31 Mart Vakası
01 Ocak 1970
Osmanlı’da yaşanan 31 Mart ayaklanmasının fitili, 6 Mart 1909 gecesi, sert muhalefeti ile bilinen Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Galata Köprüsünde öldürülmesiyle ateşlendi…
Ayaklanma Öncesi Durum
Kimi tarihçiler, II. Meşrutiyet dönemini Cumhuriyet’in “siyaset laboratuarı” olarak değerlendirmekteler. Onlara göre Cumhuriyetin başardıkları II Meşrutiye döneminde tartışılmış konulardır. II. Meşrutiyet İttihat ve Terakki’nin etkin olduğu bir dönemdir.
Burada İttihatçıların 5 özelliğini belirtmek gerek,
Türkçülük, yani Türk ulusçuluğu ideolojisi… Büyük çoğunluk Müslüman olsa dahi İttihatçıların arasında ayrılıkçı olmayan Yahudiler ve Ulahlar bulunmaktadır. Müslümanların büyük çoğunluğu Türk’tür ya da etnik bakımdan Türk olmayanlar da, kendilerini Türk saymaktadırlar.
Gençlik, İhtilalci bu örgüt içerisinde çoğunluk olarak gençler yer almaktadır.
Yönetenler sınıfından olmak, İttihatçıların çoğunluğu memur ve subaylardı
Mekteplilik, çoğunluk yüksekokul öğrencisi ya da mezunuydu
Burjuva zihniyeti taşımak, amaçları Osmanlı toplumunu ve Türkleri gelişmiş ülkelerin düzeyine çıkartmaktı
Osmanlı toplumu gelenekçi olduğundan İttihatçılar II Meşrutiyet sonrasında hükümet kuramamışlardı. Ancak aralarından kimileri bakan ya da nazır olabiliyor ve hükümete talimat veriyorlardı.
Öte yandan İttihat ve Terakki’nin Rumeli’de Hürriyeti ilan etmiş olmasına karşın, Abdülhamit İstanbul, Anadolu ve Arap ülkelerinde II. Meşrutiyet’i ilan etmişti. Bu yüzden de İttihatçılar Abdülhamit’e karşı olsalar da padişahlığını sürdürmesine razı olmak zorunda kalmışlardı. II. Meşrutiyet’le birlikte toplum yaşamında büyük değişiklikler oldu.
Bu arada Prens Sabahattin Avrupa’dan döndü ve örgütünü İttihatçılarla birleştirdi. Ancak bu birliktelikten umduğunu bulamayınca Ahrar Fırkası’nı (parti) kurarak seçimlere girdi, fakat başarısız oldu. İttihat ve Terakki seçimleri silme kazanmıştı.
Hürriyetin ilanından kısa bir süre sonra İttihatçılar Sait Paşa yerine Kıbrıslı Kamil Paşa’yı getirdiler. Her iki paşa da Abdülhamit döneminin “İngilizci” diye tanınan vezirleriydi. Kamil Paşa da İttihatçıların verdiği kararlar ve buyrukları yerine getirmeyerek başına buyruk işler yapmaktaydı.
Bunun üzerine İttihat ve Terakki’nin önde gelen mebusu ve Tanin Gazetesinin başyazarı Hüseyin Cahit, Paşa aleyhine gensoru önergesi verdi. Böylece Meclis’in askeri baskı altında olduğu izlenimi doğmuş oldu.
31 Mart Ayaklanması
6 Mart 1909 gecesi, sert muhalefeti ile bilinen Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Galata Köprüsünde öldürüldü. Saldırganın üzerinde subay pelerini olduğu söylenmekteydi. Ancak köprünün her iki ucunda karakollar olmasına karşın saldırgan yakalanamamıştı.
Muhalefet bu olaya büyük tepki gösterdi ve cinayeti İttihat ve Terakki’ye mal etmekten çekinmedi. İttihat ve Terakkiciler de bu suçlamaya yeterince karşı çıkmayarak cinayeti üstlenmiş oldular. (Yıllar sonra cinayetin İttihatçılar tarafından işlendiği anlaşılacaktır.)
Bu nedenle Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, 31 Mart Ayaklanmasının yakın nedeni olarak görülebilir. Çünkü Hasan Fehmi’nin cenazesi büyük bir kitle gösterisi halini aldı. Cenazeden beş gün sonra da, 13 Nisan 1909 günü ( Rumî takvime göre31 Mart 1325) ayaklanma çıktı.
