HASAN el-BENNÂ
01 Ocak 1970
Hasen Ahmed Abdurrahman el-Bennâ
(1906-1949)
Îhvân-ı Müslimîn teşkilâtının kurucusu, Mısırlı fikir ve mücadele adamı.
14 Ekim 1906 tarihinde Mısır'ın Bu-hayre vilâyetine bağlı Mahmudiye kasa¬basında doğdu. Babası, eJ-Fethu'r-rab-bönî li-tertîbi Müsnedi'1-İmâm Ah¬med b. Hanbel eş-Şeybânî adlı eserin müellifi olan ve geçimini saatçilikle sağ¬ladığı için Sââtî lakabıyla tanınan Ahmed b. Abdurrahman el-Bennâ'dır. İlk öğreni-mini babasından gören Hasan, sekiz ya¬şında Mahmudiye'deki klasik eğitim ve¬ren Medresetü'r-reşâdi'd-dîniyye'ye gir¬di. Burada Kur'ân-ı Kerîm'in bir kısmını ezberleyip nahiv ve biraz da Arap edebi¬yatı okudu. Medresenin yöneticisi Şeyh Muhammed Zehrân'ın onun üzerinde de¬rin izler bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu zatın ayrılmasından sonra modern eğitim veren el-Medresetü'l-i'dâdiyye'ye kaydoldu: bir yandan da hıfzını tamam¬lamaya çalıştı. Mısır yönetiminin İdâdîle-ri kapatması üzerine Buhayre'nin mer¬kezi Demenhûr'daki ilköğretmen okulu¬na geçti. Bu arada, henüz idâdîde İken girdiği Cem'iyyetü'l-ahlâkı'I-edebiyye ve Cem'iyyetü men'i'l-muharremât gibi ku¬ruluşlarda görev aldı ve manevî yapısın¬da derin etkiler bırakan Hassâfıyye tari¬katı şeyhi Abdülvehhâb el-HassâfTye İn¬tisap etti. Böylece sünneti esas alan di-namik bir davet anlayışına sahip muta¬savvıflarla ilişkilerini derinleştirdi; daha sonra da Mahmudiye'de Cem'iyyetü'l-Hassâfiyye el-Hayriyye ile eş-Şübbânü'l-müslimîn'in kurulmasına ön ayak oldu.
Demenhûr'daki ilköğretim okulunu bi¬tirdikten sonra Kahire'ye giden Hasan el-Bennâ, Mayıs 1927'de "Küçük Ezher" de denilen Dârülulûm'a kaydoldu, öğ¬renciliği sırasında bir yandan dersleri ve diğer ilmî faaliyetleriyle kendisini yetiş¬tirmeye çalışırken bir yandan da ailesiyle birlikte Kahire'ye göçen babasına saat tamirciliğinde yardım etti. Bu sıralarda İngiliz emperyalizminin Mısır'ı madclî-mâ-nevî bakımdan çöküntüye uğrattığını gö¬rerek bu durum karşısında bir şeyler yap¬mak için dönemin tanınmış âlimleriyle temasa geçti ve ısrarlı çabalarının sonu¬cunda Ezher şeyhlerinden Muhammed Sa'd ile, aralarında Yûsuf ed-Decvî. Abdülazîz Çâvîş ve Muhammed Reşîd Rızâ'-nın da bulunduğu birçok âlimi bir araya getirmeyi başardı. Dârülulûm'daki öğren¬ciliği boyunca faaliyetlerini sürdürdü ve bu arada camilerde, kahvehanelerde top¬lantılar düzenleyerek bazı âlimlerin bu¬ralarda konferans vermesini sağladı; ken¬disi de çok sayıda konuşma yaptı. Mezun olduktan sonra tahsil için yurt dışına git¬meyi planladıysa da bu uygulamanın kaldırılması sebebiyle öğretmenlik yap¬maya karar verdi; ancak beklediğinin ak¬sine Kahire'ye değil İsmâiliye'ye tayin edildi. Mahmudiye ve Demenhûr'dan son¬ra Kahire'de geçirdiği yıllar, Hasan el-Ben-nâ'ya Mısır toplumunun ve İslâm dünya¬sının içine düştüğü durum hususunda belli bir hükme varma imkânı kazandır¬mıştır.
