Muhammed Bahaüddin Şâh-ı Nakşibend -Kuddise Sırruh- (Ö. 1389)
01 Ocak 1970
İsm-i âlileri Muhammed Bahaüddin, “Nakşeden” mânâsına gelen “Nakşibend” ise lâkabıdır. Baştaki “Şah” kelimesi de “Gönül Sultanı” mânâsına bir saygı ifadesidir.
Babasının ve dedesinin mürşidi olan Muhammed Baba Semmâsî -kuddise sırruh- Hazretleri kendisinin doğumunu “Buradan benim burnuma büyük bir zâtın kokusu geliyor” diyerek müjdelemiş, üç günlük bebek iken Semmâsî -kuddise sırruh- Hazretleri tarafından “Bu bizim oğlumuzdur.” buyurularak mânevî evlatlığa kabul edilmiş; tasavvufî terbiyesi daha o gün, beraberinde bulunan halifesi Emir Külâl -kuddise sırruh- Hazretlerine havale buyurulmuştur.
Muhammed Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri henüz maneviyat yoluna girmeden önce bir süre dini ilimlerin tahsili için Semerkant’a gitti. Orada tahsilini tamamlayarak onsekiz yaşında memleketine döndü ve evlendi.
Semmâsî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin vefatından sonra Kasrıârifân’a gelen Emir Külâl -kuddise sırruh- Hazretleri, Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretlerine şeyhinin vasiyetini hatırlatarak, onun mânevî eğitimi ile meşgul olmaya başlamıştır.
Emir Külâl -kuddise sırruh- Hazretleri ile birlikte Nesef’e giden Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri yedi yıl kadar orada kaldı.
Mürşidi tarafından dergâha abdest suyu taşıma görevi verildiği günler oldu.
Tarikat âdâb ve erkânını öğrenen Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri bir gün, şeyhinin doğduğu Suhâri’de yapılan bir camiye tuğla taşırken Emir Külâl -kuddise sırruh- Hazretleri tarafından huzuruna çağırıldı, sulûkünü tamamladığı bildirildi ve irşada mezun kılındı.
Emir Külâl -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurdular:
“Şeyhimin senin yetişmen hususundaki emirlerini yerine getirdim. Göğsümde ne varsa sana aktardım. Senin himmet kuşun beni geçti. Artık kemâlât semâsında dilediğin gibi uçmaya tarafımdan mezunsun.”
Cami inşası sırasında beşyüz kadar müridin huzurunda gerçekleşen bu icazetten sonra oradan ayrıldı.
Bundan sonra Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri şeyhinin bir diğer halifesi Ârif Dikkerânî’nin yedi yıl kadar sohbetine katıldı.
Bunun ardından Yusuf Hemedanî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin neslinden, Yeseviye tarikatı mensubu iki Türk şeyh ile buluştu. Bunlardan Kusem şeyh ile ilişkisi kısa sürdü. Halil Ata’nın yanında ise oniki yıl kaldı, sohbetlerinde bulundu.
Mevlânâ Bahaüddin Kışlâki’den hadis dersi de alan Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri’nin Herat, Merv, Nişabur gibi beldelere muhtelif zamanlarda seyahatleri oldu.
Henüz şeyhinin sağlığında iken irşada mezun olduğu için etrafında geniş bir mürid ve muhib kitlesi husule gelmişti.
Silsile-i sâdâtın onuncu halkası olan Abdülhâlik Gücdüvanî -kuddise sırruh- Hazretleri zamanında gizli zikre önem veren “Hâcegân yolu”nda Mahmud Fağnevi -kuddise sırruh- Hazretleri ile cehri zikri, hâfi ile birleştirildi. Muhammed Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri “Zikr-i Hâfî”ye meyilleri sebebiyle bir bakıma, kendisinden yaklaşık bir asır önce yaşamış olan Abdülhâlik Gücdüvanî -kuddise sırruh- Hazretlerine ruhanî olarak intisab etti, üveysi müridi oldu.
Çok yönlü bir şekilde uzun süren müridlik devresini tamamladıktan sonra doğum yeri olan Kasrıârifan’a dönerek müridlerini yetiştirmeye başlayan Şah-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri üç defa Hacc maksadıyla Hicaz’a gitti.
Son Hacc’ında halifelerinden Muhammed Parisâ -kuddise sırruh-u müridleriyle Nişâbur’a gönderdi. Kendisi Herat’a giderek Zeyniye tarikatının kurucusu Zeynüddin Ebu Bekir Tâyubâdî -kuddise sırruh-u ziyaret etti. Üç gün süreyle sohbetlerde bulunduktan sonra Nişâbur’da bulunan dostlarına yetişti.
Hacc dönüşü Bağdat ve Merv’e uğrayan Hazret, daha sonra Buhara’ya geldi ve vefatına kadar irşad hizmetini orada sürdürdü.
Bir ara Herat Hükümdarı Müizzüddin Hüseyin’in tarafından Herat’a dâvet edildi. Bu ziyaret esnasında tasavvuf anlayışını ve tarikatının esaslarını hükümdara anlatma fırsatı buldu.
