« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Şub

2013

Şeyh Şamil

Ahmet Miroğlu 01 Ocak 1970

Mescid-i Haram’daki Muhteşem Manzara
Yıl 1870. Mekke-i Mükerreme’de, Mescid -i Haram’da bulunan ziyaretçiler tarihi bir olaya tanıklık ediyorlar. 70'li yaşlarında keskin yüz hatlarına sahip, çatık kaşlı, ciddi, vakur, başında sarığı andıran, ancak Hicaz’da pek rastlanmayan türden bembeyaz papağıyla, üzerine düşeni yapmış fakat o çok arzuladığı sonuca ulaşamamış, yine de vazifesini ifa etmiş olmanın huzuru üzerine sinmiş, hareketlerine ve duruşuna yansımış, etrafında en küçük bir işaretini emir sayan adamlarıyla, yetmiş küsur yıllık hayatını dolu dolu yaşadığı her halinden belli ak sakallı bir ihtiyar gözyaşları içinde Kâbe’yi tavaf etmektedir. Aslında Kâbe’yi yine tavaf etmek isterdi ama bu şartlarda değil. Belki müslüman bir ülkenin devlet başkanı veya görevini başarmış, hedefine ulaşmış, emaneti ehline teslim ederek son günlerini mukaddes beldelerde geçirmek, hatta nasip olursa orada can vermek, Sahabe-i Kiram’la kıyamete dek yan yana yatmak üzere gelmiş bir mücavir olarak…
Bu zat yaklaşık 10 yıl erat, 20 yıl da komutan olarak en meşhur generallerin emrindeki sayıca ve teçhizatça kendisinden kat kat üstün Rus ordularına karşı kahramanca bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi vermiş Şeyh Şamil’den başkası değildi.
Hacılar bu efsane şahsiyeti bir kez olsun dünya gözüyle görebilmek için büyük izdihama sebep olmuşlardı. Osmanlı hac yetkilileri can kaybına ve yaralanmalara meydan vermemek için son çare olarak Şeyh Şamil’i Kâbe’nin içine soktular. Zira aşırı sevgiden kaynaklanan taşkınlık onun canını da tehlikeye atmıştı. Fakat halkın arzusu bir şekilde karşılanmalıydı. Kâbe’nin içindeki merdivenden dama çıkarılan Şamil, elini kaldırıp dudaklarını kıpırdattığında, hacılar büyük bir sevinç ve coşkuyla selama mukabele ettiler. Akabinde hançereleri yırtarcasına haykırılan tekbir nidaları Mescid -i Haram’ı çınlattı, Sefa ve Merve tepelerinde dalgalandı, Ebu Kubeys dağında yankılandı ve kim bilir nerelere ulaştı. Sanki bu rağbet ve selamlaşma ona ahirette verilecek mükafatın müjdesi gibi idi.
Şamil hac vazifesini yerine getirdi. Herkes yaşlı Kafkas kartalını misafir etmek, sohbetinde bulunmak, onunla aynı ortamı paylaşmak için adeta yarışıyordu. Aynı zamanda Mevlâna Halid -i Bağdadî’nin halifesi bir Nakşî şeyhi olan bu büyük dava adamı, mücahid ve kahraman zat, kısa süre sonra Hicaz Rufaî Şeyhi’nin kucağında, başını onun göğsüne yaslamış bir vaziyette son nefesini verecektir. O, Rasulullah’ın şaşmaz bağlısı ve sevdalısı olarak zaten hep mukaddes topraklarda ölmek ve oracığa defnedilmek istemişti. Belki de bu ölüm ve defin, onun Sünnet’e bağlılığının dünyadaki son ödülü ve taçlandırılmasıydı.
Fırtına öncesi
Kafkasya, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarıyla kolaylıkla irtibat sağlayabilecek coğrafi konuma sahip dağlık bir ülkedir. Çok eski çağlarda Kafkasların ovalık bölgelerinde askeri birlikler kaynaşırken, dağları daha sonra tarih sahnesinden silinmiş birçok millete sığınak olmuştur. Mısırlılar, Medler , Alanlar, İskitler, Grekler, Romalılar, İranlılar, Araplar, Türkler, Moğollar, Tatarlar ve Slavlar… gibi milletler birbiri ardınca ve birçok kez kıyıya vuran hırçın dalgalar gibi Kafkasları süpürüp geçmiştirler.
