Dağıstan'dan Medineye Şeyh Şamil
B. Mümtaz AYDIN 01 Ocak 1970
Her insanın "karakter" veya "şahsiyet" denen, onu kendisi yapan özellikleri vardır. İnsanların kimisi iyimser ve ümitli iken, kimisi karamsar ve içine kapanıktır. Bazısı ticarette başarılıdır, bazısı ilimde; bazısı kendi başına bir iş yürütemezken, bir diğeri bağımsızlığı, serbestliği her şeyden önde tutar. Milletlerin tarihlerine bakıldığında da bir takım "karakteristik" özelliklerin onlarla özdeşleştiği görülür. Bir millet ticarî maharetiyle ün yaparken, bir diğeri sanat ve edebiyattaki üstünlükleriyle öne çıkmıştır. Bir millet çalışkanlığı ile övülürken; öbürünün rahata, zevke düşkünlüğü nam salmıştır. Kimileri tarih boyunca bir devlet kuramamış veya bu güne sadece isimleri gelebilmişken, kimileri ise; sayıca az, ekonomik olarak zayıf da olsalar hürriyet ve bağımsızlıklarına son derece düşkündürler. Bu durum bazılarınca anlamsız gibi görünse de, onlar için izzet ve haysiyet her şeyden üstündür.
Hürriyet ve istiklâle düşkün olma denince; akla ilk gelen millet veya topluluklardan birisi şüphesiz Dağıstanlılar'dır. Onların bu özellikleriyle tanınmasına sebep olan isim ise; liderleri Şeyh Şamil'dir. Adı; lûgatlardaki "kahramanlık", "cesaret", "fedakârlık", "yiğitlik" gibi pek çok kelimenin yerine kullanılabilecek olan bu zat, sahip olduğu bu özellikleriyle hem kendisi hem de mensubu bulunduğu millet tarihe geçmiştir.
1797'de Dağıstan'ın Gimri köyünde doğan Şamil'in hayatında iki safha vardır: İlim ve savaş. Gençlik yılları ilim tahsiliyle geçer. Arkadaşlarıyla birlikte gittiği Bağdat'ta, meşhur Mevlana Halid-i Bağdadî'den dersler almıştır. Dinî ilimlerin yanında; edebiyat, tarih ve fen bilimlerine ait derslerle eğitimini tamamlamıştır. Bundan dolayı o artık adının başında bir de "Şeyh" ünvanı taşımaktadır.
1830-1960 yılları arasındaki hayatını ise; kendisi açısından savaş, kan, sıkıntı, çile; düşmanları açısından ise korku, ölüm ve yiğit düşman kelimeleriyle ifade etmek mümkündür.
XVIII. yüzyılda Avrupa'daki sanayi devriminin ardından Batılı ülkeler, kendi endüstrilerine hammadde sağlamak için, diğer ülkeleri yağmalamaya, sömürmeye başlamışlardı. Bölgesinde oldukça güçlü bulunan Çarlık Rusyası da bundan cesaret alarak, yağma harekâtına kalkışmıştı. Diğer taraftan, sıcak denizlere açılmak Rusların zaten ezelî ve ebedî idealiydi. Bunun da tek yolu Kafkaslar'ı geçerek Anadolu üzerinden Akdeniz'e inmekti.
XIX. asrın başlarında Müslüman Kafkasya'da ırk, dil, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün ahali, bir önceki asrın sonlarında başlayan Rus işgaline karşı İmam Muhammed önderliğinde bir mücadeleye başlamıştı. Vatanın, milletin, dinin ve mukaddes bilinen bütün değerlerin tehlikeye düştüğü böyle bir zamanda, Şeyh Şamil de; çocukluk ve okul arkadaşı İmam Muhammed'in yanında yer aldı ve en büyük yardımcısı oldu. Tarihteki bütün istilâlardan kurtulmayı başarmış olan Kafkasyalılar, bu defa da Rusların karşısına dimdik dikilmişlerdi.
Dağıstan'daki bir çarpışmada 1832'de Molla Muhammed kahramanca şehit oldu. Şamil ise ağır şekilde yaralanmıştı. Göğsüne saplanan süngüden dolayı sol elindeki kılıcıyla karşısında tüfeği tutan askere ulaşamayınca ileriye doğru bir hamle daha yaptı. Düşmanın kellesini uçurmuş ama, süngü de sırtından çıkmıştı. Gece karanlığında kaybolduktan sonra, yapılan tedavi sonunda kendine geldiğinde, başında bekleyen çok sevdiği annesine ilk sözü, "Ana, namaz vakti geçti mi?" oldu.
