« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 Kas

2006

TARİH VE NÜFUS SAYISI TAHRİFATLARI

Reha Oğuz TÜRKAN 29 Kasım 2006

Geçen yazımda, genetik bilimi, antropoloji ve etnikler konusunda yapılan hataları ele almıştım. Gerçekleri ideolojik saplantılarla saklamaya ve değiştirmeye hile mi desem, cehalet mi, kelime bulamıyorum.

Aynı şaşılacak tutum, Türk tarihi ve nüfus sayıları konularında da görülüyor. Daha da fazlasıyla: Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türklerin nüfusunun çok az, yerlilerin ise çok fazla olduğunu, Anadolu’nun kavimler köprüsü sıfatıyla bin bir kavim ve ırkla karışmalar geçirdiğini, dolayısıyla Türkistan’la kardeşlik bağının hayallerle kendimizi aldatmak demek olduğunu iddia edenler, geçen yazımdaki acemi yazarla hanım profesörden çok daha fazla. Aralarında başbakanlar (Turgut Özal), şairler (Halikarnas Balıkçısı), yazarlar, çizerler, profesörler sayılamayacak kadar çok.

Bunlar güya tarih gerçeği öyle olduğu için, bunu itiraf ediyorlar! Siyasiler ise bugünün politikası gereği bu tezi kucaklıyorlar: Turgut Özal, Türkçe’ye bir türlü çevrilmeyen Fransızca La Turquie En Europe (Avrupa’da Türkiye) adlı kitabında (Plon, Paris, 1988), Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne kabul ettirme gayretiyle, 2003’ün başbakanı Tayyip Erdoğan ise, bugünkü Türkiye’de yaşayan Türk kökenli olmayanları gücendirmemek sevdasıyla ve tam bir Osmanlı yaklaşımıyla adımızı Türkiyeli şeklinde benimsememize taraftar.

İster politik, ister ideolojik sebeplerden ya da mantık ve bilim özgürlüğünden olsun, bizimkiler kadar yabancılarda da bu tezi savunanlar çok. Prof. Dr. Jean Paul Roux bile, az çok Türk dostu bir tarihçi olduğu halde, çok değerli Histoire des Turcs eserinde (Paris,1984) ve Yunanlı S. Vryonis’in The Decline of Hellenism eseri gibi birçok eserde, “Türk unsuru Anadolu’nun nüfus deryasının içinde bir iki damladan ibaretti” diyorlar.

Ama gerçeği gören ve doğru nakleden Türk ve yabancı tarihçiler de az değil (kaynakçada birkaçını yazdım). Meselâ Prof. Dr. E. Pittard, “Türk’ün soyu koca bir vazoluk kansa, buna karışan yabancı kan birkaç damla gibidir” diyor (Les Races et l’Histoire, s. 393).

Tarihçi olmayan okuyucular, bu iki yönlü gerçekten şaşırıp, yazı-tura mı atsak diye düşünebilirler. Bir çok tez vardır ki, her iki görüş de aynı ağırlıkta gözükür ve insan şaşırır. Bu öyle değil, çünkü ortada resmî kayıtlar ve belgeler var. Birazdan göreceğiz.

Konunun özüne girmeden önce, akılları karıştırabilecek bir iki noktayı aydınlatmak isterim:

