Mahmud Sami Ramazanoğlu(k.s.)’un 12 Şubat 2011 Ölüm yıldönümüne ithafen… Sâdık Dânâ
01 Ocak 1970
1976 yılının son baharı idi. Muhterem Üstaz Hazretlerinin Erenköyündeki devlethanelerine giderek hem ziyaret etmek hem de, zamanın gönlümüzde yer ettiği keder ve sıkıntıları onun sohbetleri sayesinde izale ederek huzura kavuşmak arzusunu duymuştum.
Güler bir yüz ile huzurlarına kabul buyurmuşlardı. Hiç ziyaretçi yoktu. Münferid olarak bazı nasihatlarını müteakip, kapalı olan odanın kapısına bakarak kapıya bakmak mahrem işareti idi. -”Medine-i Münevvere’ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla. Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın.” buyurdular.
Aradan altı ay kadar bir vakit geçmişti. Aynı arzularını merhume muhtereme validemiz Rabia Hanımefendiye ve hane halkına tekrarlamışlardı. Hicret için bir tarafdan ehl-i beyt fertlerini ikna etmişlerdir. Bir taraftan da tahakkuku için Allahu zül Celal ve’1-Kemal Hazretlerine dua ve niyazda bulunmuşlar ve çıkış muamelelerinin takibi için de lüzumlu yerlere müracaatda bulunmuşlardı.
Bu hicret haberini duyan, İstanbul ve Anadolu’daki kendisini sevenler, gönül ehli, için için üzülüyorlar, yanıp yakılıyorlardı. Ama elden ne gelir, ne yapsınlar, karar kafi idi. Kader çerçevesi böyle çizilmişti.
Ayrılık muhabbet ehli için dayanılmaz, tahammül edilmez bir haldir. Haklı idiler. Asırların yetiştirdiği bu gönül sultanından ayrı, uzak kaldıkları müddetle o nurlu, o güzel melahatli yüzünü temaşa edemeyecek ve dertlere derman olan o lahutî, ulvî, manevî sohbetlerinde bulunamayacaklardı.
Ne var ki Allah dostlarının sık sık tekrarladıkları (Yemen’deki yanımda, yanımdaki Yemen’de) sözü ile müteselli oluyorlardı.
Bir ehlullahın, Hak dostunun bulunduğu, nazar ettiği belde Cenab-ı Hakk’ın izniyle akla hayale gelmeyen bereketlere gark olur. Her türlü fitnelerden, felaketlerden, arızî ve semavî kaza ve belalardan korunur. Daha neler… neler…
Allah-ü Teala ve tekaddes Hazretlerinin nusreti ile, arzuları, dilekleri semere vermiş, ilk işaret buyurdukları andan itibaren bir buçuk sene sonra Medine-i Münevvere’ye, Belde-i Tayyibe’ye, bütün aile efradı ile vasıl olmuşlar ve Şehrin Harre-i Şarkıyye semtinde, salih bir zatın yaptırmış olduğu yeni devlethanelerine yerleşmişlerdi. Elhamdülillah, Üstaz Hazretleri kuddise sirruhun arzuları tahakkuk etmiş olduğu cihetle çok mes’ud ve mesrurdular.
On, on beş gün kadar bir istirahatten sonra, az sayıda olmak şartıyla ziyaretçi kabul ediyorlardı. Ve sohbetleri arasında bu mukaddes Belde-i Tayyibe’de, gayet edebli ta’zimkar olmak icap ettiğine işaretle Şair Urfalı Nabî Efendinin meşhur (Sakın terk-i edebden kûy-i mahbüb-i Hüdadır bu) natını irticalen sonuna kadar okuyorlardı. Aynı hususda Medine-i Münevvere’de ikamet eden meşhur Mevlana Ziyaeddin el-Hindî el-Kadirî -kuddise sirruh- da ziyaretçilerine: (Aman bu mübarek beldede dikkatli olunuz yolunuz yalnız, iş yeriniz, Mescid-i Nebevî, ve haneniz olsun! Bu mübarek yerin halkına fazla tecessüs etmeyiniz, olur ki birinin hatab halini görürsünüz, gönlünüz değişir, bu da sizin için zararlı olur) buyurmuşlardı.
