YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN ESERLERİNDE DİN ve AİLE
Menderes BAYRAM 01 Ocak 1970
KİTAP ÖZETİ
Din ve aile,bilinen tarihin her evresinde toplumların hayat tarzını şekillendirmiş
temel sosyal kurumlardır. Özü itibariyle her iki kurumun amacı, toplumda sosyal
düzeni, birlik ve bütünlüğü sağlayarak muhafaza etmektir. Din ve aile, toplumun
çözülmesini engelleyebilme-sine rağmen zaman zaman etkinlik alanlarının
daralmasıyla bu fonksiyonu yerine getiremedi-ğinde sosyal çözülme daha da hız
kazanabilmektedir.
Tarihin canlı şahitleri olan edebiyatçılarımızdan Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU,
din ve aileyi eserlerinde ustaca işlemiştir.Bu nedenle “Y.Kadri Karaosmanoğlu’nda
din ve aile”yi araştırmaya çalıştım.
Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketleriyle
birlikte bir kısım aydınlar kendi toplumuna yabancılaşmışlardır. Moda, özenti, taklit
içindeki bazı gençler sosyal hayatıyla ailelerinden kopmuş ve geri kalmışlığın
faturasını da İslâm Dini’ne çıkararak kendi toplumuna yabancılaşmışlardır. Türk
Toplumu, maddî-manevî her alanda çözülmenin eşiğine gelmiş ve Anadolu büyük bir
işgal yaşamıştır. Fakat sonuçta, ailesine ve toplumsal değerlerine bağlı Anadolu
İnsanı’nın bir kısım aydınları ve din adam-larının yoğun çalışmalarıyla bulduğu moral
ile kurtuluş mücadelesi başlatılmıştır. Kuşkusuz burada, dinin ve ailenin önemli
ölçüde etkisi olmuştur.
Araştırmam, Karaosmanoğlu’nun hayatı ve fikirleri hakkında genel bir girişten sonra
üç bölümden meydana gelmiştir.
Birinci bölümde din ve aileye genel bir bakışla bu iki sosyal kurumun tanım ve fonk-
siyonları incelenmiştir. İkinci bölümde Karaosmanoğlu’nda din anlayışı, toplumun
hayat tarzını belirlemede dinin rolü başlığı altında; dinî sosyalleşme, tarikat ve
toplum, savaş ve işgal karşısında sosyal hayat ve din, toplumda sosyal çözülme ve
din araştırılmıştır. Böylece dini toplumdaki etkinlik alanları incelenmiştir. Bu
bölümde son olarak dinin aile hayatına etkileri tahlil edilmiştir. Üçüncü bölüm ise
Karaosmanoğlu’nda aile anlayışı, ailenin oluşumu ve evlenme, eşlerin durumu,
moda, özenti, taklit, kuşak çatışmaları,ailede çözülme, din ve aileye dışardan katılan
unsurlar araştırılmıştır. Son olarak da ailenin dini hayata etkisi tahlil edilmeye
çalışılmıştır.
Sonuçta ailenin ve dinin birbirlerini etkilediği ve toplumda bu kurumların herhangi
bir şekilde zayıflamasının sosyal düzeni tehdit ettiği görülmüştür. Bu noktada her
milletin tarihinden ders alması gerektiği ortaya çıkmıştır.
Menderes BAYRAM
GİRİŞ
Osmanlı’nın, Tanzimat dönemiyle birlikte yeni düzenlemelere girmesinin tarihi
arka plânının olduğu bir gerçektir. Osmanlı, Batı karşısında askerî alanda, alınan ilk
yenilgilerle Batı’nın teknoloji üstünlüğünü kabul etmiştir. Ancak Batı tipi modern bir
ordunun kurulmasıyla tekrar eski gücünü elde etmek için modernleşmek zorunda
olunduğuna inanılmıştır. Bu gelişme Osmanlı’nın yönünü Batı medeniyetine
çevirmesine sebep olmuştur. Ne var ki, teknoloji yerine, Batılı hayat tarzı taklit
edilmiştir. Fakat bu moda, muhafazakâr halkın genelinde rağbet görmemiştir.
Geleneksel hayat ve Batılı hayat arasında bocalayan yeni nesil, toplum ve
değerleriyle çatışma ortamına girdiğinden siyasî, ekonomik ve sosyal birçok sıkıntısı
olan toplum dokusu zarar görmüştür. Geleneksel hayatın sorumlusu olarak İslâm dini
ve sosyal değerler bir kısım yeni neslin acımasız saldırı ve eleştirilerine maruz
kalmış; geri kalmışlığın faturası dine ve onun etkisinde bulunan sosyal kurumlara
(aile, eğitim vb.) çıkarılmıştır. Tabii ki, bu gelişmelerden toplumun birlik ve
bütünlüğünü sağlama iddiasında bulunan din ve ailenin nasıl etkilendiği merak
konusudur. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve Batılılaşma gayretleri
karşısında zaten fonksiyonlarını yeterince yerine getiremeyen din ve aile
kurumlarında birçok problem yaşanmıştır.
İşte bu tabloyu, tarihin canlı şahitleri olan edebiyatçılarımız, eserlerinde her
yönüyle işlemişlerdir. Bu çalışmamızda edebiyatımızın güçlü romancıları arasında
sayılan, özellikle din ve aile kurumlarını eserlerinde ustaca işleyen Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun konuyla ilgili görüşlerini incelemeye gayret edeceğiz.
Araştırmamızın amacı, din ve ailenin toplumdaki etkinlik alanlarını tespit ederek,
varsa bu kurumlarda meydana gelen değişimi ortaya çıkarmaktır.
Karaosmanoğlu hakkında özellikle Türk Dili ve Edebiyatı alanında bir çok
doktora ve yüksek lisans tezleri yapılmıştır. Bunun dışında sosyoloji ya da din
sosyolojisinde müellifle ilgili araştırmaya rastlamadığımızı ifade edelim.
Müellifimizle ilgili yapılmış doktora çalışmalarından en kapsamlısı, “Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, İnsan-Eser-Üslup”(1960), adıyla Niyazi Akı tarafından
hazırlanmıştır. Yine “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında
Temalar”(1965), Sevgi Şimşir; “Yakup Kadri’nin Romanlarında Devirler”(1964)
adıyla F. Renan Özbilge’nin doktora tezleri1 mevcuttur. Bunların yanında, yine Türk
Dili ve Edebiyatı alanında yapılmış yüksek lisans tezlerinin bir kısmını şöyle
sıralayabiliriz. “Yakup Kadri’de İçtimaî Meseleler” (1961), adıyla Muazzez
Alpbek; “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Psikolojik
Tahlil”(1968) başlığıyla Ali Kaytancı’nın araştırmaları2 mevcuttur. Müellifimizle
ilgili bazı dergi ve gazetelerdeki makaleler ise şöyledir. “Yakup Kadri İle
Mülakat”(1974), “Türk Edebiyatı” dergisinde Adile Ayda’nın;
“Y. Kadri Karaosmanoğlu’nda Konak”(1975), “Türk Dili” dergisinde Selim İleri’nin; “Y.
Kadri Karaosmanoğlu Anlatıyor”(1960), “Varlık” dergisinde
Mehmet Menemencioğlu’nun ve “Yakup Kadri Karaosmanoğlu”(1966), “Türk Dili”, Slavoljub
Djınjiç’in makaleleri mevcuttur. Ayrıca “85. Yaşgününde Y. K.
Karaosmanoğlu,”(1974), başlığıyla “Milliyet Gazetesi”nde, Nuri Erdoğan’ın
makalelerini sayabiliriz.
Din sosyolojisinde, edebî eserlerin incelenmesi yeni olmasa bile, din ve
ailenin karşılıklı etkinlik alanlarının araştırılması önemlidir. Bizi, din sosyolojisinin
ilgisi ve bu alanda yapılan araştırmaların yetersizliği böyle bir çalışmaya sevk
etmiştir. Bununla birlikte sosyokültürün şekillenmesinde büyük etkileri bulunan din
ve aile üzerinde yapılacak bu araştırmanın, toplum yapımızın dinamiklerini tanıma
noktasında yararlı olacağı kanaatindeyiz. Fakat Tanzimat döneminden Cumhuriyet’e
kadar geniş bir yelpazeyi araştırıyor olmamız bizi edebî eserleri yoğun olarak
incelemeye sevk etmiştir.
Bu sebeple ana kaynaklarımızı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ nun bütün
yayınlanmış eserleri teşkil etti. Ayrıca, Osmanlı’nın sosyo-kültürel hayatıyla ilgili
tarihî, hukukî ve edebî eserlerden de yararlanmaya çalıştık.
Karaosmanoğlu’nun eserleri edebî olduğundan din ve aile hakkındaki bilgilerin
ve olayların toplu bir şekilde olmayışı bizi eserlerini titizlikle incelemeye sevk etti.
Edebî eserlerde subjektif yönlendirmeler olabileceği gerçeğini gözardı etmemeye
çalıştık. Tezimizin objektifliğini ve bilimsel karakterini zedelemeden tarihi gerçekleri
yakalayabilmeye özen gösterdik. Bütün zorluklara rağmen dinin ve ailenin içinde
1
Bu doktora tezleri, İstanbul Üniversitesi’nde hazırlanmıştır.
bulunduğu toplumu derinden etkiliyor olması, bizi bu konuda araştırma yapmaya
yönlendirmiştir. Özellikle, din ve aile kurumlarının zedelendiği toplumlarda yaşanan
dağınıklık ve buhranlar, bu iki oluşumu daha iyi tanımak gerekliliğini ortaya
koymaktadır. Sonuçta her millet, tarihini bilip ders almak zorundadır. Yapılan
hatalardan ders almayan toplumlar aynı dersleri defalarca almak zorundadır.
Tarihi müşahede ile birlikte sosyolojik açıklama ve yer yer de karşılaştırmalı
metottan yararlanarak, Karaosmanoğlu’nun eserlerinde din-aile ilişkisini ortaya
çıkarmaya çalıştık.
Asıl konuya geçmeden önce, müellifin hayatı, eserleri ve fikirleri hakkında
malûmat vermek istiyoruz.
A- YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN HAYATI
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 17. yüzyılın sonlarında, Aydın ve Manisa
yöresinde hüküm sürmüş Karaosmanoğlu sülâlesindendir. Mısır’da bir paşanın
konağına yerleşerek İkbal Hanım’la evlenen Kadri Bey’in oğludur.3
27 Mart 1889’da Kahire’de doğan müellifimiz, oturdukları konağın sahibi
olan paşanın ölümü üzerine, ailesiyle birlikte Manisa’ya gelir. İlköğrenimine
Fevziye Mekteb-i İptidaîsi’nde başlamıştır. Buradan
İzmir
İdadîsi’nde
gönderilse de öğrenimini bitiremez.4 Babası ölünce ailesiyle birlikte yeniden Mısır’a
dönmüştür. İskenderiye’deki Fréres Fransız Okulu’na girmiştir. Burada da bir yıl
okur. Fakat idadî özlemi onu İzmir’e çektiyse de 1903 yılında Jön Türk*
hareketiyle tanışması üzerine5
İzmir’e dönmekten vazgeçmiştir. Fransızca okuduğu
Fréres Fransız Okulu’nda iki yıl sonra bakaloryasını (Olgunluk sınavı) vererek orta
öğrenimini tamamlamıştır.6
2
Adı geçen yüksek lisans tezleri İstanbul Üniversitesi’nde yapılmıştır.
3
Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Hep O Şarkı, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980, s.9.
4
Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Anamın Kitabı, 4.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişi m Y. , İst.1983,
s.9.
* Batı tarzı yenileşme taraftarı olan. Genç Osmanlılar.
5
Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Nur Baba, 7.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst. 1987, s.9.
6
Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Vatan Yolunda, 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980,
s.9.
1908’de ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşmiştir.1909’da Fecr-î Âti7
topluluğuna girmiş ve arkadaşlarıyla birlikte Servet-i Fünun Dergisi’nde edebî
yazıları çıkmıştır.8 Bu sırada da edebiyat ve felsefe dersleri vermiştir.9 Annesi ona bir
takım hikâye kitapları tanıtır ve okur. Çocuk yaşlarında annesinin kendisine
okuduğu kitaplardan ve babasının zengin kütüphanesinden faydalanması edebî
zevkini geliştirmiştir. Zamanla Ekrem, Hamid, Mehmed, Celâl gibi Tanzimat ya-
zarlarını ve Bourget, Florbert, Maupasant, Daudet gibi tanınmış Fransız
romancılarını okumuştur.10 Güçlü bir kaleme sahip olan Yakup Kadri
Karaosmaoğlu ilk yazılarıyla birlikte dikkatleri çekerken, özellikle “İstibdât” adlı
bir şiiri taktir toplamıştır.11
1912’de tüberküloza yakalanır. 1916’da tedavi için İsviçre’ye gitmeden
önce mistisizme ilgi duyarak Bektaşî Dergâhına girmiştir. O dönemde Yahya
Kemal Beyatlı’nın da etkisiyle Yunan-Latin kaynaklarına dayalı yeni bir sanat
anlayışını12
benimsemiştir.13
Balkan ve I. Dünya Savaşları sonrasında alınan
hezimetler Yakup Kadri’de derin et-kiler bırakmıştır. Fecr-i Âti topluluğunda
savunduğu “Sanat şahsi ve muhteremdir.” tezini yavaş yavaş terk etmiştir.14
Yıkılan ve yakılan köyleri gördükçe “insan için sanat” anlayışını benimsemiştir.
“Kadro Dergisi”nde çıkan yazılarında, “toplum için sanat” teziyle yoğun bir
şekilde kendini ifade etmiştir. Mütareke döneminde en çok yazan
kalemlerdendir.15 Mondros Antlaşması’ndan sonra “İkdam Gazetesi” başyazarı
olarak siyasî ve edebî yazılar yazmıştır. “Dergâh Dergisi”nde de yazıları çıkmıştır.16
1921’de Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde Ankara’ya
çağrılmıştır. Kurtuluş hareketlerini yerinde görmek ve lideriyle tanışmak fırsatını
bulmuştur. Görevli olarak Kütahya, Simav, Gediz, Eski-şehir, Sakarya yörelerini
7
Fecr-i Ati; “Sanat şahsi ve muhteremdir.” teziyle eser veren edebiyat topluluğu.
8
Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.II, M.E.B., İst.1997, s. 1201.
9
Kabaklı, Ahmet, Büyük Eserler Dizisi 1, 9.b., c.III, T.E.V.,Y., İst.1997, s.728;
Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.12.
10 Banarlı, a.g.e, s.1201.
11 Bkz. Banarlı, a.g.e., s.1201.
12 Bkz. Kabaklı, a.g.e., s.733.
13 Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.10.
14 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, 2.b., haz.Atila Özkı-rımlı İletişim
Y. , İst.1990, s.8.; Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.10.
15 Kabaklı, a.g.e., s.730.
16 Banarlı, a.g.e., s.1201.
dolaşmıştır.17 Önce Mardin (1923-31), sonra Manisa
(1931-34)
milletvekili
olmuştur. Evliliği de bu döneme rastlar. 11 Ekim 1923’te
Leman
Hanım’la
evlenmiştir.18
1932’de bir grup a rkadaşıyla birlikte “Kadro Dergisi”ni çıkarmıştır.
Başlangıçta ilgiyle karşılanan Kadro’da, CHP’yi eleştirmiştir. Savunulan
düşünceler zararlı bulunarak derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri, Tiran elçiliğine
atanınca, 1934’te dergi de kapanmıştır.19 Bunu Prag, La Haye, Bern elçilikleri
izlemiştir. Tahran elçiliğinden sonra emekli olmuş, yurda döndüğünde çeşitli
dergi ve gazetelerde bir çok yazıları yayınlanmıştır.20
27 Mayıs’tan sonra kurucu meclis üyeliğine seçilmiştir.1961 yılında Manisa
milletvekili olmuştur. 1962’de partinin Atatürk ilkelerine ters düştüğü inancıyla,
CHP’den istifa etmiştir.21 1965’ten sonra politikadan ayrılmıştır. Son görevi
Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı iken 13 Aralık 1974’te Ankara’da
vefat etmiştir. İstanbul’ da, Yahya Efendi Mezarlığı’na defnedilmiştir.22
B- YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN ESERLERİ
Edebiyatımızda güçlü romancılığı ile tanıdığımız Karaosmanoğlu’nun çeşitli
alanlarda bir çok eserleri mevcuttur. Bu eserlerin eski dilde olanları Lâtin harfleriyle
düzenlenerek okuyucuya kazandırılmıştır. Ayrıca muhtelif zamanlarda yazdığı çeşitli
makaleleri ve yazı dizileri, “Ergenekon”(1939), “Millî Savaş Hikâyeleri”(1947),
“Vatan Yolunda”(1958), adlı eserlerde toplanmıştır.
Acaba hangi türde eserler vermiş, bunlar nelerdir, sorularına bu-labileceğimiz
cevaplar, bize eserleri hakkında bir fikir vereceği kanaatindeyiz.
17 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Hüküm Gecesi, 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y. İst.1998,
s.10.
18 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Bir Serencam, 4.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1990,
s.12.
19 Kabaklı, a.g.e., s.728.
20 Banarlı, a.g.e., s.1202.
21 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Politikada 45 Yıl, 2.b., haz.Atila Özkırımlı, İle-tişim Y., İst.1984,
s.13.
22 Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.11.
Çok okuyan ve bilgi birikimini eserlerine yansıtmaya çalışan Ka-raosmanoğlu,
güçlü romancılığı ile birlikte mistik yönü dikkatleri çeker.23
Tasavvufa duyduğu ilgi nedeniyle Bektaşî Tekkesi’ne girmiştir.24
Yazar, mensur şiir, tiyatro, hatıra, monografi, hikâye ve roman türlerinde bir
çok eserler vermiştir.
1. Mensur şiirleri: “Erenlerin Bağından” (1922), “Okun Ucun-dan”(1940)
adlı eserlerindeki mistik şiirlerinde, Grek-Lâtin etkisi olmakla birlikte tasavvufî
atmosfer içinde yazılmıştır. Bu şiirlerde insanın iç dünyasının tasviri yapılırken,
insan ötesi, tabiat ruhu ve eşyanın tahlili yapılır.
2. Tiyatro Oyunları: 1982’de Niyazi Akı tarafından Lâtin harfleriyle kitap
halinde basılmıştır. “Nirvana”, “Veda”, “Sağanak” ve “Mağara” adlı oyunlarından
“Nirvana”da içkinin delirttiği bir babanın yine alkolik olan ve bu sebeple akıl
sağlığı bozulan oğlunun aşk, sanat ve yaşam önündeki kötümserliğini anlatılmıştır.
“Veda”da, II. Meşrutiyet devrinde, İstanbul’da, din ayrılığını hesaba
katmadan sıradan bir kadınla yaşanan metres hayatını eleştirir. “Veda”
ve
“Nirvana”nın ortak yönü, içkinin aile yuvasını yıkmasıdır.
“Sağanak”, sınıf mücadeleleri, yenilik ve inkılâp üzerinde dururken; toplumun
kalkınmasını özveriyle olabileceğini vurgular.
“Mağara”da ise yaşadığı aşkın acısıyla çıldırıp intihar eden genç kızın
yaşadıkları anlatılmıştır.
3. Hatıraları: “Zoraki Diplomat” (1955), “Anamın Kitabı” (1957),
“Vatan
Yolunda”(1958), “Politikada 45 Yıl”(1968) ve “Gençlik ve Edebiyat
Hatıraları”(1969) adlı kitaplarda toplamıştır. Bunlardan birincisinde diplomat
olduğu günleri, ikincide çocukluk, üçüncüde Millî Mücadele yıllarını anlatır.
“Politikada 45 Yıl”(1968), Cumhuriyet yıllarında Türk siyasetinde yaşanan iniş ve
çıkışları anlatır. “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları”(1969)’nda gençlik yıllarını ve
23 Karaosmanoğlu, mistisizme duyduğu ilgi sebebiyle “Erenlerin Bağından” ve “Okun
Ucundan” adlı şiir kitaplarını kaleme alır. Bkz., Banarlı, e.g.e., s.1201.
24 Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.12.
arkadaşı olan çeşitli edebiyatçılara25 dair portreler oluşturup, anılarını bu çerçevede
aktarır.
4. Monografileri: “Ahmet Haşim”(1934) ve “Atatürk”(1938) tür. Yazar
monografilerinde Ahmet Haşim ve Atatürk’ü birer roman kahramanı gibi ele
alarak, ruh ve fikir cepheleriyle okuyucuya tanıtmıştır.
5. Hikâyeleri: “Bir Serencam” (1913), “Rahmet”(1923) ve “Mil-lî Savaş
Hikâyeleri”(1947)’nden
oluşur.
Yazarın
ilk
hikâyesi
olan
“Bir
Serencam”(1913)’da, Mısır’da geçen çocukluk hatıralarına hikâye e-der.
“Rahmet”(1923)’te mistik unsurlar anlatılır. “Millî Savaş Hikâye-leri”(1947) ise
Millî Mücadele yıllarında içinde bulunulan sosyal buhranları ele almıştır.
6. Romanları: “Kiralık Konak”(1922), “Nur Baba”(1922), “Hü-küm
Gecesi”(1927), “Sodom ve Gomore”(1928), “Yaban”(1932), “Ankara”(1934),
“Bir Sürgün”(1937), “Panorama”(I ve II. cilt, 1953-54), “Hep O Şarkı”(1956)’dır.
Bunlardan, “Nur Baba”(1922) adlı romanı tamamen dinî-sosyal içeriklidir.
Yine “Bir Serencam”(1914), “Kiralık Konak”(1922), “Sodom ve
Gomore”(1928), “Ankara”(1934), “Anamın Kitabı”(1957), “Panorama”(2 cilt,
1953-54), “Millî Savaş Hikâyeleri”(1947) ve “Yaban” (1932) adlı eserlerinde
toplum ve yer yer dinî konulara değinmiştir. Ayrıca “Erenlerin Bağından”
(1922)ve“Okun Ucundan” (1940)’ da dinin mistik yönü vurgulanmıştır.
Aile ile ilgili eserlerinin başında “Kiralık Konak”(1922) gelir. Bu romanda,
aynı aile içinde, üç kuşağın yaşadığı çatışmaları ve geniş aile yapısının çözülüşü
ustaca işlenmiştir. Ayrıca “Hep O Şarkı” (1956) adlı eserinde konak hayatı
anlatılırken, baba otoritesinin genç kızları istemediği evlilikler yapmaya zorlaması ve
sonrasında yaşanan aile faciaları işlenmiştir. “Sodom ve Gomore”(1928)’de
İstanbul’un işgal yıllarında bir kısım ailelerde yaşanılan yozlaşma ve sosyal çözülme
verilmeye çalışılmıştır.
Yazarın ilk romanı olan “Kiralık Konak”(1922)’ta, toplum problemlerine
eğilmesi dikkatleri çeker. Romanda gelişen olaylar konağın etrafında şekillenir.
Karaosmanoğlu, konak mefhumuna önem vermiş ve abartmadan ele almıştır.26
25 Daha geniş bilgi için bkz., Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, s.6.
“Kiralık Konak”(1922)’ta Osmanlı aile yapısının zedelendiği hatta çökme
noktasına geldiği, değer yargılarının alt üst olduğu, kuşak çatışmalarının hat
safhalara ulaştığı görülür. Çözülen toplum dokusuyla birlikte, içerisinde üç nesli
barındıran konak da kiraya verilmiş ve eski şatafatlı görünümünden uzaklaşmıştır.
Geniş aile tipi, konağın kiraya verilmesiyle yok olur. “Kiralık Konak” adı da
buradan gelir. Ayrıca Batı özentisi içindeki yeni neslin topluma nasıl yabancılaştığı
ve insanlar arası ilişkilerin nasıl yozlaştığı sergilenir. Sonuç olarak, insanların hayat
biçimlerindeki değişiklikleri yazar ustaca işlemiştir.27
“Nur Baba”(1922), bir Bektaşî Tekkesi’nin gizli sayılan yönlerini anlatması
bakımından dikkat çekicidir. Ayrıca, Bektaşî Babası (şeyhî) tarafından evlâtlık
olarak tekkeye alınan çocuk (Nur Baba), babanın ölümüyle birlikte onun yerine
geçmiştir. Bu şeyhin evli kadınlarla arasındaki aşk konu edilmiştir. “Kiralık
Konak”(1922)’ta ailenin çözülüşü konu edilirken, “Nur Baba”(1922)’da, dinî
hayatta önemli fonksiyonları bulunan tekkenin çözülüşü verilmeye çalışılmıştır.