“Türkler hiç karışmamıştır” iddiası yanlıştır. Bundan 10-15 bin yıl önce buzulların çözülmesiyle (hatta belki daha da eskiden de) insan ırkları hep karışmıştır (belki bir iki istisna Afrika Pigmeleri, kutuplardaki Eskimolar, Japonya’nın kuzeyindeki Aynular saf kalabilmiştir). Karışmanın sonrasında doğan melez topluluk yüzyıllarca kendi aralarında evlenmişlerse, bir noktada yeni bir saf ırk niteliğine kavuşmuşlardır. Doğan çocuklar, her nesilde artık yeni özelliklerini taşıyarak doğarlar. Kuşlar ve hayvanlar âleminde de bu böyledir. Genetik bilimi bu irsiyet-kalıtım konusunu böyle çözmüştür. Bu yeni ırktan oluşan millet artık hep saf mıdır? Hayır, onlarda yabancılardan kız akıp vermelerle karışırlar. Bu karışma, Amerika’daki gibi % 40-45’lere varırsa, melez bir milletten söz edilebilir. Ama karışma –pek çok millette ve Türklerde olduğu gibi- % 15-20, hatta 30 oranında kalmışsa, o milletin menşe-ırk özellikleri pek az değişmeyle devam eder. O ufak karışmaya rağmen Almanâ Alman, Türk’e Türk demekle yanlış yapmış olmayız. Tıpkı altına –hemen her zaman- karıştırılan az miktar bakıra rağmen altın yüzük deyip, altın-bakır karışımı yüzük demeyişimiz gibi.

Türk dediğimiz insan, Tunç Çağında (M.Ö. 5000-4000) iki ırkın hemen hemen eşit karışmasıyla doğmuş, M.Ö. 200’de tekrar aynı iki ata-ana ırkla karışma olmuş, birincisinden Ön-Türkler, ikincisinden İlk-Türkler doğmuştur. Aralarında bin yıl iç evlenmeler sonucu Türk ırk-milleti tarih sahnesine çıkmıştır.

Anadolu’da çok karıştığımız iddia edilen insanlar kimlerdi?

Bir kere şu mantık hatasına düşmemeliyiz: Kıtalar arası köprü konumunda olan Anadolu’dan gerçekten pek çok kavim ve ırk gelip geçmiştir, ama bu bin bir göç, Türkler geldikten sonra değil, Türkler gelmeden evvel olmuş bitmiştir.

Biz 1071’den sonra Anadolu’ya el koyduğumuzda, oradaki yerli halk o bin bir göçmenden kalmış milletlerdi. Biz karışmışsak, bu tek yeni halkla, Bizanslılarla karıştık, yani Bizans kimliğinin altındaki çeşitli genetik karışmaların sonucuyla.

Bu düzeltmeli tablo bize yeter denebilir, ama karışan o genlerin bir kaçının adını vermek faydalı olabilir, çünkü aralarında Türk genleri taşıyanlar da var: Anadolu’nun ilk nüfusu çok az sayıda Proto-Mediterranean (Ön-Akdeniz) türünden esmer insanlardı. M.Ö. 3000’lerde Mezopotamya’daki Ön-Türk geni taşıyan Hattiler, Lidler, Likler, Pelajlar (bunlar 6. Truva’yı kurunlar) Anadolu’ya göçmüş, birçoğu Ege kıyılarına yerleşmişlerdir.

Daha sonra Aryen (Germen?) kökenli Luvitler ve Nezibler gelmiş, Hitit İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. M.Ö. 2000’lerde başka Aryen (Hint-Avrupa) kavimleri Anadolu’ya dolmuş (Frikler, Traklar, Helenler… vb.). Ardından Büyük İskender’in Makedon ordusu, sonra Roma lejyonları, şu bu derken Doğu Romalı= Bizanslı oluş…
İşte Türkler karşılarında bu melez milleti buldular. Karıştılar mı onlarla? Ve ne kadar? Şimdi onu görelim:

1000 yılında –yani Selçuk Türklerinin Anadolu’ya girmeye başladıkları tarihlerde- yerli nüfus ne kadardı?

“Türkler daha çoktu” tezini savunanların sayıları, uydur uydurabildiğin kadar!

“Irkçılık” yazısını yazan maruf ırkçının oğlu, “en az 7-8 milyondu” buyuruyor.

S. Vryonis, “Türklerinkinin 6 katıydı” dedikten sonra, pazarlık eder gibi, “hadi 3 katı olsun” lütfunda bulunuyor. Nasıl ciddiye alırsınız?