O gün sabahın çok erken saatlerinde Taksim civarında bulunan Taşkışla’daki 4. Avcı Taburu Hamdi Çavuş ve diğer çavuşlarla onbaşıların komutasındaki erler, subaylarını tutukladıktan sonra, başka kışlalarda da ayaklandılar ve Sultanahmet’te bulunan Mebusan meclisi önünde toplandılar.
Ayaklanma “şeriat isteriz” sloganlarıyla yapılmıştı.
Asker somut olarak,
Ayaklanmadan ötürü kendilerine bir sorumluluk gelmeyip, affedilmeyi,
Hükümetin, Mebusan Meclisi Reisi Ahmet Rıza ve diğer bazı İttihaçıların istifasını,
Bazı komutanların değişmesini istiyordu… İstek listelerinde Kâmil Paşa’nın sadrazam,Nazım Paşa’nın harbiye nazırı, İsmail Kemal’in Mebusan Meclisi reisi olması vardı.
Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmayı bastırmada klasik Osmanlı nasihat yöntemini kullandılarsa da başarılı olamadılar.. Ayaklanma git gide büyüdü.
Sonuçta, Ahmet Rıza, I. Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa istifa ederken, ileri gelen İttihatçılar gizlice Rumeli’ye kaçtılar.
Ayaklanan askerin muhatap kabul ettiği Mebusan Meclisi duruma egemen olamamış, ortaya bir yetke (otorite) boşluğu çıkmıştı. Bu boşluğu dolduran da saray, yani Abdülhamit oldu.
Abdülhamit ayaklanmış olan askerlere, yeni sadrazamın Tevfik Paşa, Harbiye Nazırı’nın da Gazi Ethem Paşa olduğunu ve kendilerinin de affedildiğini bildirdi… 1897 Osmanlı- Yunan Savaşında kahramanlıklar göstermiş olan ve herkesin saygı duyduğu Ethem Paşa’nın Harbiye Nazırlığına getirilmesinden başka affedilmiş olmak askerde büyük coşku yarattı ve Yıldız Sarayı önünde toplanarak Abdülhamit lehine gösterilere başladılar. Bu gösteriler karşısında Abdülhamit’in balkona çıkarak görünmesi onun da isyancı askerlerle birlik olduğu izlenimi yaratan büyük bir hataydı…
1 Mart İsyanının kimin tarafından çıkartıldığı konusunda farklı açıklamalar
Bunlardan ilki, ayaklanma İttihat ve Terakki iktidarını perçinlediğine göre onlar çıkartmış olmalıydı. Ancak bunu kanıtlayacak kesin ve ciddi hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
Bir başka görüş ise, ayaklanma Abdülhamit’in işidir. Eğer Hareket Ordusu gelmemiş olsaydı iktidar boşluğunu doldurmuş olan Abdülhamit güçlenmiş olarak tahtta kalmaya devam edecekti. Fakat bu görüş de sağlam temellere dayanmamaktadır.
Üçüncü görüşe göre de ayaklanma, Prens Sabahattin’in muhalefeti ile tertiplenmiştir. Her ne kadar muhalefet ayaklanmayı sahiplenmemişse de bunun arkasındaki neden, ayaklanmanın askeri disiplinli bir güç gösterisi beklentisine cevap verememesi, aksine kanlı bir isyan hareketine dönüşmüş olmasıdır.
31 Martçılar iki gün içerisinde çoğu mektepli subay olan 20'den fazla insanı öldürmüşlerdi. Prens Sabahattin de ayaklanmayı bastırma girişiminde bulundu ve donanma gemilerinin süvarilerinden Sarayı topa tutma tehdidiyle, güçlenmekte olan Abdülhamit’i tahttan indirmelerini istediyse de bunda başarılı olmadı. Prens Sabahattin’in isteklerini yerine getirmek için hazırlıklara girişmiş olan Âsar-ı Tevfik süvarisi Bnb. Ali Kubali isyancılarla temasta olan bahriyeliler tarafından tutuklanarak Yıldız Saray’ı önüne getirildi. Abdülhamit, Kubali’nin karakola teslim edilmesini işaret ettiği halde, asker tarafından orada linç edilmesine engel olamadı.
İsyanın asıl düzenleyicisinin kim olduğu çok açık olmamakla birlikte, kimlerin askeri kışkırttığı belliydi.
Öncelikle, İngiliz yönetimi için çalışan Kıbrıslı Nakşibendî tarikatına mensup Derviş Vahdeti’nin gazetesi Volkan vardı. Derviş Vahdeti, Volkan gazetesi yazarlarından Said-i Kürdi (daha sonra Said-i Nursî adıyla Nurculuk tarikatını kuracaktır) ile birlikte İttihad-ı Muhammedi Cemiyetini kurmuşlardı.