Halbuki tam yirmibeş gündür baygın hâlde yatıyordu. Sonra hastalığı tekrar nüksetti. Altı ay süren tedavi sonunda ancak iyileşebildi.
Muhammed'den sonra Dağıstan İstiklal Mücadelesi'nin başına bu defa Hamza bey seçildi. Ancak tarihimizde oldukça sık rastlanan tefrika, kan davası ve fitne musibeti, bu defa da burada ortaya çıktı. Kabileler arasındaki düşmanlık sonucu üç yıl sonra Hamza bey de, hem de camide şehit edildi.
Liderlik görevi artık Şeyh Şamil'e düşüyordu. Milletleri ayakta tutan kahramanlar ve âlimlerdir. Şamil'de bu iki haslet de mevcuttu. Halkının da arzusu üzerine bu ağır yükü omuzlayan Şeyh Şamil, artık İmam Şamil'di. Yani kelimenin lûgattaki mânâsıyla; "halka ve topluma her yönden önder olan" İmam Şamil. Böylece hayatının da ikinci safhası başlamış oldu. Ruslar ise başlarına geleceklerden habersiz, İmam Muhammed ve arkasından da Hamza beyin ölümünün sevincini yaşıyorlardı.
Zor bir dönemde "İmam" olan Şamil; ilk önce işgal tehdidi altındaki diğer kabile ve topluluklar arasındaki kan davası, düşmanlık gibi olumsuzlukları kaldırmak için uğraştı. Bunu da başardı; Dağıstanlılar, Çeçenler ve Avarlar arasında birlik ve beraberliği sağladı. Bu bütün kalbiyle inanıp gönül verdiği İslâm dininin bu konudaki hükümleri sayesinde olmuştu.
Kendisiyle birlikte hareket etme sözü veren diğer boy ve kabilelere, meşhur kumandan Hacı Murat'ın da katılmasıyla artık çok daha güçlüydüler. İstilâcı düşman için ise, korku ve yenilgilerle dolu uzun bir dönem başladı.
Dünya çapında bir orduya sahip olup Moskova kapılarına dayanan Napolyon gibi bir komutanı geri kaçmaya mecbur bırakan Rus ordusu ve kumandanları, Şamil ve arkadaşlarına karşı âciz kalıyorlardı. Askerî, siyasî, ekonomik, lojistik hiçbir tedbir ve taktik ona karşı kâr etmiyordu. Karşılarındaki sanki insanüstü bir varlıktı. Zaten Şeyh Şamil gibi dünya nimetlerini elinin tersiyle itmiş bir insan, hangi vaatlerle kandırılabilir, ölümü göze almış bir insan neyle korkutulabilirdi ki...
Dağlık ve ormanlık bir coğrafyaya sahip olan Dağıstan'ın bu yapısını, Şeyh Şamil akıllıca değerlendiriyordu. Hemen hemen her olay Allah'ın apaçık ihsan ve yardımıyla lehlerine sonuçlanıyordu.
Birliği sağlamak kadar, onu devam ettirmek de zordu. Karşılarındaki güçlü düşmanın baskılarına askerlerin ve halkın dayanması; ancak tavizsiz bir idare ile mümkün oluyordu. Şamil'in birlikten kaynaklanan bu gücünü kırmak isteyen Ruslar, çeşitli taktikler deniyor, cazip tekliflerde bulunuyorlardı. İmam ise teslim olmak bir tarafa, sulh konusunun bile teklif edilmesini yasaklamış; teşebbüs edenlerin de cezalandırılacağını bildirmişti. Bu arada Rusların yeni bir teklifini Şamil'e iletmek isteyen bir grup, O'nun çok sevdiği annesini kırmayacağını düşünerek bu teklifi ona yaptırdılar. Annesi oğluyla yaptığı görüşmeden gözü yaşlı çıktı. İmam annesi hakkındaki kararı üç gün sonra açıklamıştı: "Annem cezalandırılacaktır!"
Bir tarafta anası, diğer tarafta ise ülkesinin istiklâl mücadelesinin kararlılığı ve geleceği. Şeyh Şamil; yine büyüklüğünü ortaya koydu ve yüz kırbaçlık cezayı kendisine vurdurarak hem annesini kurtardı, hem de davasındaki samimiyet ve ciddiyetini dosta-düşmana gösterdi.