Daha ilk baştan büyük bir terslik göze çarpıyor: Eğer Anadolu nüfusu Türklerinkinden bu derece fazla idiyse, nasıl oluyor da 11. yüzyıldan sonra Anadolu’da Rumca değil de, Türkçe hâkim oldu? Hem de karışık bir şekilde değil, tamamı ile Türkçe?

Mukayeseli nüfus araştırmacıları, yeni Anadolucuların rakamlarının hiçbir ilmî delile dayanmadığını ve sırf kafadan atma olduğunu ortaya çıkarıyor. Büyük İsviçreli antropolog Prof. Dr. E. Pittard, kılı kırk yararak yaptığı incelemeler sonucunda Osmanlı sıfatlı Türk’ün Anadolu halkıyla karışmasını şu şekilde ifade ediyor (tekrarda yarar var):

“Türk’ün soyu koca bir vazoysa, buna karışan yabancı kan birkaç damla gibidir.” (Les Races et l’Histoire, 1932, s. 393)

Türklerden önceki ve sonraki Anadolu’nun nüfusu ve etnik (soy) durumu konusunu Prof. Dr. E. Pittard’a ilâveten en iyi araştıran kaynakların bazılarını bu yazının sonunda bulabilirsiniz. Biz burada meseleyi şu şekilde yerine oturtmak istiyoruz:

I) Malazgirt Savaşından Önce Anadolu’nun Etnik Durumu Neydi? Burada Kimler Vardı?

Bütün o çağ kaynakları 11. yüzyıl başlarında Anadolu’da şu etnik grupların bulunduğunu gösteriyor:

1- Bizans diye bilinen ve çoğu Rumca konuşan Hıristiyan bir halk. Bunlar çoğunlukta olup, vergi vs. kayıtlara göre herhalde 800.000-1.000.000 kadar bir nüfus teşkil ediyorlardı. Herhalde 5. ve 6. yüzyıllarda Anadolu’nun Bizans nüfusu daha kalabalıktı; fakat, 6. yüzyıldan sonra başlayan Sasani, sonra da her yıl baharla gelen Arap (Abbasi ve Emevi) akınları ve savaşları, depremler, büyük malarya salgınları nüfusu çok kırmıştı.

Güneyden gelen İslâm akınlarıyla, deprem ve hastalıklarla kırılmış, azalmış, 11. yüzyıla gelindiğinde 800.000 kadar nüfuslu bir halktır. Oğuz Türkmen göçünün karşısında bulunduğu Bizanslı yerliler işte bunlardır.

2- Doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerinde Urartu diye bilinen ve soyu meçhul olan (belki de Asurîlerin bir kolu) ile Perslerin karışımından doğma Kürt denilen az nüfuslu göçebeler yaşıyordu. Birkaç kaynak, bunların esas unsurunun, Gök-Türklere bağlı bir aşiret olup bu dağlık bölgeye Orta Asya’dan göçtüklerini yazıyor. 11-12. yüzyılda Oğuz Türkmen akınları sırasında Doğu Anadolu’yu baştan başa kaplayan Türk aşiretleri, Safevilerin Şiîlik propagandası sonunda Alevî mezhebine girince, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran sonrası sert siyaseti neticesinde dağlara sığınmış ve bu Kürt denilen göçebelere katılmışlardır. Günümüzde Kürt diye bilinmekte olan Güneydoğu Anadolu halkı işte bu kökenden türemedir ve herhalde büyük çoğunluğu Orta Asya kökenli çok eski bir soyla, Çaldıran Seferi’nden sonra dilce Kürtleşmiş Türkmenlerdir.

3- Ermeniler: Sayıca azlardı. Kayseri civarındakiler herhalde Bizans’ın Trakya’dan alıp buraya yerleştirdiği Hıristiyan ve Şamanist Oğuz Türkleriydi. Sonra Ermeni kilisesine girmişler, fakat dilleri Türkçe kalmıştır.

