Halep Misak-ı Milli sınırları içindedir
Prof. Dr. Abdülhaluk Çay 01 Ocak 1970
TÜRKSOLU: Hocam, Suriye'nin kuruluşuna gelecek olursa...
Abdülhaluk ÇAY: 1851-1852 yılına kadar biz dış borç almadık. İlk defa Kırım Savaşı sonrasında borçlandık. Bu başlangıçtan sadece on beş sene sonra devlet borcun faizini ödeyemez duruma geçti ve Düyun-u Umumiye kuruldu. Bunların tümü birbirine bağlıdır. Bir kere bizi borçla teslim almışlardır. Borç verenin emir de verdiği noktaya getirmişlerdir. Bu uygulamayı Filistin'de Yahudi bağımsızlığı için önerildiğinde reddettik. Ama bunu I. Dünya Harbi'nde yine de gerçekleştirdiler. I. Dünya Harbi'nde biz üç kıtada ve yedi cephede çarpıştık. Mısır, Irak, Suriye, Kafkas cepheleri ve Balkanlarda savaştık. Bu da yetmedi Ruslar Almanları sıkıştırınca, Alman istekleri doğrultusunda Galiçya'ya da asker gönderdik. Çok kişinin anlayamadığı bir şeyi İnkılap Tarihi derslerinde vurgularım. I. Dünya Savaşı'na girişimizle ilgili olarak o dönemki İttihat ve Terakki erkanının Türkiye'yi savaşa balıklama soktuğu görüşü hakimdir. Enver, Talat ve Cemal Paşalar tenkit edilirken hep bu noktadan bakılmaktadır fakat bu yanlıştır. O günkü hükümet öncelikle İngiltere ve Fransa'ya başvurmuştur. Yani çıkması muhtemel bir dünya savaşı tehlikesi hissedilmiş, yalnız kalması durumunda Türkiye'nin başına bir takım felaketlerin gelebileceği endişesi de duyulmuştur. Taraflar arasında İngiltere ve Fransa'nın en yakın olabileceği düşünülerek önce onlara başvurulmuştur. İngiltere kibarca reddetmiştir. Türkiye'yi rahatsız edebilecek bir tehlike olmadığını, Türkiye'nin asker sayısının fazla olduğunu ve onu destekleyecek durumlarının olmadığını belirtmişlerdir. Ancak Türkiye'nin tarafsız kalması durumunda bu karara saygı duyacaklarını söylemişlerdir. Bunları söyleyen İngiltere altın olarak parasını verdiğimiz iki zırhlıyı Yunanların isteği üzerine bize vermeyecektir. Fransa da aşağı yukarı aynı şeyleri söyleyince Türk tarafı önce kenara çekilmiş sonra da Almanya'ya müracaat etmiştir. Üç İttihatçı liderden Talat ve Cemal Paşalar İtilaf zümresinden yanaydı başlangıçta. Sadece Enver Paşa, Alman yanlısı olarak gözüküyordu. Almanya'ya başvurulduğunda ise Almanya da aynı cevabı vermiştir. Almanya Ruslar tarafından sıkıştırılıp Man hattında da Fransa karşısında etkinlik gösteremeyince yeni bir cephenin açılmasıyla rahatlamak için Türkiye'ye ihtiyaç duydu. Almanya'nın İstanbul'daki büyükelçisine talimat verildi ve o talimat doğrultusunda Türkiye ile ağustos başında ittifak anlaşması yapıldı. İttifak anlaşmasının birinci maddesi şöyledir: Bir savaş çıkması halinde Osmanlı Devleti Almanya'nın yanında yer alacaktır. Oysaki savaş zaten haziran ayında çıkmıştır bile! Yani bizim savaşa girmemiz bile sıkıntılıdır. Savaşın sebebi Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesiydi. İtilaf zümresine baktığımız zaman İngiltere'nin ve Fransa'nın Ortadoğu politikaları olduğunu görürüz. Kendilerine göre Filistin, Lübnan ve Suriye üzerine politikaları vardır. Rusya'nın, Boğazlar ve Kafkasya üzerinde bir takım politikaları vardır. Bu politikaların gerçekleştirilmesi için de Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesi gerekiyordu. Bizim o günkü yöneticilerimiz bunu hissettikleri için bu tehlikeyi başlarından def etmenin yolunu bulma düşüncesiyle her iki tarafa da müracaat ettiler ve kabul eden tarafa katılmak zorunda kaldılar. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'ne kadar da yedi cephede çarpıştık.
