« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 May

2007

Ataç'ı Unutmadık!.

Ali Dündar 01 Ocak 1970

 "Çocukluğumda tiyatroyu pek severdim. Gençlik yıllarımda da ara sıra tiyatroya gitmekten kaçınmadım. Hattâ bazı oyunları izleyerek, onları beğenip beğenmediğimi, onlar hakkında düşündüklerimi söylemeyi kendimce görev edindiğim bir dönem bile olmuştur. Şimdi o günleri düşündükçe, belki geçmiş gençlik günlerimi anımsadıkça bir tür buruklukla karışık haz da duyuyorum, ama biraz da şaşırıyorum. Kuşdili'ndeki salaşta, sokak satıcılarının bağırtıları ve çıngırak sesleri arasında, perdenin açılıp Kel Hasan'ın o değişmeyen tuhaflıklarını bekleyen çocuk, gerçekten ben miydim? Şehzadebaşı'nda birtakım eciş bücüş vodvilleri dinleyip onların monologlarını yineleyerek anlatmaya çalışan delikanlı gerçekten ben miydim? Tiyatro tartışmaları yüzünden gücendirdiğim, kırdığım, kavga ettiğim insanlar bile oldu. Gerçekten hayret ediyorum..." N.ATAÇ


Nurullah Ataç, 50 yıl önce, tam ve en verimli çağında, 59 yaşında ayrılmış aramızdan. Yazınımız, dilimiz, düşüncemiz, hatta töremiz, aktöremiz çok şey borçlu Nurullah Ataç'a. O, "Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün" sözünün içerdiği törel yaşama kendini bağıtlamış saygın ve seçkin bir yazıneriydi. Mehmet Salihoğlu, O'nun bu yanını değerlendirirken şunları söylüyor: "Ataç, ahlâkın temel ilkesinin "Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapmamak" buyruğunda olduğunu söyler. Bu ilkeden, bakın o neler çıkarıyor: " Bu buyruğun geçerliğini, doğruluğunu içinize sindirdiniz mi, siz de düşünerek, daha iyisi düşünmeksizin, ona uyuyor musunuz? Artık korkmayın, ahlâklı bir insansınız. Kötülük yapamazsınız, adam öldüremezsiniz, kimsenin malını çalamazsınız, kimseye yalan söyleyemezsiniz, kimseyi rahatsız edemezsiniz. " Bununla da kalınamayacağını, bu ilkeyi içinize sindirdiniz mi, başkalarına kötülük edilmesine de katlanılamayacağını: "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, ya da bana dokunmuyorlar ya, bana ne" denilemeyeceğini söyleyen Ataç, "öyle ise size yapılmasını istemediğinizi siz de başkalarına yapmamakla yetinmeyeceksiniz; başkalarının uğradığı, çektiği sıkıntıyı, sizin yüzünüzden olmasa bile, gidermeye, hafifletmeye çalışacaksınız. Hiç olmazsa onun acılarını siz de duyacak, ona yalnız olmadığını bildireceksiniz. Ahlâk, salt başkalarına kötülük etmekten çekinmek değildir. Başkalarının edebileceği kötülükleri de önlemeye çalışmayı buyurur..." (1)

Ataç, ilkeli düşünen ve düşünüşlerini olabildiğince sıkı bir us süzgecinden geçirmeye dikkat ve özen gösteren yazıneriydi; anladığı, alımladığı ve bu yolla benimsediği görüş ve düşünceleri her durumda ve her aşamada savunmaktan çekinmediği gibi, benimsemediği, uygun bulmadığı görüş ve düşüncenin karşısına dikilmekten de çekinmezdi. Hasan-Ali Yücel, O'nun bu yanına hayranlığını şöyle anlatıyor: "Ataç'ın en büyük düşmanı "beylik düşünce" idi. Son yazılarından birinde "Gençlerimiz beylik düşüncelerle yetindikleri için alıklaşıyorlar" derken, son vasiyetini yapmış oluyordu. "Kafanızı işletin, düşünceler, kendi düşünüşünüzün sonucu olsun..." demek istiyordu. Birçok dostuyla geçinemeyişi, kavgalaşması, bir türlü sonu gelmeyen bozuşmaları, hep beylik düşünceden kaçmasının sonucudur. Ataç, hiçbir zaman yansız ve nesnel kalmamıştır. Çünkü dokunduğu konuları özenle seçmesini bilir, seçince de benimserdi. Bunun dışında tamamıyla kayıtsızdı. Yansız olmadığı için de, ele aldığı kişileri, olayları ve sorunları benleştirirdi. Kendisiyle upuygun (mutabık) ve barışıktı. Bu nedenle de görüş ve düşünüşlerinde yapmacıksız ve içten idi. Nurullah Ataç ne söylemiş, ne yazmışsa, söyledikleri ve yazdıkları, tamamiyle kendisinin düşündükleri ve inandıklarıydı.