Böylece seneler birbirini takip ediyor, muhterem Üstaz Hazretleri, kendilerini tam bir inzivaya verip vakitlerini devamlı olarak, dua, zikir, murakabe ve istiğfarla geçiriyorlardı. Rahatsızlıkları da günden güne artıyordu. Tıbbî müdahale ve ihtimamlar semere vermiyor, zaten pek nazik, hafif olan bedenleri adeta eriyordu. Tansiyonları sık sık yükseliyordu. Bu ağrı ve ıztırablara rağmen bir defa olsun “vücudumda şöyle bir rahatsızlığım var, başım ağrıyor” gibi en ufak bir şikayette bulunmuyordu. Hatta gözlerindeki zafiyet ziyadeleşmiş, göremez hale gelmişlerdi. Bu halini sezen bir yakını tarafından hazik bir doktor celbedilerek, ameliyat edilmiş ve görmeğe başlamışlardı. Bu gaile ve rahatsızlıklarında bile daimî olarak dua ve istiğfara devam etmişlerdi.
Sevenleri yirmibeş sene kadar evvel Eyüb Sultan, Halid ibni Zeyd -radıyallahu anh- Hazretlerinin kabristanında kendileri için bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan muhterem Üstaz Hazretleri “Bizim re’yimizi sorarsanız, gönlümüz Cennet’ül-Bakîa’yı ister” buyurmuşlardı.
Allah ü Teala ve tekaddes Hazretlerinin bu has, lekesiz kulu son günlerini yaşıyordu.
“Sen Rabbin’den, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir!”(Fecr; 28-30) ayet-i kerîmelerine imtisalen, meşhur şair Urfalı Kemal Edib Beyefendinin”Fahr’ul Urefa, Bedri Hata Hazret-i Samî-Ariflerin kendisiyle iftihar ettikleri bulutun altına gizlenen, gizli ay “tesmiye ettiği insan-ı kamil, asırların yetiştirdiği Mürşid-i Mükemmil Hazretlerinin nur hazinelerinden olan ruhu muazzezleri, 10 Cemaziyel evvel 1404-12 Şubat 1984 tarihinde sabaha karşı saat dört buçukta; “Allah Allah” kelime-i tayyibesini zikrederek Ala-i illiyyine tayeran etmiştir. Yani fani dünyadan ebediyyet alemine intikal etmiştir. Gasl ve tekfinini müteakib cenaze namazları Mescid-i Nebevî’de eda edildikten sonra, Fahr-ı Kainat sallallahü aleyhi ve sellem’in bu has evladı Türbe-i Seadet önünden geçirilerek büyük bir sessizlik ve göz yaşları içinde güzîde, salih bir topluluğun elleri üzerinde, illeriden beri can ü gönülden arzu ettikleri, Cennet-i Bakîa’da Osman Zinnüreyn ve Ebû Said el-Hudrî -radıyallahü anhüma-hazretlerinin kurbundaki mukaddes toprağa defnedildiler.
Ölüm haberi kısa zamanda dünyanın her yerinde duyulmuş ve gıyabî cenaze namazları kılınmıştır. O büyük Allah dostu uzun hayatı müddetince İslamiyete kendini vakfetmiş, yememiş, içmemiş maneviyata susamış olan gönülleri tenvir etmiş, asırların yetiştirdiği istisnaî bir şahsiyet olduğunu Cenab-ı Hakkın yardımıyla ispat etmiştir.
Vefatları münasebetiyle kederimiz derindir, ne var ki nizam-ı alem böyle kurulmuş. Nuri Baş bey kardeşimizin yazmış olduğu şiirin son dört satırını aşağıya dercediyoruz:
Ve müteselli oluyoruz elhamdülillah.
