« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Şub

2013

Şeyh Sait İsyanı (Şeyh Sait İsyanı'nın bastırılması ve bugüne etkiler)

Ahmet Akın 01 Ocak 1970

Şeyh Sait İsyanı:
Şeyh Sait ayaklanması Piran hadisesi (13 Şubat 1925) ile başlamış ve 15 Nisan 1925 tarihine kadar iki ay devam etmiştir. İsyan kısa zamanda Genç (Darahan, Çapakçur (Bingöl), Muş, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ, Ergani, Palu, Çermik, Çemişkezek, Silvan, Siirt ve Urfa gibi oldukça geniş bir alana yayılmıştır.
• İsyan planlandığı şekilde gelişmiş, Çapakcur cephesinde Şeyh Şerif komutasında Çan şeyhlerinden İbrahim ve Hasan;
• Muş cephesinde Melikanlı Şeyh Abdullah;
• Diyarbakır cephesinde bizzat Şeyh Sait;
• Maden cephesinde Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Abdurrahim;
• Siverek cephesinde Şeyh Eyyüb asileri komuta etmişlerdir.
Şeyh Sait İsyanı'na karşı VII. Kolordu Komutanı Mürsel Paşa bir yandan gerekli tedbirleri alırken, diğer yandan Şeyh Sait'i isyandan vazgeçirmek üzere onun güvendiği kişileri nasihat heyeti olarak kendisine göndermiştir. Bunu 21 Şubat'ta Piran'ın hükümet kuvvetlerince geri alınması takip etmiş ve Şeyh Sait isyandan vazgeçme eğilimi göstermeye başlamıştır. Ancak çevresindeki isyan elebaşılarından Ömer Farro ile Liceli Abdussamet'in tehdide kadar varan tepkileri üzerine iç isyanda devam etmiştir. Hükümet, 23 Şubat günü bütün bölgede sıkıyönetim ilan etmiş ve TBMM'nde Hıyanet-i Vataniyye Kanunu'nda değişiklik yapılmıştır. Ancak yeterli hassasiyeti gösteremediği gerekçesiyle Başbakan Fethi Okyar istifaya zorlanmış (02 Mart 1925) ve 03 Mart 1925 tarihinde yeni hükümet İsmet İnönü tarafından kurulmuştur.
Yeni hükümet süratle olayın üzerine gitmiş aynı gün yeni hükümet programı açıklanmış ve alınması gereken tedbirler arasında;
• Bölgede sıkıyönetim ilanı,
• Takrir-i Sükun Kanunu
• İstiklal Mahkemeleri'nin kurulması ile ilgili kanunlar süratle kabul edilmiştir.
Şeyh Sait 07 Mart'ta Diyarbakır önlerine gelmiş ve aynı gün asiler saldırıya geçmişlerdir. Saldırı 11 Mart'ta tekrarlanmış ise de geri püskürtülmüşlerdir. Bölgede asi kuvvetleri (Şeyh Sait çapulcuları) ile Ordu birlikleri arasında yer yer çatışmalar devam ederken alınan bu tedbirlerin hemen arkasından 24 Mart'ta genel tenkil harekatı başlatılmıştır. Tenkil harekatına komuta etmek üzere Ordu Müfettişi Kazım Paşa (Orbay), Kolordu Komutanı Mürsel Paşa (Bakü), Tümen Komutanı Osman Paşa, Fırka komutanları olarak da Kazım Paşa (Dirik) ile Cemil Cahit (Toydemir) görevlendirilmişlerdir.
• 23 Mart'ta Hınıs'a giren Osman Paşa, 27 Mart'ta kasabaya saldıran Şeyh Sait yanlısı isyancıları dağıtmış ve isyan liderlerinden Hasenanlı Halit, Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ve Kerem İran'a kaçmak zorunda kalmışlardır.
• Devlet güçleri daha sonra Piran ve Maden'e girmiş 01 Nisan'da Hani, 06 Nisan'da Palu, 8 Nisan'da Çapakçur, 12 Nisan'da Darahini Şeyh sait yanlısı isyancılardan temizlemiştir.
