MİLLÎ KİMLİĞİN UNSURLARI
Nevzat KÖSOĞLU 21 Kasım 2006
Milliyetçilik duygusu, bir aileye, bir şehre mensubiyet gibi doğal bir duygudur. Mensubu olduğumuz milletin diğer fertleriyle bir takım hayat olgularını paylaşarak bu duyguya ulaşırız. Bu duygunun özü de sevgi, dayanışma ve fedakârlıktır. Her insan, mensup olduğu topluma ve onun diğer fertlerine karşı bir sevgi besler, dayanışma halinde olur ve gerektiğinde onlar için fedakârlıklarda bulunur. Günlük hayat süreci içinde pek de hissedilmeyen bu duygu, yabancılar arasında olunduğunda yahut toplum bir buhran, bir tehdit altında bulunduğu zamanlarda belirginleşir.
Oluşan her kültürde, ayni zamanda bir farklılık şuuru yahut diğerlerinden farklı olma temayülü vardır. Farklılık esasen, doğan bir kültür için zorunlu bir durumdur; bir çok unsurları ile başka kültürlere benzese de, hatta ortaklıları olsa da, bütünlüğü ve olguları itibariyle farklı bir üslup kurar. Bu zorunlulukta ayrıca, farklı olmak temayülü vardır. İşte bu durum, o kültürün/toplumun kimliğini oluşturduğu gibi, milliyetçiliğinin de unsurlarını oluşturur ve bu duyguyu besler.
Her insanın hayatı, diğer insanlarla ortaklıkları hangi boyutlarda, hangi kapsam ve derinliklerde olursa olsun, özgündür; her insanın hayatı tek nüshadır. Buna benzer bir şekilde diyebiliriz ki, toplumların hayatı demek olan kültürler de, diğer kültürlerle ortaklıklarının ölçüsü ne olursa olsun, özgün kalmak zorundadır. Burada bir değer yargısı yoktur, toplumsal bir zorunluluk olarak, bir tespit yapılmaktadır. Bu sebeple, her kültürün, şu veya bu ölçüde farklı bir kimliği ve o kimliğini belirleyen kültür unsurları vardır.
Bu kültür unsurları, yani milliyet duygusunu ve millî kimliği oluşturan unsurlar, farklı toplumlar için farklılıklar gösterebileceği gibi, ayni toplumun tarihî sürecinde de değişmeler gösterebilir. Ayni unsurlar, değişik toplumlarda farklı değerlerde olabileceği gibi, ayni toplumun hayatında, değişik tarihî zamanlarda farklı ağırlıklar da kazanmış olabilir. … Bu unsurların, bazıları, bazı zamanlarda öne çıkar, bazıları bir dönemde geri çekilebilir. Bu noktada, toplumları canlı varlıklar gibi düşünmek, olayı kavramamızı kolaylaştırabilir. Bir çınar yahut meyve ağacının ilk dikildiği günkü fidan hali ile, birkaç yıl sonraki meyve veren yahut iki yüz yıl sonraki görüntüsü şüphesiz ki ayni değildir; ama, o ağaç, o ağaçtır. Tıpkı bir insanın çocukluk hali ile ihtiyarlık halinin farklı oluşu gibi.
Eski bir tarihi olan toplumlarda bu kimlik duygusunun daha güçlü olması doğaldır; tabii bunun bir şuur haline getirilmesi şartıyla.
Türk Milliyetçiliği ve OSMANLI, sh: 64-65