Hasan el-Bennâ İsmâiliye'de de davet çabalarından vazgeçmedi; bir yıl boyun¬ca yine camilerde, kahvehanelerde ko¬nuşmalar yaptı ve çok sayıda insanın et¬rafına toplanmasını sağladı. Nihayet Mart 1928'de evinde buluşan bir grup insanla İslâm davası için yaşamaya ve öl¬meye yemin ederek İhvân-ı Müslimîn teş¬kilâtının temellerini attı. 1933 yılma ka¬dar İsmâiliye'de sürdürülen İslâm daveti çalışmaları âlimler, tarikat şeyhleri ve ba¬zı cemiyetler başta olmak üzere halkın çeşitli kesimlerine ulaştırıldı. Bu altı yıllık dönem, İhvân-ı Müslimîn hareketinin ge¬lecekte aşacağı merhaleler bakımından çok etkili olmuş ve bu arada Kahire'de faaliyet gösteren Cem'iyyetü't-tehzîbi'I-İslâmî adlı bir gençlik teşkilâtı da fikir ve çalışmalarından etkilendiği İhvân-ı Müs-limîn'e katılmıştır.
1933 yılında Kahire'yi ziyaret eden Ha¬san el-Bennâ İhvân-ı Müslimîn'le ilgili bü¬yük gelişmelere tanık oldu ve sonuçta teşkilâtın genel merkezi Kahire'ye taşın¬dı. Böylece İsmâiliye'de evlendiği eşi ve çocuklarıyla Kahire'ye dönen Hasan el-Bennâ, burada yine Öğretmenliğin yanısıra vaktinin çoğunu İhvân-ı Müslimîn'in faaliyetlerine hasretti. Henüz bir yıl geç¬meden kuruluşu Kahire"de hızla teşkilât¬landırdı; erkek ve kız çocuklarının eğitimi için teşkilât bünyesinde okulların açıl¬masına, İsmâiliye'de bir mescid ve bir merkezin hizmete sokulmasına ön ayak oldu. Aynı yoğun faaliyet çerçevesinde Şebrâhit'te bir lokal ve bir fabrika, Mah¬mudiye'de bir tekstil ve bir halı fabrikası ile tefsir ve hadis eğitimi yapan bir med¬rese kurularak gençlere okuma ve çalış¬ma imkânları sağlandı. İhvân-ı Müsli¬mîn'in Hasan el-Bennâ tarafından çizilen ve yönlendirilen faaliyet programları di¬nî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlarda etkili olmuş, teşkilât camiası Mısır halkı için dengeli ve âdil bir toplum örneği meydana getirmek istemiştir.
II. Dünya Savaşı sırasında gelen hükü¬metler İngilizler'in istekleri doğrultusun¬da İhvân-ı Müslimîn'e baskı yapmaya baş¬ladılar ve Hasan el-Bennâ ile önde gelen arkadaşlarını birçok defa tutuklattılar. 8 Ekim 1945'te yapılan genel kurul toplan¬tısında yeniden ve ömür boyu başkan se¬çilen Hasan el-Bennâ'nın Mısır'daki sö¬mürge uygulamasından kurtulmak için İngiltere'ye karşı cihad ilân etmesi, Nuk-raşî hükümetinin İhvân-ı Müslimîn üze¬rindeki baskılarını arttırmasına yol açtı. Ancak İhvân-ı Müslimîn bu baskılar kar¬şısında yılmadi; hatta Filistin meselesiyle de ilgilenmeye başladı. 12 Aralık 1947 tarihinde Hasan el-Bennâ'nın önderlik et¬tiği kalabalık bir gösterici grubu Ezher'-den başlayan bir protesto yürüyüşü dü¬zenledi; 6 Mayıs İ948'de de İhvân-ı Müs¬limîn kurucular heyeti. Mısır ve öteki Arap ülkelerinden yahudilere karşı cihad ilân etmelerini istedi. Hasan el-Bennâ, çatışmalarda yer almak üzere çok sayıda taraftarını Filistin'e gönderince Nukraşî hükümeti teşkilâtı yasa dışı ilân etti; 12 Ocak 1949'da da tamamen kapattı. Bu¬nun üzerine Hasan el-Bennâ. kurucu üye¬leri arasında bulunduğu Şübbânü'l-müs-limîn'de faaliyet göstermeye başladı; an¬cak 12 Şubat 1949 Pazartesi akşamı bu teşkilâtın merkezinden evine dönerken otomobiline açılan yaylım ateşi sonucu ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastahane-de öldü. Hükümet bu suikasttaki muh¬temel rolünü örtbas etmek amacıyla ba¬sın organlarına sıkı bir sansür uygulamış, fakat 1952 yılında yeniden başlatılan so¬ruşturma ve yargılama sonucunda gizli polis teşkilâtının üç mensubu suçlu bulu¬narak tetiği çeken kişi ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir.