• Nisan ortalarında çözülen isyancıların takibi ve temizlik hareketi süratle neticelenmiş ve isyan Şeyh sait İsyanı elebaşılarının çoğu ele geçirilmiştir.
• 14 Nisan'da bozgunu sezen Şeyh Sait, kayınbiraderi Bnb. Kasım'ın ihbarı sonucu İran'a kaçmak isterken Varto'da diğer isyancılarla birlikte ele geçirildi.
İsyancıların Yargılanmaları:
Daha başlangıçta ele geçirilen Cibranlı Albay Halit, Bitlisli Yusuf Ziya, Yusuf Ziya'nın kardeşi Teğmen Ali Rıza, damadı Faik Bey ile Molla Abdurrahman'ın mahkemeleri sonuçlanmış ve haklarında verilen idam cezaları 15 Nisan'da Bitlis'te infaz edilmiştir.
İsyan elebaşılarından Seyyid Abdulkadir, Seyyid Mehmed, Bitlisli Kemal Fevzi, Palulu Kör Sadi, Hoca Askeri, Avukat Hacı Ahdi 14-23 Mayıs 1925 tarihleri arasında yapılan muhakemeleri sonucu Diyarbakır İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkum edilmişlerdir. Suçluların cezaları 27 Mayıs günü yerine getirilmiştir.
Şeyh Sait ve arkadaşlarının yargılanmaları ise 26 Mayıs-28 Haziran tarihleri arasında yapılmış ve suçlulardan başta Şeyh Sait olmak üzere Şeyh Abdullah, Kamil Bey, Baba Bey, Şeyh Şerif, Fakıh Hasan, Haa Sadık Bey, Şeyh İbrahim, Şeyh Ali, Şeyh Celal, Şeyh Hasan, Mehmed Bey, Hanili Salih, Madenli Kadri Bey, Şeyh Şemseddin, Gençli Tahir, Genç Bucak müdürü Tayyip ve aveneden 46 kişinin idamına, suçu daha hafif görülenlerin ise kürek ve hapis cezalarına çarptırılmaları kararlaştırılmıştır. İdam cezaları ise 29 Haziran günü infaz edilmiştir.
Müteakip Tedbirler:
Şeyh Sait isyanı bastırılmış olmakla beraber, isyana katılmış olan grupların çeşitli bölgelerdeki faaliyetleri henüz sona ermemişti. Bunun üzerine Devlet, bölgedeki tenkil ve tedip harekatının devamını kararlaştırmış,
Beşiri bölgesindeki Raman, Garzan ve Rejkotan aşiretleri ile Kulp'taki Bükran aşireti üzerine gidilmiştir. Buradaki asi kalıntıları 9-12 Ağustos 1925 tarihleri arasında temizlenmiş ve bölgeye huzur getirilmiştir.
İsyan bölgelerinden birisi de Siirt'in Sason bölgesi idi.
• Şeyh Sait isyanı (1925),
• Ağrı isyanı (1930) sonrasında (1932), 1935 Nisanında, 10 Temmuz 1936 tarihinde Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarının devamı mahiyetinde fasılalarla patlak veren isyanlar Kasım 1937 tarihinde tamamen bastırılmıştır.
Şeyh Sait isyanı sonrasında bölgede asilerin takibi, silah toplanması ve bazı köylerin yer değiştirilmesine devam olunmuştur.
Mutki bölgesinde 26 Mayıs 1927 tarihinde, Sason ayaklanmasına yardım eden Mehmet Ali Yunus adlı asinin taraftarlarının (Hersan ve Silent aşiretleri) yer değiştirilmeleri sonucu çıkan ayaklanma 25 Ağustos 1927 tarihine kadar devam etmiştir. İsyan elebaşılarından Şeyh Abdurrahman, Zorikli Selim, Mato ve Muhittin ölü olarak ele geçirilirken, Alikan aşireti reisi Halil Semi, Ali Osman ve Mehmet Ali Yunus, Dicle'yi geçerek Irak'a sığınmışlardır.
Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılması sırasında kaçmayı başaran asilerin bir kısmı Bicar adı verilen, kuzeyde Murat suyundan, güneyde Silvan'a kadar uzanan bölgedeki Çotela, Arşik, Lis, Cibir, Faso ve Miri İsmail gibi dağlara ve buradaki mağaralara sığınmışlardı.
