Şeyh Erbilî Esad Efendi
01 Ocak 1970
TAKDİM
Bir devirdi...Milli ruhun künde üstüne künde yediği bir devirdi. “Ahirzaman mevsim-i elimanesi” nin en sert kışları yaşanıyordu. O günleri yaşamayan bizler elimizdeki nimetleri hovardaca harcayabiliyoruz maalesef. Bir büyüğümüzün dediği gibi, “Siz kış bilmediniz, kar kış görmediniz. Fırtına nedir onu yaşamadınız. Evinize girdiğiniz zaman hiçbir zaman dışarıya çıkma endişesini omzunuzda taşımadınız. Dışarda endişesiz dolaşırken evinize gireceğiniz zaman yine endişe içinde değildiniz. Hep bahar yamaçlarında dolaştınız. Bu bakımdan da kışın şiddetini, hiddetini, öfkesini çok iyi bilemeyebilirsiniz. Beni mazur görün; "bilemeye bilirsiniz" derken size cehalet ittihaz etmiş bulunuyorum. Ama bunu anlamayabilirsiniz”
İşte böyle bir boranın ortalığı kavurduğu bir gün şehid olmuştu Erbilli Esad Efendi...Gönüllerimizde bir yad-ı cemil bırakarak...Ruhu şad olsun...
KISACA HAYATI
Şeyh Muhammed Esad Efendi hazretleri 1264(1847) tarihinde, şimdi Irak hudutları içinde bulunan Erbil kasabasında dünyaya gelmiştir. Hem anne ve hem baba tarafı seyyiddir. Dedesi Şeyh Hidayetullah efendi Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin Erbil halifesi idi. Muhterem pederleri Mehmed Said Efendi de Nakşibendiliğin Halidiyye koluna bağlı bir şeyhti. İlk öğrenimini Erbil ve Deyr’de tamamladı. Gençliğinde ata binmeye çok meraklı olduğunu bir mektuplarından anlıyoruz. Babasının hânkahında yani tekyesinde dini ilimlerini tahsil ettikten sonra, 23 yaşında 1870’de Taha el Hariri’ye intisap etti. Beş yılda seyri sulukünu tamamlayarak, hilafet aldı ve Hacca gitti.
Hacc dönüşü şeyhi vefat edince, İstanbul’a geldi. Fatih camiinde Hafız divanı ile Molla Cami’nin Lüccet-ül Esrar kitabını okuttu. Ünü kısa zamanda her yana yayıldı. Abdülhamid hanın damadı Halid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade etti. Bu arada Meclis-i Meşayih üyeliğine tayin edildi. Kendisine bir tekke yöneticiliği verilmesi için müracaat etti. Fındıkzade Macuncu’da Şehremini Odabaşı semtindeki Kelami Dergahı şeyhliği boştu. Burası Kadiri tekkesi olduğu için Kadiri icazetnamesi gerekiyordu. Esad efendi, 1883 tarihinde Abdülkadir Geylani hazretlerinin soyundan olan Şeyh Abdulhamid er Rıfkani’den aldığı Kadiri icazetnamesini sundu ve bu tekkeye tayin oldu.
Burada Kadiri ve Nakşi usullerince zikir meclisleri düzenledi. İstanbul’a geldiğinde çeşitli konularda derlediği Kenz-ül İrfan adlı hadis kitabını neşretti. Bu kitap yoğun ilgiye mazhar oldu.
Bu esere nazmen bir takriz yazan zamanın Erkan-ı Harbiye reisi Ahmed Muhtar Paşa Esad efendiyi şöyle tavsif ediyor:
“Mürşid-i Ruşen güher, allame-i ulvi nazar,
Şeyh-i Bostan-ı Siyer, minhac-ı Hakka pişuva
Hazret-i Esad efendi ki, uluvv-i şanını,
Daniş-u irfanını tasdik eder ehl-i nuha”
1900 yılında Abdülhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple Erbil’e nefyedildi. Sultanın meşhur vehmi tahrik ettirilerek gerçekleşen bu sürgünün açıklamasında ise “sıla-i rahm” deniyordu. Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad faaliyetini sürdürdü. Mektubat adlı eserini teşkil eden mektupların ekserisi bu zaman zarfında yazılmıştır.
