İZMİRİN İŞGALİ VE SULTANAHMET MİTİNGİ
Turhan Feyizoğlu 01 Ocak 1970
Tarih kolay yapılmıyor. her şeyin bir bedeli oluyor. Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgi ile Osmanlı İmparatorluğu tamamen paylaşılma noktasına gelmiş durumdadır. Batılı emperyalist devletler çizdikleri haritalara göre Türkiye’yi paylaşmak üzere harekete geçmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, yıllar sonra Nutuk’ta bu durumu şöyle anlatmıştır:
“İtilaf devletleri antlaşma hükümlerine uymaya gerek görmüyorlar. Birer fırsat ile itilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana Vilayeti Fransızlar; Urfa, Antep, Maraş İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri kıtaları, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı asker ve memurları ve özel adamları faaliyette. İtilaf Devletleri’nin onayıyla Yunan ordusu İzmir’e gönderiliyor.”
Yunanlılarla işbirliği içinde olan İngiliz ve Fransız filoları komutanları, 14 Mayıs 1919 Çarşamba günü, İzmir’de Vali Konağı’na giderek Vali İzzet Bey’e işgali bildirir. Rum metrepoliti, saat 16.00’da, Venizelos’un “İzmir’in Yunanistan’a katıldığına” dair mesajını okur. İngiliz Amiral Calthorpe, saat 22.00’de İzmir Valisi’ne ikinci kez, 15 Mayıs sabahı Yunan askerinin karaya çıkacağını bildirir.
Vali Konağı’nın önünde öfke ile toplanmış olan İzmir’in gençleri, Vali Konağı’ndan çıkan İngiliz temsilci Morgan ve Smith’e şöyle bağırır:
“Ölmedik, biz büyük bir milletiz. Uykuda gibi görünüyorsak da uğraş içinde bulunuyoruz. Ülkemizin peşkeş çekilmesini kabul edemeyiz. Bir takım karışıklıklar olacaktır. Biz ölebiliriz, ama başkaları da beraber ölecektir.”
İzmir’deki bazı yetkililer, “Başımıza geçin direnelim” diyen İzmirli gençleri susturmaya çalışır. İşgalcilere karşı direnmeyi savunan gençler, bunun üzerine, bir okulda toplanır. Direniş Cemiyeti kuran gençlerden Köprülü Kazım, “Savaşa yarar herkes silahlarıyla dağa çıksın savaşalım.” çağrısında bulunur. Bir direniş cemiyeti kuran gençler, toplantıda silahlanarak iç bölgelere çekilme kararı alır.
İngilizler Uzunada’yı, Fransızlar Foça’yı, İtalyanlar Karaburun Akşehir Selçuk’u, Yunanlılar Yenikale’yi 14 Mayıs 1919 günü işgal eder.
İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti, yayınladığı bildiride, İzmir halkını milli birliğe ve işgale karşı silahlı direnmeye çağırır. İzmir minarelerinden sela verilir. Kadınlı erkekli İzmir halkından kırkbin kişi, Maşatlık denilen mezarlığa gider. Gece sabaha kadar ateşler yakılarak limandaki İngiliz, Fransız ve Yunan gemilerine direnileceğine dair gösteriler yapılır.
Batılı emperyalist İngiliz, Fransız, ABD ve İtalyan gemilerinin koruyuculuğunda Yunan ordusuna mensup 12 bin asker, 15 Mayıs 1919 Perşembe günü sabahı, İzmir’i işgale girişir. Yunan çıkarma birliklerinin içinde, her biri 200 kişiden oluşmak üzere İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan birlikleri de vardı. Rumlar, Yunan askerlerini bayraklarla karşılar. Papaz Hrisostomos, etrafta koşarak, “Türkleri öldürün” diye bağırmaya başlar.