Bu isyan kalıntılarının tedibi ve bölgede huzurun sağlanması için harekat kararlaştırılmıştır. Lis dağı bölgesinde 5. Seyyar Jandarma Alayı'nın, Hüveydan bölgesinde Şeyh Fahri ve Fevzi emrindeki asilerin 25. Alay'ın 2. Taburunu baskına uğratmaları üzerine tenkil görevi Albay Mustafa Bey (Muğlalı)'e verilmiştir. Muğlalı, kısa süre içinde (7 Ekim-30 Kasım 1927) bölgesi asilerden temizlemiştir.
Şeyh Sait'e İade-i İtibar Talebi:
Şeyh Sait isyanı'nın bastırılmasından tam 87 yıl sonra, bize göre bu isyancı haine torunu tarafından iade-i itibar talebi yapılmıştır.
13.02.2012'de gazetelerde yer alan habere göre Şeyh Said’in torunu Abdullillah Fırat, Şeyh Said’in itibarının iade edilmesini istedi . Abdullillah Fırat, "İslami bir şahsiyet, bir tarikat büyüğü ve Kürdistan halkının da tabii bir lideri olan Şeyh Said ve dava arkadaşlarının, Allah katında ve halk nezdinde mevcut olan itibarının, devlet tarafından da tescilini talep ederiz" dedi.

Türkiye Cumhuriyetine karşı isyan başlatan ve Diyarbakır’daki Dağkapı Meydanı’nda 46 arkadaşı ile birlikte 29 Haziran 1925 yılında idam edilen Şeyh Said’in torunu, eski milletvekillerinden Abdullillah Fırat, Diyarbakır’da basın toplantısı yaptı. Fırat, dedesinin mezarının Dağkapı Semti’nde bir hastanenin bahçesinde olduğunu ileri sürdü. Fırat, 2009 yılında İçişleri Bakanlığı’na başvurduklarını, Şeyh Said’in mezarının yerinin tespitini istediklerini, girişimlerinin sonuçsuz kaldığını da söyledi. Fırat, "Şeyh Said’in nerede defin edildiği soruluyor. Defin yeri bellidir. Dağkapı Meydanı’nda bulunan Orduevi üzerindeki Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi Şeyh Said’in meftun olduğu yeri gösterir. Bunu dikkatinize sunuyorum. Onda da ilahi bir hikmet vardır" dedi.

Şeyh Said’in itibarının verilmesini isteyen Fırat, şöyle devam etti:

"Şeyh Said ve arkadaşlarının şehit edildikleri Diyarbakır Dağkapı mevkii, bizim ve devletin de malumu olan mekanın, mezar yeri olarak aziz şehitlere tahsisini talep ediyoruz. Bu talep aynı zamanda Şeyh Said’in vasiyetinde mevcuttur ki, bu vasiyetin orijinali devletin elindedir. İslami bir şahsiyet, bir tarikat büyüğü ve Kürdistan halkının da tabii bir lideri olan Şeyh Said ve dava arkadaşlarının, Allah katında ve halk nezdinde mevcut olan itibarının, devlet tarafından da tescilini talep ederiz. Kürdistan ve Türkiye kamuoyundan da bu haklı mücadelemizde destek ve alaka bekliyoruz."
Burada eski milletvekili, yani Türkiye Cumhuriyeti milletvekili olan Abdullillah Fırat'a şunu hatırlatmakta yarar var: Dedesi bu isyanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yok etmek için çıkartmadı mı? Şeyh Sait İngiltere devleti adına çalışmadı mı? İsyan esnasında, isyanı bastırmak uğruna vatanı için şehit olan gerçek İslam şehitlerinin, Mehmetçiklerin adı dahi bilinmezken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisini yok etmek isteyen bir şakiye nasıl, hangi itibarı iade edecek?
