(ö. 1168/1754) Osmanlı padişahı (1730-1754).
3 Muharrem 1108'de (2 Ağustos 1696) Edirne'de doğdu. II. Mustafa'nın büyük oğlu olup annesi Sâliha Sultan'dir. Çocuk¬luk yılları Edirne'de geçti, ilk eğitimini bu¬rada almaya başladı. Hocalığını Şeyhülis¬lâm Seyyid Feyzullah Efendi'nin oğlu İb¬rahim Efendi yaptı.[285] Babasının tahttan indirilme-siyle sonuçlanan (1115/1703) Edirne Vak-'ası'nin ardından kardeşleriyle birlikte İstanbul'a getirildi. 1117(1705) yılında kardeşleriyle beraber sünnet edildi.[286] Genellikle kuyumculukla uğraştığı yirmi yedi yıl süren kafes haya¬tının ardından Patrona Halil İsyanı netice-sinde III. Ahmed'in tahttan feragati üze¬rine 19 Rebîülevvel 1143'te (2 Ekim 1730) padişah oldu. Kendisine ilk biat eden am¬cası III. Ahmed'in devlet idaresini bizzat eline alması ve kimseye güvenmemesi hususunda ona öğüt verdiği belirtilir.[287]
I. Mahmud, hükümdarlığının ilk hafta¬larında âsi reislerinin taleplerini yerine getirmeye özen gösterdi. Sadece yüklü nakitlerle yetinip herhangi bir memuri¬yet istemeyen Patrona Halil ve yandaş¬ları şeyhülislâmlık ve kazaskerlik gö¬revlerine, başta yeniçeri ağalığı olmak üzere önemli ocak ağalıklarına kendi adamlarını, sadrazamlığa da Silâhdar Mehmed Paşa'yı getirttiler. Ayrıca Nev¬şehirli Damad İbrahim Paşa zamanında konulan bazı vergileri kaldırttılar. Âsi¬lerin Lâle Devri'nde zevk âlemlerine me¬kân olan Kâğıthane ve Sâdâbâd'daki köşk¬leri yıkma istekleri de İ. Mahmud tara¬fından kabul edildi.[288] Devlet âdeta Patrona Halil'in vesayeti altına girdi ve Etmeydanf ndaki kırk dokuzuncu ce¬maatin bulunduğu odadan yönetilir oldu. Bu sebeple padişah öncelikle Patrona Ha¬lil ve yandaşlarından kurtulmak istiyordu. Güvenilir adamları vasıtasıyla asker ileri gelenlerini kendi safına çekmeyi. Patrona Halil'in nüfuzunu kırmayı, ardından da onu sarayda yapılan toplantıya çağırıp or¬tadan kaldırarak vaziyete hâkim olmayı başardı. Bu arada Patrona Halil yanlısı binlerce Arnavut'un muhtemel ayaklanmasına karşı tedbir alındı. Birkaç ay sonra yeniçeri ve cebecilerin katılımıyla başla¬tılan isyan hareketi şehir halkının desteği sayesinde başarısız kaldı. Olaylara karışan yeniçerilerle Boşnaklar ve Arnavutlar İs¬tanbul'dan uzaklaştırıldı. 29 Safer 1144'-teki (2 Eylül 1731) bir başka ayaklanma girişimi de engellendi. İstanbul'da sıkı bir disiplin uygulayan padişah asayişe yönelik tedbirler aldı; kadınların kıyafeti, fuhuş, esnafın denetlenmesi, narh meseleleri gibi toplumsal olaylarla yakından ilgilen¬di. Bu ilk faaliyetlerini yaparken de cülu¬sunu bildirmek için Avusturya'ya, Lehis¬tan'a ve Rusya'ya elçiler göndermişti.