Kafkasya ve bu dağlık yörenin belki de dünyanın en karmaşık etnik yapısına sahip insanları, 18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’ne kadar nice badireler atlatmış ve bütün istila hareketlerine başarıyla karşı koymuşlardır. Fakat ne yazık ki Sanayi Devrimi’yle birlikte endüstrilerine hammadde sağlamak amacıyla bütün dünyayı yağmalamaya girişmiş batılı devletlerin yanında, henüz bu anlamda tam bir batılı sayılmayan Rusya’nın hedefi haline gelmekten kurtulamamışlardır. O dönemde Ruslar bütün güçleriyle korkunç bir şekilde yöneldikleri Kafkasya’nın ele geçirilmesi için yerli halka, Türklere ve İranlılara karşı uzun süre savaşmak zorunda kalmışlardır.
Kendi aralarında küçük hanlıklar halinde ve genellikle köylerde yaşayan yerli halk, sırasıyla İmam Mansur, Gazi Muhammed, Hamzat Bek ve Şeyh (İmam) Şamil komutasında istilacı düşmana karşı kahramanca mücadele etmiştir.
Rusların Kuzey Kafkasya’ya ilgisi 1556'da başlamıştı. Ancak saldırılar 18. yüzyıldan itibaren daha düzenli, sık aralıklı ve sistemli bir hale gelmiştir. Bir ara Dağıstan kıyılarını işgal eden Rusya, bölgeye yerleşmeyi bir türlü başaramamıştır.
Bir millete tefrika girerse
1796 yılında Zubov komutasındaki Rus kuvvetleri, küçük hanlıklar arasındaki çekişmelerden ve anlaşmazlıklardan yararlanarak fazla bir çaba sarf etmeden çok büyük bir toprak parçasını ele geçirmişlerdir. Ne yazık ki Rusya, Kafkaslarda ilerlerken ahlâkî ve insani kuralları bir kenara atmış, İngilizlerin Hindistan’ı işgal ettiği esnadaki kural tanımaz tavrı takınmıştır. Her iki hareket dünya savaş tarihinin barbarlık örnekleri olarak ders kitaplarına konacak cinstendir.
İşte Dağıstan’daki dinî uyanış tam bu âna , yani Rus işgalleri dönemine rastlar. Dinî uyanışın ve işgale karşı direnişin sembol ismi Şeyh Şamil’dir.
Ülkemizde Şamil hakkında yapılmış çalışmalar Çeçenistan ve Abhazya meseleleri dolayısıyla son dönemde artış gösterme eğilimindedir. Üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen duyarlı çevrelerde Şamil adı ve mücadelesi hâlâ belleklerdeki canlılığını korumaktadır. Yine de Şamil’in ülkemizde layıkınca tanındığını söylemek mümkün değildir. Çoğu insana göre o sadece Ruslara karşı savaşmış sıradan bir insandır. Bu tiplerin onu bir kez bile gerçek kimliğiyle tanıyamadıklarını söyleyebiliriz. Bazılarına göre ise o, olağanüstü, insan güç ve takatinin ötesinde efsanevi bir hayal şahsiyet, romanlara konu, filmlere baş aktör olacak ilginç bir kişiliktir. Böyle kimseler de, bir türlü aşırı abartının insanı efsaneleştirmekten çok küçülttüğünün farkına varamayanlardır. Halbuki Şeyh Şamil gayet sade bir tarifle Çarlık Rusyası emperyalizmine karşı verilen şanlı bir direnişin, soylu ve kutsal bir mücadelenin çeyrek asırlık lideri ve yılmaz savaşçısıdır. O bu mücadeleyi verirken bir yandan da unutulmuş İslâmî değerlerin yeniden hayatiyet kazanması ve dininden uzaklaşmış bir toplumun tekrar dinine dönmesi için uğraşmıştır.
Dağıstan’daki dinî uyanışın İmam Mansur’dan sonraki ikinci lideri Gazi Muhammed’di. Gazi, Arakani’nin büyük alimi Said Efendi’den iyi bir dinî eğitim almıştı. Hitabeti güçlü idi fakat lüzumsuz konuşmalardan kaçınırdı. Şamil’in tarifiyle “Bir taş kadar sessizdi.” Cesur, kahraman, samimi, hilesiz, davasına sonuna kadar bağlı ve gerektiğinde şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir yapıya sahip olan Gazi Muhammed, Şamil’le beraber büyümüş ve onun gözleri önünde şehid olmuştur. Küçüklükten itibaren arkadaş ve kapı komşusuydular. Bu büyük insan aynı zamanda Şamil’in ilk hocası idi. Şamil’in bizzat kendisi Gazi’den öğrendiği kadarını başka hiç kimseden öğrenmediğini belirtmiştir.