Çünkü o, hatır gönül için kavuk sallayanlardan değildi. Hele bu dalkavukluğu çoğunluğa karşı yapmaktan özenle ve yüreklice sakınmıştır. Herkes gibi olmada, herkes gibi düşünmede rahat ve huzur olduğunu pek iyi gördüğü, bildiği halde, yolundan sapmadı. Çünkü Ataç bir kişiliktir..." (2)

Ataç'ın ödünsüz bir Türkçe tutkunu, yabancı sözcük ve dil kuralları düşmanı olduğunu herkes bilir de, acaba o'nun bu tutkusunda ve düşmanlığında hep ussal bir yol izlediğini, tutku ve düşmanlıklarında dilin mantığına sıkı sıkıya bağlılıktan ayrılmadığını kaç kişi bilir ya da anımsar. Prof. Dr. Nusret Hızır, Ataç'ın bu yanını bize anımsatıyor: "Ataç, akılcıydı demek, genel olarak, rasyonalist demektir. Rasyonalist ise, belli bir akım ya da öğretiye bağlı filozof demektir. Yani akılcılık dar anlamda kullanıldığında bir akım ya da felsefe anlaşılır. Ataç akılcıydı derken ben bunu kastetmedim. Çünkü Ataç bir akıma, örneğin bir filozofa bağlı değildi. O halde Ataç ne anlamda bir akılcıdır? Ataç, dünya dilleri arasında mantıksal bakımdan en yetkin yapıda kurulmuş dillerden birinin Türkçe olduğunun ayırdına varan ve bunu kanıtlayan bir kişidir. Ataç'ın dil devrimi, dilin özleşmesi, arı dil üzerindeki çalışmaları üzerine kendisi ve başkaları tarafından çok çok yazılmış, söylenmiş ve bu alanlarda öne sürülen bütün nedenler doğrudur. Fakat şu neden vardır: Ataç'a göre, Türk dili sözdizim (sentaks) bakımından mantık kurallarına vurulduğunda en yetkin dillerin başında gelir. Ama ondaki yabancı öğeler, onun bu yetkinliğini gölgelemekte, örtmektedir. İşte birçok nedenden ötürü, ama özellikle de bu nedenden ötürü, Türk dilini yabancı öğelerden temizlemek gerekir. Bu yapıldığı zaman Türk dilinin nasıl sağlam mantık kurallarına göre oluşmuş bir dil olduğu ortaya çıkacaktır. işte bu düşüncesi bana, Ataç'ın hiç de küçümsenmeyecek bir dil mantıkçısı olduğunu dedirtiyor. Bilindiği gibi mantık, bir bakıma düşüncenin, yani aklın tutarlılığını gösteren bir dilden başka bir şey değildir." (3)

C.Atuf Kansu, gerçek bir devrimci olarak değerlendiriyor Nurullah Ataç'ı. "Ataç, Türk devrimleri demiyor, neden ki, tek bir devrim vardır. Bu devrimin öğeleri olan değişimler, dönüşümler vardır. Yazılarından, hele "Devrim" adlı yazısından O'nun Türk devrimcisi olduğunu, devrim ilkelerinden yana olduğunu anlıyoruz. Onun için Ataç devrimcidir diyoruz. Ataç'ın tuttuğu, yandaş olduğu devrimin niteliği nedir?