Hasan el-Bennâ'nın eğitim kurumların¬dan 1928'e kadar edindiği birikim, Mısır toplumunun geçirmekte olduğu fikri ve mânevi buhrana dair gözlemleriyle bir¬likte, onun fikirlerini bir ıslah programı çerçevesinde billûrlaştırmasını sağlama¬ya yetmiştir. Hasan el-Bennâ, Mısır'ın yoksulluk ve zayıflığının başlıca sebebinin İslâm'a bağlılığın gevşemesi ve Batı tak¬litçiliği olduğunu, özellikle Mısır yönetici¬lerinin aldıkları Batı eğitiminin sonucun¬da İslâm'dan uzaklaştıklarını; kendi din, tarih ve medeniyetleri hakkında câhil ka¬lan bu İnsanların toplumu da bir kimlik buhranına sürüklediklerini ileri sürerek Batı'nın sosyal ve kültürel emperyalizmi yüzünden dinin etkinliğinin azaldığını ve ülkenin tek kurtuluş çaresinin İslâm'ın temel değerlerine dönmek olduğunu söy¬ler. Bu ana düşünceden hareket eden Ha¬san el-Bennâ, fikrî çabalarının merkezi¬ne İslâmiyet'i gerçek yönüyle kitlelere ta¬nıtma amacını yerleştirmiş ve sık sık İs¬lâm'ın, hayatın bütün yönlerini içine alan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu vurgulamıştır. Onun, İslâm'ın aslî öğreti-lerini ortaya koyma çabasında şu üç ilke¬yi esas aldığı görülür: a) Selefî bir tavırla İslâm'ın bağlayıcı kaynağının Kur'an ve sahih hadisler olduğunu belirtmek ve do¬layısıyla İslâm'a tarih içinde sokulmuş yanlış yorum, bid'at ve hurafelere karşı müslümanları bilinçlendirmek, b) Böyle bir saflaştırma fikrini, gerçek İslâm'ın modern hayatın ihtiyaçlarına cevap ve¬rebileceği fikriyle birleştirmek, c) Bunun mümkün olduğunu göstermek için de toplumun her seviyesinde ve tam bir da¬yanışma ruhu içerisinde İslâmî esasları hayata geçirecek şekilde teşkilâtlanmak. Bu üç boyut, onun fikrî serüveninde dai¬ma çeşitli sorgulamaları gündeme getirmiş, bu sorgulamaların yöneldiği konula¬rın başında da halk arasında yaygın şe¬kilde mevcut olan cincilik, büyücülük ve falcılık gibi hurafeler, Mısır toplumunun manevî yapısını derinden etkilemiş olan tasavvuf ve tarikatlar, yaygın ve sakat ilim anlayışları ve Batılılaşmış zümreyi etkile¬yen modern ideolojiler gelmiştir.