Esad efendi Meşrutiyet ile beraber İstanbul’a döndü. Kelami dergahını zemin kat üzerinde genişleterek inşa ettirdi. 1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh üyesi, Meclis-i meşayih reisi Elif efendinin istifası üzerine de başkanı oldu. Tekkelerin başına ehliyetli kimselerin görevlendirmesi için çalıştı. Bu sıralar Tasavvuf ve Beyan-ül Hak gibi mecmualarda tasavvuf içerikli yazılar yazdı. Sultan Reşad’ın sevgisini kazandı.Aynı yıl padişah tarafından Hacca “Sürre emini” olarak gönderildi. 1915’te Meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti.
Kuvva-i Milliyeyi sonuna kadar destekledi. Hatta, Fevzi Paşa Anadolu’ya geçerken elini öpmek ve duasını istirham için geldiğinde, paşayı zaferle müjdeledi. Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamaya karar vererek, Erenköy Kazasker’de satın aldığı köşkünde inzivaya çekildi. Evi sürekli polis gözetimine alındı. 23 Aralık 1930’da Menemen vakasıyla ilgili olarak tutuklanarak Menemen’e sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı. İlerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbede çevrildi. Oğlu Ali Efendi idam edildi. Menemen’de askeri hastanede üremiden tedavisi yapıldığı sırada 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece yarısı vefat etti. Zehirlendiği de söylenir. Cenazesi ailesine verilmeyerek Menemen’de defnedildi.
”Menemen Mahkûmları:
Ölüm cezasına mahkum olup infaz edilenler:
Erbilli Şeyh Esat oğlu Mehmet Ali Hoca, Manisa Hastane imamlığından mütekait Lâz İbrahim Hoca, Manisa’dan; Mutaf Süleyman, Manifaturacı Osman, Hafız Cemal, Tabur İmamı İlyas Hoca, Hacı Ali Paşazade Ragıp Bey, Şeyh Hafız Ahmet, Giritli İbrahim oğlu İsmail, Emrullah oğlu Mehmet Emin, Kahveci Mustafa, Tatlıcı Hüseyin, Topçu Hüseyin, Eskici Hüseyin Ali, Keçeci Himmet oğlu Süleyman Çavuş, Alaşehir’den Şeyh Ahmet Muhtar, Menemen’in Bozalan Köyünden; Koca Mustafa, Hacı İsmail, Hacı İsmail oğlu Hüseyin, Menemen’den; Cumayibalalı Veli oğlu Ramiz, çıtaklı Molla Hüseyin, Yahya oğlu Hüseyin, çingene Mehmet oğlu Hüseyin, Hayım oğlu Jozef, Şimilli Mehmet, Arnavut Yusuf oğlu Kamil, Boşnak Abbsa, Kerim oğlu İbrahim.
Bozalan Köyü’nden Görüceli Abdülkerim idama mahkum olup infazdan önce eceliyle ölmüştü.
Erbilli Şeyh Esat: İdama bedel 24 sene hapse mahkum olup hükmün tasdikinden önce eceliyle ölmüştür.
Menemen Mahkûmları’nın isim listesi yazılı olan belge Ş.1. (Şube Bir olmalı) Başkomiser U. Akıncı imzası taşıyor. Belgenin üzerinde el yazısıyla “İş bu örnekten bir adedi Sayın Genel Müd. Muavini Fahri Övünç tarafından istenmiş ve Ş.1 Mü. Hikmet (Soyisim tam olarak okunmuyor) tarafından verilmiştir 28.1.1952” notu da göze çarpıyor.”
KADERE TESLİMİYET
Aziz şehid Esad Efendi Menemen tırpanının harekete geçtiğini sezmiş gibidir. Mâhut basının aleyhinde başlattığı yaygara üzerine oğlu Ali efendi kendisine; “Babacığım! Ben havayı beğenmiyorum. Etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor. Evimiz ve sokağımız tarassut altında .. Bir tedbir alalım!...Mesela köşkteki kalabalığı dağıtalım, onları memleketlerine gönderelim. Biz de göz önünden silinelim.” Diye yalvarınca, Şeyh Efendi mahzun bir tebessümle şöyle cevap veriyor. “Allah’ın takdiri neyse o olacaktır! Bana öyle geliyor ki, ok yaydan çıkmış ve hakkımızda karar alınmıştır. Yani tedbir zamanı geçmiştir.”