Son olarak da Ali Kemal Belviranlı Bey’in içli şiiriyle mevzuyu kapatıyoruz:
Dün yemyeşil baharken, solmuş neden bu bağlar?
Bilmem niçin siyahlar, giymiş dumanlı dağlar?
Sönmüş mü tüm emeller, matemler ufku sarmış?
Batmış mı hep güneşler, gökler neden kararmış?
Bülbüller ötmez olmuş, solmuş o gonca güller?
Hasretle yad ederken, ağlar yanar gönüller.
Zira o ünlü sultan, gülzarı yakdı gitti
Dünyada doldurulmaz, bir yer bırakdı gitti…
Hak kabrini nur etsin, kılsın cinan makamın;
Kurbundadır o zaten, ol Seyyid-i Cihanın!…
Örnekdi hal u kaali, maksud olan kemale
Hayrandı hep gönüller, hazretdeki bu hale
Bir bestedir ki ahım, ahengi şi’re sığmaz…
Kabrinde diz çöküp ben, yıllarca ağlasam az…
Tarihe devir açarken, Fatih’lerin hayatı
Arş-ı cihanı sarsdı, üstadımın vefatı…
MUHTEREM ÜSTAZ HAZRETLERİ:
Her hangi bir sual karşısında veya açıklaması icab eden mevzuda yahud mes’elede: “Bunu yapınız veya bunu yapmayınız” gibi emir verir şekilde katiyyen konuşmazlardı. Yalnız bir iki ayet-i kerîme, ehadis-i şerîfe veya mecelle kaidesinden bir maddeyi okumakla iktifa ederlerdi.
Mesela Mecelle kaidesinden “Defi mefsedet, celb-i maslahatdan mukaddemdir” buyururlardı.
Yani “Haramdan kaçınmak, nafile ibadetden daha evveldir” yahudda “Feraizi eda etmek nafile ibadetden daha mühimdir” diye işaret etmiş olurlardı. Bu nükteyi her sual sahibi nasibine göre anlardı. Maalesef günümüzde bir çok kimseler helal ve harama dikkatli olmadıkları halde (bilhassa kazançlarında) nafile ibadetlerle meşgul olmaktadırlar. Hatta bu yüzden yorgun bir hale gelip farzları vaktinde eda edememektedirler. Bu ise gafletin ta kendisidir. Allahü teala ve tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Kerimde buyurur:
“Azıkların en iyisi günahlardan çekinmektir.” (Bakara: 197)
Arif olan kimse evvela Cenab-ı Hakkın Kur’an-ı Kerimdeki ahkamını, emirlerini, nehiylerini yerine getirmeğe gayret gösterir. Saniyen de Rasûlü Mücteba sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin, ahlakı, adabı ve her hattı hareketiyle mütahallik olmağa himmet eder ve nafile ibadetlere yönelir.
Rasûlü Ekrem -sallahu teala aleyhi ve sellem- Hazretleri buyurur:
- Sizden hiç biriniz, ashabımdan hiç biri hakkında (kötü) bir şey ulaştırmasın! Çünkü ben size çıkdığım zaman gönlümün has olmasını istiyorum. (Ebû Davud, Edeb, 4860; Tirmizî, Menakıb, 3893 Müsned. C. l. S. 396)
Muhterem Mahmud Sami kuddise sirruh, kendilerine daima iyi, faideli, gönül açıcı, ruha inşirah verici, haberler ulaştırılmasını arzu ederlerdi. Onun huzurunda hiç kimse, diğerinin aleyhinde konuşmağa, dil uzatmağa cesaret edemezdi. Böyle bir cüret eden olursa, ya cevabsız bırakırlar, yahud da en iyiye yorarlar, te’vil ederlerdi.