Bunların içinde Çanakkale ve Gelibolu Savaşları önemlidir. Bu savaşlar Rus İhtilali'nin en önemli sebeplerinden biridir. İngiliz ve Fransız donanmaları orayı aşamayınca Bolşevik ve ¬Menşeviklerin çıkarttığı ihtilal başarılı oldu. zaman içinde Bolşevikler, Menşevikleri de tenkil ederek iktidar oldular.
Sovyet sistemi de o zaman oluştu. Diğer taraftan bütün Arap Yarımadası kontrolümüzden çıktı ve bizden sonra burada İngiltere ve Fransa arasında bir rekabet söz konusu oldu. Bunun sonucunda Fransa'nın Türkiye ile yakınlaşması ve Ankara İtilafnamesi'nin yapılması hep İngiliz emperyalizminin geniş istekleri yüzünden olmuştur. Bu nedenle Fransa ve İtalya yan çizmeye başlamıştır ve o doğrultuda da Suriye Fransa'ya Musul petrollerinden % 25 kadar bir pay da verilerek peşkeş çekildi. Böylece Fransa susturuldu, İtalya ise tamamen terk edildi. Oysaki İtalya'ya Antalya ve Ege bölgesi peşkeş çekilmişti. İngiltere, İtalya'yı gözden çıkarınca Yunanlıları oraya teşvik etmiştir. Bunun sonucunda da biz İstiklal Savaşı'nı İngiltere adına çarpışan Yunanlılarla yaptık.
Suriye ve Filistin'i nasıl kaybettik?
TÜRKSOLU: Şeriatçı basında şöyle iddialar var: Aslında Mustafa Kemal Fransa'yla anlaşarak Suriye ve Filistin'i bilerek satmıştır.
Abdülhaluk ÇAY: Onu söyleyenlerin bir şeyi çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Misak-ı Milli'nin bir tarifi vardır. İstanbul'da 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli ilan edilmişti. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ardından İstanbul zor durumda kalınca seçimler yapılmış ve Meclis-i Mebusan yeniden toplanmıştı. Misak-ı Milli de o Meclis'te ilan edilmişti. Misak-ı Milli gayet nettir. Burada, Türk nüfusunun hakim olduğu yerler Türk sınırları dahilindedir. Bu da 1918 yılında Mondros'un imzalandığı dönemdeki sınırlarımıza karşılık gelmektedir. Kerkük bu sınıra dahildir. Henüz İngilizlerin girmediği Kerkük, Mütareke imzalandıktan sonra ve Mütareke hükümlerine aykırı olarak üç gün sonra İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Atatürk'ün gayet güzel bir şekilde çizdiği tanımlama da vardır: "İskenderun körfezinin güneyinden başlayan sınırımız Halep'i kapsar, Musul ve Kerkük'ü ihtiva ederek İran sınırına ulaşır" der. Yani bugün Kuzey Suriye dediğimiz bölge, Irak'ın Erbil, Musul ve Kerkük dahil Kuzey bölgesi Türk sınırları içinde mütalaa edilmiştir.
Misak-ı Milli'nin sınırları
TÜRKSOLU: Yani günümüzde Kürtçülerin Irak ve Suriye'de Kürdistan'ı kurmaya çalıştıkları bölgenin tümü aslında Misak-ı Milli'nin içindedir...
Abdülhaluk ÇAY: Evet, tümüyle buralar milli sınırlarımızın içindedir. Atatürk bunu gayet net bir şekilde ifade etmiştir.
TÜRKSOLU: Atatürk'ün Halep'i içeren böyle bir ifadesi var mı? Halep Misak-ı Milli'ye dahil mi?
Abdülhaluk ÇAY: Evet vardır. Misak-ı Milli'yi gayet net bir şekilde Halep'in güneyinden tarif etmiştir. Bu çerçeveden bakarak Suriye'nin durumunu düşünmemiz gerekir. Suriye'de Türkler nerede yaşıyor diye aklımıza bir soru gelebilir. Suriye'de bugün aşağı yukarı 1 milyon civarında Türk unsur vardır. Ürdün'de de Türkmenler ve Kafkasyalı gruplar vardır. İktidarı elinde bulunduran ailelerin bir kısmı da bunlardandır. Buradaki Türkmenler hiç Türkçe bilmemektedir. Ürdün'de Ürdün ve Filistin Türkmenleri üzerine bir doktora tezi de yapılmıştır. Tarihçi Orhan Koloğlu'nun da içinden yetiştiği Koloğulları ya da Kuloğulları vardır. Cezayir'den, Libya, Tunus, Mısır, Suriye, Irak'a kadar bunlar vardır ve oraya giden Türk askerlerinin çocuklarıdır. Ama bu Kuloğullarının bir kısmı da kendilerini Arap olarak bilirler. Buna bireysel olarak da şahit oldum.