Vali İzzet Bey ve memurlar, Kordon boyunda “Zito Venizelos!” diye bağırmaya mecbur edilir. Emperyalistlerin işgali kolay olmayacaktı. İzmir’i işgale kalkan Yunan ordusuna ilk direniş kurşununu Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) Gazetesi’nin başyazarı Hasan Tahsin Recep, diğer adıyla Osman Nevres, Kemeraltı geçidinin başında sıkacaktır.
“Böyle kollarını sallaya sallaya mı girecekler? Olmaz. Olamaz ki… Sonun da ölüm var… Kan var… Bunu anlamalılar” diyen gazeteci Hasan Tahsin Recep, işgale girişen Yunan ordusunun üzerine tabancasını doğrultarak sıkmaya başlar. İşgalci Yunanlılardan birkaçını yere serdikten sonra cebinden bir bomba çıkararak yaklaşan askerlere savuran Hasan Tahsin Recep, tabancasındaki son kurşununa kadar savaşır ve şehit düşer. İşgalci Yunan askerleri, yerde hareketsiz yatan adama ilk başta korkudan yaklaşamaz ve bir süre daha ateş eder. Öldüğüne iyice emin olduktan sonra Hasan Tahsin Recep’in yanına yaklaşan işgalci Yunan askerleri, hınçlarını alamayarak cansız bedenini defalarca süngüler ve tekmelerler. İki gün içinde öldürülenlerin sayısı iki bindir. İşgalciler, yakalayabildikleri subay, er, memur ve halkı, denizde kurdukları ve sonra bir denizaltı tarafından torpillenen yüzer hapishaneye gönderir. Yunan torpidoları da denizden ateşe başlar ve büyük sayıda halk katledilir. Devlet kasaları, halk, subaylar ve esnaf, işgalci Yunan askerleri tarafından yağmalanır. Yunan ordusundan destek alan Rumlar da, fırsattan istifade ederek ellerine geçen Türkü öldürmeğe ve soygunculuğa başlar. Türklere yönelik büyük bir soykırım başlatılmıştır Yunanlılar tarafından.
İzmir’in işgali, katliamlar ve yağması, tüm ülkede tepkiye yolaçar. Başta, Denizli, Ilgın, Karaman, Alaşehir, Niğde, Ezine, Antalya, Erzurum, Yalvaç, Aydın, Konya, Burdur, Muğla, Balıkesir, Keçiborlu gibi yörelerde gösteriler, yürüyüşler yapılmaya başlanır, direniş komiteleri kurulur. Erzurum’da yapılan mitingde konuşan Cevat Dursunoğlu, “Tek çare silahlanıp saldırgana karşı koymaktır. Bunun dışında kurtuluş yolu yoktur” der.
Bu dönemde, İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgali altında bulunan İstanbul’da da gazeteteler sansür edildiği için İzmir’in işgali halka duyurulamaz. İstanbul halkı İzmir’in işgal haberini 17 Mayıs 1919 Cumartesi günü, öğrenebilir. Üniversite öğrencileri, protesto amacıyla derslere girmezler.
18 Mayıs 1919 Pazar günü, İstanbul Üniversitesi (Dar-ül Fünun)’nde yaklaşık dört bin öğrenci ve öğretim üyesi, biraraya gelir. Saat 11.15’te Tıp Fakültesi Meclisi Müderrisi Reisi Akil Muhtar Bey toplantının başladığını, söyler.
Doktor Besim Ömer Paşa, özetle şunları söyler: “Felaket o kadar derindir ki, mütehassis olmayan ne bir Osmanlı, ne bir müslüman vardır. Ve Darülfünun bu milletin ruhu, dimağıdır. Hissiyatımızın ulviyeti, şiddeti, zamanında makul teşebbüser lazımdır.”