Bir defasında çok zengin bir kişinin, bir hayır işinde, tahmin edilenden pek az bir miktar yardımda bulunduğu kendilerine söylenmişti. Buna üzülen insan-ı kamil, “Hayır, o bildiğiniz gibi değil, sehavetlidir” diye cevap vererek itirazcıları susturmuş, hatta “şöyle bir hayır işinde, şu miktar muavenette bulunmuştur” diyerek, gönülleri birleştirmiştir.
Muhterem Üstaz’ın, en hoşlandıkları, zevklendikleri, Kur’an-ı Kerim okumak, dinlemek ve ahkamını tatbik ve tebliğ etmek, saniyen Rasûlü Mücteba -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin hadislerini okumak, şerh etmek ve diğer peygamberan-ı izam ve ashab-ı kiram hazeratının ve Allah dostlarının menakıbları ve nasihatlarını okumak, yahut anlatmakdı. Daima iyilerden, salah ve kemal ehlinden, dine, millete, cemiyete faidesi dokunan, her türlü sitayişe layık kimselerden bahsedilir, yahut onların topluluklarında bulunulur, kaibde, gönülde inşirah hali zuhur eder ve onların güzel halleri ve ahlakları yer eder, bir nevi rabıta kurulmuş olur. Batınımız yani iç alemimiz bu suretle salihlerin, sadıkların yoluna, sevgisine bağlanmış olur. Din düşmanları talihsiz mahluklardır. Mümkün mertebe, kalbimizde bunların kötü hallerine yer vermeyip, zaruret olursa onlardan gelebilecek zararları mecburen açıklayıp, hemen ariflerin hatıralarına dönmek gerekir.
Hep kötülüklerden bahsedilirse, onların nuhuset ve seamet halleri kalbimizde yer eder kararmasına daralmasına vesile olur. İtikada bile zarar gelebilir.
Muhterem Üstaz Hazretleri:
İman ve tevfiz takviyesi bakımından bazı hadis-i şerifleri sık sık tekrarlar, adeta ezber edinilmesini telkin ederlerdi:
Abdullah ibn-i Abbas radıyallahu anh demiştir ki:
- Bir gün Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin terkisinde idim. Buyurdular ki:
“Evlad,Sana bir kaç söz belleteyim? Allah’ı yani emrü nehyi gözet ki onu karşında bulasın. Bir şey istediğin vakit Allah’dan iste, yardım dilediğin vakit Allah’dan dile. Şunu bil ki bütün yaratılmışlar elbirliğiyle sana bir faide ve menfaat bahşetmek isteseler, Allah’ın sana yazdığından fazla bir şey bağışlıyamazlar, keza yaratılmışların tümü elbirliğiyle sana bir zarar vermek isteseler, Allah’ın sana takdir ettiği ziyandan fazlasını yapamazlar, kalem işleri hitama erip kaldırılmış, sahifeler de “üzerindeki yazılar tamam olub” kurumuşdur.” (Tirmizi, Kıyame, 2518; Müsned, C.l s. 293,303)
Tirmizi ‘den başkasının rivayetine göre şöyle buyurulmuştur:
“Allah’ı gözet ki onu önünde bulasın geniş zamanında Allah’a kendini sevdir ki, o da seni sıkıntı zamanında tanısın (sevsin). Bilmiş ol ki takdir- ilahiye göre başına gelmeyecek olan şeyin sana isabet edeceği yoktur. Ve sana isabet edecek olan şeyden de senin kurtulacağın yoktur. Bilmiş ol ki nusrat-i ilahiyye sabr ile, kalbin sıkıntısı da gam u gussa ile beraberdir, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”
İşte bu hadis-i şerifi, her mü’min kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlaya. Böylece çalışa, son nefesine kadar böyle gide, Cenab-ı Allah’ın rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette de güçlüklerden salim ola!” ” Abdullah ibn-i Abbas (r.a.)”
Bu hadis-i şeriflerde, bir kulun daima her şeyin Kadir-i Mutlak, Vahidü’l-Kahhar hazretlerinin yedinde, izni ilahiyesinde olduğunu bilmesine ve ona göre her hat ve hareketini tanzim etmesine işaret vardır.