Sonra, Şeyh Sait'in torunu olan zat'a şu da sorulmalıdır: Ey Abdullillah Fırat, Şeyh Sait'in Allah katında itibarlı olduğuna dair size vahiy mi geldi? Bu bilgiye nerden, nasıl ulaştınız? Allah ile aranızdaki iletişim kanalı ne? Her sakallı Müslüman olamayacağına göre, Şeyh Sait'in İslam Dinine mensup olduğundan gerçekten emin misiniz? Bu konuyu "Kürtler İslam dinine mensup değildir...Zerdüşttür!" diyen İmralı'da ikamet eden PKK lideri Abdullah Öcalan'a veya Kandil Dağı'nda keyif süren efendilerinize sordunuz mu? Müslümanların camisinde namaz kılmayan, imamların arkasında saf tutmayan, camileri reddeden şimdiki bir kısım Kürtler gibi Şeyh Sait de "Zerdüşt" olmasın sakın? Esasen annesinin karnındaki doğmamış bebeğe kurşun sıkan, bomba tuzaklayan kan içiciler Müslüman olabilir mi? Madem Şeyh Sait bu kadar itibarlı, makbul adamsa, bir de devletten itibar iadesine ne gerek var?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan 90 sene sonra geldiği noktaya dikkatle bakmak gerek. Kürtlerden oy almak uğruna bu kadar toleransa, bu kadar devleti küçültmeye, devletin değerlerini bu kadar hiçe saymaya ne gerek var? Bunun vatanseverlikle, halk idaresiyle, demokrasi ile ne ilgisi var? Şeyh Sait gibi bir kısım Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin daha kuruluş çalışmaları esnasında bile devlete isyan halindeydiler. Şeyh Sait bunlardan sadece birisidir. Tarihin yazdığı tescilli diğer Kürt isyanlarına da iyice bakmak gerek. Hoybun cemiyeti ve Ağrı İsyanları gibi, Dersim İsyanı gibi...Hem bu devlete isyan edip, hem TBMM'nde milletvekilliği yapıp, hem de iade-i itibar talep etmek yüzsüzlük değil mi? Eline geçen her fırsatta devletine isyan edenler, bir de bugün çıkıp "Çanakkale'de , Sakarya'da beraber savaştık, bu devleti beraber kurduk!" demezler mi! Hem bugünkü BDP milletvekilleri de aynı tiyatroyu oynamıyorlar mı? İhanetten başka, BDP, Türkiye devleti çıkarına ne yapmış veya yarın ne yapacak? Onlar da Şeyh Sait'in torunları değil mi? Abdullah Öcalan "Şeyh Sait'in yere düşen sancağını kaldırmaya geldik" diyerek Kürtleri dağa çıkartmadı mı? Ancak, Başbakanın yani R.Tayyip Erdoğan'ın her defasında mikrofona sarılıp aynen Dersim İsyanı örneğinde olduğu gibi ikide bir de Kürtlerden özür dilemesi, bu isyankar güçlere -aynen Abdullillah Fırat örneğinde olduğu gibi- iade-i itibar talep etme cesareti verebilmiştir.
Şeyh Sait'e itibarı iade edildikten sonra, iade-i itibar sırası kime veya kimlere gelecek bu bilinmemekte, ama tahmin edilmektedir: Abdullah Öcalan'a!
Ortada kirli bir oyun vardır ve Türkiye Cumhuriyeti devleti ve devletin onurlu tarihi alçakça bu oyunlara alet edilmek istenmektedir. Dahası, iktidarda ve hatta muhalefette olanlar da bu oyuna çanak tutmaktadır.
Şeyh Sait'in Heykeli Dikilecekmiş!²
Yukarıdaki analizi okuduktan sonra, şimdi hep birlikte 13 Mart 2012'de Yüksekovahaber.com adlı sitede yer alan aşağıdaki haberi okuyalım:
"Mustazaf-Der Genel Başkanı Av. M. Hüseyin Yılmaz, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyaret ederek, toplumsal barışın sağlanması için Şeyh Said ve arkadaşlarının itibarlarının iade edilmesi için defin yerinin tespiti talebinde bulundu.
Yılmaz, 29 Haziran 1925 tarihinde İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edilen Şeyh Sait ve arkadaşlarının mezar yerinin tespiti ve itibarlarının iade edilmesi için talepte bulundu.