“Hüküm Gecesi”(1927)’nde Karaosmanoğlu, o dönemin siyasal oluşumlarını
gerçek kişileriyle anlatmaktadır. İttihat ve Terakki Fırkası’nı tanıtırken bu
oluşumun baskıları karşısında Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın yenilgisini, aydın-halk
kopukluğu ile yansıtmıştır. Romanda bir devrin siyasal çöküşü ele alınmıştır.28
“Sodom ve Gomore”(1928), İstanbul’da işgal yıllarında Batı hayranı ve
özentisi içinde, öz benliğinden kopmuş kuşağın temsilcisi olarak Leylâ’nın, işgal
kuvvetlerinin subaylarıyla olan çarpık ilişkileri anlatılmıştır. Tevrat’ta, sapık
ilişkiler içindeki iki şehrin, (Sodom ve Gomore) Allah tarafından yok edildiği
belirtilmiştir. Dolayısıyla müellifimiz de İstanbul’u lanetlenmiş şehirlere benzettiği
içindir ki, “Sodom ve Gomore” adını bu eserine koymuştur.
İşgal altındaki İstanbul’da yaşanılan ahlâksızlıklar ve çarpıklıklar, şehrin
genelini kapsadığı izlenimi uyandırır. Bu Atilla Özkırımlı’ ya göre; “...değişme
olgusunun saptanması ama bütün boyutlarıyla değerlendirmeyişi, sonuçlara takılan
26 İleri Selim, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nda Konak”, Türk Dili Dergisi, c.XXXI, S.28,
İst.1975, s.281-282.
27 Geniş bilgi için Bkz., Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Kiralık Konak, 15.b., haz. Atilla Özkırımlı,
İletişim Y., İst.1990, s.16-17.; İleri, a.g.m., s.281-282.
romancıyı, bu sonuçların somut görünümler kazandığı en uç örnekleri
anlatmaya
itmek-tedir.”29 Böylece müellifin bazı özel durumları genelleştirdiğini söyleyebiliriz.
Zira “Sodom ve Gomore”de böyle bir örnektir.
“Yaban”(1932), kolunu savaşta kaybeden ve Anadolu’da bir köye yerleşen
gazinin, köylü ile ilişkileri, halk-aydın kopukluğu noktasında değerlendirilmiştir. Bu
kopukluktan ötürü köylü, kendi aydınına “yaban” demiştir.
“Ankara”(1934) romanı, Sakarya Savaşı (1922) öncesi, Cumhuriyet’in
ilânını izleyen yıllara (1926) kadar ve Cumhuriyet sonrası (1937) dönemlerini
anlatır. Ankara’da yozlaşmış insan ilişkileri ve mevcut değer yargılarından
uzaklaşan insanların hayat hikâyeleri tasvir edilmiştir.
“Bir Sürgün”(1937) adlı eserinde, Abdülhamid döneminde, Jön Türkler’e
mensup bir doktorun siyasî baskılar sebebiyle Fransa’ya kaçışı ve yaşadıkları
anlatılmıştır.
“Panorama” (I. ve II. cilt, 1953-54), Millî Mücadele’den sonra Türk
inkılâbının geçirdiği safhalarını vermekle kalmaz, siyasî, sosyal ve kültürel
hayatımızdaki tezatların panoramasını çıkartır. O günkü toplum yapısının,
Karaosmanoğlu’nun hayalini kurduğu kalkınmış toplumdan ne kadar uzak kalındığı
vurgulanmıştır.
“Hep O Şarkı”(1956), müellifimizin son romanıdır. Batı özentisinin henüz
toplumu yoğun olarak etkilemediği dönemlerde, yoğun aile baskısıyla yapılan
istenmeyen bir evlilik anlatılmıştır. Ailenin bu yönüyle nasıl dejenere olduğu ve iki
sevgilinin ömür boyu süren aşklarıyla verilmeye çalışılmıştır.
Adile Âyda’nın,1974’te yazarla yaptığı bir röportajda onun romancılık
hususundaki düşüncelerini naklederek konuyu noktalayabiliriz.
“...Romancılıktan daha zevkli meslek var mı? Bir kere hakiki hayatta
28 Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi, s.24.
29
Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Sodom ve Gomore, 7.b., haz.Atilla Özkırımlı İleti-şi m Y. ,
İst.1990, s.15-16.
kendiniz olarak yaşıyorsunuz. Bundan başka, hayalinizin kurduğu dünya-da yarattığınız
her şahısla ayrıca yaşıyorsunuz. Bir de, kendi yaşadığınız bu hayatları başkalarına,
bütün okuyucunuza yaşatıyorsunuz.”30
“Ergenekon”(1939) müellifin, Millî Mücadele döneminde, çeşitli dergi ve
gazetelerde yazdığı hissî ve fikrî makalelerinden derlenmiştir.
Edebî eserlerin tarafsız olma iddiaları yoktur. Fakat bilimsel araştırmalar
objektif olmalıdır. İşte bu kaygıyla müellifimizin fikirlerini
inceleyeceğiz.
C- YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN FİKİRLERİ
Edebiyat, sübjektif yargılardan meydana gelir. Nitekim, yazarın kendi bilgi
birikimi, yaşadığı çeşitli olaylar ve özellikle fikirleri, eserlerini yazarken önemli bir
etki alanı olarak karşımıza çıkar.
Müellifimizi anlamak ve eserlerinde ele aldığı sosyal olayları iyi tahlil
edebilmek için, onun olaylar karşısındaki tutum ve tavırlarını anlamaya çalışacağız.
Edebiyatla ilgili düşünceleri, hayatı anlatılırken kısaca verilmiştir. Yine yaşadığı
dönem ile ilgili bilgiler yukarıda verilmeye çalışıldı. Burada
Karaosmanoğlu’nun
yaşadığı dönemdeki toplum yapısı ve problemleriyle ilgili fikriyatının incelenmesine
gayret edilecektir.
Karaosmanoğlu, düşünceye önem veren ve bunu eserlerinde etkili bir biçimde
ortaya koyabilen yazarlarımızdandır.31 Müellif, eserlerinde sürekli bilgi verir. Bu,
onun okuduğu kaynakların fazla ve çeşitli olduğu kanaatini uyandırmaktadır.
Her şeyden önce belirtelim ki, Karaosmanoğlu, milliyetçi kimliği ile karşımıza
çıkar.32 Milliyetçiliği insancıldır. Irkçılığı eleştirir ve milletlerin birbirine denk
kabiliyette olduğuna inanır.33
30 Ayda Âdile, “Yakup Kadri İle Mülâkat”, Türk Edebiyatı Aylık Fikir-Sanat Dergisi, c.3,
S.32, İst.1974., s.27-30
31 Kabaklı, a.g.e., s.729.
32 Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, s.26, 48.; Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Ergene-kon, K.B.,Y.,
Ank.1990, s.94, 130, 128, 171.
33 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.18, 221.
Karaosmanoğlu medeniyetçidir. Gençlik yıllarında Batı hayranı-dır. Fakat
Batı’nın, Balkanlar’da, Çanakkale’de ve Anadolu’da yırtıcı bir canavar portresi
çizmesi Mehmed Âkif gibi onu da derinden etkiler. Kültürünü ve inançlarının
kaynağını teşkil eden Batı medeniye-tinin, Millî Mücadele yıllarında gerçek yüzünü
göstermesi onu acı gerçeğin keşfine yöneltmiştir.34
Yazarımız, yeni Türkiye’nin kalkınmasına inanmış bir Atatürkçü’dür.35 Yeni
Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınmasında kadınların önemli rolleri bulunduğuna inanır.
Bu inançla olsa gerek müellif, “Ankara” da, Neşet Sabit’in şu görüşlerine yer verir:
“Türk kadınları cemiyet hayatına katılarak vatanın kalkınması i-
çin üzerine düşeni yapacaktı. Fakat bir kısım kadınlarımız, çeşitli salon
eğlencelerinde dans etmek, tırnaklarını boyamak ve süslü birer kuklalar
olmaktan ileriye geçememiştir.36
Müellif, bu yorumuyla Cumhuriyet yıllarında kadının kendisinden beklenen
rolleri yerine getiremediği inancında olduğunu söyleyebiliriz.
Yazarımız, Türk inkılâbının arzu olunan biçimiyle uygulanmadığına ve
uygulanamayacağına inanır.37
Bu konuda, halkın her hangi bir sorumluluğunun
bulunmadığını, aksine sorumluluğu inkılâbı plânsız, tekniksiz yapma hayalinde olan
devlet erkânında görür. Ayrıca, iki üç maddelik bir kanun çıkararak valiye ve polise
verilecek birer emirle her işin çözüleceğine inanan yöneticileri eleştirmiştir.38
Müellif, bu eleştirileri sonucunda, Ankara’dan uzaklaştırılmak gayesiyle, Tiran
büyükelçiliğine atanır. Daha sonra, bu görevi esnasında yaşadıklarını, özellikle de
CHP yönetimiyle ilgili eleştirilerini “Zoraki Diplomat” ve “Politikada 45 Yıl” adlı
eserlerinde ele alır.
Karaosmanoğlu inkılapçıdır. Ona göre, ‘Hürriyet =İstiklâl’dir ve müsavattan
anladığımız şey, Türk milletinin büyüklük ve ilerilik vasfını inhisar altına almış diğer
milletlerle baş başa getirilmesi, denkleştirilmesidir.”39
34 Menemencioğlu, Mehmet, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anlatıyor”, Varlık, S. 525, İst.1960,
s.27-34.
35 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Atatürk, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst. 1991, s.16,
39.; Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s.20.
36 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Ankara, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst. 1996, s.141.
37 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Panorama, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1987, s.110.
38 Karaosmanoğlu, Panorama, s.109.
39 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.114.
Müellifimiz, lâikliği şu şekliyle benimser. Lâikliğin “istinat et tiği sebep ve
maksat, benim anladığıma göre, sadece kafaları scolastiqeu’i cenderesinden
sıyırmak, ruhlarla vicdanları dince de merdut* olan hurafe lerden
bâtıl
akidelerden kurtarmaktır.”40
* Reddedilmiş.
40 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.115.
BİRİNCİ BÖLÜM
DİN ve AİLEYE GENEL BAKIŞ
A- DİN
1. Dinin Tanımı
Dinin tanımını yapmadan önce dinin kökeni ve bu hususta belirgin düşünceleri
incelemeye çalışacağız. Bulabileceğimiz cevaplar, bizi dinin kökeni noktasında
aydınlatırken, bir tanıma ulaşmamızı da sağlayacağı kanaatindeyiz.
Batı orijinli pozitivist ve materyalist düşünürler, dinin kökeninin toplumun
tabiat ve zaaflarından kaynaklandığını açıklamaya çalışırlar. Bu gayretler felsefe
alanında ele alınırken, din karşıtlığı izlenimi bırakır. 18. yüzyıldan itibaren
aydınlanmacı eğilimlerde, dini toplumun etkinlik alanından itme gayretleri görülür.
Aydınlanma filozofu Hume, dini, ferdin psikolojik zaafları olan korku ve ümitlerden
kaynaklandığını ifade eder.41
Feuerbach ise dini, doğal güçlerin üstesinden
gelecek bir Tanrı tasarımının uzantısı olarak görür. İnsan kendi kuvvetlerini kendi
dışında büyültüp, idealleştirerek onlara tapmaktadır. Dolayısıyla dinin, insan
gücünün üstünleştirildiğini ifade eder.42
Bir kısım psikologlar da dinin, ferdin doğasından geldiği inancındadırlar.
Meselâ Freud, dini, ferdin bilinçaltı dünyasında tatmin olmamış cinsel
doyumsuzlukların bir tezahürü olarak tanımlar.43 Yine, James ve Jung,44 Freud gibi
dini insanın ürünü olarak görür.
41 Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İst.1980, s.366.
42 Ülken, Hilmi Ziya, Felsefeye Giriş, c.II, Ajans-Türk Mat., Ank.1957, s.252.
43 Ülken, a.g.e., s.48.
44 Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Y., Ank.1993, s.65.
Dini, toplumun bir ürünü olarak gören sosyologlardan Durkheim’a göre, din
tasarımları toplumun hareketlerini temsil eden birer semboldür. Topluluğun
kişiselleşmesi Tanrı fikrini doğurur. Tanrı (totem) toplumun kendisidir.45 Fromm
da sosyal alanda dini toplumun bir ürünü olarak görür.46
Marks dinin kökenini, toplum şartlarından biri olan ekonomiye (üretim
şekillerine) bağlar.47
İslâm’a göre, dini insan kurmamıştır. Din tabiat üstü bir kaynak-tan vahiy
yoluyla gelen ve insanları saadete çağıran sosyal bir müessesedir. Allah
tarafından
kurulup, mensuplarını dünyada ve ahirette saadet ve selâmete götüren, iman ve
amellerden oluşan bir sosyal kurumdur.48
Kur’an-ı Kerime göre, Allah nezdinde hak din İslâm’dır...”49
Dinin kökeni ile ilgili çeşitli fikirleri ve İslâm’ın din anlayışını incelemeye
çalıştık. Şimdi de dinin tanımını yapmaya çalışalım.
Din, (Grekçe ve Lâtince’de Religion) bağlanma, korkma, (Arap-ça’da yargı,
hesap) anlamlarına gelir.50
Dinin toplumlarda etkinlik alanının çok geniş olması nedeniyle bir çok tanımı
yapılmıştır. Dinin tanımında ortak bir noktaya varılmamakla birlikte tezimizin
içeriğine uygun olduğu kanaatine vardığımız “Sosyal Bilimler Sözlüğü”nde şöyle
ifade edilir:
“Geniş anlamda, yaşam biçimi; hayatın nasıl yönlendirilmesi ge-
rektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç ilke ve değerler bütünü.
Dar anlamda evrendeki düzeni ve hayatı ancak yaratıcı bir tanrının var-
lığı ile anlamlandırarak insanlığı kurtuluşa davet eden çağrılardan her
biri.”51
45 Keher, G.-Robertson, R. & Durkheim, E., Din Sosyolojisi, (çev.M. Emin Köktaş ve Abdullah
Topçuoğlu), Vadi Y., Ank.1996, s.22.
46 Hökelekli, a.g.e., s.65.
47 Tolan Barlas. Toplum Bilimlerine Giriş, 3.b., Savaş Y., Ank.1983, s.19.
48 D. B. Macdonald, İslâm Ansiklopedisi, “Din” mad., c.III, s.590-591.
49 Âl-i İmrân (3), 19; Kur’an-ı Kerim’de din değişik manalarda kullanılmıştır. Yu-karıda verilen
âyette, kullar tarafından uyulması istenen ilâhi kanun anlaşıl-maktadır.
50 Taplamacıoğlu, Mehmet, Din Sosyolojisi, A.Ü.İ.F. Y., Ank.1986, s.49.
51 Demir, Ömer-Acar, Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç Y., İst.1992, s.95.
Böylece, dini daha iyi tanıyabilmek için toplumdaki fonksiyonlarını
incelemeye çalışacağız.
2. Dinin Fonksiyonları
Din, ferdin iç dünyasına, sosyal hayatına, sosyal gruplara ve sosyal kurumlara
sirayet eder. Görüldüğü gibi din, toplum hayatında geniş etki alanları bulur. Bu
sosyal süreci dinin fonksiyonları meydana getirir.
Din, ferdin ruhuna nüfuz ederek ona hayat anlayışı, yaşama sevinci ve
zorluklar karşısında psikolojik motivasyon kazandırır. İnsanlar manen ve ruhen
huzurlu olabilmek için ilâhi bir varlığa dayanmak ihtiyacını tarihin her döneminde
hissetmiştirler. Aklı, tabiat hadiseleriyle bir ölçüde tatmin olsa bile, ruhu bunların
gerisindeki hakiki sebep ile irtibat kurmadan edememiştir. Çeşitli hadiseler
karşısında bunalan, ümitsizliğe kapılan ve zaman zaman ruhî dengesini kaybeden
insan, kendisine bir destek, bir sığınak bir teselli kaynağı arar. Bu yüzden de dine
ihtiyaç duyar.
İnsanoğlu her türlü şartlarda varlığını sürdürmek ister. Ölümle yok olacağına
inanmak istemez.52 Nitekim din, ölümsüz olma rahatlığı sağlar.53
Sosyal anlamda, din dağınıklığa, çözülüşe, ümitsizliğe karşıdır. Ayrıca, din,
birlik ve bütünlüğü sağlayan, ortak problemler karşısında ortak tavır ve davranışlar
ortaya koyan karşılıklı bağlılıktır. Din, her yönüyle sağlıklı bir topluluk teşkil etmek
üzere zümrelerin kaynaşmasıdır. Bu sosyal bütünleşmede din ve ona dayalı ahlâk
önemli bir yer tutar.
Genel manada dinî yönden kuvvetli olan milletler, maddî kültür yönünden
de güçlü olabilirler. “Kültürleri maddî kıymet hükümlerine dayalı milletler dahi,
iktisadî kuvvetlerini ilmî sahada mânen tatmine yönelmiş olan fertlere
borçludurlar.”54
52 Ahirete iman ile ilgili olarak bkz., Bakara (2), 4, 46, 62, 123, 177.; Âl-i İm-rân (3), 9, 25.;
Nisâ (4), 38, 39, 59, 162.; En’âm (6), 113.; A’râf (7), 147; Tevbe (9), 18, 19, 44; Yunus (10),
45.; Nahl (16), 22.; Kehf (18), 110.; Neml, (27) 23.; Lokman (31), 4.; Şûrâ (42), 7.
53 Bkz., Duhân, (44), 56.
54 Kurtkan, Âmiran, Sosyoloji Açısından Tasavvuf ve Lâiklik, Kutsun Y., 2.b., İst.1977, s.16.
Dinin fert ve sosyal hayattaki etkilerinden ötürü; toplumların parlak
dönemleri yanında, buhran devirlerinde de sosyal yapının çözülmeden dağılmadan
ayakta durabilmesini temin eder.
Bu fonksiyonu ile toplumsal kontrol aracı olan din, toplumun bü-tünleşmesine
katkıda bulunur. Bazı davranışların dince sevap olarak nitelendirilmesi, o davranışın
yapılmasını özendirir. Meselâ; İslâm ana ve babaya itaat etmeyi istemesi gibi.55
Bazı
tutum ve davranışların günah olarak nitelenmesi ise istenilmeyen davranışların
yapılmasını engelleyebilir. Yine, zina,56
hırsızlık57
yapmak yasaklanır ve
cezalandırılır. Böylece toplumda bir kontrol mekanizması kurulmuş olur.
Din, toplumun ortak değerlerini biçimlendirdiğinden bu açıdan bireyler arası
dayanışmaya katkıda bulunduğu kanaatindeyiz. Ortak yapılan ibadetler ve törenler
toplumda ortak duygulara yol açarak, sosyal benliği pekiştirir. Toplumlar ortak bir
din sayesinde güçlenirler.58
Dinin sosyal süreçte hem bütünleştirici, birleştirici ve meşrulaştırıcı hem de
çözülmeyi sağlayıcı etkisi vardır. “Dinin birleştirici gücü toplumsal yapı üzerindeki
etkisi açısından ele alınmalıdır.”59
Dinin birleştirici ve bütünleştirici fonksiyonu
yanında bir de meşrulaştırıcı işlevi söz konusudur. İktidar
sahipleri
tarafından
iktidarlarına meşru bir yan bulmak ve toplumdaki düzeni sağlamak amacıyla yaygın
olarak kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda fitneyi, iç savaşları ve
ayaklanmaları nifak olarak değerlendirilerek, ümmetin birliğini tehdit eden bu
bölünmelere karşı ilâhi bir boyut getirilmiştir.60
Marks, “din afyondur” derken, Hırıstiyanlığın halkı sakinleştirici ve
yatıştırıcı, tevekküle zorlayıcı aynı zamanda egemen sınıfın yaptığı eylemleri
meşrulaştırıcı fonksiyonundan hareket eder.61
55 Bkz., İsrâ (17), 23, 25.; Ankebût (29), 8.; Lokman (31), 14,15.; Ahkâf (46), 15.
56 Bkz., Nûr, (24), 2-3.
57 Bkz., Mâide (5), 38.
58 Wach, Joachim, Din Sosyolojisine Giriş, (çev.Battal İnandı), A.Ü.İ.F.,Y., Ank.1987, s.20.
59 Wach, a.g.e., s.16.
60 Mardin, Şerif, Din ve İdeoloji, İletişim Y., 4.b., İst.1990, s.76.
61 Meriç, Cemil, Sosyoloji Notları ve Konferansları, İletişim Y., İst.1993, s.143.
Dinin sakinleştirici fonksiyonunu tespit etmiş Tocqueuille, “ ... modern
toplumlara demokrasi yolunu açan olaylara karşı çıkılmayacağını kabul etmekte ve
dinin, bu demokratik toplumları sakinleştirmesini dilemekte idi.”62
Toplumda dinin fonksiyonlarını inceledikten sonra dinin, kurul-masını
önerdiği, desteklediği ailenin tanımı ve fonksiyonları üzerinde duracağız.
B- AİLE
1. Ailenin Tanımı
Hızlı değişen sosyal ilişkiler ağı içinde bireyin ve toplumun her yönden güçlü
ve sağlıklı olabilmesi ancak sağlam bir aile yapısı ve aileyi oluşturan üyelerin sevgi
ve saygı duygularının gücüyle ölçülür. Toplumun da temelini aile oluşturur. Ancak,
gerek sosyal dış etkiler gerekse toplum ve ailenin yoğun iç problemleri, sağlıklı
bireylerin yetişmesini engelleyebilir. Bu da toplumun çözülmesi gibi kötü sonuçlar
doğurabilir.
Aile, evrensel, daimi ve temel bir kurum olarak karşımıza çıkar. Nitekim,
“Aile, bütün toplumlarda bulunan bir primer, alt gruptur. İnsanın en derin ve köklü,
kısmen organik nitelikteki özelliklerine dayanan aile evrensel bir sosyal
müessesedir.”63 Fakat ailenin evrensel oluşu, bulunduğu toplumun geçirdiği sosyal
değişim aileye de sirayet
62 Aron, Raymond, Sanayi Toplumu, (çev.E.Gürsoy), Dergâh Y., İst.1978, s.40.
63 Dönmezer, Sulhi, Sosyoloji, Hüsnütabiat Mat., 5.b., İst.1974, s.150.
eder. Böylece aile yapısı, boyutları ve işleyişi bu değişimden nasibini alır. Bu
itibarla ailenin kesin bir tanımının yapılması imkânsız görünüyor. Bu tespit ile
birlikte ailenin çeşitli özelliklerinin sıralandığı Önal Sayın’ın tanımına göz atalım:
“Aile, biyolojik ilişki sonucu insan türünün devamını sağlayan,
toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belli ku-
rallara bağlandığı,o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi manevi zen-
zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran,biyolojik,psikolojik,ekonomik,top-
lumsal hukuksal vb. yönleri bulunan bir birimdir.”64
Bu açıklamaların ışığında ailenin, genel olarak nüfusu yenileme, millî kültürü
taşıma, çocukları sosyalleştirme, ekonomik, biyolojik ve psikolojik tatmin
fonksiyonlarının yerine getirildiği bir kurum65 olduğunu ifade edebiliriz.
2. Ailenin Fonksiyonları
Ailenin toplum bünyesinde çeşitli alanlarda bir çok fonksiyonları66
bulunmaktadır.
Ailenin biyolojik fonksiyonu; ferdin cinsel ihtiyaçları ailede meşruluk kazanır.
Bu işlevi, insan soyunun devamı, anne-baba ve çocuk ilişkisini düzenleme ile yerine
getirir. Özellikle yavrunun doğumdan sonra uzun bir bakım ve ilgi beklemesi ailenin
zaruretini ortaya koyar. Bu açıdan yaklaşıldığında en azından çekirdek aileye
duyulan ihtiyacın daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyiz.