Kul her varlığın yegane sahibi Allah teala ve tekaddes hazretleri olduğunu tam idrak ederse, insanların ne mevkide olurlarsa olsunlar, birer aciz, zavallılar zümresi olduğunu ve ellerinde mahdut bir selahiyetten başka bir kuvvetleri olmadığını anlar, en yakınlarına, hatta çoluk çocuğuna dahi bel bağlamaz, malına, şöhretine güvenmez. Her şeyin Hakk Celle ve Ala Hazretlerinin yardımı ile tecelli ettiğini bilir ve yaratanına karşı bilgisi, bağlılığı sevgisi ve teslimiyeti artar, yaranılmışlardan hiç bir şey beklemez hale gelir, gene her sıkıntının sabırla sona ereceğini, her darlığın sonunda bir genişlik, ferahlık kolaylık olduğunu bilir.
Muhterem Üstaz Hazretlerinin, asık yüzlü, bed huylu, daimi hayatından şikayetçi olan, kişilerden hazzetmediği, hoşlanmadığı, yüzlerinden belli olurdu.
Yüz ekşiliği, kişinin kendi nefsini görmeyip, başkalarının ayıpları ile meşgul olmasından, yahut kader bahsinden nasibi, vukufu olmadığındandır. Bu ahlakta olanlar her an şikayet halindedirler, beş dakikaya on gıybet sıkıştırırlar.
Bu sıfatda ve gafil meşrebde olanlarla maslahat icabı ülfet edip hemen uzaklaşmak gerekir, çünkü gaflet kalbden, kalbe in’ikas eder.
İbrahim Düssukî-kuddise sirruh-hazretleri:
- Ben evladlarımı şen şatır görmek isterim, buyururlardı.
Bunu, mütebessim, güler yüzlü, neş’eli manasına almalıdır.
Aynı zamanda her olana razı, hayatından şikayetsiz.
Cenab-ı Hakkdan başka dünyevî ve uhrevî hiç bir keder veya sevinç Kalb-i selîme vasıl kimsenin kalbindeki huzura mani olmaz.
Ayrıca kalb-i selîme vasıl olan kimsede üç husus tecelli eder:
1. Hiç bir müminin kalbini kırmaz. Bunda ittika ehlinin hali sezilir.
2. Hiç bir mü’minden kırılmaz. Bunda muhabbet ehline işaret vardır.
3. Yapmış olduğu kulluğa karşı Cenab-ı Hakdan mükafat beklemez.
İnsanlara karşı yapmış olduğu iyilik ve hizmetten karşılık beklemez.
Allah teala ve tekaddes hazretleri Kur’an-ı kerimde buyurur:
“O gün ki, ne amel faide verir, ne de oğullar ancak Allah’a halis pak bir kalb ile varan müstesna.” (Şuara:88-89)
Kalb beş kısımdır:
Ölü kalb: Dinsizlerin, kafirlerin kalbi.
Hasta kalb: Tam dünya sevgisi dolu kalb
Gafil kalb: Dünya ve ukba arasında dolaşan istikrarsız kalb.
Uyanık kalb: Zikirle meşgul olan kalb
Diri kalb: Enbiyanın, sahabenin, kibar-ı ehlullahın kalb halleri.
Rabbımız zül celal ve’l kemal hazretleri, kendi nazargahı olan kalblerimizi her türlü masîva, dünya muhabbetinden ahiret isteğinden, nefsimizin ve şeytanın şerrinden muhafaza eylesin! Kalb-i selîme vasıl ve daimî kendinde (her ne kadar hatalı bîçare isek de) olan kullarından eylesin! Amin.
İbrahim Düssukî-kuddise sirruh- buyurur:
Günah kirine bulanmış kimselerle temas, onlarla oturup kalkmak, basar ve basireti zulmete boğar, hem kalb gözünü hem de baş gözünü karanlıklar içinde ruhsuz bırakır, iyiyi, kötüyü ayırt edemez hale getirir.