Askeri kışkırtan bir başka grup softa ise medrese öğrencileriydi. Hürriyetten önce İstanbullu erkekler ve softalar askerlik yapmazlardı. Taşradakiler için de askerlikten kaçmanın bir yolu softa olmaktı. Medreseler de bu tip insanlarla dolup taşmaktaydı. İttihat ve Terakki bu düzensizliğe karşı çıkmış ve softalığı sınavlı hale getirmişti. Sınavda başarısız olanlar askere alınıyordu. Bu da softaları İttihat ve Terakki’ye düşman olmaya yetmişti.
Kadro dışına çıkartılmış alaylı subaylardan başka, Arnavut ulusalcılarını da isyanın düzenleyicisi olarak saymak mümkün
Sonuçta bu kışkırtıcılardan birçoğu divan-ı harp tarafından cezalandırıldı. Derviş Vahdeti idam edilirken Prens Sabahattin tutuklanmışsa da İngiliz elçisinin müdahalesi ile salıverildi.
İsyanın Bastırılması
İsyan duyulur duyulmaz kendisini Meşrutiyetle özdeşleştiren İttihad ve Terakki kendisine yapılmış darbeyi Meşrutiyete yapılmış sayarak tavır almakta gecikmedi.
Selanik’te kurulan Hareket Ordusu’nun başına 3. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Selanik’ten katılacak olan fırkanın (tümen) komutanlığına Hüseyin Hüsnü, Edirne’den katılacak olan fırka komutanlığına da Şevket Turgut paşa’nın getirilmesi kararlaştırıldı. İkinci gün de Selanik’te bütün unsurların (milliyetlerin) katıldığı büyük bir miting düzenleyerek Saray’ı hükümeti ve muhalif basını protesto ettiler.
Oysa o sırada Saray, hükümet ve muhalif basın fırtınanın geçtiği, her şeyin ‘normale’ döndüğü görüşündeydi. Ancak Selanik ve Edirne’den gelen Hareket Ordusu birlikleri Ayastefanos’ta (Yeşilköy) git gide çoğalmaktaydı. Mebusan Meclisi’nin İsyancılarla Hareket Ordusu arasında muhtemel bir çatışmayı önleme çabaları da boşa gitmişti. Mebusan Meclisindekiler de İttihatçı olduklarını hatırladıkları ve gördükleri kararlılık karşısında etkilendikleri için onlarla kalma kararı alınca meclis gerekli çoğunluğu sağlayamadı.
Artık Meclis Ayastefanos’ta farklı bir ad ile “Meclis-i Umum-i Millî” olarak toplanıyordu. Kanuni Esasiye göre Âyan ve Meclis-i Mebusan Meclisi Umumiyi oluşturmaktaydı. Bu meclis, her ikisinin birleştirilmesi ile ortaya çıkan sırf oradaki toplantılara özgüydü. Ayastefanos’taki bu iki meclisin birleştirilme ilhamını muhtemelen Fransız İhtilalinden almıştı.
24 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul’u işgal etti. Yer yer kanlı çatışmaların ardından Şeyhülislamın verdiği fetvaya dayanılarak Abdülhamit tahttan indirilerek yerine V.Mehmet olarak Mehmet Reşat geçirildi. İstanbul’da 3 yıl sürecek sıkıyönetim ilan edilerek sıkıyönetim komutanlığı başına da Mahmut Şevket Paşa getirildi.
Yeni dönemde Meclis olağanüstü etkinlikler göstererek çağdaş hukuk devleti için gerekli olan bir çok temel yasayı çıkarttı. Bunlara örnek olarak, İçtimat-ı Umumiye (toplantı), Matbuat (basın) Matbaalar, Tatil-i Eşgal (grev), Cemiyetler yasaları, siyah esir gibi beyaz esir ticaretinin yasaklanması verilebilir.
En önemli değişikliği de Kanun-î Esasi’de gerçekleştirildi. 1876 Kanun-î Esasi’ne göre hükümet Meclise değil, Padişah’a karşı sorumluydu ve Meclisin yasa önerme yetkisi yoktu. Bu hükümler değişerek anayasa demokratikleştirilmiş oldu. Öyle ki bunu artık yeni bir anayasa saymak gerekiyordu.