64 Sayın Önal, Aile Sosyolojisi, Ailenin Toplumdaki Yeri, Ege Üni., B., İzmir, 1990, s.2.
65 Erkal Mustafa E., Sosyoloji (Toplum Bilim), Der Y., İst.1995, s.92.
66 Ailenin fonksiyonları için bkz., Tezcan, Mahmut, Türkiye Aile Yıllığı, A.A.K. Y., Ank.1990,
s.67.; Sezen, Yümni, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bil-giler ve Tartışmalar,
M.Ü.İ.F.V. Y., İst.1990, s.116-117.
Ailenin psikolojik fonksiyonları; ferdin kişiliğinin gelişmesinde etkili
psikolojik unsurlar ailede edinilir. Bunlar, sadakat, kıskançlık, sevgi, himaye,
yardım67
şeklinde çoğaltılabilir. Ayrıca aile, ilişkiler açısında psikolojik tatmin
merkezidir.
Ailenin eğitim fonksiyonu; insan sosyal bir varlık olması sebebiyle toplum
hayatına her zaman ihtiyaç duyar. Fakat toplumda düzeni sağlayan hukuk, ahlâk,
gelenek, görenek gibi bir çok normlar mevcuttur. Topluma katılacak olan yeni
ferdin yazılı ve yazısız kuralları etkili bir şekilde öğrendiği yer şüphesiz ailedir. Bu
eğitim sürecine sosyalleştirme de denir. Ailenin eğitim fonksiyonu sosyalleştirme ile
bitmez. Her toplumun kültür birikimi ve belli bir kimliği mevcuttur. Bunları
korumak, zenginleştirmek ve yeni kuşaklara aktarmak ailenin önemli
görevlerindendir. Aksi halde kimlik bunalımları toplumun geleceğini tehlikeye
sokar.68
Ailenin ekonomik fonksiyonları; ailenin maddî ihtiyaçları ve üretimle ilgili
görevlerinin önemli bir kısmı, iktisadî kurumlara aktarılmıştır. Ne var ki, Dorothy
Smith’e göre, mal üretilmese de geniş kapsamlı bir hizmet sektörü olarak aile,
insanı mal üretimine hazırlamaktadır.69
Ailenin dinî fonksiyonu; yüzyıllardır aile ve din kurumları toplumun moral
değerlerinin üretilmesi, aktarılması ve özellikle denetimi hususunda birlikte hareket
etmişlerdir. Bugün de aynı fonksiyonlarını yerine getirmektedirler.
Boş zamanlarını değerlendirme; günlük hayatın yoğun stresinden kurtularak;
eğlence ve dinlenmenin gerçekleştirildiği en önemli yer kuş kusuz ailedir. Toplumda
üretim dışında ailede boş vakit
olur. Bunu da aileler en güzel şekilde geçirme eğilimindedirler.
Ailenin icra ettiği fonksiyonlarını, anne, baba ve çocuklardan teşekkül eden
çekirdek aile tarih boyunca üzerine almıştır.70 Ailenin fonksiyonları, geniş ve
çekirdek aile yapılarında farklılık gösterse de bu etkinliği her zaman üstlenmiştir.
67 Sezen, a.g.e., s.116.
68 Sezal, İhsan, Aile Nedir?, A.A.K., Y., Ank.1992, s.32.
69 Sayın, a.g.e., s.56.
70
Zimmerman, Carle, C., Yeni Sosyoloji Dersleri, (çev.Amiran Kurtkan), İktisat Fakültesi
Neşriyatı, Fakülteler Mat., İst.1964, s.264.
İKİNCİ BÖLÜM
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NDA DİN
A- YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NDA DİN
Burada Karaosmanoğlu’nun din görüşlerini ortaya koymaya çalışacağız.
Hemen belirtelim ki, müellif Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
Ailesinden aldığı dinî eğitimin71 yanında, dönemin dinî kurumlarından olan
tekkelere72 gitmiş ve cami73 vaalarıyla bazı dinî formasyonlar almıştır. Çocukluğunda
katıldığı Rufaî tekkesinde ayinlere pek ısınamadığı o atmosferi şöyle anlatır:
“Havaya el bombası şeklinde bir takım demir topuzlar fırlatı-
yorlar ve çıplak göğüslerini, bunların ortasındaki uzun ince millere he-
def tutuyorlardı...uzun ince milleriyle göğüslerine, omuz başlarına sap-
lanıp kalıyordu... Şeyhin yaptığı ilk tedaviden sonra -bu tedavi mili çıka-
rıp yarayı tükürükle ıslatmaktan ibarettir- kan revan içinde dışarıya alıp
sürüklemek lâzım geliyordu.”74
Rufaî tekkesini bu yönüyle beğenmese de Mevlevî olan ağabeyi vasıtasıyla
kabul edileceği75
Mevlevîliği kendine yakın bulduğunu, onun şu ifadesinden
anlıyoruz:
“... O şık ve nazlı nazlı dervişler, o ney ve tambur sesleri bana ne
kadar cazibeli gelirdi, bu korkunç ve haşin kargaşalığın içinden! Bir kuş
olsam da uçup gitsem oraya derdim kendi kendime.”76
Bir süre Mevlevî tekkesine devam eden müellifimiz, annesinin rızası
olmadığından, istemeyerek de olsa buradan ayrılmıştır.77 Fakat tek-kenin manevî
atmosferi onu çok etkilemiş olacak ki, yıllar sonrasında bile şu duyguları taşımıştır.
“...yüreğimi halâ kavurmakta devam eden aşka rağmen Mevlevî tekkesinden yavaş
71 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, 75-79.
72 Bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.147-156.
73 Bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.144-146.
74 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.152.
75 Mevlevî tekkesine kabulü ile ilgili olarak bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.155.
76 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.152.
77 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.155.
yavaş elimi eteğimi çekmeye başladım.”78
Uzun yıllardan sonra onun Bektaşî
tekkesine girmesine79 belki de bu aşk sebep olmuştur.
Orta öğretimini bir Fransız okulunda tamamlamıştır. Özellikle bu dönemden
sonra çeşitli Batı kaynaklarını incelemiştir.80 Teknolojisiyle dünyanın cazibe merkezi
olan Batı dünyasının etkisiyle olsa gerek, arkadaşı
Yahya Kemal Beyatlı’nın
“Akdeniz Mucizesi”81 dediği hümanist fikirlerine katıldığını ifade edecektir.82
Müellif, “Sodom ve Gomore” adlı eserinin adını, Tevrat’ta
yer
alan
lânetlenmiş iki şehire benzeterek işgâl altındaki İstanbul’u anlatır. Aynı eseri çeşitli
bölümlere ayırmış ve hepsinin başına Tevrat’tan alıntılarla83 İstanbul’un, Sodom ve
Gomore şehirleriyle olan benzerliklerini ortaya koymaya çalışmıştır.
Karaosmanoğlu, “Nur Baba” romanıyla ilgili yaptığı izahta; bir zamanlar
toplumda önemli fonksiyonları bulunan tekkelerin gerek şeklen, gerek ruhen
geleneklerin dışına çıktığını ve fonksiyonlarını yerine
78 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.155-156.
79
Bektaşî tekkesine girmesiyle ilgili olarak bkz., Karaosmanoğlu, Gençlik ve E-debiyat
Hatıraları, s.127.
80 Bu husuta geniş bilgi araştırmamızın giriş bölümünde verilmiştir.
81 Müellifimiz “Akdeniz Mucizesi” fikrini “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları”da şöyle ifade
eder. “Bugünkü medeniyet ilk ışıklarını bu denizin kıyılarında açmaya başlamış; insan ve
insanlık tam ölçüsünü, tam değerini ilk defa burada bulmuştur. Garplılar bu hadiseye ‘Yunan
Mucizesi’ adını veriyorlar. Halbuki, bu-na bir ‘Akdeniz Mucizesi’ demek daha doğru olur. Zira,
Yunanlılara mal edilen fikir, sanat ve medeniyet unsurlarında, Mısırlılar başta olmak üzere,
Akdeniz kı-yılarında yerleşmiş bütün milletlerin payı vardır. Nitekim, Yunan mitolojisinde yer
almış bazı tanrıların Âsur’dan, Gildan’dan, Hindistan’dan göçüp gelme olduklarını bizzat eski
Yunanlı tarihçiler itiraf ederler. Ancak şu var ki, birer ‘monstre’ şeklindeki o Tanrılar Akdeniz
ikliminde insani biçimlere girmiştir. Bunun gibi, Küçük-Asya denilen Anadolu’dan ve
Mısır’dan sızan medeniyet un-surları da yine burada tam ifadesini bulmuştur...İnsanî değerler
dedik; zaten Yunaniyatın bir adı da hümanizm, yani insaniyat değil midir?” der. Bkz. Karaos
manoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, s.116.
82 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.116-117.
83 Tevrat’tan alıntılarla ilgili olarak bkz., Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s. 23, 25, 40, 51,
65, 76, 86, 97, 113, 137, 152, 185, 201, 244, 276, 296, 330, 350.
getiremediğini ifade etmiştir.84 Toplumda birlik ve bütünlüğü sağlamaya çalışan dinî
kurumların dejenerasyonu nedeniyle topluma yarardan çok zarar getirdiğini
söyleyebiliriz. Tekkelerin üstlendikleri işlevi lâyıkıyla yerine getirememesi sonucu
doğan boşluk başka bir kurum tarafından üstlenilemediğinden toplumda bazı
buhranların yaşandığını ifade edebiliriz. Batı değerlerinin topluma hakim olmasıyla
birlikte, dinî çözülmenin yaşanması sonucu müellif; “ ...yeni yetişen nesil ne mânen,
ne fikren hiçbir nizama ve hiçbir töreye bağlı değildir. Bu yüzden gayet anarşik bir
manzara göstermektedir”85 diyor.
Yazar, Anadolu’nun işgal edildiği yıllarda, düşman kuvvetlerinin yaptığı dinî
propagandayı, bunlara inanan bir kısım halkın cehaletini ve bilinçsizliğini
“Yaban”da şöyle anlatır:
“Bu gelenler öyle düşman ordular filan değilmiş. Avrupa adlı bir
kraliçenin bizi çetelerin elinden kurtarmak için gönderdiği yeşil sarıklı
evliyalarmış.
Bu kraliçe, bizi kurtardıktan sonra İslâm olacakmış... yeşil sarıklı evliyalar
ne tüfek kullanırmış, ne top. Bir okuyup üflediler mi, önleri dümdüz olup, yürürlermiş.”86
Müellifin, yukarıda ifade etmeye çalıştığı tutuculuğun ve gericiliğin kaynağı
olduğuna inandığı Anadolu’yu şöyle değerlendirir:
“Anadolu ...düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gös teren
köy
ağalarının, ...asker kaçağını koynunda saklayan kadınların, frengiden burnu çökmüş
sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. Burada,
bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş
altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük nice vatan mücahitleri savundukları
kimselerin eliyle arkadan vuruldu...”87
Yazarın bu ve benzeri değerlendirmeleri günümüzde dahi eleştiri-
84 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.23-24.
85 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.37-38.
86 Karaosmanoğlu, Yaban, s.141.
87 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.129-130.
lere uğramıştır. Bunun sebebi, bir yanda vatanı kurtaranlar bir yanda da bu anlayışın
dışında kalanların anlatılmasıdır. Keza, Anadolu’nun sadece olumsuz yönlerinin
ifadesi ancak Karaosmanoğlu’nun ideolojisinin bir gereği olabilir. “Yaban”
gerçek
Anadolu’yu temsil etmekten çok, 1930’ lardaki yönetici sınıftan bir aydın bürokratın
kafasındaki Anadolu simgesi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, bu iddiaların tüm
Anadolu için genelleştirilmesi bize göre amacını bir hayli aşmıştır. Karaosmanoğlu,
“Sodom ve Gomore” adlı eserinde İstanbul’da yaşanmış veya yaşanması muhtemel
gibi görülen yozlaşmayı tüm İstanbul geneline atfetmesinin gerçeği yansıtmadığını
ifade edebiliriz. Yine de bu eserlerde seçilen insanların hayat tarzını ve münferit bazı
örnekleri genelleştirilmesi müellifin, edebî bir tarzı da olabileceğini düşünebiliriz.
Zira, edebî eserler sübjektif değerler taşıyabilmektedir. Bunun yanında
unutulmamalıdır ki, 1932’lerin Karaosmanoğlu’su, “Kadro Dergisi”nin imtiyaz
sahibi olarak, Kadrocular’ın görüşlerini paylaşır. “Kadro Dergisi”nin mensupları
otoriter bir yönetimle devrimlerin sürdürülmesine, derinleştirilmesine ve yeni bir
ulus meydana getirilmesine inanmışlardır.88 Bu gayretle Vedat Nedim Tör, “ Kadro
Dergisi”nde Anadolu insanının nasıl yenileşeceğini şöyle söylüyor:
“Ona teknik aşısı yapacağız... İleri tekniğin olgun yemişlerini
elleriyle toplayan, gözleriyle gören köylü, artık yobazların ve softaların
safsatalarına kulak asar mı? İnkılâpçı aklın an’ane ve görenek karşısında
üstünlüğünü gören köylü artık ileri münevvere “yaban” diyebilir mi?”89
Tör de, Karaosmanoğlu gibi, bir tarafta vatanı kurtaran inkılâpçılar ve
onların karşısında Anadolu değerlendirmesi yapmıştır. Keza, halka rağmen halk
için yapılanların, belli bir zümrenin tekelinde bulundurulan ve halkın dahil
edilmediği böyle bir inkılâpçılık anlayışının halk-aydın arasındaki uçurumu ortaya
koyduğu düşüncesindeyiz.
88 Moran, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bakış 1, 4.b.İletişim Y., İst.1991 s.165.
89 Tör, Vedat, Nedim, “İşte bir roman:Yaban”, Kadro, Nisan, S.16, Ank.1933, s.49.
Müellifimize göre, din kurumlarındaki çeşitli zaaflar; dinin dar kalıplar
çerçevesinde algılanması ve böylece yaşanmaya çalışılması sonucu dinin toplumdaki
etkisini azalttığı söylenebilir. Müellifin eserleri incelendiğinde, din, genel anlamda
bu çözülüşle karşımıza çıkmaktadır.
Toplumların hayat tarzını şekillendirebilen din faktörünü incelemeye
çalışacağız.
B- TOPLUMUN HAYAT TARZINI BELİRLEMEDE DİNİN ROLÜ
1- Ailede Dinî Sosyalleşme
Ailede dinî sosyalleşmeyi incelemeden önce, sosyalleşme ve dinî sosyalleşme
tanımları verilmeye çalışılacak. Daha sonra müellifin eserlerinde, sosyalleşmenin
boyutlarını araştırmaya gayret edeceğiz.
Her toplum kendi kültür mirasını, öğrenme yoluyla gelecek kuşaklara
aktarır. Buna sosyoloji literatüründe sosyalleşme (socializa-tion) adı verilir.90
Müellifimiz, “Anamın Kitabı” adlı eserinde kendisinin, Ramazan ayında yaşadığı
dinî bir sosyalleşmeyi şöyle ifade eder:
“... daha küçük camiler ve hele kendimizi evimizde gibi hissettiğimiz
Rufaî dergâhının mescidi bizim neyimize yetmezdi. Hem, buna mescit deyip
de geçivermeyelim: Burası, bazı günler Selâtin camilerinden daha çok cemaat çeken
bir ibadet merkezi halini alırdı. Bazı geceler ise, teravih namazlarından sonra, iş
tarikat âyinlerine döküldü mü, iğne atsan yere düşmez sözüne tam misal teşkil eden
bir kalabalıkla kaynaşırdı. Öyle bir kalabalık ki, içinde beyinden, efendisinden tutun
da serserisine, dilencisine hatta meczubuna kadar her çeşit insan vardır. O Rufaî
dergâhının mescidinin neden bu kadar rağbette olduğunu sorarsanız, şimdiki aklıma
göre size bu sebebi göstere-
bilirim. Burası, gündüzleri cami, geceleri tekke şekline girmek suretiyle bir yandan
ham sofular, öbür yanda tasavvuf erbabı bir araya toplamak çaresini bulduğu içindir
ki, böyle bir rağbet ve itibara ermiştir.”91
Görüldüğü gibi, bazı tekke ve mescitlere giden müellif, bu din kurumlarında
ibadet yaparken, dindar insanların oluşturdukları sosyal ortamdan
etkilendiğini
90 Dönmezer, a.g.e., s.98; Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, s.347.
söyleyebiliriz. Böylece tekke ve mescit gibi dinî mekânlara duyulan bu ilgi ve alâka
dinî sosyalleşmeyi ortaya koymaktadır.
Fertler ancak sosyalleşme ile din, ahlâk gibi moral değerleri ilk olarak aile
ortamında öğrenir. Ferdin, toplumun değerler sistemini öğrenebilmesi, üzerine düşen
rolü iyi oynayabilmesi ve sağlıklı ilişkiler ağı geliştirebilmesi için sosyalleşme
gereklidir.
İnsanın tarihi kadar eskiye dayanan dinler, toplumlarda çeşitli yollarla
öğrenilir, benimsenir ve yayılır. İnsanın varlığı ile ortaya çıktığına inanılan aile
ortamında, din öğrenilir ve yaşanır. Nitekim, “Panorama”da Hacı Emin Efendi’nin
evinde besleme olan Fatma; bir gün ev işi yaparken tesettüre riayet etmemesi
üzerine ona, büyüklerinin yanında gereğince örtünmesi gerektiğini, aksi halde bunun
haram olduğunu söyler.92
Burada dinin öngördüğü tesettür anlayışı verilmeye
çalışılması dinî sosyalleşme noktasında değerlendirilebilir. Müellifin babası
çocukluğunda ona bir mevlevîhaneyi gezdirerek, “bir cuma, seni getireyim de gör
bak, içeride dervişler nasıl döner”93
diyerek oradaki dervişleri över ve ona bu
hususta telkinlerde bulunur. Böylece bazı dinî motifler öğretilmeye çalışılır. Yine
müellifin, “Bir Serencam” adlı eserinde geçtiği üzere, Necdet on iki yaşında bir
çocuk iken babası kendisine sarık sarıp, cübbe giydireceğini söyler. Buna razı olup
olmadığını sorar ve olumlu cevap alır.94
Böylece Necdet’in bu yönüyle dinî
sosyalleşmeye maruz kaldığını söyleyebiliriz.
Ailede gerçekleştirilen dinî sosyalleşme her zaman başarılı olamayabilir.
Yazara babası, derbeder bir vaziyette keramet hikâyeleri anlatırken kendisinin onu
sadece yadırgadığını anlatır.95
Yine “Ankara”da kızının evlenmesiyle ilgili olarak
kendisine kafa tutan kızına ah-lâk ve vicdan dersi vermeye çalışan babanın evlâdı
tarafından alaya alınması, başarısız bir dinî sosyalleşme girişimidir.96
91 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.146-147.
92 Bkz., Karaosmanoğlu, Panorama, s.160.
93 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.45.
94 Bkz., Karaosmanoğlu, Bir Serencam, s.130; Dinî sosyalleşme ile ilgili örnekler için bkz.,
Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.142, 146-147.
95 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.75.
96 Karaosmanoğlu, Ankara, s.203.; Bu konu ile ilgili diğer örnekler için bkz., Karaosmanoğlu,
Kiralık Konak, 40, 49-55.
Karaosmanoğlu, “Ankara” adlı eserinde, bir kısım gençliğin sürekli yalan
söylediğini, sıradan bir eğlenceyi günah işlemeden yapamadığını söyler. Ayrıca kötü
kitap, sinema ve kötü danslar daha “çiçeği burnunda” gençleri karanlık bir
maneviyata sürüklediğini ifade etmektedir.97
Müellife göre, gençlerin başarılı dinî
sosyalleşme süreci geçiremedikleri söylenebilir.
Sosyalleşme ile rolünü yanlış öğrenmiş olan bireyler yeniden
sosyalleşerek
yanlış ortadan kaldırılabilir.98
Ailede dinî sosyalleşme gerçekleşirken sosyal baskı ve sosyal etkileşim99
yardımıyla da bu süreç desteklenir. Sosyal baskı, “Bir Seren-cam”da görüldüğü
üzere dul bir bayan olan Esma’nın evinde zina yap-ması üzerine komşularının
baskınına uğraması anlatılmıştır.100
Görüldüğü gibi, burada toplumun fizikî bir
baskısı söz konusudur.
Bir de etkileşim yoluyla dinî sosyalleşme gündeme gelebilmektedir. Müellif,
kendi ailesinde yaşadığı dinî sosyalleşmeyi şöyle anlatır:
“Ben Ramazanı yalnız yarı bir tatil ayı olduğu için değil, ben
Ramazanı yalnız buram buram simit ve pide kokan akşamları için değil;
ben Ramazanı yalnız iftar sofraları, sahur, hoşafları, davulu, topu, Ka-
ragöz oyunları ve sabaha kadar ışıl ışıl ışıldayan minareleri için değil,
bana büyükler arasına karışmak fırsatını veren vaazları ve teravih na-
mazları için de severim. Bunu haketmek gayretiyle çok defa büyüklerle
oruç tuttuğum, bazen de birtakım “şer’i hileler”e başvurup oruçlu görün-
düğüm olurdu. Sahur yemeklerini hiç sektirmezdim...
Sabahın epeyce ileri bir saatinde uyandığım vakit evi tam bir
sessizlik içinde bulurdum. Zira, kız kardeşimle benden başka bütün ev
halkı yataklarına sabah namazından sonra girmiştir. Annemden aşçıya,
hizmetçiye kadar herkes uyuyordur. Benim için Ramazan günlerinin yal-
nız bu vakti tatsızdır.”101
97 Karaosmanoğlu, Ankara, s.225.
98 Dönmezer, a.g.e., s.105.
99 Karaosmanoğlu’nun “Kiralık Konak” adlı eserinde Seniha, Lehistanlı dadı-sının anlattığı
Avrupaî hayatı özler ve anlatılan hikâyelerin etkisinde kalır. Bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.46,
47, 48, 49.
100 Bkz., Karaosmanoğlu, Bir Serencam, s.79.;
101 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.142.
Burada aile bireylerinin Ramazan ayında oruç tutmalarını, yazar, çocukluk
yıllarında doğal olarak örnek almış olacak ki, kendisi de oruç tutmaktadır. Demek
ki, ailenin dinî vecibelerini yerine getirmesiyle birlikte, dini yaşama noktasında
çocuklara örnek teşkil ederek etkilediğini söyleyebiliriz.
Ailede dinî sosyalleşmenin özellikle küçük yaşlarda doğru ve sağ-
lıklı bir şekilde gerçekleşebildiği ölçüde sağlam bir toplum yapısından söz etmek
mümkündür.102
2- Tarikat ve Toplum
Tarikat, “Allah’a ve Allah’ın rızasına erişmek için tutulması gereken yol; usul
ve erkân üzere kurulmuş tasavvuf yolu”103 şeklinde ta
nımlanabilir. Bu yolun icra edildiği mekânlara da tekke adı verilir.
İslâm medeniyetini derinden etkileyen tarikatlar ve tekkeler, tarih boyunca
etkin bir rol üstlenerek toplumun hayat tarzını ve kültürünü derinden etkilemişlerdir.
“Nur Baba”daki şu sözler halkın nazarında büyük önemi bulunan tekkelerin yerini
gözler önüne serer; “Başını okutmak isteyenler, bir adağı olanlar, yazın nasip almağa
vakit bula-mayanlar... kime nereye başvursunlar.”104 Onların, ilimden iktisada, sosyal
ilişkilerden askerî hayata ve hatta sanata kadar derin tesirleri söz konusudur.
Karaosmanoğlu’na göre ruhen ve şeklen dinin özünden ve geleneklerden uzaklaşan
tekkeler, toplumu menfi yönde
etkilemişlerdir.105 Dinin, dolayısıyla tarikat ve tekkelerin de çeşitli nedenlerle
etkinliğini yitirmesi ve zayıflaması toplumda yoğun bunalımlara ve sosyal çözülmeye
neden olmuştur.
Osmanlı toplum coğrafyasında, ilim alanında tarikatların ve dolayısıyla
tekkelerin etkin rol üstlendiğini görüyoruz. Şöyle ki, tekkeler ilmin öğrenildiği
medreselerle irtibat halindedir. Gerektiğinde kendi ufuklarını kavrayamayanları
102 Dönmezer, a.g.e., s.105.
103 Doğan, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, 4.b., Beyan Y., İst.1983, s.1060.
104 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.159.
