ATSIZ
Hüseyin Nihal 01 Ocak 1970
(1905-1975)
Türkçü fikir adamı, tarihçi, Türkolog, şair ve roman yazarı.
12 Ocak 1905'te İstanbul'da doğdu. Ailece, babası deniz binbaşısı Nail Bey tarafından Gümüşhaneli Çiftçioğullan'-na, annesi Fatma Zehra Hanım ile de Trabzonlu Kadıoğullan'na çıkmaktadır.
İlk öğrenimini Kadıköy'deki Fransız ve Alman okulları (1911] ile Kasımpaşa'da-ki Cezayirli Gazi Hasan Paşa ilk mektebi ve Haydarpaşa'daki hususi Osmanlı îtti-had Mektebi'nde, orta öğrenimini ise Ka¬dıköy ve İstanbul Sultanîsi'nde tamam¬ladı. 1922'de imtihanla Askerî Tıbbiye'ye girdi, burada milliyetçi duygularının tep¬kisi yüzünden aldığı bir disiplin cezası dolayısıyla üçüncü sınıfta iken mektep¬ten çıkarıldı {A Mart 1925],
Arada yardımcı öğretmenlik, gemi kâ¬tip muavinliği gibi geçici bazı işlerde ça¬lıştıysa da asıl Türk tarihi ve edebiyatı ile ilgili araştırmalara merak sarıp yolunu seçmiş bulunduğundan 1926'da Edebi¬yat Fakültesi'ne kaydoldu. Buraya girişin¬den bir hafta sonra askere alındı. Taş-kışla'da vatanî hizmetini tamamladık¬tan sonra 1927'de döndüğü fakülte ve onunla birlikte devam ettiği Yüksek Mu¬allim Mektebi'nden 1930'da mezun ol¬du. Çalışmaları ile takdirini kazandığı hocası Fuad Köprülü tarafından Türkiyat Enstitüsü'ne asistan olarak alındı (25 Ocak 1931}. Daha fakültede talebe iken arkadaşı Naci [Kum] ile birlikte hazırla¬dığı "Anadolu'da Türkler'e Ait Yer İsim¬leri" adlı ilk ilmî araştırması Türkiyat Mecmuası'nda (II, 1928, s. 243-259) ya¬yımlanmıştı. Asistanlığa girişinden kısa bir süre sonra çıkarmaya başladığı (15 Mayıs 1931) Atsız Mecmua 'daki milli¬yetçi mücadele yazıları i!e kısa zaman¬da kendisini tanıtan Atsız'ın bu devre¬den itibaren Türklük ve milliyetçilik da¬vası uğrunda çilelerle geçen mücadele hayatı başlar.
1932'de Ankara'da Birinci Tarih Kon-gresi'nde hocası Zeki Velidi Togan'ı, ka¬bulü istenen tarih tezine aykırı konuştu¬ğu için. ilmini ve hocalığını küçümseyip aşağılamaya kalkışmasından dolayı (bk. Birinci Türk Tarih Kongresi. Konferanslar Müzâkere Zabıtları, İstanbul 1932, s. 388-389) kendisine bir protesto telgrafı çek¬tiği Türk Tarih Cemiyeti genel sekreteri Reşid Galib maarif vekili olunca, Atsız
Mecmua'da Dârülfünun'daki liyakatsiz hocalar hakkında yazdığı yazı ("Darül¬fünunun Kara, Daha Doğru Bir Tabirle Yüz Kızartacak Listesi", nr. 17, 25 Eylül 1932, s. 166-170} vesile edilerek görevi¬ne son verildi (13 Mart 1933). Atsız Mec¬mua da, daha o nüshada asistanlıktan alınacağını haber veren Atsız'ın "Yolların Sonu" adlı veda şiiriyle bir daha çıkma¬mak üzere kapandı. Az sonra Malatya Ortaokulu Türkçe öğretmenliğine gön¬derildi (8 Nisan 1933). Yeni ders yılı ba¬şında görevi Edirne Lisesi edebiyat öğ¬retmenliğine çevrildi (11 Eylül 1933), Bu¬raya gelişinden hemen sonra Atsız Mec¬mua'nın yerini tutmak üzere çıkarma¬ya başladığı (5 Kasım 1933) Orhun mec-muasında Türk Tarih Kurumu 'nun lise¬ler için hazırlattığı dört ciltlik tarih ki¬tabındaki yanlışları tenkit ve teşhir etti¬ği için vekâlet emrine alındı (28 Aralık 1933i; Orhun mecmuasının yayımı da bakanlar kurulu karan ile durduruldu.
Bir süre boşta kaldıktan sonra 9 Ey¬lül 1934'te Kasımpaşa'da Deniz Gedikli Hazırlama Okulu Türkçe öğretmenliği¬ne tayin edildi. Dört yıl kadar sonra bu okuldaki işinden de uzaklaştırıldı (1 Tem¬muz 1938). Kendisine resmî hizmet ka¬pısı kapanan Atsız öğretmenliğini özel Yüce Ülkü Lisesi'nde (Ağustos 1938-Ma-yıs 1939), onun kapanışı ile de Boğaziçi Lisesi'nde (Mayıs 1939-Nisan 1944] sür¬dürdü. 1 Ekim 1943'ten sonra Orhun mecmuasını tenkit dozu daha da artmış yazılarla yeniden çıkarmaya başladı.