4- Diğer Hıristiyan ve Şamanist Türkler: İdil-Ural’dan Balkanlara göçmüş olan Uz, eski Bulgar-Hazar, Peçenek ve Kuman-Kıpçak Türkleri kitle halinde Anadolu’ya yerleştirilmiş ve sonraları Bizanslı Rum diye bilinmişlerdir(sayıları 200 bin kadardı Prof. Dr. İ. Kafesoğlu).

Malazgirt savaşları sırasında Bizans ordusunda bulunan 400 bin kadar Hıristiyan ve Şamanist Türk kökenli asker, Selçukluların da kendileri gibi Türkçe konuştuklarını fark edince Alparslan’ın ordusuna geçivermişlerdir.

Anadolu’nun Türk fütuhatından sonra az sayıda olan bu ihtidalar (din değiştirmeler) daha çok bu Bizanslı Hıristiyan ve Şamanist Türkler safından olmuştur.

Özetlersek, Türkler Anadolu’ya girdiklerinde, Anadolu’nun yerli nüfusu ancak 1 milyon kadardı. Bunun büyük kısmı, Bizanslı etiketini taşıyan eski Anadolu halklarının karışık çocukları (bize akraba ve Hatti ve Lidyalıların da kanını taşıyanlar dahil), gerisi de Urartu-Kürt, Ermeni ve bir de Hıristiyan/Şamanist Balkan Türkleri idi.

II) Türkler Anadolu’ya Girince Bu nüfusa Ne oldu?

Malazgirt’ten bile önce Anadolu’ya (Ege kıyılarına kadar) yapılan Selçuklu Türk akınları, sonraki fütuhat, savaşlar ve Türkmen göçmenlerin işgalleri sonucu Anadolu yerli nüfusu bir hayli kırılmış, halk, köy ve kasabalardan kaçıp batıya büyük şehirlere sığınmıştı. Anadolu’nun dağ, dere, tepe ve köy isimlerinin öz Türkçe olması, Türklerin bu boş yerlere yerleştiklerini gösteriyor. Daha sonra Anadolu’nun belli başlı şehirleri de Türklerin yerleşimlerine açılmış ve bunların da isimleri ya tamamıyla Türkçe (Kırşehir, Akşehir, Beyşehir, Denizli gibi) ya da Türkçeleşmiş olarak yeni kimlik kazanmışlardır.

12. Yüzyılda başlayan Haçlı Seferleri de, hâlâ yerlerinde duran yerli halkın tekrar kırılmasına yol açmıştır.

1 milyon kadarla başlayan yerli nüfus yarıya düşmüştür. Bunların çok ufak bir kısmı ihtida etmiş, Müslüman olmuş, Türklere karışmıştır. Din değiştirenlerin çoğu zaten Türk soylu olan Uz, Peçenek ve Kumanlardan olmuştur. Şüphesiz Türk soylu olmayan Bizanslı Anadoluların da din değiştirip Türk kimliğine büründükleri olmuştur. Ancak bunu pek az (Pittard’ın tabiriyle “koca vazoda birkaç damla”) olduğu, bin nüfuslu hiçbir ihtida olayının zamanın kayıtlarında bulunmayışından anlaşılıyor (Bizans, Arap, Türk ve Ermeni kayıtlarını Ö. L. Barkan, M. H. Yinanç ve F. Sümer gibi araştırmacılar tek tek taramışlardır).

Zaten mantık da bunu doğruluyor: Türkler Müslümanlardan cizye vergisi almadıkları, bu vergiyi sadece Hıristiyan tebaadan aldıkları için, halkı Müslümanlığa zorlamak ekonomik çıkarlarına karşı olurdu. Zorla din değiştirmeyi İslâm dininin yasakladığı da malûmdur. O kadar ki, Türkçe konuşan birçok Kayseri Ermenisi bile din değiştirmeleri için zorlanmamıştır. Kurtuluş Savaşına kadar Hıristiyan bir cemaat olarak süregelmişlerdir.