105 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.23.
medreselere gönderirler.106 Erol Güngör, medresenin şeklî ve müsamahasız
yaklaşımı yanında tekkeler öze önem vererek müsamaha
göstermesini
Türk
insanından takdir topladığını belirtir.107
Niyazi Berkes ise medresenin hukuk dilini kullandığını, oysa halkın tekke ve
zaviyelerde tarikat diliyle, alt seviyede Bektaşîlik diliyle yaşadığını ifade eder.108
Görülüyor ki, tekkeler halkın her tabakasına inmeyi başarırken, etkisiz
kaldığı durumlarda medreselere ihtiyaç duymuş ve birbirlerini tamamlayarak ilmî ve
manevî bir bütünlük oluşturmuşlardır.
İslâm ahlâkı ile iktisadî hayatın içinde yer alan tekkeler, ahilik ve lonca
teşkilatlarıyla birlikte vakıf desteğinde üretime katılmışlar ve bu şekilde varlıklarını
sürdürmüşlerdir.109
Askerî alanda tekkeler, Osmanlı Devleti’nin kurulmasında, gelişmesinde ordu
ve medrese ile etkin bir rol oynamıştır. Özellikle Yeni- çeri Ocağı’nda Bektaşî
Dergâhı’nın etkisi görülür.110 Ayrıca Kurtuluş Savaşı yıllarında tekkeler özellikle
lojistik destek vermiş, hatta ü-yeleri bizzat savaşa katılmışlardır.111
Tarikatların vücut bulduğu tekkeler, dinsel ağırlıklı faaliyetlerin merkezi ve
koruyucusu olmuştur.112
Nitekim, hattat olan, beste yapan, şiir yazan devlet
adamından, el sanatlarıyla ilgilenen köylüsüne kadar her tabakada sanat yönü ağır
basan tarikat erbabı vardır. Şiir alanında Mevlâna, Yunus gibi daha birçok şahsiyeti,
musikide Itrî, Dede Efendi gibi değerli isimleri Türk sanatına kazandırmıştır.
Özellikle Mevlevîler, Türk musikisini etkisi altına almıştır.113
Nihad Sami
Banarlı’ya göre, tekkeler İslâm irfanının, tasavvuf, kültür ve inanışının gelişmesine
hizmet etmiş, bilgisi, mimarisi, musikîsi, adap, erkân, kıyafet ve dekorasyonlarıyla
geniş ölçüde etkili olmuştur.114
106 Kara, Mustafa, Tekkeler ve Zaviyeler, 3.b., Dergâh Y. İst.1990, s.88.
107 Güngör, Erol, Türk Edebiyat Dergisi, S.22, İst.1974., s.14-115.
108 Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, (?), İst.1973, s.226.
109 Geniş bilgi için bkz., Kara, a.g.e., s.119, 141.
110 Kara, a.g.e., s.161.
111 Geniş bilgi için bkz., Kara, a.g.e., s.212, 219.
112 Kara, a.g.e., s.229.
113 Kara, a.g.e., s.256
114 Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.I, İst.1971, s.105.
Tarikatların içinde bulunduğu toplumun kültürüne sirayet ederek, toplumu
birlik, beraberlik ve huzur içinde kaynaştırdığını söyleye-biliriz. Osmanlı’nın son
dönemindeki bir kısım aydınlar, duraklama ve gerileme sırasında toplumun içinde
bulunduğu buhranları aşmak istemişlerdir. Böylece aydınlarımız teknik ilerleme
özlemiyle Batılı değerleri yaşamaya ve yaşatmaya girişmişlerdir. Batı değerleri
özellikle Osmanlı’nın gerileme döneminde dinî hayatı etkilemiştir. Bu etki sonucu,
tarikatlar başarıyla yürüttükleri fonksiyonlarını hakkıyla yerine getiremezler. İyinin,
güzelin ve doğrunun simgesi olan tekkeler artık çürümeye ve yıkılmaya yüz
tutmuştur. Karaosmanoğlu, tekkelerin çözülüşüne bir örnek olarak “Nur Baba”yı
kabul eder. Ona göre, tekkeler gerek ruhen gerekse tasavvuf düzeni açısından
geleneklerin dışına çıkmış ve tanınmaz bir hale sokulmuştur. Buralarda bir çok âdet
liyakatsiz mürşitlerin elinde, ruhundan ve özünden ayrılmıştır. 115
Peki, bu çürüyüşün ve yıkılışın sebepleri nedir? Bu soruya cevap aramaya
çalışalım.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde tekkelerin maddî ihtiyaçları vakıflar
tarafından karşılanmıştır. Böylece devlet ve tarikat arasında yakınlaşma sağlanmıştır.
Fakat zaman zaman bu yakınlaşma tekkelerin fikri bağımsızlığına gölge
düşürmüştür.116 Dinî hizmetleri, gayri resmî yollardan yürüten ve halkı yoğun etkisi
altına alan tekkelerin bu yolla devlet tarafından kontrol edildiğini ifade edebiliriz.
Fakat bu yapı zaman içerisinde amacını aşarak tekkelerin çöküşünü hazırlayan bir
unsur olarak karşımıza çıkar. Nitekim, tekkelere bağlanan vakıfların, maddî
imkânlarını başkasına kaptırmamak için şeyhlik babadan oğula geçer hale gelmiştir.
Müellif, “Nur Baba”da böyle bir mirasla posta oturan (şeyh olan) Nuri’yi hikâye
etmiştir.117
Zamanla bazı tekkeler, tembeller ve miskinler yuvası halini almıştır.118
Tabi ki, babadan oğula intikal eden şeyhlik; kabiliyetsiz, ehliyetsiz ve samimî
olmayan insanların eline geçmiştir. Yazar, “Nur Baba”da beceriksizliği ve
liyâkatsizliği ile kimi üyelerini tekkeden kaçıran şeyhi anlatır.119 Aynı eserde, tekkede
eski kuşağa mensup Celile Bacı, bir ayin sırasında karşılaşılan keşmekeşliği şöyle
115 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.23-24.
116 Kara, a.g.e., s.162-163.
117 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.50.
118 Kara, a.g.e., s.163.
119 Karaosmanoğlu, Ankara, s.32, 36, 57.
anlatır; “ Baba (şeyh) kendinden geç miş, evlâtlar her istediğini yapar. Rapt yok, zapt
yok, lokma zamanı ise hiç belli değil. Bunun sonu neye varır böyle?”120 Yine
müellif, “Ankara” adlı eserinde, Cumhuriyet’in ilânından önce aşırı mutaassıp olan
Şeyh Emin Efendi’nin
salon
eğlencelerinden
çıkmadığını
vurgular.121
Karaosmanoğlu, “Nur Baba”da, evli bir şeyhin nüfuzunu kullanarak tekkesine bağlı
kadınlarla yaptığı aşkları anlatır. Şöyle ki; iki çocuk annesi olan Nigâr Hanım’la,
İstanbul’un mesire yerlerinde şeyhin yaşadığı yasak aşk hikâye edilir.122 Yine aynı
şeyh, kışın vazifelerini tatil ederek dul bir kadının konağına yerleşir. Aralarında
gayri meşru ilişkinin varlığı123 şeyhin karısı ve tekkenin ileri gelenleri tarafından
eleştirilir. Fakat değişen bir şey olmaz.124
Görüldüğü gibi, bir kısım tekkeler
ehliyetsiz şeyhlerin eline geçerek özünden uzaklaşmıştır. Ayrıca bu durum üst kuşağa
mensup tekke üyeleri tarafından tenkit edildiği de ortaya çıkmaktadır.
Tekkelerdeki sosyal çözülme, maddî sömürüyü de beraberinde getirmiştir.
“Nur Baba”da Ziba Hanım’ın bütün ziynet eşyalarından mallarına kadar her şeyini
Nur Baba’ya bağışlayarak tekkeye kabul edilişi anlatılmıştır.125 Aynı eserde, bir
âyinden sonra Macid, şeyhin minderinin altına para bırakır.126 Müellife göre, dinî
inançlarında samimî olan Anadolu insanının yanılgısı; “Anadolu’da tekkeler, sapık
ibadetçilerle doludur. Bu yüzden orada bütün dilenciler ve bütün serseriler ya hızır
ya evliya zanolunur”127 sözleriyle dile getirilir. Müellife göre, söz konusu sosyal
çözülme, halkın dinî inançlarındaki eksik ve yanlış anlayışlara ve bir takım dinî
kurumların fonksiyonlarını icra edememesin-den kaynaklanmıştır.
3- Savaş-İşgal Karşısında Sosyal Hayat ve Din
120 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.36.
121 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.148-149.
122 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.140-150.
123 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.158.
124 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.159.
125 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.55-56; Yine “Yaban”da Şeyh Yusuf Efendi’nin soh-bete geldiği
köylüleri nasıl sömürdüğü anlatılarak eleştirilir. Bkz., Karaosman-oğlu, a.g.e., s.65.
126 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.119.
127 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.17.
İnsanoğlunun varoluşuyla başlayan çeşitli mücadeleler, günümüzde de devam
etmektedir. Şüphesiz savaşlar, “aralarındaki anlaşmazlığın, arabuluculuk veya
müzakere gibi barışçı yöntemlerle çözülmesi mümkün olmayan grup veya devletler
arasında, karşılıklı fiziksel güç ve silâh kullanımına dayalı mücadele”128 şeklinde
tanımlanabilir.
16 Mart 1920’ de çeşitli nedenlerle Osmanlı Devleti’nin başkenti
olan İstanbul, İtilâf Devletleri tarafından işgal edilince askeri bir yönetim tesis
edilerek, sıkı yönetim ilân edilmiştir.129
Türkler sonunda Avrupa topraklarından
atılmıştır. Gerek demokrat, gerekse sosyalist rejime dayalı devletler ve bunların ileri
gelenleri Anadolu’dan binlerce insanın sökülüşünü desteklemişlerdir. Bu devletlere
göre, yeryüzünde sadece onların hakları, vatanları ve hatta onların tanrıları vardır. 130
1911 yılından beri süregelen Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’ndan asker
ve sivil yaklaşık 3 milyon insan kaybedilmiş; geri kalan 11 milyon nüfusun çoğu
zatûrre, frengi, sıtma, kuduz, uyuz ve diğer bulaşıcı hastalıkların tesirinde
kalmıştır.131
Ordu, ağırlaşan hayat şartları ve zaferden ümidini kestiği için
maneviyatı bozulmuştur. Bu ve benzeri sebeplerle asker kaçakları türemiştir. Müellif
bu hususta, “Yaban”da asker kaçağı bir gencin köyde nasıl saklandığını
anlatmaktadır.132
Bunlar köy ve kasabalarda baskınlar düzenleyip, yiyecek ve
ambarlar yağmalanmıştır.133 Zamanla terhis edilen Türk ordusunun, bir çok ordu
mensubunun İstanbul’a gelmesiyle zaten sıkışık olan şehrin iaşe durumu bir kat
dahaartmıştır134 Bolşevikler’ den kaçarak İstanbul’a sığınan Beyaz Ruslar; bar,
pastane, lokanta, müzik ve kumarhane gibi küçük hizmet sektörünü135 ele geçirirler.
Böylece İstanbul’da var olan işsizlik,
128 Demir-Acar, a.g.e., s.312-313.
129 Aybars, Ergün, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, T.C.K.B.,Y., Ank.1995, s.159.
130 Karaosmanoğlu, Y. Kadri, Atatürk, İletişim Y., 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İst. 1991., s.25
131
Geniş bilgi için bkz., Temel, Mehmet, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Du-rumu,
T.C.K.B.,Y., Ank.1998, s.224, 279.
132 Bkz., Karaosmanoğlu,Yaban, s.74.
133 Eldem, Vedat, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Eko-nomisi, T.T.K.,
Y., Ank.1994, s.130.
134 Boratav, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Y., (?), 1993, s.19.
135 Örnek olarak bkz., Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.210.
PDF created with pdfFactory trial version www.pdffactory.com
iç ve dış göçlerle136
korkunç boyutlara ulaşmıştır.137
İstanbul’a değişik din ve
kültürlerden insanların göç ve işgal yoluyla gelmeleri sonucu, ahlâksızlık, rüşvet,
vurgun, fuhuş138 ve beraberinde bir çok zührevi hastalıklar yaşanmıştır. Bu hususta,
Clarence Richard Johnson’un 1917 ve 1920 yıllarını kapsayan araştırmasında,
İstanbul’da zührevi hastalıklardan dolayı Şişli Emrâz-ı Zühreviye Hastahanesi’ne
tedavi için getirilen toplam 11863 kadının, 5106’sı Hristiyan, 6757’si Müslüman139
olduğu görülmektedir.
Ayrıca akla gelebilecek her türlü suç oranları artmıştır.140 Keza, şehirde yaygın
olarak işlenen suçlar hakkında, bilgi edinebilmek mümkündür. Amerikalı araştırma
heyetinin, İstanbul’da ziyaret ettiği ceza-evlerinden derlediği bilgilere göre Haziran
1919-Mart 1921 arası 21 aylık dönemdeki tutuklama olayları toplam 22385 kişidir.
Bu tutuklamalar içinde özellikle saldırı 6300, çeşitli hırsızlıklar 8640, tecavüz ve
zina 136, polise karşı gelme 707141 gibi suçların fazla oluşu, İstanbul’da sosyal bir
buhran yaşandığının açık belirtisidir.
İşgal altındaki İstanbul, yaşadığı bu problemler nedeniyle baskı, zulüm ve
çaresizlik içinde çırpınmıştır. Müellif, “Atatürk” adlı eserinde, Anadolu’nun işgal
edilmesi ile birlikte hislerini şöyle ifade eder:
“Ben, yalnız, evsiz barksız, anasız babasız bir serseri değilim.
Yurdu yâd ellere geçmiş, bayrağı yırtılmış, milleti perişan olmuş, yeryü-
zünde ne idiği belirsiz, bir garip insan, bir lânetleme idim. Şu anda, ba-
bamın mezarı düşman ayakları altında çiğnenirken benim millî şerefim,
benim insanî gururum bu yabancı şehrin içinde türlü türlü tahrikler, tez-
yifler ve tecavüzlerle hırpalanıp eziliyordu.”142
136
1856 Kırım, 1877-78 Osmanlı-Rus, Balkan
Savaşlarından sonra Balkanlar
ve
Rumeli’nden İstanbul ve Anadolu’ya yönelik göçler için bkz., Halaçoğlu, Ah-met, Balkan
Harbi Sırasında Rumeli’nden Türk Göçleri (1912-1913), Türk Tarih Kurulu, Y., Ank.1994.;
Eren, Ahmet Cevat, Türkiye’de Göç ve Göçmen Mesele-leri, Nurgök Mat., İst.1966.
137 Himmetoğlu, Hüsnü, Kurtuluş Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, c.II., İst. 1975, s.147-
149.
138 Karaosmanoğlu’nun “Sodom ve Gomore” adlı eserinde işgal altındaki İstan-bul’un yaşadığı
ahlâksızlığı, çıkarcılığı ve fuhşun boyutları karamsarlık içinde anlatılır.
139 Johnson, Clarence, Richard, İstanbul 1920, (çev.Sönmez Taner), Tarih Vakfı Yurt Y.,
İst.1995, s.314.
140 Geniş bilgi için bkz., Temel, a.g.e., s.184-185, 221-223.
141 Johnson, a.g.e., s.304-305, 295, 299.
142 Karaosmanoğlu, Atatürk, s.33-34.
Görüldüğü üzere o, Anadolu’nun işgalinin acısını derinden duy-maktadır.
İstanbul’da yaşayan zenginler ve özellikle büyük bir kısım aydınlar, işgal
sonrasında birlik ve bütünlüğünü kaybetmiştir. Ayrıca kendi özbenliğinden, manevî
değerlerinden kopmuş, Batı hayranı bir gençlik143 türemiştir. Yazar, işgal altında
bulunan İstanbul’da bir kısım gençlerin düşman subaylarına özendiklerini ve
Avrupaî hayat sürmenin özlemi içinde olduğunu söyler. Bu özlem, gençleri, nişanlısı
ya da kocasını düşman subaylarıyla aldatmaktan sapık cinsel ilişkilere kadar vardıran
ahlâk yoksulu bir gençlik haline getirmiştir.144 Özellikle, Rus mültecilerin İstanbul’a
dolmasıyla birlikte fuhuş, korkunç boyutlara ulaşmış145
ve toplumun maneviyatı
zedelenmiştir. İşgal kuvvetlerinin subaylarıyla çıkar ilişkilerine girerek146 yozlaşmış
Türk aileleri147 vardır. Karaborsa148
alabildiğince varlığını hissettirmiştir. “Sodom
ve Gomore”de işgal altında
bulunan İstanbul’da yaşanan yozlaşmış hayatı; evlilerin birbirlerini aldatması,
kadınların düşman subaylarıyla flört için yarıştıkları, sapık cinsel münasebetleri
anlatılır.
143 Geniş bilgi için bkz., Temel, a.g.e., s.253-257.
144 Bkz.,Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.43-44, 99-100, 134-150, 188-190.
145 Fuhuş ile geniş bilgi için bkz., Rasim, Ahmet, Fuhş-ı Atik, Arba Y., İst.1987, s.246.
146 Atıf Bey, kumarhane işletebilmek için düşman kuvvetlerine rüşvet verir. Bkz.,
Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.301.
147 İçin bkz.Karaosmanoğlu, a.g.e., s.43-44, 99-100, 301.
148 Savaş yıllarında dış ticaret azaldığı için Anadolu’dan İstanbul’a hububat getirmek kârlı bir
faaliyet halini almıştır. Tüccarlar İstanbul’a getirdiği gıda maddelerini spekülatif kârlarla
satıyorlardı. Bkz., Boratav, a.g.e., s.20.; Gıda sı-kıntısı ve vurgunculukla ilgili geniş bilgi için
bkz., Temel, a.g.e., s.37-97.
Hiç bir dinin ve özellikle İslâm’ın tasvip etmediği bu hayat tarzı, Anadolu
köyleri, kasabaları ve büyük bir kısım şehirleri olmasa bile başkent İstanbul ve bazı
çevre illeri etkisi altına almıştır.
İzmir ve İstanbul’dan sonra, diğer Anadolu toprakları işgal al-tına alınınca
halkın maneviyatı bozulmuştur ve çeşitli cephelerden gelen haberler iç açıcı değildir.
Memleketin her köşesinde perişanlık, sökülüş ve büyük bir çöküş söz konusudur.149
İşgalle birlikte Anadolu’da yapılan zulümler artık tahammül sınırlarını
aşmıştır. Köyler yakılıp yıkılırken, kasabalar da baskın ve yağ-malar başlamıştır.150
İşgal yıllarında yaşanan baskı ve zulüm Anadolu’yu “için için kaynayan kazan”a
çevirmiştir.151 Yazar bu durumu şöyle tasvir eder:
“Mondros Mütarekesinden sonra yenilmiş milletlerden hiç bi-
rine reva görülmeyen bir sürü hakaretlere, tehditlere hedef olduk; taraf
taraf işgallere ve istilâlara uğradık. Her işgal ve her istilâ mala, cana,
ırza ve namusa tecavüzlerle yapılıyor, Müslüman kanı bu parçalanan bir
tek İslâm Devleti’nin her köşesinden din düşmanlarımızın bağrına şifa
veren bir sebilin suları gibi akıyor.”152
Millî Mücadele’nin ilk dönemlerinde Anadolu’nun durumu iç açıcı değildir.
Halk yıllar süren savaşların yorgunluğu, ümitsizliği, bık-kınlığı ve moral bozukluğu
içindedir. Bunun yanında yoğun siyasî buhranlar, askerî yetersizlik ve ekonomik
sıkıntılar içindedir. Buna rağmen yazar mücadelenin sürdürülmesini ister:
“Mütarekeden sonra ne olacağımızı bilmiyoruz. Fakat dinimiz bize
ölümle son dakikaya kadar pençeleşmeyi ve can Allah’ın emaneti olduğu
için onu hasseten katillere karşı dişimiz ve tırnağımızla müdafaa etmeyi
amirdir.”153
149 Karaosmanoğlu, Atatürk, s.28.
150 Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, s.40.
151 İşgal yıllarında Anadolu halkının yaşadıklarını için bkz., Karaosmanoğlu, Mil-lî
Savaş
Hikâyeleri, 5.b., İletişim Y., İst.1997, s.43-44 vd.; Karaosmanoğlu, Va-tan Yolunda, 2.b.,
Birikim Y., haz.Atilla Özkırımlı, İst.1980., s.40, 86.; Karaos-manoğlu, Yaban, s.204.
152 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.124.
153 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.235.
Bir çok aydın gibi din adamları (ulema) da Anadolu’nun her köşesinde halkın
maneviyatını ve psikolojisini yükseltmek için harekete geçip önderlik etmişlerdir.
Milleti, inanç birliği etrafında toplayan en ö-nemli güç din adamlarıydı. Amerika
Başkanı Wilson’un emriyle kurulan Yakındoğu ülkelerinin haritasının yeniden tespit
edilmesi hakkındaki heyete başkanlık eden General James Harbord hazırladığı
raporda bu konuda şöyle der:
“Türkler’de dinî şahsiyetlere karşı olan rabıta, dünyevî hisle-
rin fevkinde ve daha derin ve ruhî idi. Türk din adamlarının bir çoğu i-
le temas ettik... Müslümanlar, vatan ve istiklâl için harpte ölenlerin cen-
nete gittiği inancında idiler ve cihat mukaddes vazife idi. Bu telkini de
çoğu zaman okuma bilmeyen Türk köylüsüne ancak bu din adamları ya-
pabilirlerdi Nitekim, bize ülkeleri için hak ve müsavat talep eden heyet-
lerin içinde bu hocalar çokluk idiler ve onların fikirleri esas arzular o-
larak izah ediliyordu. Sivas’da Mustafa Kemal Paşa ile yaptığımız müla-
lakatta yanında yedi şahsiyetten dördü bu sarıklı ve yaşlı din adamları
idi.154
Görüldüğü gibi, Millî Mücadele’nin esas gücü, halkın millî ve manevî
değerlere olan bağlılığından geçmektedir. Savaşta yaralanan askerlerin “hiç birinde
ne bir pişmanlık, ne bir azap, ne de bir korku emaresi vardı. Hepsinin yüzünde
okunan şey, yalnız azim, yalnız meta-netti.”155
Bu nedenle millet din adamlarından
her hangi bir teşvik ve teşebbüs görmeseydi, Millî Mücadele’nin zaferle
sonuçlanması mümkün olmayabilirdi. Yine konuyla ilgili olarak Fransız tarihçisi M.
Larcher, şunları ifade eder:
“ ...Türkler, tarihi şaşırtmış olan her hareketlerinde, bir manevî
istinada mazhar olmuşlardır. Bu neticeleri de din ulemâsı temsil etmiş-
mişlerdir. Eğer,bilhassa,Türk köylüsünün,çiftçi sınıfının ve kasabada-
ki mütevazi hayat şartları içindeki halkın üzerinde ruhî ve manevî te-
siri ve nufuzu temsil eden ulema sınıfı, devletin siyasî mevcudiyetinin
nihayet bulmakta, müstakil devletin devamı için son bir mücadele za-
ruretini şeklî imkânsızlıkların fevkinde haysiyet ve şeref mevzu olarak
telkin ve kabul ettirilebilirse; nâdir milletlerin tarihlerinde gördüğü-
154 Kutay, Cemal, Kurtuluşun ve Cumhuriyet’in Manevi Mimarları, D.İ.B., Y., Ank.1973, s.41.
155 Karaosmanoğlu, Ankara, s.94.
müz müstesna hareketlerden birisine şahit olma beklenebilir.”156
Millî Mücadele yıllarını anlatan bir kısım romanlarda, Millî Mücadele
taraftarı gibi görünen vatan hainleri, çıkarcı ve yobazlardan da söz edilmekle157
birlikte, bu dönemde düşmanların gözünü korkutan din adamlarının varlığı
Türkiye’nin kurtuluşunun müjdecileri olsa gerek. Konu ile ilgili olarak, Çorlu
Metropoliti milleti bilinçlendiren din adamlarından duyduğu endişeyi Atina,
Londra, Paris ve Washington’a gönderdiği muhtırada şöyle der:
“...Alınacak tedbirlerle Türkiye milletinin bir daha müstakil dev-
let kurabilmesine yol gösterecek şahsiyet ve müesseseleri tasfiye etmek
lâzımdır. Bunun yollarını da siyasîler bilmez. Biz, asırlarca Türkler’le
beraber yaşamış ve onların manevî selâbetini yakından görmüş olanlar
biliriz ve maneviyatlarına derin bağlarla merbut olan Türkler, çılgınlık
addedilse dahi,eğer aklın reddettiği hâdiselere başvuracak olurlarsa bu
maceraya dinî şahsiyetler tarafından sürükleneceklerdir. Bu din adamla-
her Türk köyünde mevcuttur. Türkler’in asıl mahrum bırakılmaları şart
olan istinatgâhları bu manevî teşkilattır.158
Türk milletiyle ilgili bu tür sosyal hadiseler incelendiğinde, toplumun sosyal
hayatının her alanında İslâm dininin etkileri inkâr edilemez.