Müslümanların düşüncesine ve haya¬tına giren hurafelerle etkili bir mücadele verilmesi gerektiğine inanan Hasan el-Bennâ, tasavvuf konusunda Mısır gerçe¬ğini de dikkate alarak bir orta yol takip etmiştir. Ona göre velî ve sâlih kişileri an¬mak, onların güzel amellerini anlatmak insanı Allah'a yaklaştırır. İslâm'ın esasla¬rına uygun olmak şartıyla evliyanın gös¬terdiği kerametler haktır ve dince sabit¬tir. Ancak şuna kesin olarak inanmak zo¬runluluğu vardır ki velîler ilâhî yetkilere sahip değildirler ve kimseye yardım ede¬mez, fayda sağlayamaz ve zarar vere¬mezler; bu güç sadece Allah'a aittir. Ka¬bir ziyareti meşru ve sünnettir; ancak kabirde yatandan yardım ve medet um¬mak, adak adamak, onun ruhaniyetinden olayların akışına müdahale etmesini is¬temek ve bu gibi maksatlarla kabri ta¬zim edici uygulamalarda bulunmak bid-'attır. Doğrudan Allah'a dua ederken te¬vessülde bulunmak ise itikadî bir mesele olmayıp ihtilaflı bir konudur.
Hasan el-Bennâ'ya göre İslâm dini fikir hürriyetini tanımış, ilmî araştırmaları teş¬vik etmiştir. Bir hadiste de işaret edildiği üzere hikmet müslümanın yitirdiği kendi malı olduğu için hangi kültürel ortamda ortaya çıkmış olursa olsun rahatça sahip-lenilmelidir. Din ve akıl bazan birbirine ters düşebilirler; ancak kesin ve gerçek olan hususlarda birleşirler. Kesin biçim¬de ortaya konan ilmî kanunlar hiçbir za¬man dinî esaslara aykırı olamaz. Eğer her İkisi arasında görünürde bir ihtilâf varsa zan ifade eden delil kesin olanla uy¬gun şekilde yorumlanmalıdır; her ikisi de zan veya ihtimaliyet ifade ediyorsa dinî esasa uyulur. Ona göre ilim konusundaki görüşlerde başlıca iki sakat cereyan gö¬ze çarpmaktadır, a) Olayları, sebeplerini araştırmaksızın yalnızca gizli güçlere bağ¬layan hurafeci anlayış; bu anlayış insan¬ları tembelliğe itmektedir, b) Olayların hiçbir gaybî veya metafizik sebebinin ol¬madığını İleri süren materyalist-poziti-vist anlayış ve özellikle biyolojik materya¬lizm. Müslümanlık ise aklı ve gaybı, ilmi ve metafiziği birleştiren bir dindir. İslâm maddeye önem verir, ancak ona köle olmayı reddeder; İman ve ruhu esas alır, fakat ilmi inkâr etmez. Nitekim müsiü-man âlimler ilerlemeye karşı çıkmamış¬lardır. Bu konuda ileri sürülen istisnaî ve kötü örnekler ölçü alınamaz. Esasen Kur'an'da müsbet ilimlere çok sayıda işa¬ret vardır. Kalkınma için askerî güç yanın¬da İslâm'ın teşvik ettiği ilmî birikim zo¬runludur ve müslümanların muhtaç ol¬duğu kalkınma hamlesi yalnızca İslâm'la gerçekleşebilir. Hasan el-Bennâ. modern ideolojilerden özellikle Arap ırkçılığı {Ara-bizm} üzerinde durmuş, İslâm'ın ırkçılığı reddettiğini vurgulayarak sadece bir mil¬letin tarihî ve kültürel kimliğine sahip çıkması anlamındaki bîr milliyetçiliği be¬nimsemiş, aslında Mısır için çalışmanın evrensel İslâm vatanının bir parçası için çalışmak anlamına geleceğini belirtmiş¬tir. Ona göre İslâm vatanının sınırlarını iman birliği çizerken Batı tipi milliyetçi¬lerin vatan anlayışını coğrafî sınırlar tayin etmektedir. Ancak İslâm milletleri ara¬sında adaletin gözetilmesi şarttır; bir müslüman millet ötekinin sırtından ge-çinemez ve ona zulmedemez. Esas itiba¬riyle kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine ku¬rulu milliyetçilik anlayışı reddedilmelidir. Fakat her milletin kendine özgü birtakım hususiyetleri olduğu da inkâr edilemez. Bazı milletler bazı hususlarda Ötekiler¬den üstün olabilir ve bu tür meziyetler genel İslâmî kalkınma idealine hizmet için vardır. Öte yandan Batı'ya karşı çı¬karken de Doğucu olmak gerekmemek-tedir. Doğuculuk geçici bir slogandır ve dünyayı Doğu-Batı diye ayıranların ürü¬nüdür. Bu ayırımda ısrarlı davranılacak-sa Batı medeniyetinin iflâs ettiği söylen¬melidir. Müslüman Doğu uykusundan uyandığında dünya liderliğini kolayca ele geçirebilecektir. Batı'nın manevî yapısı çökmüştür: çünkü bu medeniyet dini ter-ketmiştir ve başlıca özellikleri de şehvet düşkünlüğü, çıkarcılık, faizciliktir. Bu ma¬teryalist hayat tarzı, Batılılar'ca sömür¬ge altında bulundurdukları İslâm ülkele¬rine de aşılanmaya çalışılmaktadır. Batı. Doğu ülkelerini önce borçlandırmakta, sonra da kendine bağımlı kılarak sömür¬mektedir. Bu ülkelerde Avrupaî eğitim ve¬ren okullar açarak lehine çalışacak yöne¬tici bir seçkin zümre yetiştirmekte, ba¬sın yayın ve eğlence araçlarıyla da kitle¬leri istediği şekilde yönlendirmektedir. Ona göre, Türkiye ve Mısır bu tesire en çok mâruz kalan İslâm ülkeleridir. Hasan el-Bennâ, bu tesbitlerinin ışığında girişi¬lecek ıslahatçı gayretler için işe fertten başlanması gerektiği inancındadır. Ferdin hem ilmî ve kültürel yönden hem de vücut sağlığı bakımından gelişmesi te¬min edilmelidir. Bu özelliklere sahip kişi¬lerin kuracakları aile ise İslâm ahlâk esas-ları üzerinde temellendirilmelidir. Toplu¬mun asıl unsurunu teşkil eden aile sağ¬lam esaslar üzerine oturunca sağlıklı bir toplum için en önemli adım atılmış ola¬caktır. Toplumu irşad çabası yoğun şekil¬de sürdürülmeli ve İslâm topraklan her türlü emperyalist etkiden arındırılmalı¬dır. Bu hedefleri gerçekleştirici siyasî de-ğişikliklerle birlikte İslâm ümmetinin bir¬liğini temin edici tedbirlerin de alınması gerekmektedir.
Bennâ'nın siyasî görüşleri geniş ölçü¬de, Abbasî hilâfetinin dağılışından XIX. yüzyılda Avrupalı devletlerin İslâm ülke¬lerinden çoğunu kolonileştirmesine ka-darki dönemde İslâm ümmetinin içine düştüğü yozlaşmanın tahliline dayanmak¬tadır. Ona göre bu yozlaşmanın başlıca sebepleri müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları, siyasî tefrika, mezhep kav¬gaları, yöneticilerin ihmal ve gafleti, ilim adamlarının faydasız tartışmalarla vakit geçirip uygulamalı disiplinlere yönelme¬meleri ve dolayısıyla ilim ve teknik bakı¬mından geri kalma, Araplar'ın İslâm ta¬rihi sahnesinde geri plana düşmeleri ve modern zamanlarda müslümanların Av-rupalılar'ın hayat tarzını taklide yönelme¬leridir. Hasen el-Bennâ, bu tarihî ve fiilî sebeplerden kaynaklanan kötü durumun aşılabilmesi için öncelikle hilâfetin yeni¬den tesisi yoluyla İslâm birliğinin sağlan¬ması, İslâmî değerlerin hayata geçiril¬mesine yönelik bir devletin kurulması ve böylece bütün İslâm dünyasının her tür¬lü yabancı hâkimiyetinden kurtarılması hedeflerini öngörmüştür. Bennâ'ya göre İslâmî bir hükümet, yöneticinin ilâhî öl¬çüler ve halk karşısındaki mesuliyeti, üm¬metin birliği ve ümmetin iradesi ilkeleri¬ne dayanmalıdır (A. Z. Al-Abdin,XXVIII/ 3 |1989], s. 221-223).