Suriye'de Bayır Bucak Türkmenleri adlı gruplar da vardır. Bunlar Hatay'ın güneyiyle Lazkiye arasındadır. Halep ve çevresinde de Türkmen grupları vardır. Yine büyük çatışmaların olduğu Hama ve Humus bölgesinde de Türkmen grupları vardır. Şam ve civarındaki Türkmenlerin, Ürdün Türkmenleriyle de ilişkileri vardır. Lübnan Dağları ve Bekaa Vadisi'nde de önemli Türkmen grupları vardır. Bunun dışında Kuneytire ve Golan Tepeleri'nde de Türkmen grupları vardır. 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı'nda Suriye hükümeti orada savaşan askerlere özellikle yardım etmemiştir. Bunun tek sebebi de burada yaşayanların Türk ve Kafkas kökenli olmasıdır. Oysaki İsrail ve Siyonizm'e karşı en büyük direniş de buralarda yapılmıştır.
Suriye'ye 1936 yılında Fransız denetimli bir bağımsızlık verilmişti. 1932-33 yıllarında da İngiltere, Irak'a bağımsızlık vermişti. 17 Kasım 1970'e kadar böyle bir Suriye Cumhuriyeti vardı. Fakat bu tarihten itibaren Suriye'de Hafız Esad yönetimi işbaşı yapmıştır.
Ortadoğu'da devrimler dönemi ve İngiliz politikası
TÜRKSOLU: Peki, Hafız Esad'ın iktidara gelmesinin arkasında kimler vardı?
Abdülhaluk ÇAY: 1958 yılında Irak Kralı'na karşı General Kasım ihtilal yapmıştı. 1952 yılında Nâsır Mısır'da darbe yapmıştı ve bunların tümünün de arkasında İngiliz politikası vardı.
TÜRKSOLU: Nasır'ınki de buna dahil midir?
Abdülhaluk ÇAY: Evet, dahildir.
TÜRKSOLU: Ama sonradan Nâsır'la İngiltere çatıştılar...Abdülhaluk ÇAY: Bu böyledir. Başlangıçta bazı tehlikeleri uzaklaştırmak için uzlaştılar ve kullanabilecekleri insanları kullandılar. Nâsır ülkede kendi hakimiyetini gerçekleştirmek için bir çok yanlış işler yapmıştır. Oldukça önemli bir hasım tabakası yaratmıştır. Bu tabakayı da daha sonra ona karşı kullandılar. Aynı şey Irak ve Suriye içerisinde de oldu. 1932-33'de Irak, 1936'da Suriye devlet olarak ortaya çıktıklarında oluşan durum hakkında benim ilginçliğini ifade etmek istediğim şey şudur: Suriye'nin nüfusunun % 80'i Sünni'dir. Nusayriler % 13'tür ve ayrıca Hıristiyan gruplar vardır. İktidar % 13'lük Nusayrilerin kontrolündedir. Nusayrilik, bizde yalan yanlış bir şekilde Alevilik olarak nitelendirilmektedir. Oysaki Nusayrilik, Alevilik değildir. Alevilik yalnızca Anadolu Türkmenlerine has bir inanç sistemidir. Anadolu Müslümanlığıdır. Türk Dünyasında da Anadolu'nun dışında Alevi'ye rastlayamazsınız. Arap Nusayrisi dolayısıyla geçmişteki Emevi-Fatımi ve Abbasi-Fatımi mücadeleleri gibi Arap dünyası içinde oluşmuş bir yapılanmadır.
Irak'ta da tam tersi bir durum vardır. % 40'lık Sünnilerin hakimiyeti vardır, % 60 ise Şia kökenlidir. Her iki ülkede de azınlığı temsil eden gruba dayalı bir iktidar oluşturulmuştur.
