BERGAMALI AHMED CEVDET EFENDİ
01 Ocak 1970
Çemişkezek’te doğdu. Babası dava vekili Çemişkezekli Hüseyin Aşkî Efendi’dir. Doğumundan üç yıl sonra ailesi Bergama’ya yerleştiğinden Bergamalı lâkabı ile bilinmektedir. İlk tahsilini burada yaptı. 14 yaşında İstanbul’a giderek Ayasofya Medresesi’nde yüksek tahsilini tamamladı. Eğinli İbrahim Efendi’den icazet aldı. İki yıl sonra da Bayezid Medresesi’ne dersiâm oldu. 1914 yılından başlayarak sırasıyla önce, Dârülhilâfe Mederesesi’nde Arap edebiyatı müderrisliğine, 1917’de Medresetü’l-mütehasısîn’de hadis usulü, aynı yılın sonunda da Süleymaniye Medresesi tefsir müderrisliklerine getirildi. Bu arada birçok idari görevler aldı. Ağustos 1918’den Mart 1919’a kadar Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiye âzalığında ve 1920-1922 yıllarında da Huzur Dersleri mukarrirliğinde bulundu. 1924’de Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi tefsir ve fıkıh müderrisi oldu. Milli Mücadele sırasında halkı aydınlatmak ve bilgilendirmek amacıyla Anadolu'da görevlendirildi. 54 yaşında iken İstanbul’da vefat etti.
Cevdet Efendi Arapça ve Farsça’yı iyi bilen, din ilimlerinde yetkin, edebi konularda bilgili bir kişi olduğu kaynaklarda ifade edilmiştir. Ayrıca İbnülemin Mahmud Kemal onu kısa boylu, tıknaz, kısa sakallı, zeki, latifeden hoşlanan, kahkahası bol bir zat olarak tanıtmaktadır.
Bergamalı Cevdet Efendi’nin hayatı hakkında, hâtıra nev’inde Sâmiha Ayverdi’nin “Hatıralarla Başbaşa” (İstanbul, 1977) isimli eserinde on sahifelik güzel bir yazısı vardır. Burada kitap sevgisi ve insanlığından övgüyle bahsedilir. Elimizdeki eser de onun düşünce, yaşayış ve kitap seçmedeki yüksek zevkini göstermesi bakımından yeterlidir. Samiha Ayverdi’nin, Cevdet Efendi’yi anlattığı satırlara kulak verecek olursak:
Ders verdiği medresenin hocaları kendisine Bergamalı Cevdet Efendi derlerdi. Ağırbaşlı, dürüst, vakarlı, güzelliklere meftun bir hocaydı. Başında sarığı, sırtında cübbesi sabah erkenden mektebe gider, akşama kadar talebeleriyle haşır neşir olur, akşam huzurla evine dönerdi. Bu evine dönme değil aslında büyük sevdası kitaplarına kavuşmaydı. Kitaplarıyla geçen saatler onu hiç yormaz fakat hanımını bıktırırdı. Hocanın edep, nezaket, îman ve iffetini herkesten iyi bilen ve içten içe onu takdir eden hanımının nazik eli bazen usulca kendine uzanır, elindeki daldığı kitabı sertçe çeker ve açık pencereden bahçeye fırlatırdı. Cevdet Efendi kızmaz, iner çiçekler arasından kitabını alır, tozlarını temizler ve sadece: “Hanımcığım Allah sizi affetsin,” derdi. Talebeleri ve kitapları dışında tasası olmayan hoca bir akşam eve hissettirmemeye çalıştığı bir düşünceyle döner. Durumunu yüzünden okuyan ama sormayı nezakete uygun görmeyen hanımına: “Hanımcığım, bana küçük bir el çantası hazırla, yarın bir haftalığına seyahate çıkıyorum,”der. Hanımı merak ve endişe içinde sorup eşelemek ister. Cevap alamayacağını düşününce sadece: “Aman efendi, sen mekteple evden başka nereye gidersin?” Diyebilir. Âlime hizmeti ibadet bilen bu Osmanlı hanımı, kocasının temiz sarığını başına, latasını sırtına, çantasını eline verip ertesi sabah alaca karanlıkla kapıdan uğurlar… Hafta geçer, ay geçer yakışıklı, heybetli kocasından haber çıkmaz. Hoca ne çevresine ne karısına bu sırrı açmamıştır. Üç ay sonra bir gece bahçenin cümle kapısı çalınır. “Allah Allah bu vakit kim ola!” Hanım ihtiyatla aşağı inip kapıyı aralar. Taşlığa adımını atan Cevdet Efendi’dir. Ama üç ay evvel aynı kapıdan uğurladığı kocası nasıl bu adam olabilir? Omuzlar daralmış, çehre sararıp solmuş, üst baş perişan, cübbe yırtık, sarık kirli…Ve yüzünde yorgunluk ve bitkinlik...Bu güngörmüş kadın: “Aman efendim, seni ben böyle mi göndermiştim?” diyebilir. Hanımı çantadan kirlileri çıkarırken eline içi para dolu küçük bir torba ilişir: “Efendi yoksa sen hırsızlığa mı gittin?” Bu beklenmedik feveran Hocayı konuşturur: “Hâşâ, hâşâ Hanımcığım. O helâl paradır, ama ben el sürmem. Biliyorsun Anadolu işgal altında, zulüm, tecavüz ve alçaklığın yakmadığı köy, yıkmadığı ocak bırakmadı. Anadolu halkını başlarına gelecek daha büyük felaketlerden haberdar etmek ve düşmana cihada teşvik için vazifelendirildim. Köy köy, kasaba kasaba dolaştım. Elhamdülillah çok faydalı oldu. Hanımı para kesesini gösterip: “Bu ne?” diye sorunca Hoca: “Onu bana yol harçlığı diye verdiler. Allah rızası için hizmete çağrılan bir kimse, hele bir hoca, bu hizmetini bedel alarak nasıl sulandırır, ifsat eder, bozar? Kendimde olanla yetindim. Aç kaldım, açıkta yattım, ama Allah’ıma bin şükür memleketin parasını kendim için harcamadım… Dağlarda, bellerde İstanbul’dan kopup gelmiş benim gibi sarıklı, cübbeli, sivil, asker kimler yoktu? diye ekledi. Hâsılı bu millet karşılıksız hizmet yapmaya alışmış bir milletti. Onun için büyük, onun için kuvvetliydi.
Eserleri: Mâverdi’den “Edebü’d-dünyâ ve’d-din” tercümesi. “Târih-i Tefsir”, Mahfel mecmuasında makaleler halinde yayınlanmış “Tefsir Tarihi” adıyla 1927 yılında Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti tarafından yayınlanmıştır. Müteşâbih âyetlere dair eserinin bir kısmı “Tavzîh-i Müteşâbihât” adıyla Mihrap mecmuasında yayınlanmıştır. Ebü’l-Alâ el-Maarrî ve şiiri hakkında basılmamış bir eseri ve şiirleri de vardır.