Türk toplumunda, "pek kısa bir zaman içinde meydana gelen temelli ve önemli değişiklik"tir. Kısaca, dinsel dokulu, dışa bağımlı bir meşrutiyetten, laik, bağımsız, halkçı bir cumhuriyet düzenine girmektir, Türk devriminin özü. Nurullah Ataç'a göre..."dedikten sonra, o'nun aydın kavramından giderek, devrim / insan ilişkilerine getiriyor ve Ataç'tan şu alıntıyı veriyor: "Oysa gerçek aydın, benim anlayışıma göre aydın, asla yetinmeyen, kendine öğretilenle kalmayan; türlü düşünceleri karşılaştırıp kendi de düşünen, sonra daha iyi, daha doğru düşünmeye çalışan kişidir aydın. Edindiğimiz azıcık bilgiyi çevremize de yaymaya kalkışmamız nereden gelir bilir misin Allı? Bence hep eski düşünce, şu Doğu inaklarına saplanıp kalmamızdan gelir. Doğu düşüncesinde birtakım doğrular, su götürmez doğrular sanılanlar vardır. Onlardan birkaçını öğrenir onları yayarsan çevrene yanılmaktan korkmazsın. Neden korkacaksın? Kara kitaptan öğrenmişsin, büyüklerinden duymuşsun... Duruk toplumların, duruk kafaların saplantısı. Dün böyle düşünüyorduk, bugün de böyle düşünüyoruz. Gerçek devrim olmadı daha düşünüşümüzde de ondan..." (4)

Benim Kayseri'de İmam-Hatip okulu öğretmeni olarak çalıştığım sırada Nurullah Ataç, Ankara'da Türk Dil Kurumu'nun genel yazmanı ve Türk Dili'nin sorumlusuydu. İki kez mektup yazdı. Birincisinde "Sen parantez'e " "ayıraç" diyormuşsun, bunu nereden buldun ya da nasıl yaptın?" diye sordu. İkincisinde de, kurum yönetim kurulundan birkaç kişinin Kayseri'ye gelip Kurum için tanıtma konuşmaları yapacaklarını, bunun için ilin valisi ile görüşüp bir salonun hazırlanmasında yardımcı olabilip olamayacağımı sormuştu. Yüzyüze hiç görüşüp konuşamadık.

Ataç, anılarını yazmadı ya da yazdı da yayımlanmadığı için biz bilmiyoruz. Gerçi Günce'leri bir tür anı sayılabilir. Ama daha çok yazın ve dil ağırlıklı. Bu yazıyı noktalamadan güncelerine bir kez daha baktım. Sondan birkaç güncesi tarihsiz. Ama son güncesine tarih atmış.

Anladığımıza göre Ataç 1957 yılının Nisan ayı sonlarına doğru rahatsızlanmış. Birkaç kez sayrıevine kaldırılmış, eve taşınmış. Son olarak Mayıs ayının ilk haftasında gene sayrıevine kaldırılmış ve orada yaşamını noktalamış.11 Mayıs 1957 günü son güncesini yazmış, "Son sayrıevine düştüm.Bu kez önemliye benziyor. Öldürür mü? Öldürmez mi? Orasını bilemem ya, İstanbul'a gidecektim, sağınlar (hekimler) bırakmıyor. Bir süre yazı yazamayacağım. Ben de yazamayacağım, Kafaoğlu da yazamayacak. Ayrılamaz benim yanımdan.

Kim bilir? Ola ki son yazdığım çizeklerdir bunlar. Öyle ise ne yapalım? Bunca yıl yaşadım, yeter bana."

Bunca yıl dediği topu topu 58 yıl, 14 ay, 7 gün. (23.8.1898 - 17.5.1957) Bir yazısında görmüştüm, Ben ölümden korkmuyorum. Ben öldükten sonra "Ataç vefat etti" diye yazarlar, ondan korkuyorum" demişti. Oysa Ataç ne vefat etti, ne de öldü, ölümsüzler arasına karıştı. İsteseler de O'nu vefat ettiremezler!...

.................................................................


(1) Ataç'ı Anış, Türk Dil Kurumu 1968, s. 58-58
(2) Dilcilere saygı, Türk Dil Kurumu Yayını, 1966, s. 161-162
(3) Ataç'ı Anış s. 22-23
(4) " " s. 38-39

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 106511

ulkucudunya@ulkucudunya.com