4- Toplumda Sosyal Çözülme ve Din
Öncelikle sosyal çözülmenin karşıtı olan sosyal bütünleşmeyi inceledikten
sonra sosyal çözülme üzerinde durmaya çalışacağız.
Sosyal bütünleşmeyi, “Bir toplumdaki bütün grupları ve sosyal yapının tüm
unsurları ile maddî ve manevî kültür unsurlarının bir araya gelerek, işleyen bir bütün
meydana getirecek şekilde birbirlerini tamamlamalarına ve birbirleriyle
156 Kutay, a.g.e., s.28.
157 Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye” adlı roman kahramanlarından Ha-cı Fettah
Efendi ve Kantarcılar’ın Uzun Hüseyin Efendi’nin Yunan kuvvet-leriyle yaptıkları işbirliği
anlatılır. Bkz., Adıvar, Halide Edip, Vurun Kahpeye, Remzi Kitapevi, İst.1984, s.19, 40, 45,
56-57, 61, 84, 107, 111, 133-135.; Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece” adlı romanında yine
Eyüp Hoca’nın Yunan kuv-vetleriyle yaptığı iş birliği anlatılır. Bkz., Güntekin, Reşat Nuri,
Yeşil Gece, 10. b., İnkılâp Kitabevi, İst.1986, s.100-101, 220, 232.
kaynaşmaları”159 şeklinde tanımlayabiliriz. Biz burada, Amerikalı ve İngiliz sosyal
bilimcilerin kullandığı gibi “kültürel bütünleşme” konusuna dikkat çekmek istiyoruz.
Parsons’un bütünleşme teorisine göre:
“... her toplum sürekli, istikrarlı ve dengeli yapı unsurlarından
meydana gelmiştir. Sosyal yapıdaki her unsurun varlığı bir görev içindir
ve sistemi çalıştırmaktadır ve dolayısıyla bütünleşmeyi gerçekleştirmek-
tedir. Ayrıca, her fonksiyonel yapı, üyeleri arasındaki fikir birliğine (Con-
sensus) dayanır.”160
Bireylerin birbirleriyle yakınlaşması, genelde kültür değerleri ü-zerine
yoğunlaşırken, savaş ve benzeri hadiselerde de aynı durum geçerlidir. Moral
değerlerin toplumdaki bireylere yüklediği roller yerine getirildiği ölçüde161 toplumlar
sistemleşir ve bütünleşir. Müellifimiz, “Kiralık Konak”ta, Naim Efendi’nin kızıyla
yaptığı sohbette, toplumun aynası kabul edebileceğimiz ailenin sosyal çözülüşünü
torunlarının aldığı terbiye doğrultusunda şöyle ifade eder:
“ Seniha on sekizine bastı, fakat hâlâ sekiz yaşında bir çocuk gibi
hoppa ve yaramazdır. Cemil daha yirmisine girmedi. Fakat otuz yaşında
bir gencin hayatını sürüyor. O yemekten sonra sizin önünüzde ayak ayak
158 Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyet’in Manevî Mimarları, s.38,; Türk din adam-ları ile ilgili
geniş bilgi için bkz., Kutay, a.g.e., s.42, 154, 203, 274, 281.
159 Er, İzzet, Sosyal Bilimler Ansk., “Sosyal Bütünleşme” mad., c.III, Risale Y., İst.1990,
s.452.
160 Erkal, Mustafa E., Sosyoloji, 3.b., Filiz Kitabevi, İst.1987, s. 268.
161 Karaosmanoğlu, “Kiralık Konak” ta Hakkı Celis, “Ankara”da Selma Hanım ve Neşet
Sabit, işgalden kurtuluşun tek yolunun savaşmaktan geçtiğine inanan roman kahramanlarıdır.
Müellif, bu inancı taşıyan tiplemelerle halkın genelinin savaş noktasında birleşip, bütünleştiği
imajını verir.
üstüne atıp sigara içmeler nedir? O eve istediği saatte girip çıkmalar ne-
dir? Ne babasını dinliyor, ne seni... Ben ise, doğrusu her şeyi görmezlik-
ten geliyorum... maazallah, bana karşı da bir itaatsizlik ederler, bir ters
cevap verirler diye korkuyorum...”162
Görüldüğü gibi, ailenin çocuklarını kendi kültürel değerlerinin dışında
sosyalleştirmesiyle birlikte topluma, ahlâk değerlerine ve dinine yabancı nesiller
türemiştir. Böylece üst kuşaklarla yaşanabilecek değer karmaşaları ailenin ve
dolayısıyla toplumun bütünlüğünü tehdit etmiştir.
Sosyal çözülme; “...bir toplumu meydana getiren sosyal ilişkilerin bütünlüğü
bozacak biçimde gevşemesidir.” Bu taktirde toplum, işleyen bir bütün olma
özelliğini kaybeder.163 Karaosmanoğlu’nun bir kısım eserlerinde halk kendisinden
görmediği aydınlarına “yaban” diye hitap etmektedir.164
Bu adlandırma, halk-aydın
arasındaki mesafeyi ortaya koyarken, birlik ve bütünlüğün zedelendiğinin de bir
işareti olsa gerek. Nitekim yazar, bu sosyal çözülüşün sorumlusu olarak kabul ettiği
aydını “Yaban”da şöyle konuşturur:
“Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yok-
sul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını em-
dikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de
gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası
v ardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı
bir toprak vardı! İşletemedin . Onu, hayvan î duyguların, cehâletin , yok-
sulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasın
da bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin.
Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabiî a-
yaklarına batacak...Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, se-
nin kendi eserindir.”165
Müellif; “Gün geçtikçe daha iyi anlıyorum: Türk “entelektül”i, Türk aydını,
Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir.”166
sözüyle
aydınını toplumda yalnızlaşan ve yabancılaşan kimliğini ortaya koyar.
162 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.34.
163 Er, a.g.e., “Sosyal Çözülme” mad., s.454-455.
164 Karaosmanoğlu, Yaban, s.52.; Karaosmanoğlu, Ankara, s.54.
Bir toplumda, sosyal çözülme öncelikle bireyler arası çözülme ile başlayabilir.
Genelde, toplumun sosyokültürel yapısındaki değişimleri benimsemeyen fertlerde bu
tür bir çözülmeden söz edilebilir. “Kiralık Konak”ta, Selma Hanım, Batı tarzı
hayat sürme gayretinde olan yeğenlerini ve buna müsaade eden dedeleri Naim
Efendi’yi şöyle eleştirir:
“ ...bir gece sabaha kadar Nedim Paşanın kızı Memduha’nın e-
vinde kalışlar larına ne dersiniz? ...Bütün komşular o gece sabaha kadar
gürültüden, ahengten uyuyamamışlar. Bizimkiler, kadın-erkek hep orada
imişler. Bir zaman gelmiş ki, mahallenin bekçisi kapıyı vurup, susunuz
bu kadarı da fazla, diyecek olmuş. Zaten komşular, bu hal bir daha te-
kerrür ederse karakola şikâyet edeceğiz, diyorlarmış.”167
Özellikle Selma Hanım, değişen eğlence kültürünü benimsemediğinden gerek
Naim Efendi, gerekse yeğenleriyle ters düşer.168 Bu yönüyle bireyler arası bir
çözülmenin olduğunu söyleyebiliriz.
Toplumu oluşturan çeşitli sosyal grupların ortak bazı değerler-den
uzaklaşması zamanla toplumun birlik ve beraberliğini tehdit eder.169 Yazar, yıllar
sonra gittiği İstanbul’da, toplumun ortak değerlerden, birlik ve beraberlikten
uzaklaşmasına şahit olmuştur:
“...İstanbul, hiç eski bildiğim yer değil; ne çehreler eski çehre-
lere, ne fikirler, eski fikirlere, ne hisler, eski hislere benziyor. Burada,
hayat, tepeden tırnağa başka şekle girmiş... ne dostlarda bildiğim sami-
miyet, ne kadınlarımızda, gördüğüm vefa, kalmış.... Kalpler soğuk; göz-
ler tamah ve ihtiras ile yanıyor. Bir zamanlar burada ne temiz, ne sade,
ne mütevazi yaşayanlar vardı.
Şimdi en ücra Müslüman mahallelerinde bile ihtilâçlı; girintili
çıkıntılı; gıllı gışlı bir yaşayış var.”170
165 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.130.
166 Karaosmanoğlu, Yaban, s.53.
167 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.54-55.
168 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.53, 56.
169 Selma Hanım ev sahibinin hanımıyla yaptıkları sohbette, modaya göre saç kes-tirmenin
gerekliliğindensöz etmesi üzerine yaşlı kadın böyle davranışları “ya-ban” nitelemesi yaptığı
insanlara mahsus olduğunu söyler ve tepkisini koyar. Bkz. Karaosmanoğlu, Ankara, s.54.
170
Karaosmanoğlu, Millî Savaş Hikâyeleri, s.151-152.; Diğer bir örnek için bkz.,
Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.10.
Demek ki , toplumda var olan manevî ve fikrî beraberlik işgal ile birlikte
yok olmuş, toplum katmanlarında toplumsal çözülme emareleri başlamıştır.
Bireyler üyesi oldukları grupların kabul ettiği kültürel değerleri
sosyalizasyon ile öğrenir ve kendisine biçilen rolleri yerine getirir. Fakat değişen
sosyal yapının grup tarafından tasvip edilmemesi, değişi-mi özümsemiş fert ile grup
arasında çözülmeye sebebiyet verebilir.171
Sosyal çözülme, değişimin yoğun olarak gerçekleştiği toplumlar-da sıkça
görülür. “...sosyal ihtiyaçlar her geçen gün artıyor, zamanında ve herkesin
ortaklaşa benimseyebildikleri tarzda karşılanmıyorsa, toplumsal hayatın gereği
olarak tesis edilmiş kurumlar arası ilişkiler de yavaş yavaş çözülmeye başlar.”172
Cumhuriyet ilân edildikten sonra Anka-ra’da düzenlenen, noel ve yılbaşı balosu
için bir zümre, aylar öncesin-den hazırlık yaparken, halk bu eğlenceleri muamma
olarak görür ve hay-retle uzaktan izler.173 Zengin bir zümre ile halk arasındaki bu
uçurum sosyal kurumları ister istemez etkilemiştir. Sonuçta bu ve benzeri
değişimler halktan rağbet görmediği gibi zaten var olan halk-aydın çatışmasını
başka boyutlara taşımıştır.
Diğer bir boyutuyla halk-aydı n kopukluğu, “Yaban”da, Millî Mücadele
yıllarında düşman uçaklarının propaganda amaçlı attığı kağıtlarda Anadolu
halkına seslendiği “...Adım adım bütün şehirleri, kasabaları zaptettik. Şimdi Ankara
üzerine yürüyoruz. Sakın bize düşmanca harekete kalkışmayınız. Biz sizi, halife
tarafından kurtarmaya geliyoruz”174 sözleri karşısında köylünün sevincini köyde
yaşayan bir aydın şöyle yadırgar:
“Ne halifeyi, ne de peygamberi bildikleri var. Fakat, “kurtar-
mağa geliyoruz” sözü, bilmeksizin pek hoşlarına gidiyor. Kurtarmak!
Sizi, kim kurtarabilir? Sizi gökten melekler inse kurtaramaz. Çünkü,
sizi evvelâ sizden, kendinizden kurtarmak lazımdır.” 175
171 “Kiralık Konak”ta Hakkı Celis, içinde bulunduğu arkadaş grubunda yaşanan Batı tarzı
hayatı tasvip etmez, bu düşüncelerle o gruptan ayrılır ve orduya katı lır. Bkz., Karaosmanoğlu,
Kiralık Konak, s.192, 218-219
172 Er, a.g.e., “Sosyal Çözülme”, mad., s.455.
173 Karaosmanoğlu, Ankara, 115-118.
174 Karaosmanoğlu, Yaban, s.170.
175 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.170.
Dinin özünde yer alan birleştirici ve bütünleştirici fonksiyon-larını idrak
edemeyen zümrelerin toplumun maddî ve manevî varlığını cehaletleriyle tehlikeye
atabileceğini söyleyebiliriz.
C- DİNİN AİLE HAYATINA ETKİSİ
Genel olarak din kurumu ile toplum arasında karşılıklı etki söz konusudur.
Dinin, hiç şüphesiz, bireylerin psikolojik hayatından, sosyal ilişkilerine kadar sirayet
eden özelliği mevcuttur. Aynı zamanda, din ya da geleneksel din anlayışı, bireylerin
hayat tarzını belirleyici rol oyna-yabilmektedir. “Ankara” adlı romanda Murat
Bey’in, bahçede misafirleri ile otururken yaklaşan Şeyh Emin ve Nuri Hoca’yı
görünce bayan misafirlerini haremliğe davet etmesi,176 bunun göstergesidir.
Ayrıca din, sosyal müesseseleri ve onların üyelerini kaynaştırırken feragat,
ümit, mücadele gibi duyguları güçlendirebilir. Nitekim müellifimiz, din duygusuyla
düşmanlarıyla mücadele azmini “Ergenekon” adlı eserinde şöyle ifade eder:
“Enkazımızın her parçasından bir devlet çıkaran komşu milletlerin
münevver gençliğine nazaran Türk gençliğinin vaziyeti o derece aşağıdır
ki, bu hal karşısında her vicdanlı Müslüman âdeta millî haysiyetinin ren-
cide olduğunu hisseder ve kendinde ne düşmanlarına tânetmek, ne de felâ-
kete uğrayan di ndaşlarının yüzüne bakmak cesaretini bulabilir.”177
Dinin aile kurumu üzerindeki evrensel etkisi, getirdiği ensest (aile-
içi
evlilik) yasağıdır.178
Ailenin kuruluşundaki bu kısıtlama dinin aile üzerindeki
etkilerinden bir tanesidir.179
İslâmiyet aileye özel bir ilgi göstererek evlenme şekli, boşanma, karşılıklı
haklar ve ödevler, yönetim, miras gibi konularda düzenle-melerle aileyi
biçimlendirmiştir.
176 Karaosmanoğlu, Ankara, s.50-51.
177 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.231.
178 Ensest ile ilgili olarak bkz., Nisa (4), 23.
Toplumda zaman zaman dinî anlayışın, toplum veya aile üyeleri üzerinde
olumsuz etkileri olabilir. Böylece, “insanın Tanrı ile ilişkisi, icabında onun dünya ile
olan ilişkisini gölgelemekte ve hatta kesmektedir.”180 Bu konuda yazar, “Ankara”da,
şapka giyinme zorunluluğuna tepki olarak acil bir durum olmadıkça evinden dışarıya
çıkmayan Hacı Emin Efendi, tiplemesini canlandırır.181
Bir başka etki de, dinî hayatın derinleştirilmesi ve taassup duygusuyla ferdin
kendisinden beklenen hoşgörüyü gösterememesine bağlı olarak toplulukta iletişim
zorluğunun yaşanmasıdır.182 “Yaban”da, şey-hin ziyaret ettiği köyde bulunan bir
aydın, köylüleri çok etkileyen bu şeyhi tanımak ister ve ona merhaba diyerek selâm
vermesi üzerine şöyle cevap alır:
“ -Merhaba, merhametten gelir. Sen kim oluyorsun ki, bana mer-
hamet edeceksin?
Hemen, Muhtar söze karıştı:
Kusura bakma; yabanın biridir, dedi.”183
Örnekte de görüldüğü üzere, dinde aşırı taassup ve hoşgörüsüzlüğe bağlı
olarak iletişim bozuklukları bireyleri ve zümreleri birbirinden uzaklaştırdığını
söyleyebiliriz. Anadolu halkı, aydınını bu veya başka sebeplerle “yaban”a
benzetmiştir.
Dinin, toplum üzerindeki otoritesini, etkinlik alanını kaybetmesi ve hatta
anlamında olabilecek kaymalar dinî çözülmeye yol açabilmektedir. Bu durumda dinin,
kontrolünde tuttuğu toplum kurumlarında alternatif bir yapılanma görülmezse
dindeki çözülme artık toplumun çözülmesine yol açabilir.184
Dinin toplum üzerinde etkisinin azalması ile aile kurumunda moda değerlere
aşırı özenme, taklit ve sonuçta kuşak çatışmalarını gündeme getirmektedir. Böylece
toplumun birlik ve beraberliği zedelenmektedir.
179 Aydın Mustafa, Kurumlar Sosyolojisi, Vadi Y., Ank.1997, s.134.
180 Wach, Din Sosyolojisine Giriş, s.9.
181 Karaosmanoğlu, Ankara, s.152.
182 Wach, Din Sosyolojisine Giriş, s.9.
183 Karaosmanoğlu, Yaban, s.64-65.
184 Geniş bilgi için bkz., Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviye-ler, s.359 vd.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NDA AİLE
A- YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’N DA AİLE
Tanzimat’la birlikte somutlaşan Batılılaşma hareketleri sonucu II.
Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle Türk toplumunda geleneksel yapı, büyük ölçüde
çözülmeye başlamış; değerler, ahlâk, hayat tarzı büyük bir değişim sürecine
girmiştir. Böylece toplumun iki önemli kurumu olan aile ve dinî kurumlar önemli
tahribatlara uğramıştır.
Karaosmanoğlu, “Kiralık Konak”ta değer yargılarının alt üst olduğu
özellikle ailede Batı özentisiyle yaşanan moda, özenti, taklit ve kuşaklar arası
çatışma ile ailenin çözülüşünü işlemeye çalışmıştır. Tan-zimat’tan Meşrutiyet’e
gelinceye kadar toplumu yazar İstanbulin ve Redingot
*
dönemleri olarak ikiye
ayırmıştır. Bu ayrımdan yola çıkarak giyim kuşam ve kültür değişimini ortaya
koymaya çalışır. Adülmecit döneminde İstanbulin tarzı giyiniş, ölçülü, zarif,
namuslu, kibar konak reisi ve aile babası olan İstanbulin Efendisi tasvir
edil-
miştir. Bu, yerini daha sonra, II. Abdülhamit döneminin Redingotlu, yarı uşak, yarı
memur, ikiyüzlü insanına bırakmış ve böylece görkemli konak hayatı, köşk hayatına
dönüşmüştür. Nihayet ne yaşayışın, ne düşünüşün, ne giyinişin kendine özgülüğü
kalmış; her şey geleneğin dışına çıkmıştır.185
Toplumda hayat tarzının
hazmedilemeyecek hızda değişimi, II. Meşrutiyet’ten sonra özellikle ailede ve
dolayısıyla toplumda kuşak çatışmalarına neden olmuştur.
Müellif, adı geçen eserde “Frenklerin asır sonu” diye niteledikleri, geçmiş
ve şimdiyle bağlarını kopararak geleceğin akımlarına bağlanan Seniha tiplemesi
yapmıştır. Bu genç kız, okuduğu yabancı dergilerde, tiyatro oyunlarında, romanlarda
tanıdığı tipleri hayata geçir-meye çalışmaktadır.186 Seniha, değil dedesinin, babası
Servet Bey’in düşüncelerini, davranışlarını bile ilkel, sakat ve şaşırtıcı
bulur.187
*
Avrupaî teşrifat icabı giyilen, uzun etekli, arkası yırtmaçlı alafranga ceket.
185 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.24-26.
186 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.32-33.
187 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.47.
Boğulacak gibi olduğu konaktan ve ülkeden kaçmak kurtulmak ister.188 Batılılaşma
gayretleri nedeniyle ailede yaşanan kuşaklar arası çatışma bu önemli kurumu
çözülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Yazar, o dönemde yaşanan konak
hayatını ve geniş ailenin çözülüşünü şöyle özetler; Seniha hayalindeki Avrupa’ya
kaçmıştır.189 Babası Servet Bey, içgüvey olduğu bu konaktan, Fransız tarzında
döşettiği apartman dairesine taşınmıştır.190 Eski kuşağı temsil eden Naim Efendi ise
oturduğu konağı satmaktansa kiraya vermeye razı olur.191 Müellifimiz, önceleri geniş
aileyi konakta yaşatırken, sosyal yapıda yaşanan değişim sonucu, geniş aile, çekirdek
aileye dönüşürken, konağın ise yerini lüks apartman dairelerine bıraktığını
söyleyebiliriz.
Ailenin genel durumu hakkında bilgi verdikten sonra, Karaosmanoğlu’na
göre, ailenin oluşumu ve evlenme konusuna geçebiliriz.
1.Ailenin Oluşumu ve Evlenme
Toplumun düzeni ve sosyal barışın yerleşmesi açısından aile mü-essesesi
önemli bir ihtiyaçtır. Aile, toplumu derinden etkileyebilen dinlerin, onaylayıp,
kurulmasını tavsiye ettikleri önemli bir sosyal kurumdur. Toplumun küçük bir aynası
olan aile müessesesinin en önemli fonksiyonlarından192 birisi, ferdi, toplum ve
kurallarına hazırlamasıdır. Bu sos-yal sürece de sosyalleşme denilmektedir.193
Toplumun temel kurumu olan aile, acaba o dönemde nasıl oluşuyordu, bunu
incelemeye çalışacağız.
188 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.143.
189 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.161.
190 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.179-180.
191 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.203.
192 Ailenin fonksiyonları ile ilgili geniş bilgi araştırmamızın 1.Bölümünde veril-miştir.
193 Nirun, Nihat, Sistematik Sosyoloji Yönünden Sosyal Dinamik Bünye Analizi, T.Y.K., Y.,
Ank.1991, s.69.
Aile kurulurken, evlenme engeli bulunmayan tarafların194
hür iradeleri söz
konusudur. Böyle bir sözleşme, özü itibari ile kadın ve erkeğin rızasına bağlıdır.195
Tabi burada ailelerin de mutabakatı arzu edilegelmiştir. Fakat aileler çocuklarının
evlilikleri üzerindeki etkileriyle nerede ise kadın veya erkeğin hür iradesine ambargo
koyabilmişlerdir. “Hep O Şarkı”da Münire adlı genç kız ile Cemil Bey’in
birbirlerini sevmelerine rağmen evlenme isteklerinin kızın babası tarafından nasıl
geri çevrildiği anlatılır.196
Osmanlı geleneği büyük ölçüde toplumda devam ettiği için genellikle görücü
usulü ile evlilikler gerçekleştirilmiş ve yuvalar kurul-muştur. Zaman zaman aileler,
evlenmek istemeyen kızlarını baskıyla görücüye çıkarabilmişlerdir. Nitekim, “Hep O
Şarkı”da baskıyla görücüye çıkan Münire yaşadıklarını şöyle anlatır:
“...Hatırım sorulunca terbiyeli terbiyeli “Allah ömürler versin e-
fendim!” derdim. Kahve çıkarıldığı sırada kalkıp tepsiyi kendi elimle do-
laştırırdım ve işin en ağırı dişlerimi görmek kastiyle, sözde tuhaf bir lâf
söyleyerek, beni güldürmek isteyişlerinde zoraki bir tebessümle
gülümsemeyi veya çehremin yandan görünüşü hakkında bir fikir
edinmek için kul landıkları bazı hileler üzerine başımı sağa sola
çevirmeği bir nezaket borcu bilirdim.”197
Anlaşılacağı üzere aile baskısıyla, arzu etmediği halde görücüye çıkan genç
kızın belirli rolleri oynaması sağlıklı eş seçimini engellerken, evliliklerin sağ lam
temellere kurulmasını da tehlikeye düşürmüştür. Münire arzu etmemesine rağmen
ailesinin isteği ile Rüknettin Bey ile evlendirilir,198 fakat mutlu olamaz, çünkü
Cemil Bey’i sevmektedir.199
194 Evlenme engelleri için bkz.,Bakara (2), 221, 235; Nisa (4), 22, 24; Mâide (5), 5.
195 Shact, Joseph, İslâm Hukukuna Giriş, (çev.Mehmet Dağ, Abdülkadir Şener), A.Ü.İ.F. Y.,
Ank.1997, s.167.