Burada devrin başbakanı Şükrü Sa¬raçoğlu'na hitaben Türkiye'de gittikçe artan komünist faaliyetleri ve Milli Eği¬tim Bakanlığı bünyesindeki himaye gö¬ren komünistler hakkında yayımladığı İki açık mektubu (nr. 15, Mart \94A; nr. 16, Nisan 1944) yurt çapında akisler uyan-dırdı. Orhun bakanlar kurulu kararı ile kapatıldıktan başka ikinci mektubunda istifaya çağırdığı Milli Eğitim Bakanı Ha¬san Âlî Yücel tarafından da Atsız'ın ho¬calığına son verildi (7 Nisan 1944).
Atsız'ın, bu mektubunda kendisinden "vatan hâini" diye-bahsettiği Sabahat¬tin Ali'nin aleyhinde açtığı dava dolayı¬sıyla Ankara'ya gelişi gençlik arasında büyük bir heyecan dalgalanışına sebep oldu. İkinci duruşmanın yapıldığı 3 Ma¬yıs 1944 günü Atsız ve milliyetçilik lehi¬ne gösterilerin daha da büyümesi üze¬rine gençlik kesiminde geniş tutukla¬malara girişildi. Atsız, hakaret suçun-dan hakkında verilen ceza ortada millî tahrik bulunduğu gerekçesiyle altı aydan dört aya indirilip tecil de edilmesi¬ne rağmen, kendisi ve bazı milliyetçi şa¬hıslara karşı başlatılan takibat dolayısıy-la, kararın bildirildiği 9 Mayıs 1944 gü¬nü duruşmadan çıktığında tevkif edildi.
Devrin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'¬nün 19 Mayıs 1944 gençlik bayramı nut¬kunda şiddetle suçladığı Atsız ve diğer tutuklular, uzun ve çeşitli baskılarla ge¬çen bir sorgulama safhasından sonra, hükümete karşı darbe hazırlamak id¬diasıyla İstanbul'da Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi önüne çıkarıldılar. 7 Eylül 1944'ten 29 Mart 1945'e kadar altmış beş oturum devam eden yargılama so¬nunda Atsız altı buçuk yıl ağır hapse mahkûm edildi. Ancak Askerî Yargıtay'ın diğer tutuklularınki ile birlikte karan baştan başa bozması üzerine 25 Ekim 194S'te tahliye edildi. İkinci Sıkıyönetim Mahkemesi'nde 5 Ağustos 1946'dan iti¬baren yeniden ve tutuksuz olarak görül¬meye başlayan dava 31 Mart 1947'de Atsız ve Öteki yirmi iki sanığın toptan beraatiyle sonuçlandı. Bu olay son devir adlî tarihine "Irkçılık-Turancılık Davası" adıyla geçti.
Uzun süre devlet hizmetinden uzak bırakıldıktan sonra, Edebiyat Fakültesi'n-den arkadaşı Tahsin Banguoğlu, Milli Eği¬tim bakanı olunca, kendisine Süleyma-niye Kütüphanesi'nde çalışan tasnif he¬yetinde uzmanlık görevi verildi (25 Tem¬muz 1949), Tek parti devrinin kapanması ile de Haydarpaşa Lisesi'nde tekrar öğ¬retmenliğe dönme imkânını buldu (21 Eylül 1950). Ankara Atatürk Lisesi'nde 4 Mayıs 1952'de verdiği "Devletimizin Ku¬ruluşu" adlı konferansı dolayısıyla öğret¬menlikten alınarak Süleymaniye Kütüp-hanesi'ndeki eski vazifesine iade edildi (13 Mayıs 1952). Burada on yedi yıl sü¬ren verimli bir çalışma devresinden son¬ra kendi isteğiyle emekliye ayrıldı (I Ni¬san 1969). 1950-1952 ve 1962-1964 yıl¬larında devam ettirdiği Orhun'dan sonra 1 Ocak 1964'ten itibaren Ötüken adıyla çıkardığı dergide, memleketimizde git¬tikçe hız kazanan bölücülük hareket ve tertiplerini açıklayan bir seri yazı (nr. 40, 41, 43, 47, 48, Nisan-Aralık 1967) yüzün¬den, parmak bastığı suç kendisine isnat edilerek hakkında açılan dava sonunda (1973), Yargıtay'ın kararı bozmasına rağ¬men, kararında ısrar eden mahkemece oy çokluğu ile on beş ay hapse mahkûm edildi. Sağlık durumunun hapishane şart¬larına elverişli olmadığı hakkındaki has-tahane raporuna bakılmaksızın Toptaşı Cezaevj'ne konuldu (15 Kasım 1973). Kendi bilgisi dışında milliyetçi aydın çevre¬lerin harekete geçmesi ve yağan pro¬testo telgrafları üzerine Cumhurbaşka¬nı Fahri Korutürk tarafından cezası af¬fedilerek iki buçuk ay kadar hapis yattı¬ğı Bayrampaşa Cezaevi'nden tahliye edil¬di. 11 Aralık 1975'te bir kalp krizi so¬nucu öldü. Cenazesi büyük bir kalabalı¬ğın katıldığı törenle Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Yetmişinci yaşına girmesi vesilesiyle hayatta iken şerefine hazırlanan Atsız Armağanı ölümünden sonra çıktı (1976],
İnandığı dava yolundaki mücadeleleri, bu gaye peşinde kırk sekiz yıl boyunca çalışan yorulmaz kalemi, Atsız'ı Türkçü düşünüşün Cumhuriyet yıllarında en kuv¬vetli temsilcisi ve önderi yapmıştır. Yaz¬dıkları ile Türkçü düşünceye açıklık ge¬tiren, belirli prensipler ve hedefler çizen Atsız, Türk seciyesini ve Türklüğü boz¬maya yönelmiş, millî şuura gizliden ve¬ya açıktan cephe alan Türklük aleyhta¬rı düşünce ve tertiplere karşı aralıksız mücadele etmiş, Türklüğü kendisini bek¬leyen tehlikeler önünde daima uyanık tutmaya çalışmıştır.