Üstaz Hazretleri, Mescid-i Nebevî’deki, Ashab-ı Soffa mahallinde bulunduğu va’ killerde, o da takiben gelir,yakın sütunlardan birisini kendine siper eder ve hiç gözlerini kırpmadan, daimi derin bir huzur içinde, kendisinden geçer bir halde Efendi Hazretlerini temaşa ederdi. (Kendisinin namaz kıldığı zamanlar hariç) :
Her ne kadar, kendisine, “Bu mübarek makamda böyle hareket etme! Bu nazar-ı dikkati celbediyor” denildi ise de ,cevaben:
- Bu benim elimde olan bir şey mi, zannediyorsunuz? imasında bulunur, “Aşıkın halini aşıktan sor” demek isterdi.
Saliklerin sohbet esnasında önlerine bakmaları usuldendir. Velakin aşıklar zü’mresi müstesna, onlar için kayıd yoktur. Onlar üstazlarının yüzlerindeki teceltiyi ilahiyeyi, manevî melahat halini görürler, yahut hissederler, iradeleri ellerinden gider, devamlı bakmadan yapamazlar. Farkında olmadan istifade ve terakki ederler.
Aşk, muhabbetin nihayeti olduğundan, seçkin velilerin husüsiyyetlerindendir. Erzurumlu İbrahim Hakkı-kuddise sirruh-buyurmuşlar:
Aşık Paşazade-kuddise sirruh- buyurur:
Aşkı bilmeyenden, bucak bucak kaç
Aşık imdi, varlığını ver yokluğa
Yokluk içinde, sana varlık doğa.
Gene bir gönül ehli demişdir ki:
Aşıklar halis, safi zatlardır,
Eza ve cefa ile başkalaşmazlar
Hakikatleri iyilikten ibarettir, sırları saftır, temizdir
Denizler, pislikle, bulanır mı hiç?
Son hastalıklarının en ağır zamanlarında Mahmud Samî-kuddise sirruh-kendilerini ziyaret ettiklerinde, kendilerini o yüksek karyoladan aşağı atarak, iki dizi üzerine oturarak Üstaz Hazretlerine hitaben:
- “Fakir çok ehlullah ile musahabede bulundum. Fakat sîze karşı istisnaî çok derin bir sevgim var” buyurmuşlardır.
Diğer zamanlarda Üstaz Hazretlerinin yakınlarından kim kendilerini ziyaret etse, onları büyük alaka île karşılar, ikram, î’-zaz ettikden sonra uzun uzun üstad hazretlerinin kemalinden bahseder. Şayet namaz vakti ise, o kimseyi imam yapar, kendisi cemaat olurdu.
Allah azze ve celle hazretleri bizleri şefaatlarına nail eylesin! Amin.
Bir hac zamanı idi. Heyecanlı, heyecanlı ağlayarak Ashab-ı Soffaya geldi. Muhterem Üstaz Hazretlerinin önünde diz çöktü ve dedi ki:
Sonra sık sık gelir, büyük bir sevgi ve tazim ile muhterem üstaza su, bazan da zemzem ikram eder ve yanından ayrılmazdı.
Tarikat-ı Nakşiyye şeyhlerinden idi. Aynı zamanda Halbunî camii imamı idi. Kamil insandı. Sehavet ehli idi. Şam’a giden her kimse kendisinin misafiri olur hatta aylarca ikram görür, ağırlanırdı. Üç oğlu adeta kendilerini bu hizmet işine vakfetmişlerdi.
Muhterem Mahmud Sami-kuddise sirruh- hakkındaki sözleri:
Kainatın Efendisinin sülalesinden. Şam’ın meşhur ulema ve mücahidlerinden mütevazı, ahlak-ı hamîde sahibi bir Allah dostu idi. Dünya müslümanlarının hallerini yakınen takib ederdi ve onlara karşı derin şefkatleri vardı. Onların sevinçleri ile sevinir, kederleri île kederlenirdi. Tarikat-ı Şazeliyye şeyhi olup, aslen Faslı idi.
