NİYAZİ MISRİ ve DİVANI
01 Ocak 1970
Yaşadığı döneme fikirleriyle damgasını vuran ünlü sufi.
Halveti yolunun Mısriyye kolunun şeyhidir. Adı Muhammed olup babasınınki Ali Çelebi'dir.
Mahlası "Niyazı"dir. Uzun bir dönem Mısır'da kaldığı için "Mısri" diye de anılır olmuştur.1617 yılında,Malatyada şimdiki adı Soğanlı olan "İşpozi" kasabası'nda doğmuştur.
1638 de Medrese tahsilini tamamlayarak icazet almış, bilhassa tefsir,hadis,fıkıh ve tasavvuf alanlarında yavaş yavaş adını çevresine duyurmaya başlamıştır.Tasavvufu daha başlangıçta iyi şekilde kavramasıyla yaptığı va'azları da o derece etkili oluyor ve büyük ilgi topluyordu.Babasının bir Nakşibendi tarikatı mensubu olmasına rağmen,henüz 21 yaşında genç bir vaiz iken Halveti tarikatı şeyhi Malatyalı Hüseyin efendiye intisab etmiş ve sonuna kadar bu tarikatta kalarak coşkun bir sofi olmuştur.
Hüseyin Efendi'nin vefatından sonra seyahat etmeye karar verdi. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdad'a gitti. Burada büyük alimlerin, evliyanın ve Seyyid Abdülkadir Geylani'nin kabrini ziyaret etti. Hz. Hüseyin'in kabrini de ziyaret eden Mısri, Bağdad'ta dört yıl ilim tahsil etti. Tahsilini tamamlayan Niyazi-i Mısri, Kahire'ye gitti.Şeyhüniyye denilen yerde, Kadiriyye Tarikatı büyüklerinden olan bir zatın dergahında misafir kaldı ve talebe oldu. Burada kendisini yetiştiren Niyazi-i Mısri, Camiu'l-Ezher'de dersler vermeye başladı. Özel günlerde vaaz ve nasihatta bulunurdu. Gayet güzel Arapça konuşurdu..
İlim ve marifet sahasında olgunluğa erişmek için büyük bir çaba sarfe¬den Niyazi-i Mısri'ye günün birinde şeyhi: "Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilmi sana açılmaz".dedi. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor:
"İlimden ayrılmam bana güç geldi. Ağlayarak tazarru ve niyaz ile Allah'a istihare ettim ve uyudum. Gördüm ki guya ben büyük bir şehirdeyim, sultana hizmet ediyorum. Sultan da Şeyh Abdülkadir Geylani (k. s.) imiş. Kendisinin, avlusu geniş bir sarayı var. Kendisi, nedimlerinden büyük bir cemaat arasında bir tarafta abdest alıyor. Sanki ben de öbür tarafında tereddüt içerisinde duruyor, bana kızacağından korkuyorum. Oradan çıkacak bir yer de bulamadım. Beni gördü, çağırdı: 'Ey sufi!' Hemen kendisine döndüm ve önünde durdum. Hadimlerinden birine.''Buna bir kese getir' dedi. Hizmetçi çabuk çabuk birkaç adım gidince 'gel' dedi, 'ona kendi cebimden vereyim.' Elini cebine soktu, bir kese çıkardı ve bana uzattı. Huzurunda keseyi açtım. İçinde taze sikkeli dirhemler vardı. Başka bir kese daha gördüm, onu da açtım. Ondan da taze sikkeli dinarlar vardı. Ben.' 'Efendim, bu iki kesenin manası nedir?' diye sordum. Cevaben dedi ki.' 'Dirhemler zahir ilimdir, öğren ve onunla amel et. Dinarlar tarikat ilmidir, ona ancak sana takdir edilmiş bulunan kimsenin (mürşidin) sayesinde kavuşabilirsin' ve bana: 'Senin şeyhin bu şehirde değildir.' diye işaret etti. Söylemeye muktedir olamayacağım bir ferah ve sevinç ile uyandım.
Rüyayı şeyhime söyledim. Bu rüya üzerine beni halife yapmak istedi. Dedim ki.' 'Efendim, benim kalbim hilafete kanmaz. Artık bundan sonra seyahat etmek istiyorum. Çünkü hiçbir yerde durağım kalmadı. Eğer bana izin vermezseniz helak olmaktan korkuyorum.'
İzin verdi. Yüzünde ilim mukadder olan zatı bulmak arzu¬suyla yola çıktım. Senelerce dolaştım. Arap ve Rum (Anadolu) şehirlerinde çok şeyhlerin sohbetine eriştim. Akıbet şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devası Şeyh Ümmi Sinan Elmalı (k. s.)'nın hizmetine ulaştım. Kalbimin şifasını onun hizmeti şerefinde buldum.