Atsız'da bundan başka, Türkiye sınırları dışında Çin'e kadar yabancı devletle¬rin boyunduruğunda yaşayan Türkler'in kaderi ve Türk dünyasının birliği mese¬lesi birinci planda yer tutar. Atsız Türk-lük dünyasını ayrı ayrı ülkelere ve par¬çalara göre düşünmek yerine ileride si¬yasî birliğini kurabilecek bir bütün ola¬rak görür. Benimsediği bu Turan ülkü¬sünün günümüzün şartlan bakımından maceracı bir tutumdan uzak bulundu¬ğunu da, "Biz boş hayaller ardında de¬ğiliz. Mazide hakikat olan şeylerin yeni¬den hakikat olmasını özlüyoruz. Hasta¬lıklardan korunmuş, nüfusu çoğalmış, ahlâkı yükselmiş, sanayii ilerlemiş bir Türkiye istiyoruz. Sınır dışındaki ırkdaş-lanmızı kurtarmak yollarını arıyoruz. On¬ları kurtarırken Türkiye'yi batırmak gay¬retlisi değiliz" ("Unutmayacağız", Altın İşık, nr. 5, Mayıs 1947) diye çok açık bir şekilde belirtmiştir.
Atsız'ın milliyetçiliğinde yüksek ahlâk en başta gelen prensiplerden biridir. Mil¬letin temelinin ahlâk olduğunu ısrarla söyleyen Atsız, Türklüğün etrafını sar¬mış düşman milletler ve kuvvetler kar¬şısında ancak yüksek ahlâklı, disiplin¬li, uyanık bir tarih şuuruna sahip, aske¬ri terbiyesi gevşememiş, kozmopolitlik¬ten kendini uzak tutabilmiş bir millet olmakla ayakta kalabileceğimizi zihin¬lere sokmaya çalışır. Ahlâk bozukluğunu ve bunu artıran kozmopolit tesirleri Türklüğün en büyük düşmanı olarak ilân eder.
Görüşlerinin büyük kısmı ile İslâm! ah¬lâk prensiplerine uygun düşmesine rağ¬men Atsız İslâmî duyarlığa uzak bir tu¬tum içinde görünmüştür. Bunun sonu¬cu olarak bilhassa hayatının son yılla-rında İslâmî ve dinî meselelerde saygı¬sızlığa gidecek derecede aşırı, hatta ba¬zı konularda inkâra varan yazılar kale¬me almıştır. İslâm'ın Türk tarih ve me-deniyetindeki yüceltici rolünü tanımaz-lıktan gelen Atsız'ın, milletimizin mane¬vî hayatında büyük yeri olan Mevlânâ Celâleddin, Yunus Emre gibi şahsiyetler hakkında dahi aşağılayıcı ifadeler kullandığı görülür (meselâ bk. "Milletleri Ruhlandırmak", Ötüken, nr. 10 [Ekim 1971], s. 3-4). Onun dinî konulardaki aykırı dü¬şünceleri bilhassa polemik yazılarında kendini göstermektedir. Meselâ Ziya Gö-kalp hakkında Oku dergisinde (nr. 93, Kasım 1969) yer alan bir paragraf dolayı¬sıyla giriştiği polemikte göze çarpan gö¬rüşleri onun bu vadideki düşüncelerinin en açık ve belirgin örneklerini verir {ötü¬ken, nr. 3, Mart 1970, s. 3-6; krş. Oku, nr. 99, Mayıs 1970, s. 19; nr. 100, Haziran 1970, s. 12; nr. 101, Ağustos 1970, s, 19), Hele bu polemik dizisindeki "Yobazlık Bir Fikir Müstehâsesidir" başlıklı makalesin¬de Atsız'ın çeşitli yazılarında akis bulan dinî konulardaki görüşleri hemen he¬men bütünü ile özetlenmiş durumdadır (Ötüken, nr. II, Kasım 1970, s. 3-7, 14). Atsız bu yazısında insanların Hz. Âdem ile Havva'dan türemediklerini, Kur'ân-ı Kerîm'de genişçe anlatılan Nuh tufanı¬nın (bk. Hud 11 / 37-48) bir Sümer masa¬lından ibaret olduğunu alaylı ifadelerle ileri sürmektedir. Aynı yazıda vahyi hafi¬fe almakta, Hz. Peygamber'in eski Sü¬mer ve Mısır'dan gelip Yahudiler aracılı¬ğı ile öteki milletlere geçen çeşitli inanç¬ları ilâhî hakikatler diye insanlara sun-duğunu söylemekte ve böylelikle Hz. Mu-hammed'in