Fakültelerin öğretim üyeleri, toplantıda, her fakülte namına bir öğretim görevlisinin söz söylemesini ve oluşturulacak bir heyetle gerekli tepkinin gösterilmesini kararlaştırır. Toplantıda bazı öğretim üyeleri ve öğrenciler, düşüncelerini dile getirir. Hukuk Fakültesi Meclisi Müderisleri adına Muhittin Adil Bey, şunları söyler: “Şerefli tarihimiz, yedi asırlık uzun bir zaman içinde çok şevketli, çok felaketli zaman geçirdik. Fakat bugünkü kadar elim, hazin hiçbir lahza yaşamadık. Felaket zamanları, insanları tesanüde, vahdete sevkeder ve bizim itidal ve basiretimiz, azmimiz mukadderatımızı tesbit edecektir. Bu zamanda bütün teşkilatı milliyeden istifade etmek lazımdır. Bu teşkilatın başında Darülfünun’u görüyoruz. Memleketin dimağı, mütefekkiri Darülfünun’dur. Darülfünun’u olan bir memleket ki bağımsızdır ve bağımsız olmayan bir memlekette Darülfünun yoktur.” Tıp Fakültesi adına konuşan Akil Muhtar Bey, şunları söyler: “Benim en vehim gördüğüm nokta, bütün ümidi istikbalimizi bağladığımız ilkelerin karanlık içinde kalmasıdır.” Yusuf Rıza Bey de, “Kanımızı son damlasına kadar akıtacağız, canımızı feda edeceğiz, gibi sözler çok söylendi. Şimdi iş görmekten başka çare yoktur. Bizim maddi kuvvetimiz yoksa, manevi kuvvetimiz vardır.”
Fen Fakültesi adına konuşan Gıyaseddin adlı genç, “Asıl mücadele bundan sonra başlıyor” der. Tıp Fakültesi’nden Sırrı adlı öğrenci şunları haykırır, “Eğer hakkımızı teslim etmezlerse buradan bağırıyorum ki, dünya barış yüzü görmeyecektir.” Hukuk Fakültesi temsilcisi öğrenci, “Bütün varlığımızla isyan ediyoruz. Gereken maddi ve manevi teşkilatı yaptır” der.
Bu toplantıda bütün gençler adına söz alan Servet Bey, gençliğin önerilerini şöyle bildirmiştir: “Türk gençliği:
1- İşgali protesto etmek,
2- Vazifesinin kutsiyetini bilerek amil olacak bir kuvvet, bir talebe heyeti teşkil etmek,
3- Müderris ve muallimleri bu işte önde görmek,
4- Milletin vicdanı için hakiki seferberlik ilan ederek hudutta, içeri girmişse orada mücadele etmek,
5- Mektepleri tatil etmek.”
Gençliğin önerileri böylece toplantıda okunduktan sonra Tıp Fakültesi’nin bir teklifi bildirilir. Teklif şöyledir: “Kan dökerek kahramanlıkla ölmeği tercih ediyoruz. Gösteri düzenlenmesini istiyoruz. Umum Darülfünunlulara, alemi insaniyete hitap edilmesini istiyoruz.” Toplantıya katılan bayanlar, yaptıkları konuşmada şu açıklamayı yapar: “Biz de sizin kadar, belki daha ziyade acılıyız. Girişimlerinize en kavi bir imanla iştirak ediyor ve şu hakikati işitmenizi istiyoruz: Kim demiş bir kadın küçük şeydir. Bir kadın belki en büyük şeydir.”
Toplantıya katılanlar, gösteriler yaparak işgale karşı durulacağının bütün dünyaya duyurulmasına karar verilir. Gösterileri, Darülfünunlu öğrenciler düzenleyecektir. Türk Ocağı ve bütün öğrenci kuruluşları, 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü, Fatih Belediye binası önünde 80 bin kişinin katıldığı bir gösteri yapar. İstanbul’da dükkanlar, beş gün süre ile kepenklerini kapar. Gösteride yapılan konuşmalarda, Profesör Hüseyin Ragıp, “Hiçbir milletin bize efendi olmasına tahammül edemeyiz” der. Halide Edip, “Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır”, der. Profesör Selahattin Bey ise şunları söyler, “Bu asır milliyet asrıdır. Milliyet uyanıyor.”