İngiltere'nin Nasturi devleti planı
Başka bir şey daha söylemek istiyorum: 1918 Mondros Mütarekesi'nden sonra İngiltere'nin politikasıyla ve Sykes-Picot Anlaşmasıyla ilgili olarak bir doktora tezi yaptırmıştım. Öğrenci o dönemin belgelerini İngiltere'de bularak yaptı doktorasını. Sir Mark Sykes daha sonra İngiliz Dışişleri Bakanı ve Başbakanı olacaktır. İngiliz İstihbaratı ve Sömürgeler Bakanlığı onun ellerinde toplanmıştır. Meşhur Arnold Toynbee onun emrindeki bir uzmandır. Arabistan Yarımadası'nda propaganda yapan meşhur Albay Lawrance, Binbaşı Noel hep onun emrinde çalışan kadrolardır. Onun politikası şöyle izah edilir: Arap devletlerinin sınırları, İngiliz generallerinin bastonlarıyla kumlar üzerine çizilmiştir. Daha ilginç olanını söyleyeyim: Kurulan devletlerin bayraklarının şekilleri dahi Sir Mark Sykes'ın kaleminden çıkmıştır. Bahsettiğim çalışma bunu tespit etmiştir. Keşke kitap olarak da basılmış olsa...
Nasturiler meselesine gelince; İngilizlerin Irak'a girdiklerinde asıl politikaları bir Nasturi yurdu kurmaktı. Kuzey Irak'ı ve Hakkari'yi kapsayacak şekilde bir plan yapılmaktaydı. Ancak Nasturi nüfusun kifayetsiz olduğunu gördükten sonra Kürt politikasına dönmüşlerdir. İngiltere kullanılabilecek ikinci unsur olarak Kürtleri değerlendirmiştir. Zaten 19. yy'ın ikinci yarısından itibaren çıkan Ermeni meselesi gibi sorunlar hep Batının politikası dolayısıyla çıkmıştır. Yine günümüzde yaşadığımız Kürt meselesi de Batı'nın politikaları sonucu karşımıza çıkmaktadır. Mesele Ortadoğu hakimiyetidir. Dünyanın % 70'lik rezervine sahip petrol buradadır. Bu da yüzyıl sonuna kadar dünyanın ihtiyacını karşılayacak petrol rezervi demektir. Tabi ki bunu kontrol altında tutan devlet ayakta kalacaktır. Diğerleri de ona kul olacaktır.
Mark Parris, ABD'nin Türkiye Büyükelçisiydi. 2001 yılında vedalaşmak için yanıma geldiğinde "Kürt Dosyası" adlı kitabımın İngilizcesini kendisine hediye ettim. "Bu konuda bizim de görüşlerimize saygı duymanız gerekir. Büyük devletlerin politik hataları dünya savaşlarına neden oluyor" dedim. "Nasıl yani?" dedi. "Bakın Churchill bir hata yaptı. Bir milletin haysiyetiyle oynadı ve o politikaların sonrasında Hitler Almanya'sını yarattı. Roosevelt bir hata yaptı, Stalin Rusya'sını yarattı. 21.yy'a giderken üçüncü bir hata yapmayın" dedim. Bana söylediği şey şu oldu: "Ben sizinle tartışmaya geleceğim". Fakat bir daha gelmedi.
Hafız Esad dönemi Suriyesi
TÜRKSOLU: 1970'li yıllarda Hafız Esad'ın işbaşına geldiği devlet nasıl bir devletti?
Abdülhaluk ÇAY: Irak ve Suriye de belli bir komitenin kontrolünde oluşan devletlerdi. Birisi Nusayri cemaatine diğeri de Sünni cemaatine dayalı yapılardaydı. Bu yapılanmalardan bahsederken 1960'lı ve 1970'li yılların Filistin meselesine girmek gerekir. Bence Filistin meselesi Arap dünyasında istismar konusu yapılmaktadır. Hiçbirisinde Filistin'de ölen insanlar ve Filistin halkı için bir acıma hissi olduğuna inanmıyorum. Filistin meselesi kendi ülkelerindeki politik çıkarlar için kullanılan bir malzemedir. Filistin nasıl bir yerdir? Terörün her türlüsü burada açık çalışma alanı bulmuştur. Humeyni yanlıları, komünist gruplar, Ermeni ASALA örgütü ve PKK orada faaliyet göstermiştir, hatta orada doğmuştur. Cengiz Çandar örneğini vermek bile yeterlidir.