vahyini inkâr etme nokta¬sında müsteşriklerle aynı hizaya gelmek¬tedir. Yine orada, bilgice hazırlıksız ol¬duğu kader, yaratılışın gayesi, ilâhî ada¬let gibi kelâm meselelerinde amiyane muhakemeler yürüten, muazzam tefsir müessesesini geçersiz sayan Atsız, bu¬na karşılık Şeyh Bedreddin'in Vâridat'm-daki bir kısım aykırı görüşleri bugünün ilmî kafasına uygun bulur. "İslâm Birliği Kuruntusu" adlı yazısında {ötüken, nr. 7, Nisan 1964) Müslümanlığın ortaya çı¬kışını "sosyoloji bakımından Arapların millet haline geçme savaşı" olarak yo¬rumlamasının yanı sıra Mete, Attilâ, Cengiz ve Hülâgû gibi kumandanların yaptıklarının İran ve Mısır'da yaptığı tahribat yanında hiç kaldığından söz ettiği İslâm tarihinde adaletiyle meşhur Hz. Ömer hakkında, asılsızlığı sabit olduğu halde, İskenderiye Kütüphanesi'ni yaktırmış olduğu iftirasını benimser.
Atsız'ın İslâmî kanaat ve saygıya ters düşen düşüncelerinde, her şeyi mutlaka Türk asıllı olmak, dışarıdan gelme¬yip doğrudan doğruya Türklüğün kendi bünyesi ve mazisi içinden çıkmak ölçüsü ile değerlendirmek gibi bir zihniyetin ro¬lü vardır. Onun din konusundaki ifade¬lerinde bir dengeden söz edilemez. Gö¬rüşlerinde zaman içinde birtakım inişler çıkışlar gösteren Atsız, bütün bunlara rağmen milleti yapan unsurlardan biri¬nin din olduğunu söylemekten geri kal¬mamış ("Veda", Orkun, nr. 68, 18 Ocak 1952), Allah inancının ise Türk cemiyeti¬nin temel direklerinden birini teşkil et¬tiğini önemle belirterek memleketimiz¬de Allah fikrini yıkmak isteyen telkin ve tertiplere şiddetle karşı çıkmıştır ("Pro¬paganda", Altın Işık, nr. 3, 15 Mart 1947, s. 3-4). Onun şiirlerine kadar yazı ve eser¬lerinde kendisini yaygın bir şekilde his¬settiren Allah inancı ile karşılaşıldığı da görmezlikten gelinemeyecek bir gerçektir.
Milliyetçiliği kadar bir Türkolog olarak da ilgisi tarih sahasında ağır basmış, ça¬lışmalarında esas merkez tarih olmuş¬tur. Daha ilk yazılarından başlayarak Türk tarihine yönelen Atsız onun geniş çaplı meseleleri üzerinde durmuş, bu konuda farklı görüşler ileri sürmüştür. Mevcut tarih anlayışını çeşitli yönlerden yetersiz ve yanlış bularak Türk tarihinin kadrosu, çağlara ayrılması, hanedan ik¬tidarları ile devlet kavramının birbiriyle karıştırılması, Türkiye tarihinin başlan¬gıcının gerçek zaman ve yerinin ne ol¬duğu gibi meseleler üzerinde dikkat ve münakaşaya değer sağlam görüşler getirmiştir.
Atsız'a göre Türk tarihinde biri Orta Asya'da, diğeri daha batıda olmak üze¬re iki anavatan ve bu iki sahada da ha¬nedandan hanedana sadece iktidarın el değiştirdiği birer devlet vardır. Atsız, mi¬lâttan önce XII. asırdan başlayıp XI. as¬ra kadar Mançurya'dan Kırım'a uzanan bir ilk anavatan mevcut iken XI. asırdan itibaren de batıda Horasan ve Azerbay¬can, Anadolu, Irak ve Suriye'yi içine alan ikinci bir anavatanın meydana geldiğine işaretle bu iki sahanın her birinde değişik adlar altında birbirini takip et¬miş iktidarların tek bir devletin deva¬mından başka bir şey olmadığını kabul eder. Her iki anavatanda sanıldığı gibi birbiri ardınca yeni yeni devletler kurul-mamış, devlet aynı kaldığı halde de¬ğişen sadece hanedanlar ve bunların ik¬tidarları olmuştur.