196 Bkz., Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.28-29.
197 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.49.
198 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.49.
199 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.70-91.
Nihayet yuvasını dağıtarak Rüknettin Bey’i terk eder.200
Görücü usulünün yanında bir kısım gençler de flört ile birbirlerini tanıyarak
ve severek evlenmişlerdir. Fakat genelde ailelerden habersiz yaşanan flörtler,
evlilik dışı cinsel ilişkileri gündeme getirebilmiştir. “Kiralık Konak”ta, Seniha
ve Cemil Bey’in uzun bir flört döneminden sonra birlikte yaşadıkları yasak ilişki
anlatılır.201 Bu durumda gerek aile düzeninin ve gerekse toplum düzeninin
zedelendiğini söyleyebiliriz. Çünkü bu yasak ilişki, kızın ve erkeğin arz usuyla,
evlilikle sonuçlanmamış-tır.202 Aynı eserde, üst kuşağı temsil eden Naim Efendi’yi
yazar, görücü usulü dışında, flörtle gerçekleştirilen evlilikler ve nikâh hususunda
şöyle konuşturur:
“ “Kızla erkek, birbirlerini bulup tanışacaklar, görüşecekler, sevi-
şecekler, aralarında evlenmeye karar verecekler. Neden sonra bu karar, a-
na babaya tebliğ olunacak ve nikâh aktedilecek! Kim bilir, kimi intihap
eder!” diyordu. Hususiyle, bütün o tanışıp sevişmelerinden sonraki ni-
kâh, ona, gayri tabiî ve fuzuli bir merasim gibi geliyordu. Şüphesiz her
şey bu nikâhtan evvel, kimsenin haberi yokken, kendiliğinden olup biti-
veriyor ve bu hal, izdivaçtaki meşruiyeti, ahlâkiyeti ta esasından mahve-
diyordu. Oğlan ve kız, karı koca olmazdan evvel, ana ve babadan gizli a-
şık ve mâşuka, yani “zâni” ve “zâniye” oluyorlardı.
Bir zevk ve huzur yuvası olmaktan ziyade, analık ve babalık gi-
bi kutsî ve insanî birtakım vezaifin menbaı olan mübarek aile ocağına,
evvelce tanışıp sevişmiş bu genç çift, müşterek bir günahın lekesiyle kir-
lenmiş olarak girecekti.”203
Günümüzde; kadın ve erkek arasında nikâhsız yaşanan uzun süreli
beraberlikler bir kısım gençler arasında evliliğin yerini almıştır. Bu eğilime karşılık
çeşitli Batılı ülkeler, aileye yeniden dönüş projeleri uygulamaktadır. Bu noktada
roman kahramanlarından birini konuşturan Karaosmanoğlu’nun nikâh konusundaki
tespitinin pek yersiz olmadığına hükmetmek kehanet olmasa gerek.
200 Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.99.
201 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.94-99.
202 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.132.
203 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.64-65.
Aile oluşumunu evlenme akdi ile nihayete erdirir. Evlenme akdi, karı-koca
arasında beraber yaşamaya ve yararlanmaya imkân doğuran ve taraflara karşılıklı hak
ve görevler yükleyen rızaî bir akittir.204 Bu sözleşme dinî bir akit değil, bilakis iki
şahit huzurunda tarafların irade beyanlarıyla oluşabilen medenî bir akittir.205
Müellifimiz, “Hep O Şarkı”da genç bir kızın kendi arzusu sorulmadan
babasının baskısıyla evlendirilmesi206
ve annesinin bu durumu kabullenmesinden
kadının o dönemde geniş aile yapısı içinde pek söz hakkı olmadığı şeklinde
yorumlanabilir. Keza geniş aile yapısında evin mutlak reisi baba olup nihaî söz hakkı
ona aittir. Fakat bu gelenekten ötürü Osmanlı ailesinin ataerkil olduğu da
söylenemez. Çünkü o dönemde kadın mülk sahibi olmuş ve dilediği gibi tasarrufta
bulunabilmiştir. Ayrıca mahkemelerde hakkını da arayabilmiş207 olan kadının bu-
lunduğu aileyi ataerkil kalıplarına sıkıştırmak yersiz olsa gerek.
Yüzyıllarca kadının iradesi ortaya koyularak gerçekleştirilen görücü usulü ile
evlenme, bu yönüyle günümüzde dahi varlığını sürdürebilmektedir. Batılılaşma
karşısında değişen toplum yapısı, kadının evlenmede iradesine ambargo uygulayan
ailelerin varlığı karşısında flörtü gündeme getirmiştir. Batılı gibi hayat sürme
felsefesinin özellikle gençler arasında benimsenmesi evliliklerin flört ile meydana
gelmesine ya da çoğunlukla ilişkinin bitmesine neden olmuştur. “Kiralık Konak”ta,
Faik Bey ile Seniha uzun süren flörtlerinin ardından evlilik öncesinde cinsel
ilişkiye girerler. Fakat evlenmekte istememeleri iki gencin aileleri arasında facialara
sebep olmuştur.208 Hatta flört bir moda şeklinde algılanmış olacak ki, evlilik niyeti
olmaksızın kadınlar kendilerini erkeklere sunabilmişledir. Yazar, “Sodom ve
Gomore”de nişanlı olan Leylâ, sırf çevresine sükse yapmak ve revaçta kalabilmek
maksadıyla bir İngiliz subayı ile flört etmesi anlatılır. 209 Leylâ’nın bu flörtlerinden
204 Cin, Halil-Akgündüz, Ahmet, Türk İslâm Hukuk Tarihi, Timaş Y., c.II, İst. 1990, s.70.
205 Cin-Akgündüz, a.g.e., c.II, s.71.
206 Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.49.
207 Kurt, Abdurrahman, Bursa Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi (1839-1876), Ulu-dağ Üni., B.,
Bursa, 1998, s.95.
208 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.130-147.
209 Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.116.
etkilenen Nermin, “Beni keşfedecek adama kayıtsız, şartsız teslim olacağım!”210
demektedir.
Karaosmanoğlu’nun, k adın iradesinin önemsenmediği görücü usullerini,
genelde evlilikle bitmeyen ve özentiyle yapılan flörtleri, sağ-lam aile yapısını tehdit
ettiği için eleştirdiğini söyleyebiliriz.
Bilindiği gibi Türkiye’de Cumhuriyet öncesinde dinî içerikli i-mam nikâhı
kıyılarak evlilikler gerçekleştirilmiştir. Yazarımızın eserle-rinde211 de imam nikâhı ile
evliliklerin yapıldığını söyleyebiliriz.212
Ayrıca, müellifin eserleri incelendiğinde
Cumhuriyet öncesi ve sonrasın-da213 genelde tek eşli evlilikler yaygındır.214 Zaten
Cumhuriyet sonrası Medenî Kanun’un kabulü ile tek eşli evlilik ve resmî nikâh
zorunlu kılınmıştır. Bu dönemde resmî nikâh ve imam nikâhını bir arada kıyanlar
olabilmiştir. Nitekim “Panorama”da, şapka giyme zorunluluğuna muhâllif
olduğundan, evinin dışına çıkmayan Hacı Emin Efendi, nüfuzunu kullanarak resmî
nikâhını evinde kıydırır. Nikâh memuru evi terk ettiğinde kendi inandığı imam
nikâhını kıydırır.215 Nikâhını evlendirme dairesinde kıydırmayan Emin Efendi, Halil
Ramiz’in şiddetli eleştirisi-ne uğrarken Namık Ahmet’in “Aman birader, bu küçük
formalite eksikliği yüzünden bu kadar heyecana düşme”, “ Lâik Cumhuriyet
rejiminde köylülerimizin imam nikâhıyla hâlâ dört karı aldıklarından haberin yok
mu?”216
sözü Cumhuriyet’in ilk yıllarında kabul edilen medenî hukukun getirdiği
resmî nikâh zorunluluğunun özellikle şehirlerde uygulandığını göstermektedir.
Geleneklerini büyük ölçüde koruyan halk, kendi inançlarına uygun düştüğüne
inandığı dinî nikâh ile yuvalarını kurduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyet’in özellikle
ilk yıllarında resmî nikâh ile dinî nikâh hususunda bocalayan halk; hem resmî ve hem
de dinî nikâh kıyarak evlenebilmişlerdir. Tabii ki, bu durum halk ile aydın
bürokratlar arasında çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.
210 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.118.
211 Bir kısmı Cumhuriyet sonrasını anlatan “Ankara” ve “Panorama” adlı eser-leri hariç.
212 Bkz., Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.49.; Karaosmanoğlu, Yaban, s.109.; Ka-raosmanoğlu,
Panorama, s.271.
213 Poligami için Bkz., Karaosmanoğlu, Ankara, s.31.; Bkz., Karaosmanoğlu, Pa-norama, s.271.;
Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, 66.
214 Bkz., Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.49.; Karaosmanoğlu, Yaban, s.109.; Ka-raosmanoğlu,
Panorama, s.271.; Karaosmanoğlu, Ankara, s.103.
215 Karaosmanoğlu, Panorama, s.270-271.
216 Karaosmanoğlu, Panorama, s.271.
2. Ailede Eşlerin Durumu
3 Kasım 1839’da Tanzimat Hatt-ı Hümâyûn’un ilânından sonra Batı dünyası
hemen her alanda olduğu gibi Osmanlı ailesinde de kadının konumunu etkilemiştir.
Biz burada, Karaosmanoğlu’na göre ailenin tarihi gelişim sürecinde eşlerin durumu
ve özellikle de kadını incelenmeye çalışacağız. Ayrıca bu süreçte kadın haklarının
nasıl kullanıldığı üzerinde duracağız.
Tanzimat’la başlayan Batılılaşma hareketleri kadına özellikle eğitim ve hukuk
alanında bir çok haklar tanımıştır.217
Müellifimiz, kadının bu hakları gereğince
kullanamadığı inancıyla olsa gerek, eserlerinde, toplumda fonksiyonlarını
algılayamamış, batı hayranı ve salon eğlencelerinden çıkmayan bir kısım şehirli kadın
tiplemeleri yapar. “Tiyatro Eserleri”nde, evini Batılı gibi döşeyen ve kocasını bu
hayat tarzının gereklerini yerine getirebilmek için ihmal eden gelinini kayınvalidesi
söyle uyarır; “... Kızım bak aklını başına devşir!.. İki çocuğun anasısın, fakat beş
yıldan beri Lütfi’ye hâlâ karılık etmesini öğrenemedin...”218
diyerek uyarıyor.
Görüldüğü gibi Batı öykünmeciliği karşısında bozulan aile düzeni, üst kuşağa
mensup kayınvalide tarafından düzeltilmeye çalışıl-maktadır. Bu noktada aile düzeni
ve saadeti için üst kuşağa mensup in-sanların yaptığı bu tür müdahaleler dinî yönden
de desteklenmiştir.
Yazar, kadının asli vazifelerinden olan çocuk yetiştirmeyi beceremeyen hatta
çocuklarını ve kocasını ihmal eden anne modeli çizmiş-tir. “Nur Baba”da evli ve
çocukları bulunan Nasib Hanım, aşığı Rauf Bey ile buluşabilmek için alev ateş
yatan iki çocuğunu yeni bakıcıya bırakabilecektir.219 “Nur Baba”da yine yaşadığı
yasak aşk sebebiyle kocasını, anasını ve çocuklarını ihmal eden Nigâr Hanım’ın
uyuşturucu batağına nasıl düştüğü anlatılır.220 Tanzimat’tan Cumhuriyet yıllarına
kadar Batı tarzı kıyafetlerle, balo ve davet gibi eğlencelerde kendisini bir süs gibi
gösteren kadınlar vardır.221 Bu olaylardan, eşler arasında aile bütünlüğünü zedeleyen
217 Tanzimattan sonra kadına tanınan eğitim ve hukukî düzenlemeler için bkz., Kurnaz, Şefika,
Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, Milli Eğitim B., İst.1997, s.17-56.
218 Eşlerin anlaşmazlığı halinde hakem için bkz. 4/ 35.
219 Karaosmanoğlu, Nur Baba, s.109.
220 Karaosmanoğlu, a,g,e, s.196-197.
221 Karaosmanoğlu, Ankara, s.111-112, 115-116.
davranışların olduğu sonucu çıkmaktadır. “Ankara” romanında kadın, üretim ve
ülkenin kalkınması için toplum hayatına atılır. Bu düşüncelerle, Türk kadını çarşaf
ve peçelerini daha kolay olur diye çıkarıp atmıştır. Fakat bu hürriyetini salon
eğlencelerine katılmak, dans etmek, tırnaklarını boyamak ve erkeklerin esiri, süslü
bir kukla olmak için sarf etmiştir.222 Tanzimat’tan Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadına
tanınan haklardan kadınların yararlandığını fakat bunun ülke kalkınmasına ve üretime
bir fayda getirmediğini söyleyebiliriz. Hatta bu hakları gerçek manasıyla
kullanamayan bir kısım kadınların aileyi tahrip ettiğini de ifade edebiliriz. Keza,
Karaosmanoğlu’nun çizdiği bu kadın portrelerinden, aile bağlarının zayıfladığı ve
toplumun temeli olan bu kurumun nasıl çözüldüğü görülmektedir. Bu hususta,
müellifin şu tespitiyle konuyu noktalayabiliriz; “İktisadî, içtimaî ve ahlâki buhran
her türlü tarifin üstündedir... Aile bağlarımız gittikçe daha ziyade çürüyor. Batı
yaşayışını yalnız bir tarzda benimsemenin kötü itiyatları ruhumuzu gittikçe daha
ziyade zehirliyor”223 der.
3. Toplumda Moda, Özenti, Taklit
Toplumda, fertlerin davranış ve hareketlerini belirleyebilen moda ve kuralları
toplumun hayat tarzını etkileyen önemli bir değişme biçimidir.
Moda; örf, adetler ve gündelik hayatta sosyal bakımdan onaylanan geçici
değişiklikler olarak tanımlanabilir.224 Moda, özü gereği sos-yal değişimin
yoğun
olarak yaşandığı toplumlarda daha çok itibar görür. Değişim sebebiyle farklı kültür
değerlerine özenme, taklit ve doğal sonucu olarak da moda doğar. Farklı kültürlerle,
çeşitli yollar vasıtasıyla özenti, taklit ve moda meydana gelir. Bu hususta yazar
“Panorama”da, özenti ve taklit içindeki genç bir kızı şöyle anlatır:
“ ...genç kız, bu dünyaya yalnız Hollywood’un selüloit şeritle-
riyle bağlıydı... sinemada görmediği ve sinemadan öğrenmediği hiçbir
harekette bulunmak, hiçbir iş yapmak istemezdi. Bu gün tenis dersi al-
maya başlamışsa, bunun başlıca sebebi, ekran üstünde pek hoşuna giden
birkaç film yıldızının bu top oyunlarındaki zarafetlerine hayran kalmış
222 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.141-142.
223 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.36.
224 Doğan, a.g.e., s.787.
olmasıydı.225
Kendi toplum değerlerinden uzak kalan gençliğin, kitle iletişim araçlarının
da etkisiyle farklı bir hayat anlayışı ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.
Kültürü biçimlendiren fikir, inanç, giyinme, süslenme, mobilya,
konuşma
dili, müzik, edebiyat, sanat gibi alanlarda moda kendisini gösterebilme kabiliyetine
sahiptir. Nitekim, “Kiralık Konak”ta Servet Bey’in moda anlayışı şöyledir:
“Nasılsa küçükten beri Fransızca bilmek, bir müddet Galatasaray
Mektebin’de bulunmak, bir müddet Beyoğlu muhitinde tatlı su Frenk-
leriyle düşüp kalkmış olmak ona bir softa evinde, çıplak kadın resimle-
rinden, dizi dizi Fransızca kitaplardan, vazolardan, biblolardan müte-
şekkil bir hal vet yapmak ve bu halvetle şezlonga uzanıp,gözleri tavan-
da, ayakları hava da, bir taraftan Hollanda sigarasını emerek, diğer ta-
raftan yabani ve peri şan bir sesle bir takım opera parçaları terennüm e-
derek saatlerce vakit geçirmek hakkını vermiştir.226
Psikolojik izah tarzı, modayı hakim ve nüfuzlu sınıflara karşı is-yan
duygusunun bir ifadesi olarak görür.227 Kendisini topluma kabul ettirme gayretinde
olan gençler, bekledikleri ilgiyi bulamadığı zaman özellikle üst sınıflara baş
kaldırabilir. Onlardan kendilerini ayırt edebilecekleri her unsuru kullanabilir.
“Kiralık Konak”taki, Servet Bey, silindir şapkası ve içtiği Hollanda sigarasıyla
kendisini toplumda böyle ifade etmeye çalışır.228
Açık sınıf esasına dayalı toplumlarda elit zümrenin ayırt edilmek için
kullandığı belli bir moda anlayışı vardır. Yazar, “Ankara”
romanında eski Millî
Mücadeleciler’den bazılarını bu konuda şöyle eleştirir:
“... Hakkı Bey içinde kıyafet değişiminden sonra millî dâva âdeta
böyle bir mondenlik (şıklık) iddiası şekline girmişti... Avrupalı gibi yaşa-
yıp eğlenmek ve hele bu iddiada Avrupalılar nezdinde, Avrupalılar arasın-
da muvaffak olmak bunlara büyük bir zafer kazanmak kadar ehem miyetli
görünüyordu.”229
225 Karaosmanoğlu, Panorama, s.30.
226 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.29-30.
227 Dönmezer, a.g.e., s.195.
228 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.30.
229 Karaosmanoğlu, Ankara, s.112.
Bunlar da taklit edildikçe yerine yenileri koyulur.230 Toplumları yönlendirebilen
bu tür sınıflar her seferinde değişik moda ölçüleri belirleyerek modayı sürekli canlı
tutarlar. Müellifimiz, “Ankara”da bu sınıfların birbirleriyle olan moda yarışını şöyle
ifade eder:
“Her biri öbürünün esvabını, mücevherlerini veya mobilyasını
kıskanmak ve tenkit etmekle meşguldü. Hele kocalarını her arzularını
yerine getiremeyecek kadar zengin bulmayanların veyahut Murat Bey gi-
bi zengin olup bir türlü monden itibara erişemeyenlerin huysuzluğu, hır-
çınlığı âdeta bir hastalık bir histeri haline girmekte idi. Bunlar, etraf-
larına mütemadiyen zehir saçmakta ve kendi kuruntularını ancak birta-
kım garip snopluklarla avutmaya çalışmaktadır.231
Modanın hızla yayılma kabiliyetini kazanmasında, sosyal sınıf yapısındaki
karakter değişmesinin büyük etkisi olmuş tur. Yazar, Cumhuriyet’in ilânından sonra
yaşanan değişimle ilgili şu tespitlerde bulunur:
“Herkes şapka giyiyor, sakal ve bıyıklar tıraş edilmiştir, ka-
dınlar peçelerini sıyırmışlardır; soirée’ler soirée’leri, balolar baloları
takip ediyor, okullarda kızlar oğlanlarla bir sırada ders okuyor, spor
meydanlarında yarı giyimli yarı çıplak birbirleriyle boy ölçüşüyor...
Evet, bunların hepsi gerçektir. Fakat birer tarihi vakıa olarak
bunların kıymeti nedir? Festen şapkaya geçmenin, kavuğu atıp fesi giy-
mekten daha büyük bir ehemmiyeti mi vardır? Tanzimatçı dedelerimiz de
tepeden tırnağa kıyafet değiştirmişlerdi...”232
Gerçekten de, Tanzimat döneminde başlayan Batılılaşma sevdası
Cumhuriyet’in ilânından sonra da toplum yapısında hızlı bir değişime sebebiyet
vermiştir. Bu dönemde de modernlik iddiasıyla giyim kuşam yarışı, halk-aydın
kopukluğu ve lüks bir eşya yerine geçen kadın an-layışları göze çarpar.
Karaosmanoğlu’na göre; “...Aile bağlarımız git-tikçe daha ziyade çürüyor. Batı
yaşayışını yalnız bir tarzda benimse-menin kötü itiyatları ruhumuzu gittikçe daha
ziyade zehirliyor.”233 Anlaşılıyor ki müellifimiz, kılık-kıyafet değişikliğinin toplumun
gelişmesini sağladığı şöyle dursun, bu durumun, toplum katmanlarında
dejenerasyona sebebiyet verdiği inancındadır.
230 Dönmezer, a.g.e., s.195.
231 Karaosmanoğlu, Ankara, s.155.
232 Karaosmanoğlu, Panorama, s.44.
Moda, fertlerin birbirlerine benzeme duygusunu tahrik ettiği için özellikle
grup içinde birleşmeyi sağlayarak234 bireylerin, örf ve âdetlerin baskısından meşru
bir şekilde sıyrılmasını sağlamaktadır. “Kiralık Konak”ta Seniha’nın arkadaş
çevresinin bu duygular içinde pazartesi günleri çay partisiyle bir araya gelmeleri
anlatılır. Bu grup içinde bazı çekişmeler olsa da onları birbirlerine bağlayan yegâne
sebep Batılı gibi yaşama hevesidir.235 Moda, cinsel ilgilerin saklı bir şekilde ifadesini
sağlarken elit sınıfın ayrılmasını mümkün kılar.236 Yazar, “Ankara”da bir Anadolu
kadınını şöyle konuşturur:
“Arasıra şundan bundan işitiyoruz, Çankaya’da kısa fistanlı, ço-
rapsız karılar,saçı başı açık dolaşırlarmış. Hepsinin de kolları bacakları
çıplakmış. Havuzun içinde çıplak kadınlar varmış...”237
Moda, hareket halindeki toplumlarda örf ve adetlerin fonksiyonunu yerine
getirir ve belirli bir tek şekle herkesin katılmasını zorla-yarak kaosu engelleyebilir.238
Ancak bu şekildeki bir baskı her zaman beklenen sonucu vermeyebilir.
“Panaroma”da, umumî müfettişin halkı Avrupaî yaşama alıştırmak için, misafirlerini
smokinle kabul etmesi; lise müdürünün ise, mektepte ökçesiz terliklerle dolaşmasını
müellif; “...biri yeni sosyal nizamı kurmak, öbürü kafaları işlemek gibi iki çetin
vazifeyi üzerlerine almış bulunan bu adamların her ikisi de bence, başka başka
bakımlardan inkılâp metodumuzdaki hatanın kurbanıdırlar”239 diyerek kınamaktadır.
Toplumların değişim sürecini yoğun bir şekilde yaşadığı dönemlerde, başka
kültür değerlerine özenme ve taklit sonucu moda oluşuyor diyebiliriz. Toplumda
sosyal değişmenin hızının yüksek oluşu ile birlikte, modanın örf, âdet ve ahlâk
yerine geçme gayretleri toplumun önemli bir kısmından onay almamıştır. Bunun
sonucunda birlik ve beraberlik zedelenirken toplumda kaos ve kuşaklar arası çatışma
sosyal düzeni tahrip etmiştir.
233 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.36.
234 Dönmezer, a.g.e., s.196.
235 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.37-52.
236 Dönmezer, a.g.e., s.196.
237 Karaosmanoğlu, Ankara, s.56.
238 Dönmezer, a.g.e., s.196.
239 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.109, 110.
4. Ailede Kuşak Çatışmaları
Batılılar gibi hayat sürme gayretleri, toplumun sosyo-kültürel yapısını büyük
ölçüde değiştirmiştir. Toplumsal değişmenin hız kazanması sonucu, kuşak
çatışmasının yoğunlaşmasıyla, çeşitli sorunlar sosyal düzeni tehdit etmeye
başlamıştır. Özellikle fertlerin sosyalleştiği yer olan ailede, yaşanan kuşak
çatışmaları doğal olarak toplum dokusunu da tahrip etmiştir.