ASALA'nın kurucularından biri Agop Agopyan'dır ve Atina'da öldürülmüştür. Agop Agopyan'ın Filistin'deki İslamcı geçinen gruplar içindeki ismi Ebu'l Mücahit'tir. Böyle bir yapılanma vardır. Bu yapılanma kime karşı kullanılmıştır. Hedef olan İsrail'e karşı kullanılmaya çalışılmıştır. Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Irak, İran gibi her devlet ayrı bir politika takip etmiştir. Bu politikalar arasında bizi ilgilendiren Hafız Esad dönemindeki politikalardır. Özellikle İran devleti Atatürk'ün vefatından sonra yani 1938'li yıllardan sonra Kürt politikasına ağırlık vermiştir. İran'ın politikası Kürt denilen grupların İran kökenli oldukları, Aryan ırkına mensup oldukları iddia edilerek Kürt meselesini sahiplenmeye çalışmıştır. Ancak 1946 yılında Musaddık'ın İran petrollerini millileştirme politikasına karşı II. Dünya Harbi'nin ertesinde İran petrollerini kontrol altında tutabilmek amacıyla İngiltere'nin başını çektiği hareket İran'da devletçiklerin kurulmasına sebebiyet verdi. Bunlardan bir tanesi Güney Azerbaycan devleti, bir tanesi de Mahabad Kürt Cumhuriyeti'dir. Bunlar kısa süreli oldu. 1950'li yıllarda İran teslim bayrağını çekip, Musaddık gözaltına alındıktan sonra bu devletlerin her ikisi de ortadan kaldırıldı. Yöneticilerinin bir kısmı öldürüldü. Mahabad'daki Molla Mustafa Barzani Rusya'ya kaçtı. 16 yıl yani 1958'e kadar burada kaldı.
Bu çerçeve içinde baktığımız zaman Suriye, Irak ve İran'da ortak bir politika olduğunu görürüz. Birbiriyle ilişkisi olup olmadığını tam net söyleyemem. Bu politika Akdeniz'den Rus sınırına Aras'a kadarki coğrafyadaki Türkiye sınırında aşiretlerin yer değiştirilmesi hadisesidir. Bütün bu bölgeye Kürt nüfus yerleştirilip, Türkmenler içeriye çekilmiştir. Bundan amaç Türkiye'yi kendi ülkelerinde yaşayan Türkmenlerden uzak tutmaktır. Oysaki Türkiye'nin bu tip düşmanca bir politikası olmamıştır. Buna rağmen Türkmenleri bir tehdit olarak görüp ve Kürt unsuru bir tehdit olarak kullanmayı bir milli politika olarak benimseyip bu politikayı izlemişlerdir.
Ortadoğu'da İngiltere-Fransa-Rusya etkisi
TÜRKSOLU: Bakıyoruz; 1970'li yıllarda Suriye, Irak, İran'ın her üçünün arkasında Rusya'nın desteğinin olduğunu görüyoruz. Özellikle Irak ve Hafız Esad sosyalizm yanlısı bilinir. Fakat aynı anda bunlara bir Fransız desteğinin de olduğunu görüyoruz. Üç devletin Kürtlerinin arkasında da bu destek var. Humeyni'nin İran'a geri getirilmesi İngiltere'nin karşısında bir Fransız müdahalesi olarak ortaya çıkmıştır. Yine Hafız Esad'ın arkasında da Fransız etkisi vardır. Yaşanan süreç neydi? İngiliz-Fransız rekabeti mi vardı yoksa Rusya'nın ele geçirmesi mi söz konusuydu? Yoksa tüm bu güçler birleşmiş miydi?
Abdülhaluk ÇAY: Şöyle söyleyelim. 60'lı yıllardan itibaren iki nükleer güce sahip kamptan oluşan dünya tablosu ortaya çıkmıştı. Bir yanda Varşova Paktı, diğer yanda bizim de dahil olduğumuz NATO vardı. bütün bu gruplar açısından hadise bölgedeki enerji kaynaklarının kontrol altına alınmasıdır. Rusya ve Sovyet politikası Ortadoğu'ya ilk etapta Suriye üzerinden girmiştir. İran'da Humeyni rejimine kadar Amerikan politikası etkili oldu ve Amerika'nın nazarında İran Ortadoğu'daki üssüydü. Biliyorsunuz, General Kasım ihtilalinden sonra Molla Mustafa Barzani Irak'a dönmüştü. Irak'ta ve Suriye'de KDP örgütleri kurulmuştu. İran'da da Kasımlo'nun kurduğu İran-KDP vardı. Bu üç KDP birbirinden fraksiyon olarak ayrı gözükmesine rağmen belli ortak hedefleri vardı. Amerika 1967 yılında meşhur dışişleri bakanı Kissinger zamanında Tahran'da bir anlaşma yapıldı. Tahran Anlaşması'yla İran, İsrail, İngiltere ve ABD Molla Mustafa Barzani'ye destek olma kararı aldılar. Ve o karar doğrultusunda silah vs verildiği gibi İran peşmergelerin yetiştirildiği bir üs olarak kullanılmaya çalışıldı. Bu durum 1967'den 1970'e kadar sürdü. 1970-71 yıllarında Saddam Hüseyin mecbur kaldı. Bir anayasa değişikliği yapıldı. Bu anayasaya Irak halkının Araplardan ve Kürtlerden oluştuğuna dair bir madde konuldu. Şimdi aynı oyun Türkiye'de oynanmaya çalışılmaktadır. Ve o maddeye dayanarak Molla Mustafa Barzani yönetimindeki Kürtlere destek sağlandı. Yine aynı tarihlerde Rusya bu politikaya alternatif olarak Talabani grubuna destek olmaya başladı. Bizim o dönemki gazete arşivleri taranırsa görülecektir; Hakkari dahil bir çok bölgede Barzani ve Talabani yanlılarının çatışması vardır o dönemde. Hatta bu çatışmalardan birinde iki taraftan toplam iki bin beş yüz insan ölmüştü.