Atsız'in ısrarla izaha çalıştığı diğer bir tezi de Türkiye'nin kuruluş tarihinin, hep kabullenilegeldiği gibi 1071 Malazgirt Savaşı ile başlamayıp Gazne Devleti em¬rindeki Selçuk beylerinin Gazne sultanı¬na baş kaldırarak 23 Mayıs*-1O4O'ta ka¬zandıkları Dandanakan Zaferi üzerine is¬tiklâllerini ilân edişleri ve Tuğrul Bey'in tahta geçişiyle başladığıdır. Aynı teze göre Malazgirt Savaşi'ndan sonra Ana¬dolu Selçukluları İlhanlı hâkimiyetine ka¬dar ayrı ve kendi başına bir devlet teş¬kil etmek yerine merkezi Horasan'da olan Büyük Selçuklu Devleti'ne katılmış ve ona tâbi bir sultanlıktan başka bir şey değildir (bu tezi, 900'üncü Yıl Dönü¬mü. İ040-1940, lîstanbul 1940]; Türkiye Tarihinin Meseleleri, Devletimizin Kurulu¬şu, Devletimizin Kuruluşunu Sağlayan Sa¬vaş, Çağrı Bey, Malazgird Savaşı adlı ya¬zılarında başlıbaşma izahını bulmuştur).
Atsız'm Türk tarihi konusunda getir¬diği dikkatlerden biri de kendisinden önce varlığı farkedilmemiş Kürşad adlı büyük ve meçhul bir Türk kahramanını ortaya çıkarmasıdır. Doğu Göktürk Ka-ğanlığı'nın Çin boyunduruğuna düştüğü ve kağan ailesinin Çin hükümdarının sa-rayında esir tutulduğu bir zamanda, ye¬ğenini kurtararak kağan olarak oturt¬mak ve bu suretle Türk Devleti'ni yeni¬den diriltmek için, kırk fedai arkadaşı ile birlikte 639 yılında fağfurun sarayı-na inanılmaz bir cesaretle yaptığı baskın sonunda ölen Göktürk şehzadesi Kür¬şad'! Atsız cesaret ve fedakârlık bakı¬mından Türk kahramanlarının en büyüğü olarak görmektedir ("Cihan Tarihi¬nin En Büyük Kahramanı: Kür Şad", Or¬hun, nr. 6, 19 Nisan 1934, s. 111-113; "En Büyük Türk Kahramanı: Kür Şad", Kür Şad, nr. 1,3 Nisan 1947, s. 3; "Kür Şad", TA, XXII, 424). Atsız Kürşad'ı yalnız ta¬rih yazılarında ele almamış, Bozkurtlann Ölümü adlı romanının başkahramanla-rından biri yaptıktan başka adını sık sık andığı şiirlerinde de örnek ve emsaisiz bir kahraman sıfatıyla devamlı yüceltmiştir.
En eski çağlardan Cumhuriyet'in ku¬ruluşuna kadar yaptığımız savaşların yıllara göre bir bilançosunu kurarak ta¬rihimizi mânalandiran bir yorum ortaya koyan Atsız ("Türk Ordusunun İftihar Levhası", Orhun, nr. 6, 19 Nisan 1934, s. 117-122), bir yazı dizisi ile de, Osmanlı hükümdarlarını gafil ve zavallı kimseler olarak tanıtmak isteyen moda olmuş bir görüşü sultanlarımızın çok isabet¬li bir hata - sevap bilançosunu gözler önüne sererek geçersiz hale getirmiştir ("Osmanlı Padişahları", Tanrıdağ, nr. 10-11, 10-17Temmuz 1942).
Atsız millî geçmişimiz üzerinde yeni görüşler getiren bu mahiyetteki yazıla¬rından bir kısmını Türk Tarihinde Me¬seleler aüh kitabında (Ankara 1966) top¬lamıştır. Kitapta bazıları hacimli bir dizi teşkil eden bu on beş makale arasın¬da "Türk Kara Ordusu Ne Zaman Kurul-du?", "Abdülhamid Han — Gök Sultan" başlıklı yazılar taşıdıkları görüşler bakı¬mından ayrıca işaret edilmeye değer.
Eserleri.
Tarih, edebiyat, edebiyat ta¬rihi ve bibliyografya gibi değişik saha¬larda irili ufaklı birçok neşriyatı bulu¬nan Atsız'ın Şart Başı'na Cevap (1933), Komünist Don Kişotu Proleter-Burjuva Nazım Hikmetoi Yoldaş'a (1935), İçi¬mizdeki Şeytanlar (1940), En Sinsi Teh-like-Üç Rejim (1943), Hesap Böyle Ve¬rilir (1943), Ordinaryus'un Fahiş Yan¬lışları (1961) gibi milliyetçi polemik risa¬leleri bir tarafa bırakılırsa kitap halin¬de yayımlanmış belli başlı eserleri şunlardır:
A) Tarihle İlgili Çalışmaları.
1. Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar I (İstanbul 1935). Bilinebilen en eski devirlerden Apar sülâlesi hâkimiyetinin sona erdiği 552 yılına kadar, yani Göktürk Devleti'-nin kuruluşundan önceki Orta Asya Türk tarihinin çok ayrıntılı bir kronolojisidir. Yalnız ilk cildi yayımlanabilmiş olan eser¬de, esas itibariyle Rusça bilen çevreden ve Zeki Velidi Togan'dan yardım göre¬rek Biçurin'in (Yakinef) Sobranie Svedeniy o Narodah, Obitavşih v Sredney Azii v Drevniya Vremena [ — Kadîm Çağ¬da Orta Asya'da Yaşayan Kavimler Hakkında Toplanmış Bilgiler] adlı eseri (1851) ile De-guignes'den Hunlar'm, Türklerin, Mo-ğollar'm ve Daha Şâir Tatarîar'm Tâ-rîh-i Umûmîsi (Histoire generale des Turcs, des Mongols et des autres Ta.rta.res Occidentaux) tercümesindeki (İstanbul 1923] biigiler mukayeseli bir şekilde eie alınmaktadır.
2. XV inci Asır Tarihçisi Şükrullah. Dokuz Boy Türkler ve Os¬manlı Sultanları Tarihi (İstanbul 1939). Fâtih devri tarihçisi Şükrullah'ın Behce-tü't-tevârîh adlı Farsça umumi tarihi¬nin. Osmanlı vekâyi'nâmeleri içinde Ah-medrninkinden sonra sırada ikinci yeri alan Osmanlılar'a ait bölümünün sekiz yazma nüsha karşılaştırılarak geniş not¬lar ve izahlar ilâvesiyle yapılmış tercü-mesidir. Kitabın başındaki Şükrullah'a dair kısım onun hayat ve eserleri hak¬kında ilk ciddi incelemedir.
3. Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi Hayatı ve Eserleri (İstanbul 3940). Münec-cimbaşı'nın Cami'u'd-düvel adındaki Arapça umumi tarihinin Necati Lugal ta¬rafından tercümesi yapılan "Karahanlı-lar" faslı ile Hasan Fehmi Turgal'ın ter¬cümesi olan Anadolu Selçuklan bölümü¬nün, Atsız'ın notlan ilâve edilmiş, Mü-neccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Eien-di'nin "Câmiü'd-Düvel" Adlı Eserin¬den Karahanhlar ve Anadolu Selçuk¬lan adı altında yapılan yayınının baş ta¬rafında yer almaktadır. Müellif hakkın¬da etraflı bir biyografi ve bibliyograf¬ya araştırmasıdır.
4. Osman. Tevârîh-i Cedid-i Mir'ât-ı Cihan (İstanbul 1941). Bayburtlu diye tanınmış XVI. asır tarih müellifi Osman'ın umumi tarihinin Türk-ler'e dair bölümüne ait metninin, eski harfler ve transkripsiyonlu Latin harfle¬ri ile notlar ve indeks ilâvesiyle neşridir. Berlin'e götürülmeden önce 1936'da İs¬tanbul'da bir sahafta görüp istinsah et¬tiği için, II. Dünya Savaşı sırasında Al¬manya'da âkibetinin ne olduğu bilinme¬yen eserin bu bölümü böylece kaybolmaktan kurtulmuştur,
5. Osmanlı Tarihleri I (İstanbul 1949). Türkiye Yayıne-vi'nin bu ad altında kurduğu dizinin bu ilk cildi içinde de şu yayınları gerçekleş¬tirir: a) Ahmedî. Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman. Ahmedî'nin İskendernâme''si içinde bu adla yer alan vekâyi'nâmesinin, Nihad Sami Banarlı'-nınkinden (1939) daha dikkatli, bazı nok¬talarda okuyuşça farklı bir yayınıdır (s. 3-35). b) Şükrullah. Behcetüttevârîh. 1939'da yaptığı tercümenin yeniden gözden geçirilmiş ve daha geliştirilmiş bas¬kısıdır. Türk boylan hakkında ilkindeki geniş notlar ve açıklamalar burada yer almamıştır (s. 39-76). c) Âşıkpaşaoğîu Ahmed Âşıkı. Tevârîh-i Âl-i Osman. Âşıkpaşazâde tarihinin yeni harflerle ilk ilmî neşridir. Giese'nin yaptığı neşre gö¬re oldukça farklı tenkitli metin usulü ta-kip etmiş, önsözünde Aşıkpaşazâde'nin hayatı hakkında yeni düşünceler belirt¬miştir |s. 79-318).
6. Osmanlı Tarihine Ait Takvimler L 824, 835 ve 843 Ta¬rihli Takvimler (İstanbul 1961). Bu çalış-mada ilk Osmanlı vekâyi'nâme ve tarih¬lerine öncülük yapmaları yanında bu gi¬bi eserlerde bulunmayan bazı kronolojik kayıt ve bilgileri sağlamak bakımından ayrıca bir değer taşıyan yeni bir kaynak çeşidini istifadeye açmaktadır. Kapısını önce Osman Turan'ın araladığı bu bakir sahayı Atsız ayrıca şu araştırma ve ya¬yınları ile de zenginleştirmiştir: "Fâtih Sultan Mehmed'e Sunulmuş Tarihî Bir Takvim" {İstanbul Enstitüsü Dergisi, İs¬tanbul 1957,111, 17-23]; "Hicrî 858 Yılına Ait Takvim" {Selçuklu Araştırmaları Der¬gisi, Ankara 1975, IV, 223-283).
