, İzmit’in ve Gölcük’ün zeminin yumuşak olduğu bir çok bölgesinde çok katlı binalara müsait olmadığı defalarca dile getirilmiş konunun uzmanları tarafından. Hatta bu bölgede şiddetli bir depremin her an olabileceği söylenmiş. Ama ulus olarak üzerimizdeki ölü toprağını atamadığımız için inatla ‘oturulamaz’ raporu verilen yerlere yapmışız sekizer onar katlı binaları.

DNA alınmalıydı

Depremde hayatını kaybeden ve kimliği belirlenemeyenler fotoğraflanıp parmak izi alınıyordu oysa cesetlerin çoğu tanınamayacak durumdaydı.Oysa ilerde doğabilecek muhtemel sorunları giderebilmek için her cesetten DNA örnekleri alınmalıydı. Cesedin yakınlarından da alınan örneklerle hemceset belirlenir hemde muhtemel sorunlar önlenirdi.

Olmadı, olmamalıydı

Tüm Türkiye tek yürek olmuş yardıma koşarken, dünya seferber olmuşken içimizdeki bazı kendini bilmezler de depremde ortaya çıkmıştı maalesef. Malzemesinden çalınmış binalar arasında, şimdi de enkaz altında kalan malları çalmaya çalışan yağmacılar belirmişti. Enkazlar arasında yağmalamalar başlarken en acısı Gölcük’te meydana geldi. Enkaz arasında ölmüş birinin altınlarını almak için kollarını kesmişti gözü dönmüş cani. Sakarya, İzmit, Gölcük ve Yalova’da da benzeri sahneler yaşandı. Yazıyı kaleme alırken deprem bölgesinde geçen bir 8 gün vardı. Daha da olacak. Yazılar haberler geçtik. Ama ekranlara, gazete sayfalarına aktaramadıklarımız da vardı: Deprem bölgesini saran korkuyu aktaramıyorsunuz yazılara, aciz kalıyor fotoğraflar. Anlatamıyorsunuz ölümü ve anlamazsınız o genizleri yakan ölüm kokusunu. Yüreklerdeki sarsıntıyı anlatacak bir cihaz icad edilmedi henüz, yüreklerdeki sarsıntıyı anlatacak fotoğraf çekilmedi. Çekilmeyecek de...

Ziyaret -> Toplam : 125,40 M - Bugn : 160006

ulkucudunya@ulkucudunya.com