Mübarek nefesi kimyasıyla, bana Şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.)'nin bahsettiği her şey hasıl oldu. Allah'a hamdolsun, Allah'ın lutfiyle telvin gitti, temkin hasıl oldu."
Elmalı'ya gidişi ve mürşidi ile ilgili kanaatlerini manzum olarak şöyle ifade etmiştir:
Dost illerinin menzili ki ali göründü
Derd-i dile derman olan Elmalı göründü
Tutilere sükkar bağının zevki erişti
Bülbüllere canan gülünün dalı göründü
Mecnun gibi sahraları ağlayı gezerken
Leyla dağının lalesinin ali göründü
Ten Yakub'unun gözleri açılsa acep mi
Can Yusufunun gül yüzünün hali göründü
Kal ehlinin ahvalini terk eyle Niyazı
Şimden gerü hal ehlinin ahvali göründü.
*****
Kanı bir mürşid-i kamil isteyen
Yetiş Elmalı'da Ümmı Sinan'a
Gerçi her köşede «Şeyhim" der çoktur
Binde birinin de irfanı yoktur.
Mürşid-i kamilin tarıki Hak 'tır,
Yetiş Elmalı'da Ümmi Sinan'a
Lillah fillah irşad yoluna girmiş ,
Yoluyla ehlinden usulün almış,
Sinesi hem nur-ı Hak ile dolmuş,
Yetiş Elmalı'da Ümmı Sinan'a
Ayetin Hadıs'in sırrın anlayan
Daim tevhid ile gönlün eyleyen
Biçare Mısrı'nin sözün dinleyen
Yetiş Elmalı'da Ümmi Sinan'a
*******
İstanbul'dan Bursa'ya gidip orada Veled-i Enbiya Camii kayyimi Ali Dede'nin evinde ve Ulu Cami yakınındaki medresede oturan Niyazi-i Mısri,yine bir rüya üzerine Uşak'a giderek Halvetiyyenin Elmalı'lı Yiğitbaşı Ahmet Efendi kolundan ve Ümmi Sinan Halifelerinden Şeyh Mehmed'e intisab edip tecdid-i biat eyler.Ümmi Sinan ile Elmalı'ya giderek şeyhinin dergahında imamlık,hatiplik ve şeyhinin oğluna öğretmenlikte bulunur.Bir aralık İstanbul'a bir seyahat yapar. 1065 (1654-1655) te kırk yaşında kendisine Ümmi Sinan tarafından hilafet verilmesine müteakip Uşak'a ve Kütahya'ya,Ümmi Sinan'ın ölümünden sonra tekrar Uşak'a döndü.Bu arada Çal'dan gelen bir heyet Mehmed Efendi'den kendilerine faydalı olabilecek bir şeyh istemişlerdi. Mısri, Çal'a gitti. Fakat bu beldenin insanları «talib-i dünya ve tarik-i ukba" yani dünyaya meyilli olan, bunun yanında ahiretten uzak olan insanlar olduklarından orada fazla kalamadı. Kütahya'da görevlendirildi. Bir müddet burada kalan Mısri, Uşak üzerinden 1072/1661 yılında Bursa'ya geldi.oradan Bursa'ya gidip Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir.Bir kız çocuğu olur.Abdal adlı bir tüccar, Niyazi'ye bir dergah yaptırır.Bu dergah 1080 (1669-1670) tarihinde merasimle açılır.Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın daveti üzerine Edirne'ye giden Niyazi,fazla değer verdiği cifir(gizli ilimler)e dayanarak bazı sözler söylediğinden 1087 (1673) te Rodos'a sürülür.Dokuz ay sonra affedilerek Bursa'ya döner.Tekrar vaazlarını yanlış anlayan çekemeyenlerin şikayeti üzerine 1676 tarihinde sürüldüğü Limni Adası'nda 1691 senesine kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra affedilir. II.Ahmed devrinde Türk ordusunun Avusturya üzerine hareketine karar verildiği zaman Bursa'da oturan Niyazi-i Mısri,Allah rızası için gazaya gideceğini bildirir. 1104 (1693) te müridlerinden 200 kişiyi etrafına toplar.Niyazi'nin ,Bursa'da yeni kaplıca civarındaki Bademli Bahçe'de çadır kurdurup yola çıkmaya hazırlandığı duyulunca,müridleri, çoğalan fetihlerin huruc davasına kalkıştıkları ve bu yüzden kan döküldüğü göz önünde tutularak kendisine Bursa'da kalıp hayır dua ile meşgul olması için Hatt-i Humayun gönderilir.