Âsi gruplarını ortadan kaldırıp devlet idaresine tam anlamıyla hâkim olan I. Mahmud dış meselelerle ilgilenmeye baş¬ladı. Özellikle Osmanlı-İran mücadele¬si giderek tırmanma eğilimi gösteriyor¬du. Şark seraskerliğine getirdiği Bağdat Valisi Ahmed Paşa 13 Rebîülevvel 1144'-te (15 Eylül 1731) İranlılar'ı yenmiş, Hekimoğlu Ali Paşa da Urmiye ve Tebriz'i al¬mıştı. 12 Receb 1144'te (10 Ocak 1732) Ahmed Paşa ile Muhammed Rızâ Kulı ara¬sında imzalanan barış antlaşmasına göre Tebriz, Erdelân, Kirmanşah. Hemedan, Huveyze ve Lûristan İran'ın; Gence, Tiflis, Revan, Şirvan, Şemâhî ve Dağıstan dolay¬lan Osmanlılar'm olacaktı. Ancak I. Mah¬mud Tebriz'in İran'a bırakılmasına karşı çıktı. Barış taraftarı Sadrazam Topal Os¬man Paşa'yı ve Şeyhülislâm Paşmakçızâ-de Abdullah Efendi'yi görevlerinden aldı. Beşir Ağa'nın da telkiniyle sadârete Heki-moğlu Ali Paşa getirildi ve 26 Rebîülâhir 1146'da (6 Ekim 1733) İran'a savaş ilân edildi. O sırada Kandehar'dan dönen Nâ¬dir Ali de bu anlaşmayı kabul etmemiş ve İran'a hâkim olduktan sonra Kerkük'e saldırmış, Bağdat'ı kuşatmıştı. Sekiz av kadar süren kuşatma Erzurum Valisi Os¬man Paşa'nın yardımıyla kaldırılmıştı. Ar¬dından Tebriz'in geri alınmasıyla I. Mah-mud'a "Gazi" unvanı verildi. Ancak Tebriz elde tutulamadı. Bağdat da kuşatma al¬tına alındı. İran seraskerliğine getirilen Abdullah Paşa'nm 1148 Muharreminde (Haziran 1735) Revan civarında Arpaçayı savaşında yenilmesi üzerine Hekimoğlu Ali Paşa"yı sadâretten alan I. Mahmud onun yerine Bağdat Valisi Gürcü İsmail Paşa'yı, İran seraskerliğine de Rakka Va¬lisi Ahmed Paşa'yı getirdi. Bu arada Kırım hanına hemen Kafkaslar yoluyla İran üzerine gitmesini emretti. Fakat bu gelişme, Osmanlı Devleti'nin Rusya ile arasının açılması sonucunu doğurunca İran'la an¬laşma yolları aranmaya başlandı. 1049 (1639) Kasrışîrin Antlaşması şartlarına göre bir anlaşma zemini oluştu. Safevî ha¬nedanından Abbas Mirza'yı tahttan indi¬rip kendi şahlığını ilân eden Nâdir Ali Şah, Ca'ferî mezhebinin tanınarak her yıl İran tarafından Mekke'ye bir emîr-i hac gön¬derilmesi, esirlerin mübadelesi ve iki ta¬rafın birer daimî elçi bulundurması tek¬lifleriyle Abdülbâki Han'ı İstanbul'a gön¬derdi. İran elçisinin girişimlerinden bir sonuç çıkmayınca meselenin İran'da halli uygun görülerek Mustafa Ağa bu ülkeye gönderildi. Sonunda Ca'ferîliğin beşinci mezhep olarak kabulü teklifinin reddi, fa¬kat Nâdir'in şahlığının tanınması ve İran'¬da Sünnîliğin resmen ilânı şartıyla 1149 (1736) yılında anlaşma sağlandı.
