« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Şub

2013

Bahtiyar Vahabzade

Beşir Ayvazoğlu 01 Ocak 1970

Azerbaycan'ın 'aksakal'larından Bahtiyar Vahabzade'nin uzun süredir hasta olduğunu biliyorduk. Elazığ'da 8 Kasım 2008 tarihinde onun adına yapılan 16. Uluslararası Şiir Akşamları'na da çok istediği halde katılamaması, hastalığının ciddiyetini gösteriyordu.
Nitekim geçen hafta sonu ajanslar vefat haberini geçti. Büyük şair, Sovyetler Birliği döneminde Türkiye'deki kültür ve edebiyat çevreleriyle temas kurmaya cesaret eden ilk Azeri aydınıydı.
Çok iyi hatırlıyorum: Varlık dergisinin Ağustos 1972 tarihli sayısında İsmet Zeki Eyüboğlu imzasıyla yayımlanan 'Ölü Edebiyat' başlıklı yazıda divan şiirine ve başta Fuzuli olmak üzere bütün divan şairlerine acımasızca hücum edilmiş ve bu yazıya tek cevap ondan gelmişti. 'Yel Kayadan Ne Aparır?' başlığını taşıyan ve aynı derginin Şubat 1973 tarihli sayısında çıkan bu cevap çok güzel ve susturucuydu.
Bahtiyar Vahabzade imzasını daha sonra Türk Edebiyatı dergisinde sık sık görmeye başlamıştık. H. Ahmet Schmiede adlı Müslüman olmuş bir Alman yazar da Türk Edebiyatı'na gönderdiği yazılarla onu Türk kamuoyuna takdim ediyordu.
Azerbaycanlı bir yazarın muhafazakâr bir dergide yazması çok şaşırtıcıydı; çünkü Sovyetler Birliği'ne bağlı Türk cumhuriyetlerinde, bırakın Türkiye'de muhafazakâr diye bilinen kişilerle ilişki kurmayı, Türk kelimesini telaffuz etmek bile son derece tehlikeliydi. Türkiye'ye gelme imkânı bulan yazarların peşlerin de ikişer üçer KGB ajanının takıldığına birkaç defa şahit olmuştuk.
Gorbaçov döneminde uygulamaya konulan glasnost ve perestroika politikalarının sağladığı kısmî hürriyetten yararlanarak Türkiye'ye gelip gitmeye başlayan aydınlar arasında Vahabzade de vardı. Kendisiyle o günlerde tanıştık. 1987 yılında Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen II. Yayın Kongresi'nin davetlisi olarak gelmiş ve Atatürk Kültür Merkezi'nde güzel bir konuşma yapmıştı. O tarihte Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcısı olan Aytuğ İzat'ın Vahabzade şerefine verdiği yemekte ben de vardım. Rahmetli Fethi Tevetoğlu ve Orhan Şaik Gökyay'ın yanı sıra, Talat Sait Halman, Yavuz Bülent Bakiler, İsmail Kara, Şahin Alpay ve Alev Alatlı'yı hatırlıyorum. O gün anlattığı bir hatırasını hiç unutmam: Türkiye'ye ilk defa 1961 yılında, bir Sovyet gemisiyle gelmiş; limana yanaştıklarında gemiye ilk çıkan görevli bir Türk doktoru olmuş. Yolcuları tek tek muayene eden doktor o kadar kısa boyluymuş ki, yolcular gülüşmüşler. Bundan gururu incinen Vahabzade, Türkiye'de daha sonra tanıştığı birçok yetkiliye sitem etmiş: 'Limanda görevlendirecek boylu boslu, yakışıklı bir doktor bulamadınız mı?'