Bu iki dava arkadaşı ve can dost, tasavvuf yoluyla manevi mükemmelliğe ulaşma mücadelesinin yanı sıra, düşmana karşı da en çetin savaşlarda birlikte olmuşlardır. Gazi Muhammed’in şehid düşmesinden sonra sancağı İmam Hamzat devraldı.
Hamzat (1784-1834) Hunzahlıydı. Kur’an ve Arapça eğitimi almıştı. Gürcüce ve Farsça da öğrenmişti. Bütün bu dinî eğitime rağmen bir ara dinî emir ve yasaklara aykırı davranışlar içinde bulundu. Gazi Muhammed’le karşılaşması hayatının dönüm noktası oldu. Şeyh Cemaleddin Kumukî’nin telkin ve irşadları da buna eklenince samimi bir mürid haline geldi. Gazi Muhammed’i kurtaramadığına ziyadesiyle üzülmüştür.
Hayat: İman ve cihad
Şamil, Gazi Muhammed’den sonra istemeye istemeye imamlığı üstlendi. O, en büyük mücadeleyi etnik ayrımcılığın yok edilmesi uğrunda vermiştir. Çeçenleri, Avarları, İnguşları, Abhazları … iman ve İslâm potasında eriterek tek yürek haline getirmeye çalışmak onun hayli zamanını almıştır.
Karşısında komutan dayanmayan, Rus ordusunun en ünlü generallerinin birbiri peşi sıra değişmesine, Çar’ın sarayında hafakanlar geçirmesine sebep olan bir azim ve başarı gösteren Şamil, mücadelesinin en çetin günlerini oğlunu Ruslara esir vermek, en yakınlarının itirazlarına, diretmelerine ve karşı çıkmalarına göğüs germek şeklindeki olaylar karşısında yaşamıştır.
Haklı davasında İslâm dünyasından yeterince ilgi göremeyen Şamil, bütün olumsuz şartlara karşı direnişini uzun yıllar boyunca başarıyla sürdürmüştür. Nihayet Rus ordusunun tüm gücüyle yüklenmesi ve 1859'deki Veden yenilgisi üzerine yaptığı istişareler sonucu, her ne kadar istemese de, Gunip yaylasında Ruslara teslim olmak zorunda kalmıştır. Kendisine kalsa şehitliği teslime tercih ederdi.
Savaş boyunca Rusların nice ihanetlerine tanık olan Şamil, bu defa da teslim şartlarına aykırı hareketlere muhatap olmuştur. Uzun yıllar esir tutulduktan sonra İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul’da bir devlet başkanı gibi karşılanan Şamil, tek isteğinin haccetmek ve son günlerini mukaddes topraklarda geçirmek olduğunu belirtmiştir. Hakikaten haccını eda ettikten sonra kutsal topraklarda ruhunu teslim etmiştir.
Ondan sonra mücadele sürdürülemedi. Müslümanlar ellerine geçen fırsatları da değerlendiremediler. Onun çeşitli etnik grupları tek bir bayrak altında toplama hedefi bir türlü gerçekleştirilemedi. İyice bölünüp parçalanan bu gruplar küçük devletçikler haline geldi, bu işten çıkar sağlayan büyük güçlere birer-ikişer yem oldu.
Şamil ailesinin fertleri Osmanlı ordusunda paşalık, cumhuriyet ordusunda generallik yapmış, kıymetli birer vatandaş olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Şüphesiz onun mücadelesinden çıkarılacak çok dersler vardır. Özellikle de bugün itibarıyla… Sadece Kafkasya bölgesindekiler değil, bütün müslümanlar onun hayatından, dünya görüşünden, askeri kabiliyet ve başarılarından, planlama ve organizasyon taktiklerinden, ezilmiş uluslara aşıladığı isyan ruhundan, İslâm’ı özümsemesinden yararlanmalıdırlar. Bu amaç uğruna yapılabileceklerin başında bir Şamil Enstitüsü kurulması gelmektedir. Elbette konu ile ilgilenenler daha pek çok projeye imza atacaklardır.