İstanbul merkez vaizlerinden değerli alim merhum Hacı Cemal Öğüt hocaefendinin şu acı hatırası da hem bu meseleyi, hem Menemen’in iç yüzünü ortaya sermektedir: “Bir gün eski dostu Emniyet genel müdürü Rıfat bey, Cemal Öğüt’ü Ankara’ya çağırır. Hocaya “Artık Esad efendiyi ziyaret etme. Çünkü onu istemiyorlar. 70 bin müridi var diye korkuyorlar. “Bu adamın mutlaka ortadan kaldırılması lazım” diyorlar. Ben “Niçin?” diyorum, “Kabahati nedir?” diye soruyorum. Ve bu makamda kaldığım sürece de böyle bir işe alet olmayacağım. Ancak, beni buradan alıp vali yapacaklar. Bu makama da bir adamlarını getirip bu işi halledecekler. Sakın sakın Esad efendiyi ziyaret etme...Hatta birkaç ay evinden dışarı çıkma.” Cemal hoca bu sıkı tenbihata rağmen Esad Efendiyi ziyaret eder. Daha o, anlatıp anlatmama kararsızlığı içinde iken Esad efendi büyük bir tevekkülle şu şiiri okur:
“Esad unuttu Erbil’i, Kabe’yi
Canımı cananıma vermişim artık.”
ŞEMAİL VE AHLAKI
Esâd Efendi, uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, sürme gözlü, şişmana yakın cüsseli, esmer tenli, heybetli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zât idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zâtı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.
1925’te kendisini dergahında ziyaret eden ve bir müddet burada kalan Danimarkalı yazar Carl Wett hatıralarında Esad efendiyi şöyle anlatıyor: “Uzun beyaz sakalı, nurlu yüzü,tatlı ve yumuşak bakışlı siyah gözleriyle seksen yaşından çok daha genç gösteren Şeyh efendi, bu haliyle insanda saygı uyandırıyordu.”
Es’âd Efendi, Muhammedi meşrebde, isâr ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı. Nitekim vefatına yakın şunları söylemişti: “İntisabımın ilk yıllarında gönlüme; Yâ Rabbi, huzuru ilahiyene çıplak olarak geleyim. Şayan-ı kabul amelim varsa onları günahkar kullarına bağışlayayım.” şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.”
BİR İRFAN MEKTEBİ: KELAMİ DERGAHI
Esad efendi’nin İstanbul’da Kelami dergahındaki halesi özellikle meşrutiyet sonrası alabildiğince parladı. Toplumun her kesimini kuşatan bir mektep vazifesi gördü. Carl Wett hatıralarında bu durumu şöyle anlatıyor: “Tarikat bütün sosyal tabakaları kucaklıyordu. Gelenlerin arasında yüksek idareciler ve zabitlerden tutun da, halkın her sınıfından insan vardı.”
“Yüksek rütbeli subaylar, memurlar ve zenginler, eski ve solmuş elbiseler giyen yoksullarla gerçek bir kardeşlik havası içinde diz dize oturmakta idiler.”
Bu cennet misal irşad merkezi o zamanlar İstanbul’un tanınmış bir çok simasının da her daim uğrağı olmuştur. Bediüzzaman, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Ali Ayni, Mahmud Muhtar paşa, Mehmed Akif bey gibi...
Merhume Münevver Ayaşlı hanım “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” adlı eserinde Ahmed Naim beyin alakasına şöyle ışık tutar; “Bir de Naim bey hakkında bildiğim, Menemen’de şehid edilen Şeyh Esad efendi hazretleri ile görüştükleri, kendisini sık sık ziyarete gittikleridir.”