Çatışma; İki ya da daha fazla kişinin ya da grubun birbirlerinin
reddetmelerini ifade eder. Bunun en ilkel ve temel biçimi savaştır.240 Çatışma yok
edici olmayabilir. Fertler ve kuşaklar arasında her toplumda rastlanan beşeri bir
ilişkidir. Genelde incitici sözler, hareketler ve jestlerle kendisini ifade edebilir.241
Çatışma kavramında daha çok anlaşmazlık niteliği ağır basmaktadır. Bizde
araştırmamızda, kuşak çatışmasını, kuşaklar arası anlaşmazlıklar ya da birbirine ters
düşme olarak inceleyeceğiz.
Doğal bir eğitim kurumu olan aile, kuşak çatışmasının en belirgin ve yoğun
olduğu yerdir. Özellikle sosyal değişimin hazmedilemeyecek hızda gerçekleşmesi,
ailede fertler arasında kuşak çatışmasına sebebiyet verebilir.
Çatışmanın ferdî ve sosyal boyutu vardır. Fert açısında çatış-manın iki
sebebi vardır. İlkinde, gencin kendi kişiliğini kabul ettirme gayretleridir.242 “Kiralık
Konak”ta ise Seniha ile Faik Bey, ileri derecede flört ederler ve bu durum kızın
dedesi tarafından öğrenilmesi üzerine Faik Bey’in babasına giderek gençlerin
evlenmesini ister. Fakat bunu büyük bir hakaret kabul eden Seniha dedesine
şöyle der:
“ ...bu hareketiniz için çirkin ve acayip sıfatlardan başka kelime
bulamıyorum; vakıa bundan daha adi, daha zelil ne olabilir? ...Bu, sizce
240
Tezcan, Mahmut, Gençlik Sosyolojisi Yazıları, Gündoğan Y., Ank.1991, s.31. (Fichter,
Joseph, Sociology, U.S.A., 1966, s.230’dan naklen.)
241 Tezcan, Mahmut, Kuşaklar Çatışması, Kadıoğlu Mat., Ank.1981, s.24. (Fich-ter, Joseph,
Sociology, U.S.A., 1966, s.231’den naklen.)
242 Karaosmanoğlu’nun “Sodom ve Gomore”de genç bir kız olan Nermin, çevresi tarafından
önemsenmez ve çocuk yerine konulduğundan çevresine karşı hırçındır.
Bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.118, 119.
belki böyle değildir, her şeyde olduğu gibi bu meselede de belki siz baş-
ka türlü düşünüyorsunuz, ben başka türlü düşünüyorum. Fakat rica ede-
rim; durup dururken ne hakla, ne selahiyetle benim ismimi, benim hay-
siyetimi, hiç haberim olmaksızın, yalnız kendi kendinize makul buldu-
ğunuz bir zaruret veya bir sebep için yerden yere sürüklemek zahmeti-
ne katlandınız?”
“İhtiyar adam, eğile eğile iki kat olmuştu; genç kızın gözleri
artık onu görmüyordu:”243
Torunun dedesiyle girdiği bu çatışma iki kuşak arasındaki uçurumun bir
habercisi olsa gerek. Keza, Seniha’yı çok seven Naim Efendi hayal kırıklığı ve
şaşkınlıkla kalp krizi geçirerek hastalanır ve yatağa düşer.244
Diğer çatışma nedeni ise gencin farklı kültürlerle ilişki kur-masıyla birlikte
ana-babaların kuşağından farklı kuşağa mensup olma duygusunu taşımasıdır.245
“Kiralık Konak”ta farklı kuşağa mensup olma duygusuyla Servet Bey’in, Fransız
kültürünün etkisi ve Fransız gibi giyinmek, konuşmak, eğlenmek vb. davranışları
anlatılır.246
Bunların dışında çatışmayı arttıran, kuşaklar arasındaki mevcut ayrılığı
daha da büyüten başka sosyokültürel etkenler de önem arzetmektedir. Bunları şöyle
sıralayabiliz:
1. Kuşakları birbirinden uzaklaştıran çeşitli olayların sıklığı çatışma
nedenleri arasında gösterilmektedir.247 Nitekim, savaşlar ve siya-sal istikrarsızlık gibi
aileyi derinden etkileyen olaylar, sosyal değerleri sarsmakta ve çatışmaya sebebiyet
vermektedir. İstanbul’un işgalinden sonra, düşman subaylarıyla flört etmek, bir kısım
Türk gençliği tarafından meziyetmiş gibi görünür.248 Bu gençliğin değer yargıları da
243 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.141-142.
244 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.147.
245 Onur, Bekir, Orta Öğretimde Ahlâk Eğitimi, Ahlâk Eğitimi Açısından Lise Son Sınıflarda
Öğrenci-Eğitimci İlişkilerini Belirleyen Koşulların Araştırılması, A. Ü. Eğitim Fakültesi Y.
Ank.1976, s.163.
246 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.29, 30.; Aynı eserde Seniha, babası Servet Bey gibi günlük
hayatını tanzim ediyor. Bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.32, 33.
247 Bekir, a.g.e., s.164.
248 Leyla, düşman subaylarıyla yaptığı flörtleri bir şeref, bir meziyetmiş gibi çev-
halkın kabul edemeyeceği tarzdadır. Karaosmanoğlu, bu değer yozlaşmasını “So-dom
ve Gomore”de şöyle ifade eder:
“İki bacağı kesilmiş bir Türk askeri kendisine sığınacak tenha
bir köşe bulmak için kalabalığın içinde bin zahmetle sürünerek tramvay ın ön
sahanlığına geçmeye çalışıyor. Tam bu sırada, bir durakta, o taraf-
tan içeriye doğru şuh, fıkırdak bir kız girdi; yanında bir İngiliz zabiti
vardı. Oturmak için yer aradılar. İngiliz zabiti kırbacının ucuyla önden
üçüncü sırada oturan iki kişiye kalkmalarını işaret etti. Kız, gülerek a-
lan yere doğru yürürken kısık bir feryat koptu. Bu yerde sürünen zavallı
kütürüm askerin sesiydi. Kız iskarpinlerinin sivri topuklarıyla bunun
tek dayanağı olan ellerinden birine basmıştı. Lakin utanmaz kız bu hare-
ketinden hiç sıkılmadı ve deminki sırnaşık yüzü sert bir ifade alarak di-
bindeki hazin insan kalıntısına baktı:
_Ne acayip! –diye söylendi-. Bu haldeki adam da tramvaya biner-
mi?”249
2. Gençliğin, ortaklaşa bir bilinç kazanması kuşak çatışmasının önemli
nedenleri arasındadır. Müellifimiz, “Ergenekon”da, yeni neslin ortak bilinç
anlayışlarını şöyle anlatır:
“Yeni yetişen nesil ne mânen, ne fikren hiçbir nizama ve hiçbir
töreye bağlı değildir. Bu yüzden gayet anarşik bir manzara göstermekte-
dir. Zira, bu nesil henüz yeni hayat ile eski hayatın ortasında, bir ârâf
ve değişim devresi geçirmektedir...
resine anlatarak övünür. Bkz., Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.48.
249
Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.316.
Gençlikte maziye, geleneklerimize ve şimdiye kadar mukaddes
bildiğimiz şeylere karşı saygı ve sevgi kalmamıştır.”250
3. Gençlikten yetişkinliğe geçiş süresinin uzaması, “düşüncelerde
kararsızlığın ve gerçeğe uymayan düş dünyasında yaşama eğilimine yol açar.”251
Uzatılmış gençlik dönemi, gençleri yetişkin gibi yaşamanın bir takım ayrıcalık ve
sorumluluğundan yoksun bırakmaktadır.252 “Kiralık Konak”ta içinde yaşadığı
toplumun değerlerine aldırmaksızın alafranga hayat yaşama arzusunda olan Servet
Bey tasvir edilir:
“ ...Müslümanlık’tan ve Türklük’ten nefret eden bir kazasker oğ-
ludur. Aldığı terbiye ile yaşadığı muhit birbirinin aksi olan her insan
gibi Servet Bey de daimî bir ihtilâç, (çırpınma) daimi bir isyan içinde
yaşar. Pederi Sadri Molla’nın konağında alafrangalığı kendi odasının
eşiğinden dışarı çıkmazdı...
Şapkalı, seyahat kostümleriyle veya suare kıyafetinde
hâlâ birçok resimleri vardır. Ve bu resimler, hâlâ gençlik odasının duvarlarını
süsleyen çıplak kadın resimlerinin yanında asılıdır.”253
Toplumda var olan değer yargılarının değişmesi halinde, ailede de değer
çatışmaları görülebilir. Değişen değerler, toplumun genelinden
onay
olamazsa
kuşaklar arasında çatışma görülebilir.254
Müellif, “Ankara”da, Ömer Efendi’nin annesinin, yeni değerleri
benimsemediğini şu olayla anlatır. İmamın kızı saçlarını İstanbul modası kesmek
istemesi üzerine, imam, “Hele bir kes, kafanı da bıçakla ben keserim!”255 diyerek
kızını tehdit eder. Bunun üzerine, Selma Hanım’ın saç kestirmenin günah
olmayacağını söylemesi ihtiyar kadına dokunur ve şöyle der:
“Sus kızım, Allah göstermesin... biz böyle şey bilmeyiz. Yabanlar,
istediğini yapsın. Onlar bugün burada ise yarın orada... Her memleketin
kendine göre bir tutumu var. Bak kaç yıldır, ne bet ne bereket kaldı. Düş-
man aha şuracığa kadar geldi, çattı.” 256
250 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.37-38.
251 Hicte, Marcel, “Öfkeli Gençlik”, Görüş Dergisi, S.6, İst.1973, s.2-4.
252 Tezcan, Kuşaklar Çatışması, s.41.
253 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.29-30.
254 Tezcan, Gençlik Sosyolojisi Yazıları, s.39-40.
255 Karaosmanoğlu, Ankara, s.54.
256 Karaosmanoğlu, Ankara, s.54.
Yine, “Sodom ve Gomore”de kuşaklar arasında çatışma ihtiras
haline
gelen yabancı hayranlığı ile bunun karşısında kültürel ve insanî
değerlerden
meydana gelen millî hayat tarzının çatışması işlenir. Leyla işgal kuvvetlerinin
subaylarıyla flört etmeye can atan Türk kızların-dandır. Fakat Necdet koyu bir
İngiliz düşmanıdır. “Bir İngiliz’e uzak-tan selâm vermek, bir İngiliz’le
ahbaplık
etmek, bir İngiliz’in bulunduğu meclise girmek...” onun için dayanılmaz bir azaptır.
Bu nedenle nişanlısı Leyla’nın bu durumunu hiç beğenmez.257
Gerek toplum gerekse ailede, mevcut değerlerin gelişme kaydetmesi
topluma dinamizm kazandırır. Fakat yeni değerlerin toplum ta-rafından
onaylanmaması kuşak çatışmasını beraberinde getirir. Bunun
yanında,
eski
değerlerini kaybetmiş toplumlar, yerine yenilerini koyamamışlarsa gençler bocalar
ve kuşak çatışmaları kaçınılmaz bir hal alır. Kuşak çatışmaları, sosyal ahengin
bozulmaması açısın-dan, özellikle ailede arzu edilmez. Çünkü ailelerin alabileceği
yaralar toplumu direk olarak etkileyecektir.
Ailenin bir realitesi de çözülmedir. Şimdi ailenin çözülmesi ve dinin bu
konuya bakışını incelemeye çalışalım.
5. Ailede Çözülme ve Din
Evlenme akdiyle kurulan aile, boşanma ile sona erer. Evliliği sona erdiren
diğer bir sebep de eşlerden birinin ölümüdür. Ailenin nesli devam ettirme, çocuk
yetiştirme ve sosyalize etme fonksiyonlarına zarar verdiğinden gerek toplum gerekse
din tarafından boşanmaların kısıtlandığı görülmektedir. Hatta Hinduizm ve
Katoliklik boşanmayı yasaklamıştır.258
İslâmiyet ise zaruret halinde boşanmayı
bir hak olarak görmüş ve bu konuda bazı usuller tahsis
257 Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.18-21.
258 Bottomore,T.B., Toplum Bilim,2.b., (çev.Ünsal Oskay),Beta Y.,İst.1984, s.185.
etmiştir.259
Gerek toplumun ve gerekse dinin sıcak bakmadığı ve ailenin çözülmesine
neden olan boşanmaların sebebi nedir? Hemen ifade edelim ki, ailede boşanmaların
bir çok sebebi mevcuttur. Ancak biz Karaosmanoğlu’nun eserlerinde yer alan bir
kısım boşanma nedenleri üzerinde durmaya çalışacağız.
Zaman zaman toplum yapısındaki sosyo-kültürel değişimler ailelerin
çözülmesine sebebiyet verebilmiştir. “Ankara”da Millî Mücadeleci olarak tanınan
Hakkı Bey’in, Cumhuriyet sonrası Batılı bir hayat yaşamaya özenip yabancı
hanımlarla olan flörtlerini bir marifetmiş gibi teşhir edince eşi Selma Hanım’ı
rencide etmesini müellif şu sözleriyle anlatır:
“ Bari, Hakkı Bey’in bu münasebeti bir Türk hanımıyla olsaydı.
Genç kadın, gurur ve haysiyetinin bu kadar kırılışına, bu kadar ayaklar
altına alınıp çiğnenişine, belki boyun eğecekti. Fakat kocasının bir ec-
nebi kadınla bu alâkası, ona karşı iki katlı bir ihanetti. Ona hem cinsi-
yetinde, hem milliyetinde yaralıyordu.”260
Bu olay üzerine Selma Hanım’ın isteğiyle boşanırlar.261
Diğer bir boşanma sebebi ise eşlerin birbirlerini başkalarıyla
aldatmalarıdır. Nitekim “Yaban”da, Süleyman’ın kendisini başka bir erkekle
aldattığı için talak (kocanın tek taraflı olarak eşini boşaması) yetkisiyle eşini
boşaması anlatılır.262 Yine, “Bir Serencam”da gayri meşru çocuk sahibi olan
karısını, talak yetkisiyle boşayan kocanın hikâyesi şöyle anlatılır:
“ “Bana iki erkek çağırın!” diye mırıldandı. Onlar gelir gelmez
sabık, Liva müftüsü ayağa kalktı; dik, amir bir sesle: “Efendiler,” dedi,
“zevcemi talak-ı selâse ile tatlik ediyorum. Bu çocuk da benden değil!”
Evi hayretler ve feryatlar dolaştı.”263
Bu olaydan da anlaşılacağı üzere, eşlerin birbirlerini başkalarıyla
aldatmaları boşanma ile sonuçlanabilmiştir. Boşanma için iki şahit aranarak onlar
259 Bakara (2), 227.; Nisâ (4), 130.; Mümtehine (60), 10, 11.; Talâk (65), 1,2.
260 Karaosmanoğlu, Ankara, s.160-161.
261 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.164.
262 Karaosmanoğlu, Yaban, s.109.
263 Karaosmanoğlu, Bir Serencam, s.132.
huzurunda gerçekleştirildiğini ifade edebiliriz. Talak yetkisinin, daha çok kadının
kocasını başka erkeklerle aldattığı durumlarda kullanıldığını görüyoruz.
Tabi ki, erkeklerin de başka kadınlarla eşlerini aldatması, ailenin
çözülmesine sebep olabilmiştir. Keza “Hep O Şarkı”da Münire, kocası Rüknettin
Bey’in kendisini evin hizmetçisiyle aldattığını öğrenince evi terk eder ve kendi
isteği ile boşanırlar.264
Ailede karı ve kocanın başkasıyla zina yapması boşanmalara sebep
olduğunu gördük. Bu noktada İslâm’ın getirdiği zina yasağının aileyi
çözülme
tehlikesinden koruduğunu söyleyebiliriz. Aile içindeki zaaflar ve ailenin çözülmesi
sonuçta toplumun birlik ve bütünlüğünü bozabileceğinden Müslüman toplumun,
zaruret dışında boşanmalara pek sıcak bakmadığını ifade edebiliriz.
6. Aileye Dışarıdan Katılan Unsurlar
Cumhuriyet’ten önce Türk ailesine dışarıdan katılan ve kendileriyle
sosyal ilişkilerde bulunulan bazı unsurlar vardır. Bunlar köle, cariye, vekil harç
kethüda, dadı, hizmetçi, mürebbiye, geçici evlâtlık ve besleme şeklinde
sıralanabilir. Fakat Karaosmanoğlu’nun eserlerinde sadece cariye, dadı, hizmetçi,
mürebbiye ve besleme yer almaktadır.
Aileye dışarıdan katılan unsurların en eskisi köle
*
ve cariyelerdir.
*
Bu
kölelerin çoğu orta ve yüksek sınıflardaki ailelerde hizmet etmekteydiler.265 Cariye
sahibi erkek, onu nikâhsız olarak istifraş etme (yatağına alma) hakkı vardı. Ancak
kocalarını her hangi bir kadınla paylaşmak istemeyen hanımlar tarafından böyle bir
durum kabul edilemezdi.266
Müellifimizin eserlerinde de böyle bir duruma
rastlanmamakla birlikte efendileriyle evlenen azat edilmiş cariyeden söz
edilmektedir.
Fakat
cariyelere
hürriyetleri
tanınarak
efendileriyle
evlenebilmişlerdir.267
264 Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.98-104.
*
Köle, hür olmayan, başkasına bağlı olan esir.
*
Cariye, parayla satın alınan kız veya kadın köle, hizmetçi, halayık.
265 Bkz., Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.28-29, 241.; Hep O Şarkı, s.44-45, 48, 66.
266 Kurt, a.g.e., s.49.
267 Efendisiyle evlenen cariyeye örnek olarak bkz., Karaosmanoğlu, Hep O Şarkı, s.66.
Diğer bir unsur dadı ve hizmetçilerdir. Çocuğun doğumuyla birlikte
annenin baş yardımcısı dadılar olmuştur. Dadılar anne şefkati ve sevgisiyle baktığı
çocukları ya da gençleri her konuda etkilemiş ve onların terbiye edebilmişlerdir.
“Hep O Şarkı”da ki Münire’nin dadısı da böyle biridir. Dadının, görücüye çıkmak
istemeyen Münire’ye söy-lediği şu sözler, aslında bir dadı ile ilgilendiği genç kızın
samimi ilişkisini yansıtır:
“ “_Elmasım, Allah aşkına, şu güzel kaşlarını çatma. Şu tatlı ağ-
zını burkup çarpıtma. Her misafir gelişte bir acayip haldir takınıyorsun.
Bunu yeni âdet ettin. Ettin amma, hiç yakışmıyor sana. Annen de çok ü-
zülüyor bu haline doğrusu... Kendine acımazsan, bari bize acı, anneci-
ğine acı.”
“_Bana acıyan var mı ki bu evde?.”
Bu sözüm üzerine dadımın parmakları titreyip bir birine dolaşmaya baş-
maya başlar... ne eyleyeceğini şaşırıp kalırdı. Çok defa, böyle konuşurken
ikimizin birden ağladığımız da olurdu. O vakit zavallı dadıcığım, hem
benim acımı arttırmaktan, hem de annemin çıkagelmesinden korkarak e-
linin tersiyle göz yaşlarını siler ve:
“_Kısmet bu, elmasım. Kısmete karşı gelinmez.”268
Ailedeki hizmetçiler ve dadılar bakmakla yükümlü oldukları kişilerin
evlenmesinden sonra da gelin gidilen evde hizmetlerine devam ettikleri
görülmektedir.269 Yine dadılar gibi hizmetçilerle de özellikle çocuklar arasında iyi
ilişkiler hakim olabiliyordu.270
Bu samimî ilişkilerle birlikte hizmetçiler zaman zaman cinsel
suistimâllere maruz kalmışlardır. Hatta,“Hep
O
Şarkı”da kendi karısıyla
geçimsizliği271 olan Rüknettin Bey, konağın hizmetçisine tecavüz eder ve onu hamile
bırakır. Bu durum, kimseye duyurulmadan hizmetçi kız konaktan kovulur.272
Araştırmamızda aileye katılan unsurlar arasında besleme
*
de
bulunmaktadır. Genellikle kimsesiz olan bu çocuklar ailede hizmet işlerini görürken,
268 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.48.
269 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.70.
270 Bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.70.
271 Geçimsizlikle ilgili olarak bkz., Karaosmanoğlu, a.g.e., s.51.
272 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.97-98.
*
Besleme, evlâtlık, küçük hizmetçi kız.
terbiyeleriyle de ilgilenilmiştir. Evin içinde tesettüre riayet etmeyen beslemelerden
evin büyükleri tarafından uyarılanlar da olmuştur.273
Aileye dışarıdan katılan bu unsurlarla birlikte özellikle son yıllarda
Avrupa’dan mürebbiyeler
*
getirilmiştir. Teknolojik gelişmeler karşısında yönünü
Batı’ya çeviren yeni nesil Osmanlı aileleri, çocuklarını Batılılar gibi yetiştirmek ve o
dönemin moda dili olan Fransızca’yı öğretmek istemişlerdir.274 “Kiralık Konak”ta
Lehli mürebbiye, yeni nesle mensup Seniha’yı sürekli Batılı hayata özendirdiği
görülmektedir. 275
Böylece kuşaklar arasında oluşan kültür farklılıkları, telâfisi imkânsız
sosyal buhranları beraberinde getirmiştir. Nitekim kendi toplumunu ve değerlerini
reddeden ve onlarla yabancılaşan bir nesil türer. Aynı nesil, kuşak çatışmalarına
neden olurken, kendi kültür değerlerini geriliğin tek sorumlusu kabul ederek dar
ağacına asar.276
Bu duruma seyirci kalamayan ve üst kuşağa mensup büyükler hiç şüphesiz
tepkiler gösterir.277 Fakat çocukları toplumsallaşma işlevini Avrupa’dan ithal edilen
mürebbiyelere veren bir kısım Türk ailelerinin, kendi bindikleri dalı keserek,
geleceklerini ipotek altına aldığı söylenebilir.
B- AİLENİN DİNÎ HAYATA ETKİSİ
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki; toplumun
prototipi
olarak
adlandırılabilecek ailenin en önemli fonksiyonu fertleri sosyalleştirme-sidir. Din ve
Allah inancı ilk olarak sosyalleşme ile ailede öğrenilir. Örneğin, müellifimize babası
Kur’an-ı Kerim okumasını öğretiyor,278
dinî hikayeler anlatıyor,279 tekke ve
273 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.160.
*
Mürebbiye, kadın, çocuk terbiyecisi. (özel öğretmen)
274 Bu hususta örnek için bkz., Karaosmanoğlu, Ankara, s.113.
275 “Avrupa’nın muhtelif yerlerindeki şato eğlencelerine, Çar sarayının merasimi-ne, at üstünde
sürgün avlarına, Almanya’nın, İsviçre’nin “kür” yerlerindeki palas hayatına, Fransa’nın cenup
sahillerindeki gazino safalarına ve nihayet Paris’in salonlarına, kahvelerine, tiyatrolarına dair
bir çok şeyler biliyordu. Seniha bütün bunları dinlerken kendinden geçerdi ve gözlerinde bir
humma ateşiyle:
“Madam, söyleyin, bu hayata karışmak için ne lâzım?” diye sorardı.
Madam Kronski; şeytani bir tebessümle gülerdi:
“Oh, çok zengin olmalı, çok zengin;” derdi. Bkz., Karaosmanoğlu, Kiralık Ko-nak, s.47-48.
276 Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, s.143-144.
277 Karaosmanoğlu, a.g.e.,, s.34.
278 Karaosmanoğlu, Anamın Kitabı, s.76.
camileri gezdirerek280 dinî mekânları tanıtmaya çalışıyor. Karaosmanoğlu, “Anamın
Kitabı”nda, kendisinin Mevlevî tekkesine girdiğini ve ayinlerine katıldığını anlatır.
Fakat bu gizli tarikatçılığını sezen ve üzülen annesi onu derviş kıyafetiyle görünce,
“kaşlarını çatmış, dudağını bükmüştü.” Bunun üzerine müellif, “... yapıp ettiklerime
bin pişman olarak, yüreğimi hâlâ kavurmakta devam eden aşka rağmen Mevlevî
tekkesinden yavaş yavaş elimi eteğimi çekmeye başlamıştım”281 diyerek, annesinin
etkisiyle Mevlevî tekkesinden ayrılmıştır.