Son söz olarak; günümüzde 31 Mart olayı, Menemen olayı, Sivas olayı gibi tipik bir gericilik olarak verilmek istenmektedir. Tabii ki 31 Mart ayaklanmasının gerici bir ayaklanma olduğu kuşkusuzdur. İsyancıların “şeriat isteriz” diye bağırmaları, orta çağ düzeninden yana olmaları başlı başına gericiliktir. Ancak şeriatın en temel olan, kişilik, evlenme, miras vb hükümleri zaten yürürlükteydi. (1926'ya kadar da yürürlükte kalmıştır) O nedenle askerin “şeriat isteriz” demesindeki amaç, eski ordunun gevşekliği, dinsel gerekleri yerine getirme gerekçesiyle talimden kaçma olanaklarına kavuşmaktı.
Yeni ordunun disiplinine karşı çıkmak da bu anlamda gericiliktir. Ayrıca mekteplilik ilkesinden alaylılık ilkesine dönülerek, subaylık yolundaki engellerin kaldırılmasını da istemekteydiler. İttihat ve Terakki iktidarına bu şekilde karşı çıkarak onu ortadan kaldırmakla doğan boşluk eski düzenin kurumları ile doldurulacaktı.
Bu durum nedeniyle İngilizler 31 Mart ayaklanmasına olumlu bakarak Hareket ordusuna karşı soğuk bir tavır almışlardır.
Mustafa Kemal
31 Mart (13 Nisan) Vakası üzerine Selânik’ten harekete geçirilen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a ulaşması üzerine, 19 Nisan 1909 tarihinde Hareket Ordusu Kurmay Başkanı Mustafa Kemal tarafından kaleme alındığı ve H. Hüsnü Paşa tarafından imza edildiği kabul edilen bildiriden:
“İstanbul Ahâlisine
Millet, kendisini senelerden beri zulümle idare eden müstebit idareyi parçaladı ve meşrutiyeti kurdu. Bu kansız ve mutlu devrimden zarar görmüş olan menfaat düşkünü eski idareciler, eski hale dönebilmek için bin türlü hile, desise ve alçaklığa başvurarak meşrutiyet hükümetimize yaralar açmak istedi, İstanbul faciasına sebep olarak kan döktü.
Millet, yaşamının ve geleceğinin tek garantisi olan meşrutiyetin parçalanarak şer’i kanunların, toplumun kurtuluşu ve saadetinin temeli olan anayasamızın ayaklar altına alınmak istendiğini gördü. Bu alçakça durumun yaratılmasına sebep olanlara hak ettikleri cezayı vermek için İstanbul üzerine yürümeye karar verdi. İlk yapıcı kuvvet olmak üzere işte bizi İstanbul surları karşısında gördüğünüz bu Hareket Ordusu’nu buraya gönderdi.
Hareket Ordusunun maksat ve görevi, meşru meşrutiyet hükümetimizi hiçbir kuvvetin sarsamayacağı surette kuvvetlendirmek ve sırf şeriat kuvvetleri ve perçinlenen Kanunu Esasinin (Anayasanın) üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet olmadığını ve olamayacağını ispat eylemek ve meşru meşrutiyetimizin devamından memnun olmayan vatan ve millet hainlerine kesin surette bir ibret dersi vermektir.
Zulüm görmüş ahâli ve tarafsız askerler tamamıyla himâye edilecektir. Ancak tahrikçiler ve fesatçılar mutlaka lâyık oldukları kanuni kovuşturmadan kurtulamayacaklardır.
Faziletli din ilmi heyeti başımızın tacıdır. Fakat şahsi çıkarları ve âdi menfaatleri için yalandan alim kılığına bürünen birtakım hafiyeler ve çıkarcılar elbette kanun pençesinden kurtulamayacaklardır
Vatanın milli selâmet ve saadetinin gerektirdiği bu askeri icraat esnasında yardım, dahili inzibat ve sükûneti ve cümle ahâlinin can ve mal emniyeti için her türlü tedbir alınmış bulunmaktadır.
Muhterem elçiler ve tüm yabancı misafirlerin huzurlarının bozulmasına meydan verilmeyecektir.
İstanbul’un feci olayında kanları dökülen şehitlerin ruhları karşısında hesap vermeye, korku ve dehşete kapılmaya mahkûm olanlar, ancak bu kanlı facianın failleri ve teşvikçileridir. Bu hakikati herkes bilmeli, telâş ve heyecana kapılmayıp müsterih olmalıdır.”
(Sadi Borak, Atatürk‘ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, İstanbul 1997; s. 271-272)
KAYNAKÇA:
• Prof. Dr. Sina Akşin
• Prof. Orhan Aldıkaçtı
• Tarık Zafer Tunaya