Muhterem Mahmud Sami-kuddise sirruh- hakkındaki sözleri:
Yüksek tevazu ve fazilet ehli idi. Zülcenaheyndi yani zahirî ve batınî ilimlerle mücehhez idi. Uzun müddet İstanbul Müftülüğünde vazife görmüş, feraiz ilminde ismiyle müsemma “yekta” olduğu söylenirdi. Sorulan veraset bahsinde hemen kalem kağıdı eline alır, bir iki dakikada neticeyi bildirirdi. Hak aşıklarındandı. Pir Ekmel efendi hazretlerinin icazetli hülefasından olmasına rağmen icazet kağıdını saklamış, ancak vefatlarından sonra duyulmuştur.
Vefatlarından evvel kütübhane temizliği yapan muhterem damatları Emin Saraç Bey’in bundan haberi olmuştu. Ona hîtaben:
“Kitabların arasında bir kağıt bulmuşsun, aman onu kimseye söyleme, mektum tut. O vazifenin ehli ve selahi’yetlîsi Mahmud Sami Hazretleridir” buyurmuşlardır.
- “Ben bu îşe selahiyetli değilim, Hazrete gidiniz, işinizi onunla bitiriniz”derdi.
Muhterem Üstaz Hazretleri ile bir Anadolu seferi dönüşünde, çarşıdan bazı lüzumlu şeyleri temin etmek için otomobilimiz kasabanın kenarında boş bir arazîde tevakkuf etmişdi. Bu sırada çeşme başında yedi, on yaşlarında sekiz on çocuk aralarında oynuyorlardı. Bu günahsız masumlardan birisinin, büyük bir hayranlık içinde, ağzı açık bir şekilde Muhterem Üstaz Hazretlerini temaşa ettiğine şahid olduk.
Bu tertemiz, saf, günahsız, yavrucak kendinden o kadar geçmiş idi ki, kendini oyunu ve arkadaşlarını tamamen unutmuş, Cenab-ı Hakkın o anda kendîsine nasib etdiği kuvvetli bir cezbe ile kılı dahi oynamaksızın tam bir huzur, zevk ve kendinden geçme halinde olduğunu gördük.
Arabamız, oradan ayrılırken, uzaklaşırken, o yavrucak donmuş mebhut bir halde vasıtamızı seyrediyordu. Belki de Cenab-ı Hakkın izni ile bu çocukcağız istikbalin ünlü velilerinden olacaktır.
Muhterem Üstaz Hazretleri bu yavrucak için (Maneviyata çok istidadı var) buyurmuşlardır.
Bir defa olsun, şunu şöyle yapaydınız, hata ettiniz, gibi kelamlarla muhatablarını mahcub etmemiştir.
* Kendilerinden en ufak bir ter kokusu duyulmamıştır. Haccın en izdihhamlı herkesin buram buram terledikleri zamanlarda dahi…
* Bir defa olsun esnedikleri, sümkürdükleri, genirdikleri Allah’ın izniyle olmamıştır.
* Bir defa olsun, söz verdikleri saatte ve mekanda hazır bulunmamaları, Allah’ın izniyle geciktikleri görülmemiştir..
Daimî iki dizleri üzerine oturmuşlar, bağdaş dahi kurmamışlardır.
* En yorgun oldukları yolculuklarında bile namazlarını ayakda huşu içinde eda etmişlerdir. (Cenab-ı Hakkın izniyle) son hastalıkları müstesna.
* Tek bir ferdin aleyhinde konuştuğu (gıybet yaptığı) görülmemiştir.
* Sıhhatinden şikayet ettiği görülmemiştir.