Talabani Rusya tarafından kullanılıyordu. Rusya'nın yanı sıra Irak ve Suriye hükümetleri de Talabani'ye Barzani'ye karşı destek çıkmaya başladı. 1976 yılına kadar bu durum böyle kaldı. 1976'da Cezayir'de petrolle ilgili yapılan bir toplantıda Irak, İran'la arasında ihtilaf yaratan Basra Körfezi'ndeki bazı bölgeleri İran'a terk edince İran ve ABD Barzani'den desteği çekti. Barzani İran'a kaçmak zorunda kaldı, burada hastalandı ve 1979 yılında tedavi için gittiği ABD'de öldü.
Barzani aşireti daha önce de İngilizler tarafından 1924-25 yıllarındaki isyanlar sırasında Türkiye'ye karşı kullanılmıştı. Emperyalist devletler kendi hedeflerini ulaşabilmek için bunları kullanmıştı. Bugün de oğlu aşağı yukarı aynı politikayı takip ediyor. Yarın ona da tekme vurulacaktır. Bundan da bir şüphem yoktur.
Suriye, ASALA ve PKK'ya destek oldu
1986-87 yıllarında, benim Tunceli bölgesinde saha çalışması yaptığım dönemde, duyduğum kadarıyla Esad’ın güney Suriye’deki Sünni kesimden ayrı Lazkiye ağırlıklı bir “Alevistan” projesi vardı. Bu da Lazkiye’den başlayarak, İskenderun, Hatay, Urfa, Malatya, Elazığ ve Tunceli’yi kapsayan bir devlet için Hafız Esad’ın çalışmalar yaptırdığını duydum. Fakat ne dereceye kadar doğrudur
TÜRKSOLU: Peki Suriye'nin PKK'ya desteği?
Abdülhaluk ÇAY: Suriye az önce de belirttiğim gibi Türkiye sınırına Kürtleri yerleştirmişti. Ardından da Türkiye'ye karşı tamamen düşmanca bir politika içine girdi. "Kürt Dosyası" adlı kitabımda anlaşmanın metni vardır. 1980-81 yıllarında Şam'da ASALA ile PKK anlaşmıştır. O anlaşmayla özellikle Orly katliamının ardından ASALA'nın dünya kamuoyunda çektiği tepkiyi silebilmek için ASALA geri plana çekildi ve tabiri caizse terör PKK'ya havale edildi. Bu anlaşma Hafız Esad'ın sarayında ve onun huzurunda yapılmıştı. O andan itibaren de Hafız Esad PKK'ya sahip çıktı. Bekaa Vadisi'nde kampların açılması ve desteklenmesinin yanında Suriye'nin bir politikası daha oldu. Özellikle Suriye'de yaşayan Kürtleri PKK örgütünde Türkiye'ye karşı çarpışmak şartıyla askerlikten muaf tutmuştu. Türk Ordusu'nun Kara Kuvvetleri Komutanının Hatay'da yaptığı konuşmanın sonrasında Suriye tavır değiştirmeye mecbur kalacaktı. Rusya da o tarihlerde büyük bir ekonomik ve siyasi kriz içerisindeydi. Kendisini toparlamaya çalışıyordu. Bu nedenle Suriye buradan bir destek göremeyeceği endişesiyle apar topar Abdullah Öcalan'ı yurtdışına çıkardı. Apo, Rusya'ya gitti fakat Rusya da Türkiye ile ilişkilerini bozmamak amacıyla onu bir süre tuttuktan sonra İtalya'ya gönderdi. İtalya'dan Yunanistan'a, Yunanistan'dan Kenya'ya gitti. Kenya'da da bize ABD'nin Yunanistan'ı sıkıştırması üzerine teslim edildi. ABD'nin Apo yüzünden çıkan bir savaşa karışmayacağını belirtmesi Yunanistan'ı Apo'yu teslim etmeye mecbur bıraktı. Yunanistan böylece Apo'yu Kenya'da kendi büyükelçiliğinin kapısında Türk görevlilerine teslim etmiştir.