Lehistan veraset savaşlarını müttefiki Avusturya ile kendi lehine sonuçlandıran Rusya, Osmanlılar'la bir süre önce yaptı¬ğı antlaşmalara aykırı olarak Ukrayna ve Podolya sınırlarında yeni kaleler inşa et¬tirirken Azak Kalesi'ne yakın yerlere de kuvvet göndermeye başlamıştı. I. Mah¬mud'un, Kırım kuvvetlerinin İran sınırındaki Osmanlı kuvvetlerine destek için Kafkasya'daki Kabartay bölgesinden geç¬mesi emrini buraların kendisine ait oldu¬ğu gerekçesiyle protesto eden Ruslar, emrin geri alınmasına rağmen bunu ba¬hane ederek 1148 Zilkadesinde (Mart 1736) Azak Kalesi'ne saldırdılar ve ardın¬dan Kırım istikametine, Orkapfya yürü¬düler. Rus saldırıları karşısında Osmanlı hükümeti, 20 Zilhicce 1148'de (2 Mayıs 1736) toplanan divanda Fransız elçisi Marquis de Viüeuneve'ün de tahrikiyle Rusya'ya karşı savaş kararı almak zorun¬da kaldı. Sadrazam Seyyid Mehmed Paşa ordu seraskeri tayin edildi. Kaptanıderyâ Canım Hoca Mehmed Paşa donanma ile Kırım sahillerine gönderildi. Trabzon Va¬lisi Yahya Paşa Özi muhafızlığına getirildi. İran sınırındaki kuvvetlerin bir kısmı Ke-fe'ye sevkedildi, daha önce Bosna'dan toplanması kararlaştırılmış olan kuvvetle¬rin de Babadağı'ndaki orduya katılması¬na karar verildi. Fransa elçisi Vİlleuneve, Avusturya'nın Rusya'nın yanında savaşa katılmaması için diplomatik çaba sarfe-diyordu. Buna karşılık Çariçe Anna ile an¬laşan VI. Kari, giriştiği hazırlıkları tamam-lamak için Osmanlı nezdindeki elçisi Tal-man aracılığıyla Babıâli'yi oyalamaya ça¬lışıyordu. Ruslar'ın 13 Temmuz 1736'da Azak Kalesi, GÖzleve, Orkapı ve Kılburun'u zaptetmelerine, Bahçesaray ve Akmes-cid'de tahribatta bulunmalarına rağmen Osmanlı hükümeti barış ümidini koru¬yordu. Hatta Avusturya'nın savaşa hazır¬lanmakta olduğu yolundaki Özi, Bender ve Vidin muhafızlarının haberlerine bile önem verilmemişti. 6Safer I149'da İstanbul'dan hareket eden Osmanlı ordusu Babadağf na ulaşıp bek¬lemeye başladı. I. Mahmud tarafından ka¬bul edilen Talman Osmanlı hükümetini oyalamayı sürdürdü. Görüşmelerin Ne-mirov'da yapılması kararlaştırılmışken Avusturya'nın da üç koldan Osmanlı top¬raklarına saldırmasıyla savaş başladı.[289]
11 Temmuz i 737'de Ruslar Özi'yi işgal ederken Avusturyalılar da Niş, Banyaluka ve İzvornik'e saldırdılar; Eflak'a girip Bükreş'i ele geçirdiler. Bu kayıplardan do¬layı çok üzülen I. Mahmud sadrazamlığa Muhsinzâde Abdullah Paşa'yı getirdi. Ri-kâb kaymakamı Köprülüzâde Hafız Ah-med Paşa da Rumeli beylerbeyi olarak Niş'i geri almakla görevlendirildi. Sadra¬zam Abdullah Paşa Banyaluka'da, Heki-moğlu Ali Paşa Bosna'da, İvaz Mehmed Paşa Vidin civarında Avusturyalılar'ı geri çekilmeye zorlarken Hafız Ahmed Paşa Niş'e girdi. Ordunun İstanbul'a dönme¬sinden sonra sadrazamlığa Yeğen Meh¬med Paşa'yı getiren I. Mahmud. savaş so-rumluluğunun Avusturya'ya ait olması şartıyla Fransa'nın barış aracılığını kabul ettiyse de sınır boylarında tahkimatı sür¬dürdü, bütün hazırlıkları Belgrad'ın geri alınması planına göre yaptırdı. Bu arada, bir süredir Tekirdağ'da ikamet etmekte olan II. Rakoczi Ferenc 1738yılı başında Erdel Krallığı tacı giydirilerek bu ülkeye gönderilmişti. 1150 (1738) ilkbaharında sefere çıkan ordu Adakale ve Belgrad'a hareket ederken Avusturyalılar Tımışvar tarafından saldırıya geçtiler; Orsova, Me-hâdiye ve Semendire dolaylarında şiddet¬li çarpışmalar oldu. Osmanlılar, Mehâdiye'yi alarak Orsova ve Adakale'yi kuşatıp Tuna'yı geçtiler, Tımışvar'a akınlar yaptı¬lar. Bu sırada Şebeş ve Lugoş kaleleri tah¬rip edildi, 17 Ağustos 1738'de Adakale alındı. Ardından Niş'e gelen Yeğen Meh¬med Paşa buradan Belgrad'a akınlarda bulundu.