Önemli bir nokta da şudur:

Türklerin önünden kaçan ve büyük şehirlere sığınan Anadolu Hıristiyan halkı, gerek Selçuk, gerekse Osmanlı yönetimine geçtikten sonra dinlerini muhafaza etmiş, günümüze kadar Rum ve Ermeni azınlıklar olarak –yani Türklere soyca karışmadan- devam etmişlerdir. Hatta Müslümanlığı kabul eden Kürt aşiretleri bile –belki de yanlış bir siyasetle- asimile edilmeden bırakılmışlardır. Ancak Alevîlik ayrımı yüzünden Kızılbaş Türkmenler Osmanlılarca tedip edilip geri kalanlar dağlara sığınınca Kürt unsurlarıyla karışma olmuş, fakat bu sefer de onlar Türkleşmemiş, Türkmenler Kürtleşmiştir.

III) Türk Göçlerinin Nüfus Çapı Ne kadardır?

Türklerin karşılaştıkları yerli Anadolu nüfusunu gördük: 1 milyonla başlamış, ilk fütuhat ve sonraki Haçlı Seferleri sonucunda yarıya inmiş, bunlardan Türk soylu Hıristiyanlarla bir kısım gayri Türk Hıristiyanlar din değiştirip Selçuklulara karışmış, gerisi de yakın zamanlara (hatta bugünlere kadar) adlarını, dinlerini, dillerini ve kültürlerini –yani ayrılıklarını- koruyarak gelmişlerdir.

Şimdi sıra, Türklere karışmış olan ve herhalde 200-300 bin kadar olan yerlilerin ne miktarda Türk’le karıştığını hesaplamaya geldi. Yani Pittard’ın “birkaç damla” dediği bu 200-300 bin yabancıya karşılık “büyük bir vazo dolusu” dediği Türk ne kadar?

1071’den sonra Anadolu’ya dolan Türkmenleri, devrin Arap ve Bizans kaynakları “çekirge sürüsü gibi çok sayıda” , “dalgalar gibi geldiler” diye yazıyorlar (bk. Yinanç, Avcıoğlu, Öztuna, İbn Haldun… vb.).

Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’la, Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç, gerek Türk öncesi Anadolu nüfusunu, gerekse Türkmen göçmen nüfusunu karşılıklı kaynaklardan çıkararak, kontrole tâbi tutarak ve yorumlayarak çok ciddi araştırmalar yayımlamışlardır (bunlara daha sonra Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. Nüsret Köymen, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Faruk Sümer ve Yılmaz Öztuna da yeni katkılarda bulunmuşlardır bk. Bibliyografya).

Bütün bu araştırmalardan çıkan sonuç şudur: 11. yüzyıldan itibaren, ilk hamlede Anadolu’ya 1 milyonu biraz aşan Türkmen göç etmiştir: Karısıyla, çocuklarıyla, çadırı ve taşınabilir malı mülküyle (hatta F. Sümer’in belirttiği gibi, Kutatgubilik’in nüshasını bile arkada bırakmamış, getirmiştir. Tabii Köroğlu ve Dede Korkut destanlarını da). Bu göçten az evvel, Kutalmış’ın ve Çaka Bey’in akınlarıyla bir miktar gazi Oğuzlar Anadolu’ya yerleşmişti bile. Haçlı Savaşları başlayınca, Büyük Selçuklular, aileleriyle birlikte 50.000 asker daha yollamışlardır Anadolu’ya. (P.Wittek, 34) : Bu da en azından 200.000 Türk daha demektir. Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, 25.2.89 konf.).

Bu göçler bu kadarla kalmamıştır. F. Sümer, “Orta Asya’dan Anadolu’ya adetâ bir göç köprüsü/kanalı kurulmuştu” der (XII, XV). Prof . Dr. M. H. Yinanç, bu göçleri ve sayılarını asır asır cetvellemiştir (s, 168). Cengiz Han ordularının Anadolu’yu işgalleri sırasında –bu sefer Oğuz ulusu dışındaki diğer Türk boy ve oymaklarından- yeni bir göç yerleşimi olmuştur ki, sayısı neredeyse ilk göç kadar tutmuştur. İlhanlılar bu siyaseti devam ettirmiş ve 12, 13 ve 14. yüzyıllarda Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk göçü, o muhayyel köprü üzerinden durmadan akıp gelmiştir. 13. yüzyılda, Osmanlıları çıkaracak olan Kayı aşiretinin 400 çadırlık göçü ise muhakkak ki, Moğollar önünden kaçan Oğuz boylarının ancak biriydi.