Esad'ların "Alevistan" projesi
Bugüne gelirsek; oğul Esad'ın babasının ölümünden sonra kendisine göre bir politika takip ettiğini görürüz. Babasının kurduğu sistemi ise değiştirecek bir adım atmamıştır. O sistem içerisinde komşularıyla işbirliği yapması gerekiyordu. Komşuları arasında İsrail ile bir araya gelmesi zaten mümkün değildi. Hafız Esad zamanında Mısır-Suriye birleşmesi denenmiş ama fazla sürmemişti. Beşar Esad için tek çıkış kuzeydeki Türkiye olarak gözükmüştü. Irak'ta ise Saddam Hüseyin devrilmişti ve ABD işgali vardı. bu dönemde Esad, Türkiye ile işbirliği içerisine gitti. El ele, kol kola gayet samimi resimler çekildi bu dönemde. Bugünkü noktaya gelince, benim görebildiğim durum şudur:
Suriye'de patlak veren bu Sünni-Nusayri kavgası Türkiye'de bir mezhep kavgası olarak algılanarak Sünnilere destek veriliyor yanılgısı vardır. Bu durum böyle bir kavga Türkiye'de de olabilir mi endişesini doğurmaktadır. Batı dünyasının en önemli projelerinden birisi eğer Kürt meselesinde başarılı olamazlarsa Türkiye'nin başına bela edebilecekleri Sünni-Alevi kavgasıdır.
Almanya'nın Hamburg şehrinde Şarkiyat Enstitüsü vardır. Bu enstitünün yayınlarına bakın. Bunlar Şarkiyat adı altında Türk ve İslam dünyasını öğrenmek için değildir. Tamamen Türk ve İslam dünyasına problem çıkarmak için yapılan çalışmalardır. 1985-86'da Hamburg Şarkiyat Enstitüsü iki cilt Alevilik kitabı çıkarmıştır. Kürt meselesi üzerine dört beş tane kitap yayınlamıştır. Yine Ermeni meselesi üzerine yayınlar yapmıştır. Hatta Hemşinliler olarak bilinen insanlarımızın Ermeni kökenli olduklarına dair doktora tezleri yapıldı.
Kürt politikası konusunda Batı dünyası eğer bir başarısızlığa uğrarsa alternatif olarak Türkiye'nin başına özellikle Alevilik konusunu sarmaya çalışacaktır.
TÜRKSOLU: Türkiye'de Suriye ile olan meselede özellikle Alevi kesimin Esad'ı desteklediğini görüyoruz...
Abdülhaluk ÇAY: Esad'la ilgili bir şey daha söyleyeyim. 1986-87 yıllarında, benim Tunceli bölgesinde saha çalışması yaptığım dönemde, duyduğum kadarıyla Esad'ın güney Suriye'deki Sünni kesimden ayrı Lazkiye ağırlıklı bir "Alevistan" projesi vardı. Bu da Lazkiye'den başlayarak, İskenderun, Hatay, Urfa, Malatya, Elazığ ve Tunceli'yi kapsayan bir devlet için Hafız Esad'ın çalışmalar yaptırdığını duydum. Fakat ne dereceye kadar doğrudur bilemiyorum.
TÜRKSOLU:Türkiye'de böyle bir "Alevistan" projesini takip eden bazı Alevi Marksist gruplar var...
Abdülhaluk ÇAY: O kısmını bilmiyorum fakat böyle bir şey varsa mutlaka Hafız Esad'ın bu projesinin parçasıdırlar.
TÜRKSOLU: Erzincan, Tokat, Sivas, Tunceli illerini içeren bir "Alevistan" kurulmasını hedeflemekteler...
Abdülhaluk ÇAY: Esad'ın projesi Lazkiye merkezli ve bir bıçak gibi Anadolu'nun içerisine girecek ve Alevi nüfusun yoğun yaşadığı bölgeyi kapsayan bir projedir.