İşgalci İngiliz kuvvetleri, gösteri alanının üzerinden uçaklar uçurarak halkı korkutmak ister. Gösteriye katılanlar, Padişah’a bir dilekçe götürülmesini kararlaştırır. Padişah’a götürülecek bu dilekçe için Halide Edip ve iki öğrenci görevlendirilir. Padişah’a sunulan dilekçe özetle şöyledir: “Bizi kutsal beşiğimizden, aziz yurdumuzdan yoksun bırakmak isteyenlere, biz, son defa olarak göstermek istiyoruz ki, kalplerimiz çarptıkça burada, Türk elinde yaşayacağız, biz varız ve burada kalacağız.”
Aynı gün, ABD Cumhurbaşkanı’na da şu telgraf çekilir: “Evet, Reis cenapları Türk ölecektir, fakat hiç bir zaman alçakça değil, şeref ve namuslarıyla ölecektir.” Gençlik örgütleri tarafından işgale karşı düzenlenen gösteriler, 20 Mayıs 1919 Salı günü, Üsküdar Doğancılar’da, 22 Mayıs 1919 Perşembe günü, Kadıköy’de yapılır. Doğancılar’da yapılan gösteride Şair Talat Bey, Ferruh Niyazi Bey, Sabahat Hanım, Muzaffer Bey, Necdet Hamdi Bey, Naciye ve Zeliha Hanımlar konuşma yapar. Konuşmalarda, “Yaşamak için ölmeye yemin ettik, yalnız İstanbul değil, köylüler de ayakta. Köylüler çarıklarını ıslatıyor, kepekli undan yol hazırlığı yapılıyor” denilir. Kadıköy’de yapılan gösteride Münevver Saime, Halide Edip, Hayriye Melek Hanımlarla Fahrettin Hayri Bey konuşma yapar.
İstanbul’da bu dönem işgallere karşı ve Türklere yönelik soykırımı kınamak amacıyla yapılan en büyük gösteri 23 Mayıs 1919 Çarşamba günü, Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenir. Gösteriye kadın, erkek en az 200 bin kişi katılır. Gösteride Şair Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip Adıvar, Süleyman Sırrı, Dr. Fahrettin Hayri, konuşma yapar. Yapılan konuşmalarda, “Yaşasın İslam milleti! Bayrağımıza, dedelerimizin namusuna ihanet etmeyeceğiz!” denir. “İzmir Türk Kalacak” rozetleri dağıtılır. Kemal Tahir, “Esir Şehrin İnsanları” adlı kitabında, gösteriye katılan kadınlar hakkında şunları yazmıştır, “Kadınların kara başörtüleri, kara sancaklar gibi başlar üzerinde dalgalanıyordu.”
Gösterinin sonunda tertip heyetinin bildirisi okunur. Bildiri özetle şöyledir:
“1-Bugün şurada bir vakitler yüzbin türlü ulusal gösteriye sahne olan meydanda toplanan biz İstanbul’un Türk-müslüman halkı, mukaddes vatanımızın haksız olarak işgal olunan bölümlerinin boşaltılmasına kadar yüce saltanatın etrafında demir bir çember gibi hayatımızı fedeya hazırız.
2-Bizler, asırlardan beri tatbik edilen siyasete, göz boyama siyasetine artık katiyen itimat etmiyoruz. Siyasi geleceğimizde kara bulutların çekilmekte olduğunu göstermek isteyen iki yüzlü, şeytanca haberlere, ufuktaki fırtına fiilen bertaraf edilmedikçe, katiyen inanmıyoruz. Coşkumuzu kasten yatıştırmak isteyenleri bütün ruhumuzla kınıyoruz.