Yılmaz, toplumsal barışı sağlamak için önemli bir adımın helalleşmeden geçtiğini belirterek, “Helalleşmenin olabilmesi için devlet nezdinde öncelikle bir pişmanlık belirtisinin olması ve bir daha böyle bir zulmü reva görmeyeceğine dair irade beyanında bulunması gerek” dedi. Yılmaz, Şeyh Said ve arkadaşlarının defin işlemlerinin dönemin belediyesi tarafından yapıldığına dair bilgi edindiklerini belirterek, arşivlerden defin yerinin tespit edilmesini istedi. Halkın teveccühünü önlemek için defin yerinin gizli tutulduğunu anımsatan Yılmaz, yapılan araştırmalara göre mezarların Dağkapı’da bulunan Alman Hastanesi’nin arka kısmına denk gelen mevkide bulunduğunu söyleyerek “Orası korunarak, insanların Fatiha okudukları bir yer olsun. Devlet yapmasa da biz kendimiz halk olarak bu zatların itibarlarını saygınlığını sağlayalım” dedi.
Yılmaz ayrıca Şeyh Said ve arkadaşlarının saygınlığını korumak için Dağkapı Meydanı’na Şeyh Said Meydanı adı verilmesini için 110 bin imza topladıklarını söyledi.
Baydemir de “Bu kadim coğrafyaya onurlu bir barışın gelebilmesinin ön şartı geçmişle yüzleşmektir. Her kesimin geçmişin vicdansızlığıyla yüzleşmesi ve o dönemin vicdansızlığını vicdanımızla mahkum etmektir” diyerek, helalleşmenin yolunun buradan geçtiğini" söyledi.
Baydemir, şöyle konuştu: “Şeyh Said hadisesiyle ve o dönemki zulümle yüzleşmeden, o dönemin zulmünü vicdanlarımızda mahkum etmeden onurlu bir barışa ne kadar ulaşabiliriz? Dersim isyanı ve Seyit Rıza’ya uygulanan zulümle yüzleşmeden, 12 Eylül’le yüzleşmeden aydınlık bir geleceği nasıl kurgulayacağız? Bu itibarla da halkımız nazarından Şeyh Sait ve arkadaşlarının itibarı en yükseklerdedir. Bizim Şeyh Sait ve arkadaşlarına açıkçası kimseden itibar talep etmiyoruz. Onların halkımın ve benim şahsımın da yüreğinde ve zihninde itibarları çok yüksektir.”
Baydemir, pek çok mağduriyet gibi aslında kamu mekanizmalarından o dönem yapılan zulümden dolayı özür beklediklerini ifade etti. Baydemir, çeşitli alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinden, cemaatlerden ve inanç gruplarından daha önce de bu yönlü talepler aldıklarını aktararak, “Bu bize gelen ilk talep değil. Şeyh Sait ve arkadaşları için bir anıt inşası, hem de yaşamlarına kast edilen Dağkapı Meydanı’nın Şeyh Sait Meydanı hatta Kadâ Şêra gibi bir öneri de geldi. Sizin önerinizi de memnuniyetle alacağız. Taleplerin tamamını komisyonumuza, Meclisimize havale edeceğiz. İstişare sırasında talepte bulunan tüm Sivil Toplum Örgütlerini davet edeceğiz. Bir istişare ortamı yaratacağız ve ortak akıl ve vicdanla kentimiz için en hayırlı olanı ve Şeyh Sait ve arkadaşlarına da saygının ve hürmetin ifadesi olarak da en doğru ve en hayırlı olanı karar altına alacağız” diye konuştu."
Sonuç:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bölme ve parçalama oyunu, açıkça, alenen, hiç bir gizlisi-saklısı olmadan devam etmektedir.
1. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus kağıdını taşıyan bir kısım vatandaşımız yani "Bir kısım Kürtler", Türkiye Cumhuriyeti Devletinin topraklarını bölmek ve böldükleri topraklar üzerinde bağımsız bir devlet yani "Kürdistan"ı kurmak istemektedir. Bu talep yeni değildir. Bu talep Türkler tarafından kabul edilemez.
2. "Bir kısım Kürtler"in taleplerine, geri kalan Kürtlerin de gizliden gizliye destek veriyor olmaları kolayca tahmin edilmelidir. Çünkü, ayrı bir devlet kurmak her halde her etnik kimliği heyecanlandıracak ve sevindirecek bir hedeftir.