Bediüzzaman hazretlerinin de sık sık Esad efendiyi ziyaret ettiğini görüyoruz. Ayrı bir başlık altında bu konuyu inceleyeceğiz. Burada kısaca bir hatırayı nakledelim. Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Abdurrahman Cerrahoğlu bey bir ziyaretinde Üstad’ın kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Bundan kırk yıl kadar evvel Şeyh Esad Efendi kardeşim bana geldi. "Kardeşim Said, tuttuğun bu yolu tarikatla birlikte devam edersen zamanın imam veya reisi olursun' dedi."Cevaben dedim: 'Kardeşim, öyle bir zaman gelecek ki, iman adet kabilinden sallantıda olacak. Biz-tarikat bir tarafa-hepimiz bugünden tezi yok imanî hüccetlerin gönüllerde yerleşmesi için birleşirsek, o zaman en faydalı, en lüzumlu vazifemizi yerine getirmiş oluruz.'
Devrin padişahı sultan Reşad’ın Esad efendiye hususi bir sevgisi varmış. Kastamonu ulemasından Mehmed Feyzi efendi, hocası Ömer Aköz hocaefendiden naklen şöyle bir hatıra naklediyor: “Bir gün kendilerine(Esad Efendi’ye) bir cübbe hediye etmişler. Gönderdiği şahsa “Cübbeyi giyerken ne dua ederse, onu yaz, getir” diye emir buyurmuşlar. O duayı elbisesinin göğüs kısmının içine diktirmişler. ”
Esad Efendi kendisiyle mülakat yapan Carl Wett’e Dergahın hizmet metodunu şöyle anlatmış: “Bu tekkede bizim takip ettiğimiz yol Nakşibendi ve Kadiri tarikatları olarak bilinen iki tarikatın arasında bir yoldur. Ve bu dergah Arabistanlı Şeyh Kelami tarafından tesis olunduğundan bulunduğumuz yere Kelami dergahı adı verilmiştir.”
Carl Wett dergahın insanı asude bir iklime götüren nurani havası için şunları da yazmakta hatıralarında: “Tekkede on üçüncü günümde Deniz Harp akademisinden emekli olmuş bir profesör ile görüştüm. Şeyh efendiyi ziyarete gelmişti. Çok kibar ve insana güven telkin eden bir zattı. Esasen tekkede herkes insanda bu hisleri uyandırıyordu. Burada kaldığım müddet içinde münakaşa ve en ufak bir sert konuşmaya rastlamadım.Bu hal, Şeyh efendiye duyulan derin hürmet hissinden doğuyordu. Bu öyle derin bir saygı idi ki, onu huzurunda herkes alçak sesle konuşur, ayak parmaklarının ucuna basarak yürürdü.”
Carl Wett’in Kelami dergahında kaldığı süre içinde milletimize karşı kalbinde uyanan intiba da ne kadar etkileyici: “Bu saygıya layık Türk halkına Avrupa’da ne kadar zalimce muameleler yapılmıştı. Afrika’daki zengin topraklarını ve Akdenizin doğu kıyılarını ele geçirmek için Türklerin zalimliği ve barbarlığı hakkında en adi iftiralarda bulunulmuştu. Bunu yapan büyük devletlerdi. Ermeniler ve Yunanlılara yapıldığına dair herkesin kandığı katliam raporları hala canlı bir şekilde hatırımdadır. Türklerin en sulhsever ve en dost insanlar olduğunu söylersem, hiç de mübalağa etmiş sayılmam.”
Bu sevgi halesi sadece Anadolu ile sınırlı kalmaz. Çevre ülkelere de bir kor halinde düşer. Yine Carl Wett’den dinleyelim: “Şeyh efendi ile konuşmamızda kendisine tarikatın yaygınlık durumunu sordum. Anadolu, Bulgaristan, Bosna ve Arnavutluk içinde dağılmış halde kırk kadar halifesi ve yüz binden fazla müridinin olduğunu söyledi.”
Esad Efendi’nin halifeleri arasında en meşhuru Adanalı Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi hazretleridir.
Tabii bu kadar canlı bir alakalılar halkası ne kadar samimi olursa olsun, iktidarı elinde tutan güç odakları için hep kuşkuyla bakıla gelen bir mesele olmuştur. “Acaba şeyhlik postundan şahlık tahtına geçer mi?” türünden kuruntulardır bunlar.. Nitekim Efendi’nin gerek Abdülhamid devrinde nefyi, gerekse tek parti iktidarı zamanında baş hedef haline gelmesinde bu hususu da dikkate almak gerekmektedir. Popülerlik, gözde olmak, sayı çokluğu ve şâşâ tahrik unsurudur aynı zamanda...