Atsız ayrıca şu tarih eserlerinin günümüz diline çevrilmiş yayınlarını da gerçekleştirmiştir:
a) Âşıkpaşaoğlu Tarihi (İstanbul 1970).
b) Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Seçmeler (I, İstan¬bul 1971; II, İstanbul 1972).
c) Oruç Beğ Tarihi (İstanbul 1973). Babinger neşrin¬de bulunmayan notlar ve bir indeks ilâ-vesinden başka onun görmediği ve mev¬cutlar içinde eserin en doğru ve en ta¬mı olan Manisa nüshasının faksimilesi de verilmiştir. Atsız Türk Ansiklopedi¬si1 ne de G-Ö harfleri arasında otuz se¬kizi Orta Asya ve Osmanlı tarihinden Türk büyüklerinin hal tercümesi olan kırk madde yazmıştır. Bazıları hayli ge¬niş hacimli olan bu maddeler arasında "Kağan", "Kül Tegin". "Kür Şad", "Mete" ile "Ötüken" hakkındakiler ayrıca zikredilmeye değer.
B) Bibliyografya Çalışmaları.
Süleymaniye Kütüphanesi'nde tasnif komisyo¬nunda sürdürdüğü memuriyet hayatın¬da buranın imkânlarını değerlendiren Atsız, tanınmış bazı Osmanlı müellifleri¬nin eserlerinin İstanbul kütüphanelerin-deki yazmalarının geniş bibliyografyala¬rını da meydana getirmiştir. ı. İstanbul Kütüphanelerine Göre Birgili Meh-med Efendi Bibliyografyası (İstanbul 1966).
2. "Kemal Paşaoğlu'nun Bibliyografyası". ŞM, 1966, VI, 71-112.
3. İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuûd Bibliyografyası (İstanbul 1967).
4. Âlî Bibliyografyası (İstanbul 1968). Bunların dışında, "İstanbul Kütüphanelerinde Tanınmamış Osmanlı Tarihleri" {Türk Kü¬tüphaneciler Derneği Bülteni, VI, 1957, nr. 1-2, s. 47-811 adlı araştırması ise Osman¬lı tarihi literatüründe lâyıkıyla yerini almamış kırk dokuz yazma eseri ilim âlemine haber vermektedir.
C) Edebiyat Tarihi Üzerinde Çalışmaları.
1. XV7 ncı Asır Şairlerinden Edirneli Nazmî'nin Eseri ve Bu Eserin Türk Di¬li ve Kültürü Bakımından Ehemmiye¬ti (istanbul 1934). Atsız'ın, Fuad Köprü-lü'nün yanında 1930'da Divan-ı Türkî-i Basit: Gramer ve Lügati adıyla hazır¬ladığı mezuniyet tezinin (Türkiyat Ensti¬tüsü, Tez, nr. 82) değişik şekle konulmuş baskısıdır.
2. Türk Edebiyatı Tarihi. Ede¬biyat hocalığının yönlendirişiyle yazdığı bu eseri Atsız, "En eski çağlardan başla¬yarak Büyük Selçuklular'ın sonuna kadar olan zamanı ele alan en mufassal bir Türk edebiyatı tarihidir" diye takdim et¬mektedir. 1940'ta üç formadan öteye gi¬demeyen ilk baskısı Karahanlilar devri edebiyatında kalmasına rağmen 1943'-teki beş formalık baskısı eseri Büyük Selçuklular devri sonuna kadar devam ettirir. Atsız, kitabında İslâmiyet'ten ön¬ceki devre ait Fuad Köprüiü'nün edebi¬yat tarihinde bulunmayan kayıtlar ilâve ettiği gibi Göktürk kitabelerinin metin¬lerine farklı okuyuş ve mânalandırmaiar da getirir.
3. "Türk Destanı Üzerinde İncelemeler, 1-5", Örkun, 1951, nr. 30-34.
D) Edebî Çalışmaları.