3. Görülen o ki, bizim idarecilerimiz, ya da eline pankart tutuşturulan ülkücü gençlerimiz avazları çıktığı kadar "KÜRT TÜRK KARDEŞTİR, PKK KALLEŞTİR! (MHPliler)" diye bağırsalar da , hiç bir Kürt, "Türkler bizim kardeşimizdir!" dememektedir. Artık sloganlarla, boş laflarla geminin yürümeyeceği görülmelidir. Daha bir kaç gün önce BDP eşbaşkanlarından Selahattin Demirtaş "Biz kardeşlik istemiyoruz...eşitlik istiyoruz" demiştir. Eşitlik sözünün içini tahmin etmek zor değildir; Kürtler için eşitlik ayrı bir devlet, ayrı bir ülke, ayrı bir başkent vb. demektir.
4. Ayrılıkçı Kürtler, diğer bütün Kürtlerin de desteklediği bir silahlı örgüt kurmuşlardır. Örgütün adı bugün için PKK'dır. Örgütün kırsalda, köy, kasaba ve mezralarda uzantıları, milisleri, gönüllüleri, gizli-açık destekleyicileri vardır.
5. Barış ve demokrasi Partisi (BDP)nin PKK'nın siyasi uzantısı olduğu konusunda Türk kamuoyunda hiç bir şüphe yoktur.
6. Hedefi ayrı bir devlet kurmak olan ve maalesef bugünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlerin (bir kısım demek gereksiz) istek ve arzularının sonu yoktur.
o İşsizlik, yolsuzluk, eğitimsizlik, ana dilde eğitim vb. gibi sorunlar, gerçek hedefe ulaşmak için kullanılan "maske"lerdir. Kürdistan devleti kuruluncaya kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kürt vatandaşlarını memnun etmesi olanaksızıdır.
7. Türkiye Cumhuriyeti devleti, "muz cumhuriyeti" değildir. Kökleri binlerce yıla dayanmaktadır. Bugün Türkiye Cumhuriyetini idare edenler, iktidarıyla, muhalefetiyle, kendilerini geçmişteki idarecilerden akıllı sanmamalıdır. Dünkü idareciler, dünkü yapılanlardan sorumludur. Nasıl ki bugünkü idarecilerin "bugünden sorumlu olacakları" gibi.
8. "Ey benim bağımsızlık isteyen Kürt halkım...bu Türkiye Cumhuriyeti devleti geçmişte size karşı şu şu hataları yaptı....yanlış yaptı...ben bu yüzden bütün Kürtlerden özür diliyorum'" anlamına gelecek sözlerle Kürtlerden oy almaya çalışmak, "açılım, TRT Şeş kurduk ya!" demek, bölücülük sorununun çözümü değildir.
o Örneğin, 1937'de bir kısım bölücü Kürtçü vatandaşımız(!) aynen bugün PKK'nın yaptığı gibi, bir kısım diğer vatandaşımızı(!) silahlandırıp dağa çıkartmıştır. Dağa çıkan bu asiler, yani isyancılar, aynen bugünkü PKK'nın yaptığı gibi karakollara ve askeri birliklere pusu kurmuş, askerlerimizi şehit etmişlerdir. Peki bu isyancıların dağa çıkmalarının nedeni yolsuzluk, elektriksizlik, Kürtçeyi konuşamamak mıdır? Yoksa, Dersim denen bölgemize, Türkiye Cumhuriyeti devleti'nin kanunlarının, kurallarının dahası uygarlığın getirilmek istenmesi midir? O halde bugünkü başbakan R.Tayyip Erdoğan kimden neyin özürünü dilemektedir? Bugün bile PKK yol yapan müteahhitleri tehdit etmekte, iş makinelerini yakmakta, öğretmenleri, kaymakamları, doktorları kaçırıp, katletmektedir. Mantık 1925'te, 1930'da, 1937'de ne ise, bugün de aynısıdır. Bu artık görülmelidir.