3-Memlekette siyasi ihtirasın sustuğunu artık kalplerimizde vatan endişesinden başka hiçbir endişenin yer bulmamasını samimi ruhumuzla istiyor ve küçük büyük hepimiz buna söz veriyoruz.
4-Zatı Şevketmeab hazreti bilafetpenahi huzuru humayunlarında içtima edecek şurayı fevkaladenin vatan ve millet için en hayırlı kararlar ittiha eylemesine dualar ediyoruz.
5-Kararlarımızı takip eden yabancı gözlemcilere ancak basın aracılığıyla haberdar etmek azmindeyiz.
6-İşte vatandaşlar, şimdilik önerilerimiz bundan ibarettir. Bunlar hepimizin kabulüne sunulur.”
Damat Ferit Hükümeti, 25 Mayıs 1919’da bütün gösterileri yasaklar. Halk, dua etmek amacıyla 30 Mayıs 1919 Cuma günü, Sultanahmet Camii’nde toplanır. İzmir şehitleri için mevlüt okutulur. Halkın katıldığı tören, gösteriye dönüşür. Öğretim üyesi İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Milaslı İsmail Hakkı, Hamdullah Suphi Tanrıöver ile Şüküfe Nihal konuşma yapar. Yapılan konuşmalarda, “İstiklâl isteriz. Belaların sebebi saldırılar karşısında isyan edilmemesidir” denir. Gösteride dağıtılan bildiride özetle şunlar söylenir: “İzmir facialarını öğren. Anadolu senin kararını bekliyor. Haksızlara karşı feryat et. Alemin vicdanına hitap eden heyecanlarınla hakkını müdafaaya ve parçalanan vatanın imdadına koş. Bu gösteride kurtarıcı kararlarını ver ve kurtuluşun için çalışmaya yemin et.”
İstanbul’da düzenlenen gösterilere tepki duyan işgalci güçler, 28 Mayıs 1919 günü, 67 Türk devlet adamını Malta’ya sürgün eder. Mustafa Kemal’de, Anadolu’yu işgalci emperyalist güçlere karşı örgütlemek amacıyla 16 Mayıs 1919 günü, İstanbul’dan ayrılıyordu. 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’a varan Mustafa Kemal, şu açıklamayı yapar:
“Ortada Türk’ün barındığı bir Anayurdu kalmıştı onu da parçalamak istiyorlardı. Osmanlı Devleti, Padişah, Halife bunlar manasız sözlerdi. Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bir Türk Devleti kurmak; Ya İstiklâl Ya Ölüm!”
Türkiye’nin her tarafından işgalci emperyalist güçlere karşı Kuvayı Milli Dernekleri, direniş örgütleri kurulur. Bunlar daha sonra ulusal düzeyde birleştirilir. 23 Temmuz 1919’da Erzurum ve 4 Eylül 1919’da açılan Sivas Kongreleri’nde, bağımsızlık savaşı için önemli kararlar alınır. Sivas Kongresi’ne Askeri Tıp Okulu’nun öğrencisi Hikmet Boran, asker sivil bütün tıp öğrencileri adına İsmail Fazıl Cebesoy ve İsmail Hami Danişment de katılmıştır. 19 yaşındakı tıp talebesi Hikmet Boran, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Delegeleri bulunduğum Tıbbıyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederim. Mustafa Kemal’i, vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz” der.
Mustafa Kemal, şu karşılığı verir: “Evlat, müsterih ol. Gençlikle övünüyorum. Gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl ya ölüm! Gençler, vatanın bütün istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.”
Kurtuluş ve bağımsızlık savaşı her türlü zorluk ve imkansızlıklara rağmen gerçekleştirilir ve Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Türkiye Devleti’nin hükümet şeklinin cumhuriyet olduğu, 29 Ekim 1923’te ilan edilir. Gençlik, 1918-1922 yıllarında Türkiye’nin bağımsızlık savaşında ön saflarda yeralmış, üzerine düşen görevi yerine getirmiştir.