Böylece Anadolu Türk ve Türkmenlerle doldu, taştı. Dört asır boyunca 4 milyona yakın soydaşımız Anadolu’ya yerleşti. İşte Pittard’ın vazosu bu büyüklüktedir. Bu 4 milyon Türk’e karşılık, Türk’e Müslüman olup katılan (ve çoğu da Uz-Peçenek-Kuman Türk’ü olan) 300.000 kadar Anadolulu da Türk kanına karışan birkaç damladır.

Türkiye’de Türk diye bilinen çoğunluk halk, Kafkasya’daki ve Orta Asya-Türkistan’daki halkla yalnız soy ve genlerle değil, hem genetik bağlarla, hem de kültür, gelenek ve din inançlarıyla kardeştirler.

2000 yılında Türk 2000’ler Vakfımızın İstanbul Rüstem Paşa Medresesindeki merkezinde Türk Dünyasının Ortak Yanları adlı bir sergi açılmıştı. Bu sergi 11 ay sürdü. Burada resim, fotoğraf ve yazılarla Türklerin mimari, giysi, kilim, âdet-gelenek, tip ve atasözleriyle, bazen bin yıllık bir ayrılığa rağmen hâlâ nasıl birbirlerine benzediklerini belirtmiştik.

Şimdi de 9’lar Enstitüsü yoluyla gezer sergi yapmaya çalışacağız. Şair Enis Behiç Koryürek’in dediği gibi: “Biz kimleriz? Biz Altay’dan gelen erleriz,/ Türkmen, Oğuz, Başkurt, Tatar ve Kırgız’ız.”

BİBLİYOĞRAFYA

Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan:
-“Osmanlı İmparatorluğunda Bire İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler”, Vakıflar Dergisi, 1942
-“Osmanlı İmparatorluğunun Teşekkülü Meselesi”, A.Ü. SBF Dergisi, Ankara, 1944, s. 343-356.
-“Tarihî Demografi Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat Mecmuası,C.X (51-53)
Prof. Dr. Fuat Köprülü:
-“Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşei Meseleleri”, TTK Belleten, C. VII, 1943, s.28.
-Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ankara, 1972.
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, bütün eser ve ders kitapları (ve son, 1985’de Ayd. Oc. Yayını Türk-İslâm Sentezi).
Prof. Dr. Osman Turan:
-Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, 1969.
-Selçuklular Zamanında Türkiye Siyasî Tarihi, 1971.
Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1980 (önsözü).
Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet Ve Türkler, Ed. Fak. Yay. 1976.
Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi-Selçuklu Devri (Anadolu’nun Fethi9, 1944.
Prof. Dr. Oğuz Ünal, Horasan’dan Anadolu’ya, 1980.
Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi, İslâmlaşması, 1973.
Doç. Dr. Mehmet Eröz, Türk Kültürü Araştırmaları, 1977.
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, 1964.
Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, 1985.
Prof. Dr. Eugene Pittard, Les Races et l’Histoire, 1932.
Prof. Dr. Paul Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, 1965.
Herb. Muller, Loom of History, 1959.
Prof. Dr. J. Paul Roux, Histoire des Trucs, 1984.
H. Sadettin Arel, “Türk Musikisi Kimindir?”, Türklük, 1939-40, 14 dizi (kitap olarak da yayımlanmıştır).

Türk Yurdu Dergisi, sayı: 198, sh: 41-44

Ziyaret -> Toplam : 125,07 M - Bugn : 93929

ulkucudunya@ulkucudunya.com