Rus cephelerinde Bender seraskeri Nûman Paşa. Özi'yi geri alabilmek için Aksu ve Dinyestr boylarında çarpışıyordu. Din-yestr'i geçmek isteyen Ruslar 1738 yılı başlarında püskürtüldü; Azak'tan Karade¬niz'e çıkan Rus donanması, Kaptanıderyâ Süleyman Paşa kumandasındaki Osmanlı filosu tarafından yakıldı. Bu sırada Fran¬sa'nın Pasarofça Antlaşması esasları dahilinde barış için yaptığı girişimler mağ¬lûp müttefikler tarafından kabul edilme¬di. I. Mahmud, Yeğen Mehmed Paşa'nın yerine sadrazamlığa İvaz Mehmed Paşa'yı getirdi. 11B2 Muharreminde (Nisan 1739) İstanbul'dan yola çıkan orduya kumanda eden İvaz Mehmed Paşa'nın hedefi Bel-grad idi. Belgrad-Hisarcık arasında yapı¬lan şiddetli muharebelerde Osmanlı kuv¬vetleri Avusturyalı I ar'ı yenerek Belgrad'ı geri aldı. Bunun üzerine Avusturya hü¬kümeti Osmanlı Devleti'nden barış tale¬binde bulundu. 24 Cemâziyelâhir 1152 (28 Eylül 1739) tarihinde yirmi yedi yıllı¬ğına yapılan anlaşma ile savaşlara son ve¬rildi ve Avusturyalılar Tuna'nin kuzeyine çekildi. Öte yandan Besarabya üzerinden Memleketeyn'e girmek isteyen Ruslar'ı İsveç-Fransa anlaşması, Fransa'nın Bal-tık'a donanma göndermesi ve Osmanlı-Prusya yakınlaşması telâşa düşürdü. 8 Ramazan 1149'da (10 Ocak 1737) Osman¬lı hükümetinin İsveç'le bir ticaret antlaş-ması yapması Ruslar'ı daha da tedirgin etti. Avrupa'daki gelişmeler karşısında, Hotin'i almalarına rağmen müttefikinin savaştan çekilmesinin de rolüyle Rusya Osmanlı Devleti ile barış yapmak zorunda kaldı (11 Ramazan 1152/ 12 Aralık 1739). Buna göre Azak Kalesi Ruslar'da kalacak, fakat tahkim edilmeyecek, Kabartay böl¬gesi tarafsız olacaktı. Bu anlaşmaların ya¬pılmasında önemli rot oynayan Fransa el¬çisi Vİlleuneve 1740'ta kapitülasyonları genişleterek yeniletmeyi başardı. 4 Şev¬val 1152'de (4 Ocak 1740) İsveç'le bir sa¬vunma antlaşması yapıldı, yine Fransa el¬çisinin girişimi sonucu İspanya ile de ticaret antlaşması imzalandı. Böylece Os-manlı Devleti ile Avrupa devletleri arasın¬da bir denge kuruldu ve 1182'ye (1768) kadar sürecek olan uzun barış devri baş¬ladı.