Hasan el-Bennâ'nın bir suikasta kur¬ban gidişinin ardından İhvân-ı Müslimîn hareketi bir kısmı ılımlı, bir kısmı da et¬kin mücadele yanlısı gruplarca sürdürül¬müştür. Ilımlı strateji yanlısı olan grupla¬rın en kayda değer temsilcisi. el-Müsli-mûn adlı dergiyle aynı zamanda damadı olduğu Hasan el-Bennâ'nın fikirlerini ve daha ziyade bekleme siyasetine dayalı yaklaşımlarını İslâm dünyasına yayan Saîd Ramazan'dır. Daha etkin mücadele yanlısı grup ise Hasan el-Bennâ'nın bir başka halefi olan Salih Aşmâvî liderliğin¬de ihvan hareketini radikal yorumlan ile sürdürmüş, Aşmâvî ekolünün bu fikirleri ed-Dacve dergisinde ifadesini bulmuş¬tur. İhvân-ı Müslimîn'in Hasan el-Ben-nâ'dan sonra en etkili simalarından Sey-yid Kutub harekete 1951 yılında katılmış ve eserleri 1990'lara kadar çeşitli İslâmî akımları derinden etkilemiştir. Seyyid Ku-tub'un da dahil olduğu Muhammed el-Gazâlî. Abdülkâdir Ûdeh ve Suriyeli Mus¬tafa es-Sibâfden oluşan bilgin ve düşü¬nürler grubu özellikle Hasan el-Bennâ'¬nın İslâm'da sosyal adalet öğretisinden etkilenmiş (The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamtc Wor!d, I. 197-198) ve bu perspektiften yazdıkları eserler Tür¬kiye dahil birçok müslüman ülkesinde il¬giyle takip edilmiştir.
Eserleri.
1. Müzekkirâtü'd-da've ve'd-dâHye (Kahire, ts. |Dârü'l-kitâbi'l-Arabî|). Hasan el-Bennâ'nın 1942 yılına kadar olan hâtıralarını ve bu hâtıralar vesilesiyle dile getirdiği fikirlerini ihtiva eder. İki bölümden oluşan eserin ilk bö¬lümü kendi hayatıyla, ikinci bölümü ise İhvân-ı Müslimîn teşkilâtının kuruluşu ve gelişmesiyle ilgili hâtıralarından oluşmak¬tadır. Eser M. N. Shaikh tarafından İngi¬lizce'ye tercüme edilmiştir {Memoirs of Hasan al Barına Shaheed, Karachî 1981; Delhi 1982). Z. Mecmû'atü restfili'I-imâmi'ş-şehîd Hasan el-Bennâ. Çeşit¬li dönemlerde kaleme aldığı sekiz risale¬den oluşan bir koleksiyondur. Bu risale¬ler, onun temel fikirleri çerçevesinde İh-van-ı Müslimîn teşkilâtının gaye, metot ve hedefleriyle ilgili tesbitlerini açıkladığı yazılardır. Son olarak 1988 yılında İsken¬deriye'de neşredilen mecmuanın birçok baskısı bulunmaktadır. Hasan el-Bennâ'¬nın hâtıra, risale, makale, hutbe ve dua¬larını, ayrıca kendisi ve İhvân-ı Müslimîn hakkındaki bilgi ve değerlendirmeleri ih¬tiva eden eser. Hasan Karakaya ve Hasan Fehmi Ulus tarafından Türkçe'ye çevrile¬rek on dört cilt halinde neşredilmiştir {Risaleler, İstanbul 1991). Külliyatın da¬ha önce Ramazan Nazlı tarafından yapı¬lan bir tercümesi daha vardır (Şehit Ha¬san el-Bennâ'nın Hayatı ve Risaleleri, İs¬tanbul 1978).
Hasan el-Bennâ'nın ayrıca İhvân-ı Müs¬limîn teşkilâtının resmî yayın organları olan Meceiîetü'l-İhvâni'I-müsUmîn, Cerîdetü'î-İhvâni'l-müslimîn, en-Ne-zîr ve Mecelletü'ş-şihâb gibi gazete ve dergilerde yazıları bulunmaktadır.