Kafkaslarda bu şanlı direniş asıl hedef olan Osmanlı'yı âdeta bir ileri karakol gibi Ruslar'a karşı koruyordu. Orada bunlar olurken, Osmanlı Devleti ise, kendi başındaki gailelerle uğraşmaktaydı. Kafkasya'ya askerî bir yardımda bulunamıyorlardı, ancak olan biteni yakından takip ettikleri arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.1 Tehlikenin doğrudan kendisine yöneldiği 93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi'nde, yine kendilerini destekleyen Kafkas ahalisine silah desteğinde bulunulduğunu belgelerde görmek mümkündür.2 Ayrıca bu savaştan sonra Osmanlı Devleti'ne sığınan muhacirler de, gördükleri yardımlara şükranlarını arzetmişlerdir.3
Kafkas güçleri sayesinde zayıflayan ve kuvvetleri dağılan Ruslar; 1853-1856 Kırım Harbi'nden de yenik ayrılmışlardı. Tahta geçen yeni Rus çarı ise, artık Şeyh Şamil meselesini halletmek istiyordu. Kalabalık bir orduyu, daha önce yenile yenile tecrübe kazanmış komutanlarının emrine vererek Şamil'in üzerine yolladı. Bu koca ordu bile, Çeçenlerin direnişini ancak iki yılda kırabildi. Şeyh Şamil ise; beraber hareket ettiği bazı gruplar ihanet edip ayrılıncaya kadar kahramanca savaştı. Fakat, artık kurduğu birlik ve teşkilat da bozulmuştu. 400 askeriyle Gunip köyüne sığınan Şeyh Şamil ondört Rus taburu tarafından kuşatıldı. Birkaç gün sonra sadece elli adamı kalmıştı. O, elinde kılıcıyla savaşarak ölmek niyetindeydi. Ama ailesi ve köy halkının yok olmaması için teslim olmak zorunda kaldı. Kahramanlığı ve cesareti düşman tarafından da takdir gören Şamil, Ruslar tarafından da iyi karşılandı. Çar kendisiyle bizzat görüştü.
Kulaga köyünde 1869 yılına kadar esir olarak ağırlanan Şeyh Şamil; hacca gitmek üzere izin aldı ve İstanbul'a hareket etti. Burada şanına lâyık bir şekilde ve halkın da sevgi gösterileriyle karşılandı. Hac dönüşü sürekli kalması için kendisine bir konak hazırlandı.4 Ama nasıl yaşaması gerekiyorsa öyle yaşayan bu insan, sanki nerede ölmek gerektiğini de bilmişti. Medine'ye geçtikten sonra burada vefat eden Şeyh Şamil, Cennetü'l-Baki mezarlığına defnedilerek sağlığında hep yolundan gittiği Hz. Peygamber'e komşu oldu.
Şeyh Şamil mücadelesini galip mi bitirmişti, yoksa mağlup mu? 150 sene önce bu soruya cevap vermek herhalde zordu. Ama Türkiye halen ayakta ve yerinde olduğuna ve birileri hâlâ sıcak denizlere inemediklerine göre; herhalde bu sorunun cevabı gün gibi ortada olsa gerek...
Kaynaklar:
1) Tarık Mümtaz Göztepe, Dağıstan Aslanı İmam Şamil, İst. 1991.
2) John F. Baddeley, Rusların Kafkasya'yı İstilası ve Şeyh Şamil, İst. 1989.
3) Fikret Işıltan, İslam Ansiklopedisi; Şeyh Şamil mad, c. 11, s. 468-474, İst. 1979.
Dipnotlar:
1) Dağıstanlı Şeyh Şamil'in askeri sergerdesi Danyal'ın Devlet-i Aliye'ye celb olunması isteğinin, orada bulunan mücahitleri üzüntüye sevkedeceğinden tecviz edilmeyeceği ve gönderdiği adamına 2500 guruş verildiğine dair tahrirat. 8. N. 1265 (29 Temmuz 1848) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, BEO. A. MKT. nr. 216/20.
2) Kafkas ahalisiyle Asakir-i Muavene'ye dağıtılmak üzere Marsilya'dan kapsül ve fişek ile 13.300 adet Rovelverin satın alınıp bedelleri olan 18.200 frankın ödenmesine dair irade. 14.Ca.1294 (28 Mayıs 1827) BOA İrade Dahiliye nr. 60987.
3) Kafkas muhacirlerinin iaşelerinin temininde gösterilen gayretten dolayı sundukları teşekkürname. 16.Ş.1301(12 Haziran 1883) BOA Yıldız Mütenevvi Maruzatı nr. 14/95,
4) Hac için Hicaz'a gitmiş olan Şeyh Şamil hazretlerinin dönüşü yakın olduğundan kendisine ihsan buyurulan konağın tefrişi için ... irade. 23.S.1287 ( 26 Mayıs1870) BOA İrade Dahiliye nr. 42643.