Muhterem üstazım Mahmud Sami ramazanoğlu -kuddise sirruh- Hazretleri yirmi beş sene içinde:
Maneviyata İstidadlı Yavrucak
Ladikli Ahmed Ağa
Abd-ül Vehhab es-Selahî -kuddise sirruhu-
Muhammed, Ahmed Kürdî
Seyyid Şefik Arvasî “-kuddise sirruh- “
TANIDIKLARININ DİLİNDEN
Avanozlu Meczub Nabi Efendi
Ümmî, tertemiz müslüman bir Anadolu çocuğu idi. Hızır aleyhisselamın gözdelerinden ve hadimlerinden olup uzun müddet onun emrinde bulunmuştu. Allahü alem rical-i gaybden idi. Tayy-ı mekandı.
Bir gün Konya’da Muhterem Üstaz Hazretlerini ziyarete gelmişti. Üstü sırılsıklamdı. On dakika evvel Erzurum’da olduğunu söyledi. Halbuki Konya kuraktı. Bazen Efendi Hazretleri ile halvet olur, bir kaç saat mahremane konuşlukları olurdu. Ladik’deki köyünde ziyaretçileri hiç eksik olmazdı. Kendisinden herhangi bir şey sorulduğunda “Durun gardaşım! Şimdi cevabınızı getiririm” der beş on dakika kaybolduktan (yani Hızır aleyhissellam ile mülakat yaptıktan) sonra gelir sualinizin cevabını harfiyyen verirdi. Kendisinden manevî vazife isteyenlere:
Keşfi açık bir insandı. Mescid-i Nebevi’de herkes tarafından sevilirdi. Susayanların susuzluğunu giderir, çoğundan para almazdı.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz sülalesinden olup, nasıyelerinde nur lemean ederdi. İlmi, fezaili, kemali herkes tarafından takdir edilir, kadiri meşayihiden idi. Uzun müddet Sultan Ahmed Camii imamlığını büyük bir vecd içinde ifa etmişlerdi. Muhterem Mahmud Samî-kuddise sirruhu-hayranlarından idi.
Medine-i Münevvere’de ikamet eden Avanozlu Nabi Efendi isminde meczub birisi vardı. Muhterem Üstaz Hazretlerine gönlünü bağlayanlardan ve kemaline yakınen vakıf olanlardan idi.
YÜZDEN KALBE, KALBDEN YÜZE
SIK SIK OKUDUKLARI HADİS-İ ŞERİFLER
AĞIZDAN DAİMA FAİDELİ SÖZLER ÇIKMALI
Rahmet et Mevlam ona. Cennette dur etme bizi
Gamla doldum, sızlıyor hep, gönlü biryanım benim
Bir teselli buldu gönlüm, der Habib-i Kibriya
“Hep beraberdir sevenler” vardır imanım benim.
Bu uzun müddet içinde:
Bu uzun müddet içinde:
Bu uzun müddet içinde
Bu uzun müddet içinde
Bu uzun zaman içinde:
Bu uzun müddet zarfında:
Bu uzun zaman içinde:
-”Şam’da bir tedhiş devresinde idik. Buna rağmen bîr ilim meclisinde, en şecaatli, cesaretli konuşmayı bu büyük Allah dostu yapmıştır. O bakımdan ben bu zatı can ü gönülden sever ve kendilerine hürmet beslerim.”
Ali Yekta -kuddise sirruh-
-”Şam ehlullah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derîn bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise, bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zat kadar, Ebu Bekir es-Sıddık meşrebinde bir insan görmedim.”
Seyyîd Muhammed Mekkî -kuddise sirruh-
Evet, o gördüğüm siz idiniz. Bir kaç ay evvel burada oturuyordum. Uyanık halde idim. Türbe-i Saadetin kapıları tamamen açıldı. İçeriden çok ihtişamlı bir zat çıkdı. Bir türlü kim olduğunu anlayamadım. Ve buna benden başka kimse muttali olamadı. Şimdi sizi görünce, merakım zail oldu. Anladım ki o mübarek zat siz idiniz.
Aşıklar ile yar ol, aşkı tat.
Hakkı varlığını mahvet, aşk ile var ol
Aşksız iken padişah dahi olsan yaya kalırsın.