Rahmet dileklerimizle…
(Şeyh Şamil ve mücadelesi hakkında daha fazla bilgi için bkz. Muhammed Tahir el- Karahi , İmam Şamil’in Hatıratı, nşr . H. Ahmet ÖZDEMİR, Semerkand Yayınları, İstanbul 2003.)
Şeyh Şamil ve Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî
Şamil’in Nakşi yolunun Hâlidiye koluna mensup olduğu kesindir. Ancak bu kolun kurucusu Mevlâna Halid Bağdadî k.s. ile irtibatı ve irşad anlamında kimlerin eğitiminden geçtiği yeterince çalışılmamıştır. Kaynaklarda ve araştırmalarda Şeyh Muhammed Berağî ve Cemaleddin Kumukî gibi isimlere rastlanırsa da, genelde irşad faaliyetlerine pek değinilmez. Mevlâna Halid’in hayat ve menakıbına dair yazılmış iki eserden birincisi olan el- Mecdü’t – Tâlid’de herhangi bir kayda rastlanmazken, Şemsü’s – Şümûs’ta Şeyh Şamil ismi Mevlâna Halid’in halifeleri arasında anılıyor:
“Âlim ve fâzıl mücâhid ve kâmil İmam Şamil Dağıstânî (Allah sırlarını takdîs etsin).” (Mevlânâ Hâlid el- Arûs , Şemsü’ş-Şümûs, Güneşler Güneşi, Mevlânâ Hâlid -i Bağdâdî, trc . H. Hasan Şükrü, sad. Mahmud Parlar, İstanbul 1976, s. 176)
Bir araştırmada da Mevlâna Halid’in tarikatını Kafkasya havalisinde temsil yetkisini iki halifesine havale ettiği belirtilerek, Şamil’le irtibatlı Hâlidî şeyhlerinin isimleri veriliyor:
“Muhammed Mehdî-i Dağıstânî ve Şeyh İsmail Şirvânî (1277/1870) ile de, Kafkasya ve Kazan bölgelerinde tarikat neşrine muvaffak olabilmiştir. Şirvânî’nin halifeleri arasında Şeyh Şamil (1288/1870) başta gelmektedir.”(İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet Tekke Münasebetleri, İstanbul 1984, s. 246.)
O Resim Şahit Olsun!
Şamil’in hayatından kesitler alınmaya kalkıldığında, neyin seçileceği ciddi bir problemdir. Fakat kuşkusuz onun en bariz vasfı etrafında adeta manyetik bir alan oluşturmuş gibi gözüken tamamıyla tebellür etmiş saf, katışıksız imanıdır. İşte bir örnek:
Esir olarak Petersburg’a geldiği ilk günlerde vakit girer girmez namazını eda etmek istedi. Rus yetkililer saray kilisesinde Şamil’e namaz kılacak bir yer hazırlamak üzere derhal harekete geçtiler. Hıristiyanlara ve bilhassa en büyük din düşmanları tanıdıkları Ruslara ait bir mabedde Şamil’in namaz kılabileceğini bir türlü kabullenemeyen naipler hayretler içinde kalmışlar ve İmamlarının tavrını heyecanla takip etmeye koyulmuştular.
Mabeyn hademeleri saray kilisesinin bir köşesine henüz yıkanıp ütülenmiş sakız gibi temiz ve beyaz keten yaygılar getirip sermişler ve Şamil için hususi bir yer hazırlamışlardı.
Şamil bu kilise köşesindeki beyaz örtülerin üzerinde hiç tereddüt etmeden kıbleye dönmüş ve namaza niyet etmişti.
Halbuki Şamil’in tam karşısına rastlayan duvarda büyük bir Meryem Ana tasviri asılı bulunuyordu. Bu resmi o beyaz örtülerden bir kısmı ile örtmek üzere adamlarının büyük bir telaş ve titizlik gösterdiklerini gören Şamil:
- Bırakın , ilişmeyin. Yarın huzur-ı ilâhide o da şahit olsun ki, Şamil burada bile namazını geçirmemiştir, demiş ve büyük bir huzur içinde ibadetini ifa etmişti.
(Tarık Mümtaz Göztepe, Dağıstan Arslanı Şeyh Şamil, İstanbul 1970, s. 446)

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 48251

ulkucudunya@ulkucudunya.com