1989 yılında başka bir vesileyle İstanbul'u ziyaret eden merhum, yakın akrabası olan bir tıp profesörü ve musikimizin büyük ustalarından Fırat Kızıltuğ'la birlikte Tercüman'a, ziyaretime gelmişti. O gün uzun uzun sohbet etmiş ve bu sohbetin önemli kısımlarını yönettiğim sayfada yayımlamak üzere röportaj haline getirmiştim. Fakat zavallı şair, bana anlattıkları üzerinde biraz düşününce telaşlanmış; o gün geç bir vakitte beni telefonla buldu ve heyecanlı bir sesle söylediklerinden bazılarının kullanılmamasını rica etti. Aslında çıkarılmasını istediği sözler bizim açımızdan hiç de tehlikeli görünmüyordu. Ne var ki ömürleri, nefes alışlarını bile kontrol eden bir rejimin demir yumruğu altında geçenler, ihtiyatlı olmak gerektiğini ve hangi sözlerinin kendileri için tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini elbette bizden daha iyi biliyorlardı. Tabii, röportajı onun istediği şekilde yayımlamıştım.
Dostluğumuz zamanla çok ilerledi; ne zaman Türkiye'ye gelse görüşüyorduk. Kendisi de bu dostluğu ve Tercüman'da yayımlanan röportajı önemsediği için, bu röportaj sırasında çekilen bir fotoğrafa Azerbaycan'da Kiril harfleriyle yayımlanan 'Bahtiyar Vahabzade Albümü'nde yer vermişti. 'İki Korku' adlı şiiri üzerine Aksiyon dergisinde yazdığım yazının da onu son derece memnun ettiğini biliyordum; Azerbaycan'da kendisini ziyaret eden bazı müşterek dostlarımıza söylemişti.
Vahabzade'nin, bir zamanlar Sovyetler Birliği'nde korkunun nasıl kol gezdiğini, insanların en yakınlarına bile nasıl şüpheyle baktıklarını, kısacası, totaliter rejimlerde insan haysiyetinin nasıl acımasızca ayaklar altına alındığını anlattığı 'İki Korku', iç yakıcı bir şiirdir. Türkiye'de ilk defa 1984 yılında Türk Edebiyatı'nda yayımlanan bu uzun şiir ve sözünü ettiğim röportaj aynı derginin Mart sayısında yeniden yayımlanacak.
Büyük şaire Allah'tan rahmet, Türk dünyasına başsağlığı diliyorum.
DERKENAR
Mehmet Eyüboğlu ve Gazanfer Özcan
Mehmet Hamdi Eyüboğlu, ressam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun oğluydu. Ressam Eren Eyüboğlu annesi, ünlü yazar Sabahattin Eyüboğlu amcası, mimar ve restoratör Mualla Anhegger Eyüboğlu ise halasıydı.
Mehmet Eyüboğlu, belki de babasının halk kültürüne düşkünlüğünden etkilenerek bütün estetik ve entelektüel çabasını yazmacılık üzerine teksif etmişti; Tokat yazmaları üretiyor ve isteyene yazmacılık öğretiyordu. Kalamış'ta, Bedri Rahmi Eyüboğlu Sokağı'ndaki baba evinde...
Mehmet Eyüboğlu'nun bütün kitaplarımı severek okuduğunu ve beni mutlaka tanımak istediğini, kendisiyle yakından ilgilenen Ömer Faruk Şerifoğlu söylemişti. Sonunda fırsat bulup bir ay kadar önce Ömer'le birlikte ziyaretine gittik. Çok şişman olduğu için bir yığın hastalığı vardı ve yatıyordu; aldığı ilaçlar yüzünden yarı uyur, yarı uyanık olmasına rağmen beni görünce neşelendi. Son derece zeki, sevimli ve çok kültürlü bir adam olduğu o halinde bile anlaşılıyordu. Uzun uzun sohbet ettik; tekrar geleceğimi söyleyerek ayrıldım. Ne yazık ki, önceki gün Ömer'den ölüm haberini aldım. Yazmalar yetim kaldı.
Ona ve aynı gün vefat eden büyük tiyatro sanatçısı Gazanfer Özcan'a Allah'tan rahmet, yakınlarına ve dostlarına başsağlığı diliyorum.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 48176

ulkucudunya@ulkucudunya.com