Padişahın Niyazi'ye gönderdiği mektup aynen şöyledir: "Mısri Efendi,selamımdan sonra sefere kasd ve azimetiniz olduğu mesmu-i hümayunum oldu.Sefere teveccühünüzden ise halvetinizde duaya meşgul olmanız ensebdir.Mahallinizden harekete rızay-i hümayunum yoktur.Huzur-i hatır ile zaviyenizde oturup asakir-i İslamiyye ve ğuzat-i mücahidine teveccüh-i tam ile mansur ve muzaffer olmaları duasında olmanız me'muldür vesselam."
Niyazi,padişahın bu isteğini kabul edemeyeceğini şu mektubu ile bildirir:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdülillahi Rabbilalemin.Vassalatü vesselamü ala Seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.Vesselamü ala halifeti'l Mehdiyyi.
"Padişahım, "İnne mesele isa kemeseli Adem" buyuruldu. Mümasili ilmül-esmada yığıldı.Kabul edene meslek dendi,kabul etmiyene şeytan dendi.Kazalik İsa,nüzulünde ilmü'l-esma ta'lim eyledi.Kabul edene melek ve mehdi dendi,etmiyene şeytan ve deccal dendi.Ondan nüzul-i İsa'ya gelince ne kadar enbiya ve rüsul geldiyse anlara muhalefet eden padişahlardan kanğısı behremend oldu,muradına erdi? Cümlesi makhur oldular. "Padişahım,muhale ferman vermek akil işi değildir.Bir kevkebe tulu etmesün deyu ferman versen,yahut borusu (ağrısı) tutmuş avret doğursa padişaha asi olur mu?
Padişahım,ben seni esirgerim,sana benim su-i kasdım yoktur.Senin hayırhahınım.Senin düşmenim,beni sana yanlış bildirir.Bu dahi malumun ola ki enbiyada ve evliyada kizb ve hilaf ve müdahene olmaz.Bizim sana su-i kasdımız yoktur.Dediğimize itimat edin ve nüdemadan birisini şunu azl veya katleyle demem.Bu senin hizmetine layık değildir.Ancak umum üzre adleyle deyu nasihat ederiz,kabul edersen senin izzetin ziyade olur; aziz olursun; kabul etmezsen zararı kendinize edersiniz.İsa nüzul etmesün deyu ferman verüp geru reddedemezsin.Ancak bir miktar ta'ciz edersen,me'yus olunca sonra nazarı Hak erişüp ol me'yusa necat verir.. "el-Hasıl enbiyaya muhalefette olmaktan men ederim. Nasihati kabul edersen, tahtında sabitkadem olursun. İsa Aleyhisselam, kendi hakkında ala mele'innas haza mehdiyyüzzeman deyu şehadet eder.Şehadetini Allah taala kabul eder, cümle halk dahi kabul eder.Ve illa muhalefetin zararı kenduye aidolur, bilürsün. Nasihatim budur. Bu mektubu kendu şeyhine gösterme ve re'yiyle amil olma. Şeyhu-l İslama ve ulemaya göster, anların re'yiyle amil ol.Alim kavli şeyhulislamı müşirdir. Anların işaretleriyle amil ol Ahmed adedidir 254 Vesselamü ala men ittebe'a'l-hüda".
Niyazi, Padişahın emrine kulak asmıyarak Tekfur Dağına kadar gittiği gibi, yapılan te'kide de ehemmiyet vermemiş idi (Silahtar, tarih, II,704).Hadiseyi duyan padişahın, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiğine ve onu Tekfur Dağında karşılattığına bakılırsa Niyazi'yi çok saydığı anlaşılır. (Reşid, tarih, II,216). Niyazi-i Mısri'nin Edirne'ye yaklaşması ve padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, pek çok kimselerin de şeyhi sabırsızlıkla beklemeleri devlet adamları arasında telaş uyandırır.Sadrazam Bozok'lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak istiyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören Ahmed II yi, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. Niyazi, 26 Şevval, 1104 (30 Haziran 1693) Salı günü Edirne'ye gelip va'zetmek üzere Selimiye Camiine indiği zaman, halk caminin etrafını almış, kalabalıktan içeriye girilemez olmuş idi.
Bu durum karşısında Sadrazam, Mısri Efendi eğer derhal sürgün edilmezse büyük bit karışıklık çıkacağını padişaha telkin ederek Şeyhin Limni'ye gönderilmesi hususunda bir ferman alır. Şeyh Efendi hemen Tahtırevana bindirilip Boğazhisarındaki Kaptan Paşa'ya sevk olunarak Limni'ye gönderilir.