Savaş ortamının sona ermesinin ardın¬dan ağır kış şartları 1740 yılında küçük çaplı bir isyana yol açtıysa da kolaylıkla bastırıldı, İstanbul'da bulunan işsiz güç¬süz kimseler memleketlerine gönderildi. Bu sırada doğuda Nâdir Şah'ın faaliyetleri yeni problemlere yol açtı. Onun Kafkas-ya'ya yönelik girişimleri tepkiyle karşılan¬dı. Çok geçmeden Nâdir Şah'ın Ahmed Paşa'dan Bağdat'ın teslimini istemesi, ardından da burayı ve Kerkük'ü kuşat¬ması ve 1156 Cemâziyelevvelinde (Tem¬muz 1743) Kerkük'ü alması yeni bir müca¬delenin başlamasına yol açtı. I. Mahmud, Hekimoğlu Ali Paşa'yı sadâretten alıp ye¬rine getirdiği Seyyid Hasan Paşa'yı İran seferine gönderdi. Bu arada Safevî hane¬danından olup bir süredir Rodos'ta bulu¬nan Safî Mirza İran tahtına aday göste¬rildi. Fakat Kars önlerinde yapılan savaş¬tan kesin sonuç alınamadı. Mücadeleler 4 Zilkade 1157 (9 Aralık 1744) tarihine ka¬dar sürdü. Şark Seraskeri Ahmed Paşa'¬nın yerine getirilen Yeğen Mehmed Paşa, geri çekilmekte olan İran ordusunu takip ederek Revan'da yakalamışsa da yapılan çarpışmalar sırasında hayatını kaybetme¬si askerin dağılmasına ve Kars'ın düşme¬sine sebep oldu. Fakat Diyarbekir Valisi Abdullah Paşa'nın Hemedan'a yönelik akınlarının kendisini zor durumda bırak¬ması üzerine Nâdir Şah, Serasker Ahmed Paşa ile Bağdat Valisi Ahmed Paşa'ya ha¬ber göndererek Caferiliğin beşinci mez¬hep olarak kabul edilmesi fikrinden vaz¬geçtiğini bildirdi, ancak Musul ve Basra'¬nın kendisine verilmesini istedi. İstanbul'a gelen Feth Ali Han'ın şahın barış talebin¬de samimi olduğunu bildirmesi üzerine anlaşma yapılmasına karar verildi ve Na¬zif Mustafa Efendi, Osmanlı tekliflerini Kazvin'de Nâdir Şah'a bildirdi. Bağdat Va¬lisi Ahmed Paşa nezdinde Kasrışîrin Ant¬laşması esasları dahilinde anlaşma sağlandı [290] İran-hlar'ın sahabeye hürmetkar olmaları, ha¬cıların ve yolcuların güvenliğiyle esirlerin iadesi meseleleri hükme bağlandı. İran şahmın dostluk nişanesi olarak gönder¬diği ünlü taht-ı Tâvûs ve diğer hediyeler, onun bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından çıkan karışıklıklar yüzünden uzun süre Bağdat'ta kalmış, ancak III. Mustafa zamanında İstanbul'a getirile¬bilmiştir.[291]
Fransa'nın tahriklerine rağmen, VI. Karl'ın 1740'ta ölümünden sonra çıkan veraset savaşlarından yararlanmaya ça¬lışmayarak barışçı siyasetten ayrılmayan, hatta Nâdir Şah'ın öldürülmesi üzerine İran'da çıkan karışıklıklar sırasında aynı tavrını sürdüren 1. Mahmud hükümdar¬lığı boyunca, içeride Dârüssaâde Ağası Morali Beşir Ağa zamanında çıkan saray ağalan vak'ası, başta Aydm'da yarı bağım¬sız hale gelen Sarıbeyoğlu olmak üzere Anadolu'daki levent eşkıyasının tenkili, Şam'da Seyyid Fethi'nin cezalandırılma¬sı, 1161 Recebinde (Temmuz 1748) İstan¬bul'da çıkan isyan ve Necid'deki Vehhâbî meselesi gibi olaylarla uğraşmak zorunda kaldı. Orduyu güçlendirmeye ve modern¬leştirmeye çalıştı, Yeniçeri Ocağı'na do¬kunmamakla birlikte onları kontrol altına almaya dikkat etti. maaşlarının düzenli olarak ödenmesini sağladı. İbrahim Mü-teferrika'yı huzuruna çağırarak ondan savaşlarda mağlûbiyetin sebeplerini ve alınacak tedbirleri sormuş, böylece Usû-lü'I-hikem"\n yazılmasına vesile olmuştu. Onun tavsiyeleri doğrultusunda, III. Ah-med zamanında iltica talebinde bulunan, ancak bu isteği 