Atsız'ın fikir ada¬mı ve araştırıcı olduğu kadar onlarla birlikte yürüyen bir edebiyatçı şahsiyeti vardır. Atsız Mecmua 'daki ilk yazıları ve hikâyelerinin yanı sıra Çanakkaleye Yü¬rüyüş (1933) adlı kitabı ile de daha ba¬şından edebî yönünü hissettirir. Bu eser¬de şanlı Çanakkale müdafaasının hatı¬ralarının gerektiği gibi anılıp yaşanma¬dığından duyduğu üzüntüyü dile geti¬ren yazar, 1933 yılı Ağustos'unda dokuz kişilik bir arkadaş kafilesiyle Gelibolu yarımadası üzerinde Kirte Burnu'na ka¬dar Çanakkale savaşlarının geçtiği tab¬ya ve şehitliklere yaptığı ziyaretin duy¬gularını anlatır. Türk askerinin Çanak¬kale'ye yeniden girme hakkının henüz tanınmadığı devrede yazılan eser, At-sız'daki milliyetçi görüşlerin ana temle¬rini bir arada taşıması bakımından ayrı¬ca dikkat çekicidir. Fikri yazılarını sağ-İam bir mantıkî tertip içinde konu ve düşüncelerine açıklık veren bir ifadeyle işlemesini bilen Atsız, nesre hâkimiyeti kadar şiir sahasında da başlı başına bir varlık göstermiştir. Şiirle başlayan edebî çalışmaları, hikâye denemelerini de içi¬ne alarak sonunda romana ulaşır. Türk-iüğün geçmişine karşı içindeki kuvvetli tarih duygu ve sevgisi Atsız'ı millî terbi¬ye iklimi saydığı tarihî roman sahasına çekmiş ve gençlik kesiminde devamlı bir İlgiyle okunan şu üç tarihî romanı doğur¬muştur: 1. Bozkurtlarm Ölümü (1946). Yazar gençliğe geçmiş devirler içinden millî heyecanlar yaşatmak, tarih sevgisi aşılamak gayesiyle yazdığı ilk iki roma-nına Türklüğün en saf, fakat ibretlerle dolu dinamik çağı olarak gördüğü Gök¬türk tarihini seçer. Eski anayurttaki Türk yaşayışından zengin levhalar ve kalabalık bir portreler galerisi içinden işlediği Bozkurtlarm Öiümü'nde Doğu Göktürkler'in iç isyanları, ihanetler, kıt¬lık ve tabii âfetler sonunda düştükle¬ri Çin boyunduruğuna karşı, hayranı ol¬duğu Kür Şad'ın kırk yiğidi ile birlikte ayaklanışını ve istiklâl uğrunda hayatla¬rını feda edişlerini anlatır. 2. Bozkurtlar Dinliyor (1949). İlkini devam ettirmek ihtiyacı ile kaleme aldığı ikinci romanın¬da, Göktürkler'in verdikleri elli senelik büyük mücadele sonunda Çin esaretin¬den kurtuluşlarını destanlaştırır. Atsız'ın günümüzde on birinci baskılarına ulaşan bu iki romanı, daha önce tarihçi Leon Çahun'un Gök Bayrak romanında oldu¬ğu gibi yaygın ve sürekli bir tesir yarat¬mış, Türkçü duygunun birer klasiği ol¬ma durumuna yükselmiştir. 3. Deli Kurt (1958). Atsız bu üçüncü tarihî ro¬manında, Osmanlı tarihinin "Fetret Çağı" diye anılan Ankara bozgunundan sonra¬ki şehzadeler mücadelesi devrinin buh¬ranlarla sarsılan zemini içinde, Yıldırım Bayezid'in şehzadesi îsâ Çelebi'nin meç¬hul oğlu Murad Deli Kurt'un talihsiz ha¬yat macerasını anlatır.
Küçük çapta bir deneme olan ilk romanı Dalkavuklar Gecesi (1941] ise ger¬çek anlamda bir tarihî roman olmayıp Cumhuriyet devrinin ilk on beş yılının Eti tarihinden alınmış şahıs isimleri al¬tında gizlenmiş siyasî bir hicvidir. Atsız ömrünün son yıllarında düştüğü yalnız¬lık duygusu içinde ideal peşinde geçmiş hayatının romanını da yazmak ihtiyacını duydu. Ruh Adam diye adlandırdığı bu son romanda (1972] Selim Pusat adlı ide¬alist subayın şahsında kendini anlattı.
Atsız'ın, mazisi diğer yazı ve eserlerin¬den çok öncelere giden, hiç de görmez¬likten gelinemeyecek bir şair yanı var¬dır. Başlangıçta şair olarak dikkati çeken ve bilhassa bu yönü ile İbnülemin'in ve Sadeddin Nüzhef in eserlerinde yer alan Atsız, 1926'lara uzanıp Atsız Mec-muo'dan son yıllarına kadar kitapları¬nın bazıları içinde ve çeşitli mecmualar¬da şiirlerini yayımlamıştır. Hece ve aru¬zun içinden temiz bir Türkçe'nin ahen¬gini veren mısraları onun epik heyecan¬lanışlar yanında güzellik ve aşka kayıt¬sız kalmayan ince duygularını da akset¬tirmektedir. Şiirlerinin bir kısmını Yol¬ların Sonu (1946, 6. bs. 1986] adlı kita¬bında toplamıştır. Bu şiirlerin sayısı ilk baskıda otuz sekiz iken sonrakilerde el¬li dörde yükselir. Onun şijrleri, inandığı dava yolunda hayatı kırık, hayal ettiği hedefe hiç varamayacağını anlamış şair bir idealistin içlenişlerini duyurur. Son şiirlerinde daha da artan bir yalnızlık duygusu içinde, yıllar önceki "Yolların Sonu" şiirinden bu yana teselliyi geçmiş¬teki Türk büyüklerine kavuşacağı, tari¬hin Aitaylar'a ve Tanrı Dağı'na uzanan âhiret bahçesinde bulmakta hayal eder.