Suriye meselesindeki ayrışmanın kökeni
TÜRKSOLU: Peki Hocam, Türkiye'de muhalefetin ve hükümetin politikasını nasıl ele alabiliriz? Bir kesim tamamen Suriye'yi desteklemektedir. Hatta bu kesime MHP bile dahildir. Geri kalan kısım yine Cemaat de dahil olmak üzere hükümetin politikasını desteklememektedir. Bu ayrışmayı neye bağlıyorsunuz?
Abdülhaluk ÇAY: Bu anlaşmazlığı politikasızlığa bağlıyorum. Destekleyen tarafın da karşı çıkan tarafın da Suriye ve Türkiye'nin dış politikasıyla ilgili bir politik proje ortaya koyduklarını görmedim. Atatürk'ün Batı dünyası üzerine güzel bir sözü var. "Bizim ezeli ve ebedi dostluğumuz yoktur. Ezeli ve ebedi olan menfaatlerdir." Batı bizleri kandırmak için ezeli ve ebedi dostluklar varmış gibi davranmışlardı. İngiltere'de dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yapmış olan Disraeli'nin de güzel bir sözü var: "İngiltere için ezeli ve ebedi olan tek şey İngiliz menfaatidir". Biz bunu anlayabilmiş değiliz. İki dışişleri bakanı arasındaki dostluk gösterisini iki millet arasındaki dostluk olarak algılıyoruz. Bunun tam tersi birbirlerine laf yetiştirmelerini düşmanlık olarak algılıyoruz.
Benim Ortadoğu'daki menfaatim nedir? Bir kere bunun ortaya konulması lazım. Bu ortaya konulduktan sonra bir politika takip edilebilir. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye'nin tüm komşuları ile problemleri vardır. Dolayısıyla ortada bir politika yoktur. Suriye'ye müdahale edin... Neden edeceksin? Orada ne menfaat var? Hedef eğer Misak-ı Milli sınırlarını almaksa ona göre bir politika takip edilir. Ortada böyle bir hedef de yoktur.
Orada şu kadar insan öldü... Ama teröristler yüzünden benim de bir sürü insanım vefat etmedi mi? Türkiye'deki sağ-sol kavgaları yüzünden benim on binlerce gencim gitti... Bu Türkiye üzerine politika üreten iki süper gücün yaptıklarının sonucudur. Fakat benim geleceğimin evlatları kayboldu orada...
TÜRKSOLU: Türkiye'nin müdahalesine çok şiddetli karşı çıkanlardan biri de PKK. Bunu neye bağlayacağız o zaman?
Abdülhaluk ÇAY: PKK bu bölgede en zayıf konumdaki devlet olarak Suriye'yi görmektedir. %13'lük bir azınlığın iktidarda kalması kolay kolay mümkün değildir. Suriye'de 400-500 bin civarında bir Kürt nüfus vardır ve PKK buna dayanarak bir çekirdek kurmayı düşünmektedir. İran'da bunu oluşturması mümkün değildir. İran bugün 75-80 milyonluk nüfusu içinde aşağı yukarı 7-8 milyon kadar bir Kürt nüfus barındırmaktadır. Türkiye'de de durum böyledir. Kim ne derse desin % 8.5'in üzerinde bir Kürt nüfus olduğunu zannetmiyorum. 75-80 milyon Türk'ün içerisinde bu Kürt nüfusun bir şansı yoktur. Asla abartıldığı kadar 40-50 milyonluk Kürt nüfusu yoktur. Eğer 40 milyon varsa buyursun devletlerini kursunlar!
Bu anlamda Suriye en zayıf ülkedir. Suriye'nin bir alt yapı zenginliği de yoktur. Madenler ve petrol açısından Irak gibi değildir. Bu bakımlardan Suriye hedef alınmış olabilir.
TÜRKSOLU: Peki sizce bu çatışma nasıl sonuçlanacaktır? Beklediğiniz ya da görebildiğiniz sonuçlar nelerdir?
Abdülhaluk ÇAY: Benim görebildiğim kadarıyla Esad rejimi bitecektir. Nusayri grubunun Lazkiye'de bağımsız olmasıyla Suriye ikiye ayrılabilir. Başka bir alternatifi yoktur.
TÜRKSOLU: Peki bir Kürt devleti?
Abdülhaluk ÇAY: Zannetmiyorum. Zaten ortam biraz değişse Türkiye'ye pek fırsat kalmadan Araplar o işi bitirecektir.