Hükümdara pek iltifat etmemesi, onun halk nezdindeki itibarını ve “Gönüller Sultanı” olma hususiyetini daha da arttırdı.
Dönemin sûfileri yanında ulemâ da kendisine saygı duymuş, o da devrinin âlimlerine hürmet etmiştir.
Şah-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri’nin doğduğu yıllar, Osmanlı Devleti’nin kuruluş asrına rastlamaktadır.
Doğumundan bir asır evvel Moğol Hükümdarı Cengiz Han Buhara’yı işgal edip yakmadık yıkmadık târumâr etmedik yer bırakmadı. Bundan sonra Buhara, Moğollarla, Harzemliler ve İlhanlılar arasında bir çok defa el değiştirerek bir çok karışıklıklar yaşadı.
Hazret doğduğunda Buhara, İran Moğolları ile müttefikleri olan Çağatay hanedanı’nın elindeydi.
Muhammed Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri hayatı boyunca Ahkâm-ı ilâhiye bağlı kalmış, Sünnet-i seniyye çizgisinden hiç bir zaman inhiraf etmemiştir.
Çok mütevazi bir hayat yaşamış, haramlardan ve şüphelilerden titizlikle kaçınmış, ruhsat yolundan çok azimet yolunu seçmiştir.
Misafirlerine ikrâmdan hoşlanır, hediyeye hediye ile mukabele etmeye çalışır, mahlukata şefkat nazarı ile bakardı.
“Bizi fazilet kapısından iki şeyle aldılar. “Mahviyet ve niyaz” buyurmuşlar ve yakınlarını da bu nokta üzerinde toplamaya, bu iki hususu sevdirmeye özen göstermişlerdir.
Vefatı yaklaştığı demlerde “Muhammed Pârisâ’nın eli benim elimdir, her kim bizi istiyorsa Muhammed Pârisâ’ya nazar etsin.” buyurarak Muhammed Pârisâ -kuddise sırruh- Hazretleri’ni işaret etmesine rağmen, emanet Alâeddin Attar -kuddise sırruh- Hazretleri’ne geçmiş ve yol oradan devam etmiştir.
Herkesin irşad kabiliyetleri ayrı ayrıdır. Bazı veliler irşada mezundur, bazıları değildir. Derecelerinin farkını yalnız Allah bilir.
Şah-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri 3 Rebiülevvel 791, 2 Mart 1389 tarihinde doğduğu yer Kasrıârifan’da Hakk’a kavuştular.
Cenaze merasiminde şu beytin okunmasını istemişlerdi: “Büyük müflislerin köyünde ey şâh! Cemâlinden kılarız şey’en lillâh”
Buhara ile Bahaüddin -kuddise sırruh- Hazretleri arasında kurulan mânevî bağ o kadar kuvvetli olmuştur ki, Buharalı’lar onu “Belâyı defeden Hâce” mânâsına gelen “Hâce-i belâ-gerdân” diye anmışlardır. Onun mânevî varlığı bütün Orta Asya müslümanları için bir ilim ve kutsiyet merkezi haline gelmesinde önemli bir faktör olmuştur.
Yetmiş yıllık komünizm rejimi sırasında da halkın mânevî himaye merkezi gibi hizmet görmüştür.
•
Şah-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri’nin nûrlu bazı sözleri, başkalarının telif ettiği eserler yoluyla günümüze intikal etmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarafından ders ders öğretildiği rivayet edilen “Evrad-ı Bahâiyye” ise “Duâlar” kitabımızın son bölümünde bulunmaktadır.
Bu pek mühim münâcaatın bir çok yerlerinde Mârifetullah’tan izler bulunmaktadır:
“Allah’ım! Bize ilminden ilim öğret ve seni bilmemize anlayış ver, yardım kılıcını boynumuza as!”
“Allah’ım! Nûru mahluktan önce olan, zuhuru âlemlere rahmet olan Efendimiz Muhammed Aleyhisselâm’a salât ve selâm eyle!”
Büyük hakikatları ortaya koyan diğer bazı beyanları da şöyledir:
“Ben Hakk’a ulaşmayı istedim. Allah-u Teâlâ beni bu yolda rehberlik yapanlara ulaştırdı, onlar da beni Hakk’a ulaştırdı.
Şimdi ise bir çok insanlar kendi kendilerine Hakk’ı arıyorlar, bulmak istiyorlar. Gerçek yolcuları Allah-u Teâlâ bize gönderir. Biz de ezelî nasibi varsa, Hakk’ın ihsan ettiği nasibini verir ve onu Hakk’a ulaştırırız. Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah’tır.”
“Biz Sevgiliye eriştirmeye vasıtayız. Yola düşenlere gerektir ki, sonunda bizden kesilip sevgiliye ulaşsınlar.”
“Cüneyd ‘Okuyanlar erişemedi, sofiler erişti.’ demiştir. Okuyanlar isimlerle uğraşır, sofi ise isimlerin sahibiyle”
“Bize kibir atfetmişler.
Bizim kibrimiz kibir değil Kibriyâ’dır.”