9. "Eğilmenin sonu eşekliktir. Sen eğilirsen, sırtına çıkan çok olur." Bu bir Türk Atasözüdür. Dikkate alınmalıdır. Boşuna söylenmemiştir.
o Türkiye Cumhuriyeti bakanlarının ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın sürekli olarak Kürtlerden özür dilemesi, "suçu kabul etmek" anlamına gelir. Hiç bir isyanda Türkiye Cumhuriyeti suçlu değildir. Türkiye Cumhuriyeti hiç kimseye "dağa çıkın, isyan edin ey benim halkım!" dememiştir. Muş'lu Şemdin Sakık da dağa çıkmıştır, vatanına ihanet etmiştir, yüzlerce, belki binlerce askeri şehit etmiş, köyleri yakmış, mezraları basmış, yasa dışı halktan vergi toplamıştır. Hakkını elinde silahla dağda aramıştır. Kardeşi ise, senelerdir TBMM'nde milletvekilidir, hakkını Ankara'da aramaktadır. Sırrı Sakık'ın diğer Türk milletvekillerinden hiç bir ayrıcalığı da yoktur. İstese, olabilse, Cumhurbaşkanı olma yolu bile açıktır. Ailesinden muhtemelen subay da vardır, avukatta vardır, polis de vardır. Sürekli olarak bölücülerden özür dileme mantığı ancak bölücülere, ayrılıkçılara ancak cesaret verir; Türk Milletinin moralini ve motivasyonunu bozar. Sonuçta birileri bir gün gelir "Bu yaptıklarınla devletinin temellerine dinamit koyuyorsun....Mustafa Kemal Atatürk'e "Mustafa Kemal" diye hitap ediyorsun (CHP lideri)...Hakkari ve Van'da Kürtlere evrensel özerklik vaat ediyorsun!(CHP lideri) ...Şehidine "kelle" Abdullah Öcalan'a sayın diyorsun (R.Tayyip Erdoğan)....Kaçakçıyı "şehit" sınıfına sokuyorsun (Bakan Fatma Şahin)...Sen gerçekte kime hizmet ediyorsun?" diye adama sorar.
10. Atatürk der ki: "Türkiye Cumhuriyeti devleti ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütündür." Kürtler de kabul ettikleri takdirde, Kürt olarak, Türk Milletinin onurlu birer ferdidir. Kabul etmeyip de ele silah alıp dağa çıktıkları takdirde, bu gibilerin yaptıklarını ifade edecek sözcük ancak ve ancak "hainlik"dir. Türk Milletini veya Türk Milletinin ülkesini bölmeye teşebbüs edenler ise -aynen geçmişteki ve halihazır Kürt İsyanlarında görüldüğü gibi- ihanet içinde olduklarından, dal budak salmadan, mutlaka yok edilmelidir.
o Bu sadece Türkiye'de uygulanacak yöntem sayılmamalıdır. Bavyeralılar isyan edip dağa çıktıklarında, Alman hükümeti Bavyeralıları yok eder, onlara "aferin, iyi ettiniz, ya pardon, özür dileriz" demez. New York yerlileri ele silah alıp dağa çıktıklarında, ABD ordusu ve güvenlik güçleri onları yok eder.
11. Şüphesiz kendi arzusuyla vatanına ihanet eden, bedelini de öder. Bunda ayıplanacak bir şey yoktur. "Ben dağa çıktım, elimden geldiğince Türkiye Cumhuriyeti Devletine zarar vermeye çalıştım. Ama, gel sen benim itibarımı iade et. Hatta bir de Diyarbakır meydanına heykelimi dik." olmaz. Olamaz. Son pişmanlık ise asla fayda etmez.
12. Her halde Kürtlerin aklını başına toplamaları için zaman çoktan geçmiştir. Kürtler bu mantıkla hareket etmeye devam ederse, "İhtimal ki Kürtler daha çok muhterem zat için iade-i itibar istemek, heykel dikilecek yer aramak zorunda kalacaktır."
Faydalanılan Kaynaklar:
¹ Prof.Dr. Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası (Temmuz 1993)
² http://www.yuksekovahaber.com/haber/seyh-saide-iade-i-itibar-talebi--69327.htm

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 50751

ulkucudunya@ulkucudunya.com