Limni Adasına götüren gemi Anadolu kıyılarından açılınca göz yaşları içinde :
“Osmanlı sülâlesinin inkirazı için dördüncü semâya bir kazık çaktım! Bu kazığı benden başka kimse çıkaramaz!” demiştir..
20 Recep 1105 (16 Mart 1694) Çarşamba günü Limni'de irtihal-i dar-i beka eyler....
***********************************
Ey çarh- ı dûn nittim sana hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona ah mihnetâ vah mihneta
Bendinden âzad etmedin, feryâdıma dâd etmedin.
Bir dem beni şâd etmedin ah veyletâ vah veyletâ.
Erişmedi dosta elim Rahmâna varmadı yolum
Çıkmadı başa menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ.
Kârım dürür derd ile gam gitmez başımdan hiç elem,
Gülden cüdâ bir bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ .
Mecnûn veş âh edeyim Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh edeyim ah hasretâ vah hasretâ.
Var mazsa yolum Şeyhime, sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime ah hayretâ vah hayretâ.
Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola âh rihletâ vâh rihletâ.
Niyâzî Mısri Üsküdarda oturdukları sırada kendisine manâ âleminden bizzat Resûlüllah (S.A.V) seyr-i sülûk ettirdi. Bazen İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin efendilerimiz dahi gelip tevhid makâmlarını gösterirler idi. Bir sâlik sıdkiyle sülûk ederse, cem-ül- cemde Resûlüllah efendimiz ana gelir. Bilhassa “ Ahadiyet makâmı “ nı bizzat Resûlüllah efendimiz telkin ederler. Zirâ bu makâmın sâhibi ancak odur,başka kimse telkin edemez. İşte bir kimsenin meyl ve muhabbeti olduğu vakit son nefeste olsun ana sülûk gösterilir, anı Cenâb-ı Hak kabul eder ve sâlik ise makâm gösterilir.Bir sâlik tevhîd makâmlarından ilki olan “ Tevhid-i Ef’al “ görüp de Şeyhi vefat etse , gerek bu âlemde ve gerek âhiret âleminde, yani kabirde, haşirde neşirde ana tekmil-i makâmat ettirilir.Bunu ya Şeyhi veyâ diğer Veliler yaparlar. Hazret-i İbrahim (A.S) tevhîdin babası olması itibariyle bu gibi sâliklere en önce kendisi makâmları gösterir, sonra diğer Velileri tayin edip o sâlikin makâmını tamamlatır.
*************************************
Evliyâdan biri rüyâsında kendisini Medine-i Münevverede İbni Abbas kubbesi altında oturur görür. Mübâşir kılıklı biri gelir. “ Seni beldenin hâkimi istiyor “ der. Bu zat :” Benim beldenin hâkimi ile işim yoktur.” diyerek geleni yanından kovar. Sonradan düşünür, bu beldenin hâkimi Resûlüllah efendimizdir, hemen kalkıp Harem-i şerifte Şebeke-i Resûle gider.Orada zayıf bir adam oturur görür. Şebeke-i Resûlden nidâ gelir : “ Senin hakkında davâcı var.” Bu defa zayıf adama : “Nedir davân söyle” buyururlar. “ Efendim, bu zat beni doyurmaz, su vermez beni aç bırakıyor, beni öldürecek “ deyince o zat bu zayıf adamın kendi nefsi olduğunu anladı.”Ya Resûlallah , sen buyurdun size nefsiniz yeteri kadar düşmandır,ondan korunun, eğer ben bunu aşırı derecede beslersem, sonra bana uymaz,beni tehlikeye kor”. Bunun üzerine Resûlüllah buyurdu: “ Aferin benim hadisimle âmil olmuşsun “. Bu defa nefis : “Yâ Resûlüllah buyurdun nefis sizin binek atınızdır, ona iyi bakın ,bu zat beni öldürecek”. Bunun üzerine Resûlüllah efendimiz : “Haydi o bilir seni öldürmiyecek kadar bakar “ buyurdular.
*********************
Esselâ her kim gelür bazâr-ı aşka esselâ,
Esselâ her kim yanarsa nâr-ı aşka esselâ.
Esselâ dâr-ı Enel-Hak’da bugün Mansûr olup,
Can-ü bâşından geçen berdâr-ı aşka esselâ.
İbn-i Edhem gibi tâc-ü tahtını terk eyleyüp,
Soyunup abdâl olan hünkâr-ı aşka esselâ.
Kendini ödlara atan şol Halilullâh gibi,
Cân-ı dilden bülbül-i gülzâr-ı aşka esselâ.
Varlığı dâğın delüp Şîrin iline yol eder,
Ey Niyâzî söyle ol mi’mâr-ı aşka esselâ.