ŞAİR ŞEYH
Esad Erbili hazretleri aynı zaman da bir edip ve şairdi. Ana dili Türkçe olmakla beraber Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Türkçe’yi kullanmaktaki mahareti Hüseyin Vassaf Bey’in ifadesiyle “selîka-ı kalemiyyesi ve tarz-ı mânâdaki tevcihi kendisine sahife-i edebiyatta sernâme-i mübâhât eyleyecek derecededir.”
Es’âd Efendi kendisi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen tasavvufî halk edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmayı başarmıştır. O’nun Türkçe’yi kullanmaktaki liyakatı ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir. “Es’âd Efendi’nin Kenzü’l İrfan isimli eserinde asli metne ve Osmanlıca’ya büyük bir sadakat ve hakimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız...”
Esad efendi’nin şiirlerini topladığı Divanı da diğer eserleri gibi Erkam yayınları tarafından neşredilmiştir. “Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Es’âd Efendi’nin ince bir hassasiyet ve şiir kâbiliyetine malik bulunduklarına işaret...” diyor merhum Necip Fazıl... Carl Wett de şunları söylemektedir: “Şeyh Muhammed Esad efendi çeşitli dini konularda kitaplar yazmıştı ve nazımda Arapça, Farsça ve Türkçe güzel şiirler yazacak kadar mahir bir zattı.” Divan’da Arapça ve Kürtçe birer şiir de bulunmaktadır.
İşte en meşhur şiirlerinden birkaç demet:
“Tecella-yı Cemalinden Habibim nevbahar ateş.
Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, hak-u har ateş.
Şua-ı afitabındır yakan bilcümle uşşakı.
Dil ateş, sine ateş, hem du çeşm-i eşkibar ateş.
Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasletmek.
Ceset ateş, kefen ateş, hem ab-ı hoşgüvar ateş”
“Gönül nur-ı cemalinden habibim bir ziya ister.
Gözüm Hak-i rehinden ey tabibim tutiya ister.
Safa-yı sineme zulmet veren Jeng-i günahımdır.
Aman ey kânı ihsan, zulmet-i kalbim cila ister.
Yetiş imdada ey Şah-ı Risalet ruz-i mahşerde
Ki, derd-i bi deva-yı masiyet senden şifa ister.
Ne ab-ı dideden rahat, ne ah-ı sineden imdat
Benim bar-i günahım lütf-u şah-ı Enbiya ister.
Sarıldım dâmen-i ihsanına ey Şafi-i Ümmet,
Dahilek ya Muhammed, hasta canım bir deva ister.
Nola bir kerre şâd olsun cemal-i bâkemalinle
Ki kemter bendeniz Esad sana olmak feda ister.”
“Ey gönül aldanma yarın ahdine, peymanına.
İtimat etmek hatadır lütfuna, ihsanına.
Sadık isen kıl tahammül cevrine, payanına.
Aşık olur kim, kılar canın feda cananına
Meyl-i canan etmesin, her kim ki kıymaz canına.”
“Gördükçe hal-i zarını Mahbub eder ihsan sana
Terket heva-yı ıyşını, lütfeylesin canan sana
Sarf etme zayi vaktini, vermez şifa seyran sana.
Ey derde derman isteyen, yetmez mi dert, derman sana.
Ey rahat-ı can isteyen, kurban olan candır sana.”
FİKİRLERİNDEN BİR DEMET
***Tarikat erbabından bir zata müracaattan maksat yalnız zikir telkini değil, salikin kabiliyet toprağına ilahi marifet tohumlarının ekilmesidir. Zira zikir telkini tasavvufi kitapların mütalaası ile de elde edilir. (4. Mektup) Esad efendi bir şiirinde de bu mevzuya şöyle değinir:
“Dergah-ı Pir-i muganda hak-i pay ol Esada.
Ol zaman anlarsın rütbe-i bâlâ nedir.”
(Ey Esad! Gerçek ve hakiki mürşidin dergahında ayağının toprağı olursan ancak o zaman en yüce rütbenin ne olduğunu anlarsın.)