Osmanlı da Batılılaşma hareketi ile zaten zayıflamış282
olan bazı dinî
kurumlar (tekke, zaviye vb.) üstlendikleri vazifeleri hakkıyla yerine getirememiştir.283
Böylece dinin etkinlik alanı daralmış ve toplumun önemli bir kısmına hizmet
getirememiştir. Fertler ve aileler dinî kurumlardan uzaklaşmıştır. Tabi bu durumun,
fertlerin sosyalizasyon sürecini etkilemesi ve dinin etki alanlarının daralmasına hatta
anlamında kaymalara sebebiyet vermiştir. Bu da dinin arzu etmediği bir durum olsa
gerek.
Topluma hakim olan ve ağırlığını koyabilecek konumda bulunan sosyal
gruplar ve ya sosyal tabakalar toplumun din anlayışına da dam-gasını vurabilir.
Tanzimat Fermanıyla başlayan Batılılaşma hare-ketleri zamanla moda, özenti ve
taklit sonucunda; kendi kültür değer-lerine yabancılaşmış ve batılı gibi bir hayat
sürmekten başka bir hedefi bulunmayan bir nesil doğmuştur.284
Böyle bir neslin
ahlâk ve dini öğrenme ve öğretme adına hiç bir iddiası bulunamazdı. Nihayet öyle de
olmuştur. Bu zümrenin hayat tarzı moda halini alınca, dine yabancılaşma ve manevi
değerlere saldırma marifet sayılmıştır. Yazar “Kiralık Konak”ta, Müslümanlık’tan
ve Türklük’ten nefret eden Servet Bey tiplemesini yapmıştır.285 Bu zihniyetin
yetiştirdiği “yeni nesil ne mânen, ne fikren hiçbir nizama ve hiçbir töreye bağlı
279 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.46.
280 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.45-46.
281 Karaosmanoğlu, a.g.e., s.155-156.
282 Batılılaşma hareketi ve tekkelerin zayıflaması ile ilgili olarak bkz., Kara, a.g.e., s.265-356;
Tekkelerin gerilemesi ve fonksiyonlarını yerin getirememesinin nedenleri ile ilgili geniş bilgi
için bkz., Kara, a.g.e., s.359.
283 Bu durum araştırmamızın 2. Bölümde “Tarikat ve Toplum” alt başlığında in-celenmeye
çalışılmıştır.
284 Karaosmanoğlu, ”Kiralık Konak”ta Servet Bey, Seniha, Cemil, Faik Bey; “Sodom ve
Gomore”de Leylâ, Nermin; “Ankara”da Hakkı Bey tiplemeleriyle, Batılılar gibi hayat sürme
gayretinde olan genç kuşaklar anlatılır.
285 Karaosmanoğlu Kiralık Konak, s.30.
değildir... Gençlikte maziye, geleneklerimize ve şimdiye kadar mukaddes bildiğimiz
şeylere karşı saygı ve sevgi kalmamıştır.286
Karaosmanoğlu’ na göre, zamanla aileler
dinî sosyalleşme açısından zayıf kalırlar. Şüphesiz bu durum da dini derinden
etkiler. Böylece, aile ve dinin birbirlerini etkiledikleri söylenebilir.
SONUÇ
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eserlerinde din ve ailenin top-lumdaki
etkinlik alanlarını ve değişimi sosyolojik bir yaklaşımla ince-lemeye çalıştık. Din ve
aile kurumları toplumda bütünlüğü koruma, kontrol ve sosyalleşme yoluyla sosyal
düzeni sağlamaktadır. Bu araş-tırmanın sonunda, din ve ailenin fonksiyonlarını
yerine getirememesi durumunda sosyal dokunun zarar gördüğü ve toplumun çözülme
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı ortaya çıkmıştır.
Osmanlı’da, Batılılaşma hareketiyle zaten zayıflamış olan bazı dinî
müesseseler (tekke, zaviye vb.) üstlendiği vazifeleri hakkıyla yeri-ne getirememiştir.
Bu boşluğu, yoğun bir değişim yaşayan toplum ancak Batılı değerlerle doldurmuştur.
Böylece dinin etkinlik alanları daralmış hatta anlamındaki kaymalarla, özellikle Batı
kültürüyle ilişkide bulunan üst sınıfa hizmet getirememiştir. Bu durum tabii ki aileyi
de olumsuz etkilemiştir. Toplumda sosyo-kültürel yapısına göre fertleri
sosyalleştirme fonksiyonu bulunan aileler, geleneksel hayat ile modern hayat
arasında bocalamıştır. Bu boşluk, kendi değerlerine yabancılaşma, moda, özenti,
taklit ve kuşak çatışmalarının doğurduğu boşluk, aileyi ve toplumu örselemiştir.
Sonuçta aile, fertleri, sosyalleştirme fonksiyonunu, hakkıyla yerine getirememiştir.
Dinde ve ailede yaşanan bu problemler geleceğin teminatı olan gençleri de şüphesiz
etkilemiştir.
Geleneksel hayat ile Batılı hayat arasında bocalayan ve kendi kültür
değerlerine uzak nesiller türemiştir. Kalkınmanın ve modernleş-menin yolunu Batılı
bir hayat sürme şeklinde telâkki eden gençlik Osmanlı’nın son dönemlerinde iyice
köksüzleşmiştir. Takriben 600 yıl varlığını sürdürmüş olan Osmanlı’nın son
çırpınışlarının hiç bir şey de-ğiştirmediği söylenebilir.
286 Karaosmanoğlu, Ergenekon, s.37.
Üst sınıftan ve bir kısım aydınından böyle bir gençlik mirası devralan
Anadolu insanı, maddî sorunların yanında büyük bir manevi moral bozukluğu
yaşamıştır. Ancak Anadolu’nun her köşesinde halkın maneviyatını ve psikolojisini
yükselterek inanç birliğini sağlayan güç, din adamları olmuştur. Halk din
adamlarından teşvik ve teşebbüs gör-meseydi Millî Mücadele’nin zaferle
sonuçlanması mümkün olmayabilirdi. Din kurumunun bu şekilde yeniden
hareketlenmesi, topluma birlik, bütünlük ve mücadele azmi kazandırmıştır. Bu
yönüyle tarihinden ders almayan toplumlar, aynı dersi defalarca almak zorundadırlar.
Netice itibariyle, dinde ve ailede meydana gelebilecek sosyal buhranlar
toplum açısından telâfisi imkansız sonuçları doğurabilmektedir.
TABLOLAR
Tablo 1.Hastaneye Girenler.
HRİSTİYAN
MÜSLÜMAN
Bel Soğk Frengi Şankr
Bel Soğk Frengi
Şankr
Toplam
1917
543
533
---------- 674
742
---------- 2512
1918
477
689
---------- 681
994
---------- 2841
1919
712
618
167
1092
534
255
3378
1920
849
485
13
1259
507
19
3132
Toplam 2581
2345
180
3706
2777
274
11863
Tablo 1.2. Suçlar ve Oranları
SUÇLAR
SAYISI
Cinayet
210
Saldırı
6300
Ev Soymak
259
Hırsızlık
7913
Hayvan Çalmak
57
Şiddet Yoluyla Hırsızlık
670
Eşkiyalık
5
Kundakçılık
30
Sahtekârlık
53
Tecavüz ve Zina
136
Silâh Çekme
372
Polise Karşı Gelme
707
Serserilik
39
Çeşitli Suçlar
5634
TOPLAM
22385
Tablo 1.3. Suç İşleyenlerin Milliyete Göre Dağılımı
Milliyete Göre
Sayısı
Müslümanlar
14599
Rumlar
4094
Ermeniler
2332
Diğerleri
1704
TOPLAM
23551
BİBLİYOGRAFYA
ADIVAR, Halide Edip;
Vurun Kahpeye, Remzi Kitapevi, İst.1984.
ARON, Raymond;
Sanayi Toplumu, (çev.E. Gürsoy), Dergâh Y., İst.1978.
AYBARS, Ergün;
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, T.C.K.B.,Y., Ank.1995.
AYDA, Âdile;
“Yakup Kadri İle Mülâkat”, Türk Edebiyatı Aylık Fikir-Sanat Dergisi, c.3,
S.32.,İst.1974., s.27-30
AYDIN, Mustafa;
Kurumlar Sosyolojisi, Vadi Y., Ank.1997.
BANARLI, Nihat Sami;
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.I, İst.1971.
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.II, M.E.B., İst.1997.
BERKES, Niyazi;
Türkiye’de Çağdaşlaşma, (?), İst.1973.
BORATOV, Korkut;
Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Y., (?), 1993.
BOTTOMORE, T.B.;
Toplum Bilim, 2.b., (çev.Ünsal Oskay), Beta Y., İst.1984.
CİN, Halil-AKGÜNDÜZ, Ahmet;
Türk-İslâm Hukuk Tarihi, c.II, Timaş Y., İst.1990.
DEMİR, Ömer-ACAR, Mustafa;
Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç Y., İst.1992.
DOĞAN, D.Mehmet;
Büyük Türkçe Sözlük, 4.b., Beyan Y., İst.1983.
DÖNMEZER, Sulhi;
Sosyoloji, Hüsnütabiat Mat., 5.b., İst.1974.
ER, İzzet;
Sosyal Bilimler Ansk., “Sosyal Bütünleşme” mad., c.III, Risale
Y., İst.1990.
EREN, Ahmet Cevat;
Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri, Nurgök Mat., İst.1966.
ELDEM, Vedat;
Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Eko-
nomisi, T.T.K., Y., Ank.1994.
ERKAL, Mustafa E.;
Sosyoloji (Toplum Bilim), Der Y., İst.1995.
Sosyoloji, 3.b., Filiz Kitabevi, İst.1987.
GÖKBERK, Macit;
Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İst.1980.
GÜNAY, Ünver;
Din Sosyolojisi Dersleri, Erciyes Üni. Y., Kayseri, 1993.
GÜNGÖR, Erol;
Türk Edebiyat Dergisi, S.22, İst.1974.,14-18.
GÜNTEKİN, Reşat Nuri;
Yeşil Gece, 10.b., İnkılâp Kitabevi, İst.1986.
HALAÇOĞLU, Ahmet;
Balkan Harbi Sırasında Rumeli’nden Türk Göçleri (1912-1913),
T.T.K., Y., Ank.1994.
HİCTE, Marcel;
“Öfkeli Gençlik”, Görüş Dergisi, S.6., İst.1973., s.2-4.
HÖKELEKLİ, Hayati;
Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Y., Ank.1993.
HİMMETOĞLU, Hüsnü;
Kurtuluş Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, c.II., İst.1975.
İLERİ, Selim;
“Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nda Konak”, Türk Dili Dergisi,
c.XXXI, S.28, İst.1975, s.281-282.
JOHNSON, Clarence Richard;
İstanbul 1920, (çev.Sönmez Taner),Tarih Vakfı Yurt Y., İst.1995.
KABAKLI, Ahmet;
Büyük Eserler Dizisi 1, 9.b., c.III, T.E.V.,Y., İst.1997.
KARA, Mustafa;
Tekkeler ve Zaviyeler, 3.b., Dergâh Y. İst.1990.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri;
Ahmet Haşim, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1981.
Anamın Kitabı, 4.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1983.
Ankara, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1996.
Atatürk, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1991.
Bir Serencam, 4.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1990.
Bir Sürgün, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1987.
Erenlerin Bağından, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.
1980.
Ergenekon, 2.b., Kültür Bakanlığı Y., Ank.1990.
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları,2.b.,haz.Atila Özkırımlı İletişim
Y., İst.1990.
Hep O Şarkı, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980.
Hüküm Gecesi, 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y. İst.1998.
Kiralık Konak, 15.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1990.
Millî Savaş Hikâyeleri, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y.,
İst.1997.
Nur Baba, 7.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1987.
Okun Ucundan, , 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980.
Panorama, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1987.
Politikada 45 Yıl, 2.b.,haz.Atila Özkırımlı, İletişim Y., İst.1984.
Sodom ve Gomore, 7.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.
1990.
Rahmet, 7.b., haz.Atillâ Özkırımlı, İletişim Y., İst.1983.
Vatan Yolunda, 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980.
Yaban, 16.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1983.
Zoraki Diplomat, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1984.
KEHRER, G.-ROBERTSON, R. & DURKHEİM, E.;
Din Sosyolojisi, (çev.M.Emin Köktaş ve Abdullah Topçuoğlu),
Vadi Y., Ank.1996.
KUR’AN-I KERİM
KURNAZ, Şefika;
Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, Milli Eğitim B., İst.1997.
KURT, Abdurrahman;
Bursa Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi (1839-1876), Uludağ Üni.
Basımevi, Bursa, 1998.
KURTKAN, Âmiran;
Sosyoloji Açısından Tasavvuf ve Lâiklik, Kutsun Y., 2.b., İst.
1977.
KUTAY, Cemal;
Kurtuluşun ve Cumhuriyet’in Manevi Mimarları, D.İ.B., Y., Ank.
1973.
MACDONALD, D.B.;
İslâm Ansiklopedisi, “Din” mad., c.III., s.590-591.
MORAN, Berna,
Türk Romanına Eleştirel Bakış 1, 4.b., İletişim Y., İst.1991
MARDİN, Şerif;
Din ve İdeoloji, İletişim Y., 4.b., İst.1990.
MENEMENCİOĞLU, Mehmet;
“Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anlatıyor”, Varlık, S.525, İst.1960.
s.27-34.
MERİÇ, Cemil;
Sosyoloji Notları ve Konferansları, İletişim Y., İst.1993.
NİRUN, Nihat;
Sistematik Sosyoloji Yönünden Sosyal Dinamik Bünye Analizi,
T.Y.K., Y., Ank.1991.
ONUR, Bekir;
Orta Öğretimde Ahlâk Eğitimi, Ahlâk Eğitimi Açısından Lise
Son Sınıflarda Öğrenci-Eğitimci İlişkilerini Belirleyen Koşulla-
rın Araştırılması, A.Ü. Eğitim Fakültesi Y., Ank.1976.
RASİM, Ahmet;
Fuhş-ı Atik, Arba Y., İst.1987.
SAYIN, Önal;
Aile Sosyolojisi, Ailenin Toplumdaki Yeri, Ege Üni. B., İzmir
1990.
SEZAL, İhsan;
Aile Nedir?, A.A.K., Y., Ank.1992.
SEZEN, Yümni;
Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar,
M.Ü.İ.F.V.Y., İst.1990.
SHACT, Joseph;
İslâm Hukukuna Giriş, (çev.Mehmet Dağ), Abdülkadir Şener,
A.Ü.İ.F. Y., Ank.1997.
TAPLAMACIOĞLU, Mehmet;
Din Sosyolojisi, A.Ü.İ.F. Y., Ank.1986.
TEMEL, Mehmet;
İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, T.C.K.B.,Y., Ank.
1998.
TEZCAN, Mahmut;
Gençlik Sosyolojisi Yazıları, Gündoğan Y. Ank.1991.
Kuşaklar Çatışması, Kadıoğlu Mat., Ank.1981.
Türkiye Aile Yıllığı, A.A.K. Y., Ank.1990.
TOLAN, Barlas;
Toplum Bilimlerine Giriş, 3.b., Savaş Y., Ank.1983.
TÖR, Vedat, Nedim;
“İşte bir roman: Yaban”, Kadro, Nisan, S.16, Ank.1933., s.49.
ÜLKEN, Hilmi Ziya;
Felsefeye Giriş, c.II, Ajans-Türk Mat., Ank.1957.
WACH, Joachim;
Din Sosyolojisine Giriş, (çev.Battal İnandı), A.Ü.İ.F.,Y., Ank.
1987.
ZİMMERMAN, Carle, C.;
Yeni Sosyoloji Dersleri, (çev.Amiran Kurtkan), İktisat Fakültesi
Neşriyatı Fakülteler Mat., İst.1964.
BİBLİYOGRAFYA
KİTAPLAR
Adıvar, Halide Edip;
Vurun Kahpeye, Remzi Kitapevi, İst.1984.
Aybars, Ergün;
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, T.C.K.B.,Y., Ank.1995.
Ayda Âdile;
Yakup Kadri İle Mülâkat,Türk Edebiyatı Aylık Fikir-Sanat Dergisi, c.III,
S.32.
Aydın, M.Akif;
İslâm-Osmanlı Aile Hukuku, M.Ü.İ.F.Y., İst.1985.
Aydın Mustafa;
Kurumlar Sosyolojisi, Vadi Y., Ank.1997.
Banarlı, Nihat Sami;
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.I, İst.1971.
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.II, M.E.B., İst.1997.
Berkes, Niyazi;
Türkiye’de Çağdaşlaşma, (?), İst.1973.
Boratav, Korkut;
Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Y., (?), 1993
Bottomore, T.B.;
Toplum Bilim, 2.b., çev.Ünsal Oskay, Beta Y., İst.1984
Cin, Halil-Akgündüz, Ahmet;
Türk-İslâm Hukuk Tarihi, c.II, Timaş Y., İst.1990.
D.P.T.;
Milli Kültür Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ank.1983.
Demir, Ömer-Acar, Mustafa;
Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ağaç Y., İst.1992.
Doğan, D.Mehmet;
Büyük Türkçe Sözlük, 4.b., Beyan Y., İst.1983.
Dönmezer, Sulhi;
Sosyoloji, Hüsnütabiat Mat., 5.b., İst.1974.
Er, İzzet;
Sosyal Bilimler Ansk., “Sosyal Bütünleşme” md., c.III, Risale
Y., İst.1990.
Eren, Ahmet Cevat;
Türkiye’de Göç ve Göçmen Meseleleri, Nurgök Mat., İst.1966.
Eldem, Vedat;
Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Eko-
nomisi, T.T.K., Y., Ank.1994.
Erkal Mustafa E.;
Sosyoloji (Toplum Bilim), Der Y., İst.1995.
Sosyoloji (Toplumbilimi), 3.b., Filiz Kitabevi, İst.1987.
Gökalp Ziya;
Türkçülüğün Esasları, 3.b., Varlık Y., İst.1958.
Gökberk, Macit;
Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İst.1980.
Günay, Ünver;
Din Sosyolojisi Dersleri, Erciyes Üni. Y., Kayseri, 1993.
Güngör Erol;
İslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken, Y., İst.1986.
Güngör, Erol;
Türk Edebiyat Dergisi, Mart 1974.
Güntekin, Reşat Nuri;
Yeşil Gece, 10.b., İnkılâp Kitabevi, İst. 1986.
Halaçoğlu, Ahmet;
Balkan Harbi Sırasında Rumeli’nden Türk Göçleri (1912-1913),
T.T.K., Y., Ank. 1994.
Hicte, Marcel;
Öfkeli Gençlik, Görüş Dergisi, Haziran 1973
Hökelekli, Hayati;
Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Y., Ank.1993.
Hüsnü Himmetoğlu;
Kurtuluş Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, c.II., İst. 1975.
İleri Selim;
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nda Konak, Türk Dili Dergisi,
c.XXXI, S.28, 1975.
Joachim, Wach;
Din Sosyolojisine Giriş, çev.Battal İnandı, A.Ü.İ.F.,Y., Ank. 1987.
Johnson, Clarence Richard;
İstanbul 1920, çev.Sönmez Taner, Tarih Vakfı Yurt Y., İst.1995.
Kabaklı, Ahmet;
Büyük Eserler Dizisi 1, 9.b., c.III, T.E.V.,Y., İst.1997.
Kara, Mustafa;
Tekkeler ve Zaviyeler, 3.b., Dergâh Y. İst.1990.
Karaman Hayrettin;
İslâm Hukukunda İçtihat, D.İ.B., Y., Ank.1971.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri;
Anamın Kitabı, 4.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1983.
Ankara, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst. 1996.
Atatürk, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1991.
Bir Serencam, 4.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1990.
Ergenekon, 2.b., Kültür Bakanlığı Y., Ank.1990.
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları,2.b.,haz.Atila Özkırımlı İletişim
Y., İst.1990.
Hep O Şarkı, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980.
Hüküm Gecesi, 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y. İst.1998.
Kiralık Konak, 15.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1990.
Millî Savaş Hikâyeleri, 5.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y.,
İst.1997.
Nur Baba, 7.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1987.
Panorama, 3.b., haz.Atilla Özkırımlı, İletişim Y., İst.1987.
Politikada 45 Yıl, 2.b.,haz.Atila Özkırımlı, İletişim Y., İst.1984.
Sodom ve Gomore, 7.b., haz.Atilla Özkırımlı İletişim Y., İst.
1990.
Vatan Yolunda, 2.b., haz.Atilla Özkırımlı, Birikim Y., İst.1980.
Kehrer, G.-Robertson, R. & Durkheim, E.;
Din Sosyolojisi, çev.M.Emin Köktaş ve Abdullah Topçuoğlu,
Vadi Y., Ank.1996.
Kışlalı, Ahmet Taner;
Öğrenci Ayaklanmaları, Bilgi Y., Ank.1974.
Kurt, Abdurrahman;
Bursa Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi (1839-1876), Uludağ Üni.
Basımevi, Bursa, 1998.
Kurtkan, Âmiran;
Sosyoloji Açısından Tasavvuf ve Lâiklik, Kutsun Y., 2.b., İst.
1977.
Kutay, Cemal;
Kurtuluşun ve Cumhuriyet’in Manevi Mimarları, D.İ.B., Y., Ank.
1973.
Macdonald, D.B.;
İslâm Ansiklopedisi, “Din” md., c.III.
Mardin, Şerif;
Din ve İdeoloji, İletişim Y., 4.b., İst.1990.
Menemencioğlu, Mehmet;
“Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anlatıyor”, Varlık, S.525, 1960.
Meriç, Cemil;
Sosyoloji Notları ve Konferansları, İletişim Y., İst.1993.
Nirun, Nihat;
Sistematik Sosyoloji Yönünden Sosyal Dinamik Bünye Analizi,
A.K.D.T.Y.K., Y., Ank.1991.
Onur, Bekir;
Orta Öğretimde Ahlâk Eğitimi, Ahlâk Eğitimi Açısından Lise
Son Sınıflarda Öğrenci-Eğitimci İlişkilerini Belirleyen Koşulla-
rın Araştırılması, A.Ü. Eğitim Fakültesi Y., Ank.1976.
Özsoy Osman;
Şer’iyye Sicillerinin Türk Kültür Tarihindeki Yeri Ve Konunun
1342 Tarihli İstanbul Kadılığına Ait Defterde Analiz ve Değer-
lendirilmesi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa 1990.
Rasim, Ahmet;
Fuhş-ı Atik, Arba Y., İst.1987.
Raymond, Aron;
Sanayi Toplumu, çev.E.Gürsoy, Dergâh Y., İst.1978.
Sayın Önal;
Aile Sosyolojisi, Ailenin Toplumdaki Yeri, Ege Üni. B., İzmir
1990.
Sezal,İhsan;
Aile Nedir?, A.A.K., Ank.1992.
Sezen, Yümni;
Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar,
M.Ü.İ.F.V.Y., İst.1990.
Shact, Joseph;
İslâm Hukukuna Giriş, çev.Mehmet Dağ, Abdülkadir Şener, A.Ü.
İ.F. Y., Ank.1997.
Taplamacıoğlu, Mehmet;
Din Sosyolojisi, A.Ü.İ.F. Y., Ank.1986.
Temel, Mehmet;
İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, T.C.K.B.,Y., Ank.
1998.
Tezcan, Mahmut;
Gençlik Sosyolojisi Yazıları, Gündoğan Y. Ank.1991.
Tezcan, Mahmut;
Kuşaklar Çatışması, Kadıoğlu Matb., Ank.1981.
Tezcan, Mahmut;
Türkiye Aile Yıllığı, A.A.K. Y., Ank.1990.
Tolan, Barlas;
Toplum Bilimlerine Giriş, 3.b., Savaş Y., Ank.1983.
Ülken, Hilmi Ziya;
Felsefeye Giriş, c.II, Ajans-Türk Mat., Ank.1957.
Yurt Ansiklopedisi, c.II, İst.1981.
Zimmerman, Carle C.;
Yeni Sosyoloji Dersleri, çev.Amiran Kurtkan, İktisat Fakültesi
NeşriyatıFakülteler Mat., İst.1964.