1. Mahmud döneminde gerçekleşen ve Humbaracı Ocağı'nı ıslah etmekle görevlendirilen Fransız mühte-disi Humbaracı Ahmed Paşa bir yandan maaşlı bîr Hum¬baracı Ocağı kurarken [292] diğer yandan 1146 (1734) yılında Üs¬küdar'da Hendesehâne (Humbarahâne) adıyla bir kışla ve okul açmış, böylece III. Mustafa ve III. Selim devirlerinde kuru¬lacak olan mühendishânelerin ilk örneği¬ni meydana getirmiştir. Bu arada Topçu Ocağı düzene sokularak yeni toplar dök¬türülmüş, 1732'de timarlı sipahiler için daha sonraki kanunlara temel olacak ye¬ni bir kanun hazırlanmıştır. İbrahim Mü-teferrika'nin 1160'ta (1747) ölümünden sonra kapanan matbaanın yeniden faali¬yete geçirilmesi, bu iş için Lehistan'dan ustalar getirtilmesi, Yalova'da kâğıt ima¬lâthanesinin açılması [293] kâğıt ithali ve ilk defa yan¬gınlara karşı hortumlu tulumbacılar kul¬lanılması da bu dönemde gerçekleştiril¬miştir.[294] Taşrada merkezî hükümetin gücünü yerleştirme¬ye çalışan, ancak ayan denilen zümrelerin bir güç odağı haline gelmesini önleyeme¬yen I. Mahmud. 1153te (1740) bir adâlet-nâme neşrederek halkı gerek bunların gerekse taşradaki idarecilerin zulüm ve baskılarından korumak istemiştir. Döne¬minde önemli bir malî buhran yaşanmamıştır. O zamana kadar hicrî takvime gö¬re yapılan malî ödemelerin şemsî takvime göre yapılması uygulaması başlatılarak devletin uğradığı zararlar önlenmek is¬tenmiştir. Saltanatı boyunca altın, gümüş ve bakır paralar kestiren padişah Anado¬lu ve Rumeli'de para kesimini yasaklamış, sadece merkeze uzak Mısır'da, Kuzey Af¬rika eyaletlerinde, Bağdat ve Tiflis'te buna izin vermiştir.
Osmanlı Devleti'ne son parlak dönemini yaşatan ve haleflerine uzun bir barış dev¬ri bırakan 1. Mahmud, 27 Safer 1168'de (13 Aralık 1754) cuma namazından döner¬ken Topkapı Sarayı'nın Demirkapı girişin¬de vefat etti. Nuruosmaniye Camii'nin ya¬nında hazırlattığı türbesine defnedilme-yip halefi III. Osman'ın iradesiyle Yenica-mi yanındaki Valide Turhan Sultan Tür-besi'nde babası II. Mustafa'nın yanına gömüldü. I. Mahmud dış ve iç meseleler¬de denge politikası izlemiş, dahildeki hu¬zursuzlukları sık sadrazam değiştirmekle önlemeye çalışırken dış politikada başa¬rılı anlaşmalara imza atmıştır. Onun ülke meseleleriyle yakından ilgilendiği, Dîvân-ı Hümâyun toplantılarına katılarak halkın dertlerini dinlediği, cirit, at yarışı, yüzme sporlarından ve özellikle mehtap seyrinden hoşlandığı belirtilir. Kaynaklarda din¬dar, zeki, bilgili, yumuşak huylu, hamiyet¬li, barış sever, âdil ve vakur bir padişah olarak vasıflandırılan I. Mahmud, "Seb-katî" mahlasıyla şiirler yazmış, mûsikiyle uğraşmış ve bir kısmı günümüze ulaşan besteler yapmış muhtemelen tanburî bir sazendedir. Başta lâle olmak üzere çiçek¬leri çok sevdiği ve satranç meraklısı ol¬duğu nakledilir.[295]
İstanbul-Edirne arasındaki mîrîye ait bütün kasırları tamir ettiren [296] özellikle de İstanbul'un ima¬rı İçin çalışan ve çağdaş tarihçiler tarafın¬dan "muammir-i bilâd" olarak nitelenen I. Mahmud, Lâle Devri'nde başlayan imar faaliyetlerini daha bilinçli şekilde sürdür¬müştür. Nuruosmaniye Külliyesi'nin in¬şasını başlatmış, fakat burası halefi III. Osman zamanında bittiği için onun adıy¬la anılmıştır. Orta Kapısı'm onarttığı Yeni Saray'ın sahilinde inşa ettirdiği Topkapı Sahilsarayfnın adı zamanla