*** Namazın başından sonuna kadar huzur ve huşuyu muhafaza etmek evliyanın büyüklerinin ancak güçlükle muktedir olabileceği meselelerden olduğundan avam için ise,kolay olmadığı açıktır. Şu kadar var ki, namazın herhangi bir rüknünde olursa olsun namaz kılan için o nispette kabul ümidi şüphesizdir. Binaenaleyh namaz kılanlar huzur için mümkün olduğu kadar çalışıp gayret göstermelidirler.”(10. Mektup)
*** “Ağlamayı hafif görüp geçmeyelim. Dünyanın servet ve nimetinin çabucak yol olması ve neticesinin tehlikesi apaşikar olduğu kadar (Allah aşkı ve korkusundan)ağlamanın da keramet, selamet, saadet ve gelecekteki rahatı da açıktır.(59. Mektup)
*** Muhterem Ali Ramazan Dinç Hocaefendi’nin nakline göre, Esad Efendi kalbin gaflet bağlamasının başlıca üç sebebini saymıştır
1-Şer’i emirlere, edeplere riayetsizlik(Faizli muameleler,yalan,gıybet, dedikodu,banyoda göbek ile diz kapağı arasını örtmeme, yatma halinde edebe riayetsizlik gibi şeyler.)
2-Islahı için hariç, gönüllü olarak, gafil, kalbi isyanlarla siyahlaşan insanlarla oturup kalkmak, gülüp eğlenmek.
3-Dünyanın israf kabilinden olan süsüne püsüne itibar etmek.
***Esad efendi, Kenz-ül İrfan’da, bir hadis-i şerifin izahında özürsüz namaz cemaatini terk etmenin
1-Yangın
2-Deprem
3-Sel felaketi gibi tabii bir afetin gelmesine vesile olabileceğini bildirmekte
ESERLERİ
1-Mektubat: Çeşitli dost ve müridlerine yazdığı mektuplardan ibarettir. Genelde tasavvufi meseleleri işlemektedir. 23.10.2003'
te muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi bir soru münasebetiyle Esad efendi hakkında şunları söylemişti:"Mektubat'ı var. Çok enteresan bir eser. Hem ilmi var, hem maneviyatı var,okudum Mektubatını..."
2- Kenz-ül İrfan: 1001 hadis-i şerif tercemesidir.
3- Divan: Türkçe ve Farsça şiirlerini topladığı eserdir.
4-Tevhid risalesi:Evhuddin Balyuni’ye ait eserin tercüme ve izahıdır.
5-Fatiha-i şerife tercemesi: Fatiha suresinin muhtasar bir yorumudur.
6- Risale-i Esadiyye; Tasavvuf konularını işleyen küçük bir eser.
KAYNAKLAR
1-Son Devrin Din Mazlumları- Necip Fazıl Kısakürek- Büyük Doğu Yayınları-İst- 2000(20. baskı)
2- Devrimlere tepkiler ve Menemen Provokasyonu-Mustafa İslamoğlu-Denge Yayınları-İst:1998(7. baskı)
3- Mektubat- El hac M. Esad Erbili-Erkam Yayınları-İst
4-Altınoluk dergisi:1, 2, 3 ve 5. sayılar
5-Sahabeden Günümüze Allah Dostları-Cilt: 9 ve 10- Heyet- Şule Yayınları-İst:1996
6- Son Şahitler-Cilt:1-Necmeddin Şahiner- Nesil Yayınları- İst-1993
7- İslam Ansiklopedisi:11/348-349-İFAV Yayınları-İst:1995
8-Feyizli Sözler-Derleyen:Rafet Küllüoğlu-Cihan Yayınları
9-Kemâle dair sohbetler-Ali Ramazan Dinç- Mavi Yayıncılık
10-Kenz-ül İrfan-M. Esad Erbili-Çelik Kitabevi-İst:1982
11-Evliyalar Ansiklopedisi-cilt:6- Türkiye Gazetesi Yayınları-İst:1992
12-Son Devir Osmanlı Uleması-Cilt:3- Sadık Albayrak- Milli Gazete Yayınları-İst:1980
13-Osmanlıdan Cumhuriyete İslam Alimleri- Vehbi Vakkasoğlu- Cihan Yayınları-İst-1987