bütün sara¬ya teşmil edilmiştir. Ayrıca Topkapı Sara-yı'ndaki Hazine Dairesi'nden başka Elçi Hazinesi'ni yaptırmış, Beşiktaş Sahilsarayı ile Yalı Köşkü'nü ilâve köşkler ve bahçe¬lerle genişletmiştir. Bunların dışında Yıl¬dız Dede, Tulumbacılar Odası ve Defterdar Kapısı mescidleriyle Rumelihisarı'n-da Hacı Kemâleddin (İskele), Beşiktaş'ta Arap İskelesi, Üsküdar'da Sultan Mahmud ve Kandilli camileri gibi birçok mabedin banisi olan I. Mahmud, Beyazıt Camii'nin kubbesiyle Beylerbeyi'ndeki camiyi tamir ettirmiş, günümüzde Yeraltı Camii ola¬rak anılan Kurşunlu Mahzen'i mâbed ha¬line getirip [297] buradaki sahabe mezarlarını caminin içine aldırmış¬tır. I. Mahmud'un tuğralı kitabesi cami¬nin kapısı üstünde bulunmaktadır. İstan¬bul'un Özellikle Galata ve Beyoğlu yaka¬sının su meselesine el atmış, yaptırdığı bentlerde toplanan suları Tophane'de ta¬mamlattığı meydan çeşmesiyle [298] Azapkapf daki Sâliha Sultan Çeşme-si'ne, Kasımpaşa, Tepebaşı, Galata ve Be¬şiktaş semtlerindeki 10O'den fazla çeş¬meye dağıtmıştır. İnşa ettirdiği su mak-seminden dolayı ünlü "Taksim" adı onun zamanından beri kullanılmaktadır. Top¬hane sahillerinin doldurularak meydanın genişletilmesi, Tersane deposu ve yanın¬daki çöp mahzeninin yenilenmesi de bu padişah zamanında olmuştur.
I. Mahmud Ayasofya, Fâtih ve Süley-maniye camileriyle Galata Sarayı'nda kü¬tüphaneler yaptırarak giderleri İçin vldin ve Semendire'de köyler vakfetmiş, taşra¬dan toplattığı değerli yazmalarla saray¬da âtıl vaziyette duran eserleri buralara koydurmuştur. Galata Sarayı Mektebi'ni âdeta yeniden kurarak ve dershane açtı¬rarak sık sık ziyaret etmiştir. Fâtih Camii yanında açtığı dershanede özellikle Şa-hîh-i Buhâri okutulmasına özen göster¬miştir. İstanbul dışında Belgrad ve Vidin'-de kütüphaneler yaptırıp buralara de¬ğerli kitaplar göndermiştir. Topkapı Sarayı'nda III. Ahmed'in kurduğu kütüpha¬ne içinde Revan Köşkü bölümünü açtır¬mış, buraya kitaplar vakfetmiştir. Onun bu kültürel faaliyetlerine devrin devlet ricali de katılmış, böylece İstanbul âdeta kütüphanelerle süslenmiştir. Bunlardan Âşir Efendi ve Reîsülküttâb Mustafa Efendi'nin kütüphaneleri Süleymaniye Kütüphanesi içerisinde, Atıf Efendi'ninki müstakil binasında faaliyetini sürdür¬mektedir [299] Bu arada Ayasofya Külliyesi'nde sıbyan mektebini ve Beşiktaş'ta Bayıldım Kasrı'nı inşa et¬tirmiştir. Yûşâ tepesindeki Tokat Köşkü'nü Hümâyunâbâd adıyla yeniden yap¬tıran Sultan Mahmud Kanlıca'daki Mih-râbâd Kasn'nın da bânisidir. Ayasofya Kü-tüphanesi'ne gelir sağlamak amacıyla gü¬nümüzde de faaliyetini sürdüren Cağa-loğiu Hamamı'nı inşa ettiren, civarına vakıf evler yaptırarak iskâna açan ve bir ma¬halle haline getiren, Sultanahmet'te Ça-talçeşme'deki defterdarlık binasını onar¬tan da odur. Topkapı Sarayı'nda Mukad¬des Emanetler Dairesi'nde bulunan ka-dem-i şerifi Eyüp Sultan Türbesi'nin kıb-le tarafında mermerden yaptırdığı yirmi gözlü bir kemer içine koydurarak halkın ziyaretine açmıştır.[300] Çok sevdiği Kandilli'yi de imar edip Nevâ-bâd adını veren ve iskâna açan, Kahire'-de bir külliye yaptıran I. Mahmud'un İs¬tanbul dışında daha birçok hayır eseri bulunmaktadır. 1736'da Rus tahribatına uğrayan Bahçesaray'daki Han Sarayı, ca¬misi ve kütüphanesinin tamiri için gerekli malzeme onun tarafından gönderilmiştir.