« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Nis

2013

RESNELİ NİYAZİ

İRFAN ÖZFATURA 01 Ocak 1970



RESNELİ NİYAZİ / İRFAN ÖZFATURA

"Didar-ı hürriyet" kurtarılıyor, zincirleri balyozla kıran iki yiğit, Biri Enver Bey, diğeri Resneli Niyazi
Resneli Niyazi adı üzerinde Resne'de doğar. Manastır'da Askeri Rüştiyeyi ve İstanbul'da Harbiye'yi bitirdikten sonra gelir, memleketinde vazifeye başlar.
O yıllarda gençler arasında Abdülhamid düşmanlığı pek prim yapar. Ulu Hakan'a en ziyade onun açtığı okullarda, onun sağladığı imkanlarla okuyan talebeler karşı çıkar. Bayrak merasimlerinde "padişahım çok yaşa" yerine "padişahım baş aşşa" diye bağırmayı meziyet sanırlar. Niyazi de anafora kapılır, vaziyetten vazife çıkarmaya bakar.
Resneli iyi bir askerdir, bölgesindeki Bulgar komitacılarına nefes aldırmaz. Yunan Harbinde bölüğüyle kendinden 5 kat kalabalık düşman birliğini esir almayı başarır ki (Beşpınar) henüz 24 yaşındadır. Bu muvaffakiyetin ardından İstanbul'a çağrılır. Ancak getirdiği esirler, çocuk yaştaki subaylara dağıtılınca pek kızar.
Niyazi düz düşünen bir taşra zabitidir, hayatında siyahlar beyazlar vardır, muhatapları ya dosttur, ya da düşman! Saraydaki dengeleri bilmez, öğrenmeye de çalışmaz. Halbuki o tıfıllar aşiret ve kabile reislerinin mahdumlarıdır, tabiri caizse veliahttırlar. Yarın memleketlerine (Güneydoğuya, Ortadoğu'ya) yollanacak ve ihtimal İstanbul'a dost kalacaktırlar. Bu ince siyasetin içinde üç beş esirin, rütbenin, nişanın lafı bile olmaz.
Ancak Resneli küplere biner, "vay biz dağlarda canımızı dişimize takarken, beyzadeler burada..."
İLTİFAT
Neyse onu da huzura alırlar, mülazım (Atğm) iken kol ağası (Üstğm) yapar, cebine sarı lira doldururlar. Hatta koca Sultan lütfeder, sarayda yaver olarak kalabileceğini açıklar. Niyazi'nin heyheyleri üstündedir, bu zarif teklifi reddeder, Resne'ye döner. Artık eskisi gibi faal de değildir, yeni vazifesi maşabaşıdır zira... Vakti çok olmalıdır ki cemiyetçilik yapar. Malum kulüplere gire çıka bi haller olur ona, artık meşrutiyet kelimesini daha sık terennüme başlar. Meşrutiyet denenmiş bir şeydir aslında, bir meclis söz konusu olduğunda Batılı tazyikler artmakta ve nazırlıkları azınlıklar kapışmaktadırlar.
Resneli içten pazarlıklı değildir, bu yüzden en riskli eylemleri üstlenir, karartır gözünü, bizzat fedailik yapar. Gün gelir dağa çıkma kararı alır ki henüz dokuz aylık evlidir, bakmak zorunda olduğu kız kardeşleri vardır sonra. Arnavut asıllıdır, Bektaşidir, havalide çevresi geniştir. Sultana muhalif isimlere ulaşmakta zorlanmaz. Türklerden, Arnavutlardan hatta Sırp, Bulgar, Ulah ve Rumlardan topladığı 160 adamıyla Manastır Dağlarını mekan tutar.
Kışladaki silahları ve cephaneleri de yanına alır, kasadaki 550 sarı liraya el koyar.

İSYAN
Aylardan Temmuzdur, geceler sıcak... Bu gerilla muhabbeti serüvenci gençleri pek sarar. Ateş başında keyf yapar, köyleri kasabaları basar, devlet gibi vergi salarlar (haraç mı deseydik acaba?). Gün gelir sayıları bini bulur, civarda kuş uçsa haberleri olur.
Bu arada İstanbul'a "Vatan Fedaisi" "Milli Ohri Taburu Komutanı" gibi garip imzalarla telgraflar yollar, cümleye "filan zamana kadar Meşrutiyet ilan edilmezse..." diye başlar. Yakışıksızdır bunlar, terbiye hududlarını zorlar.
Sultan, bu tuhaf direnişe bir mana veremez, ancak paşalar hop oturup, hop kalkarlar. Düşünün şimdi bir subay birliğindeki paraları ve silahları alıp dağa çıksa? Yöre halkını etrafına toplayıp tehditler savursa? Bahanesi daha fazla demokrasi, eşitlik her neyse artık, ya da maaşına zam! Affedilecek cürüm müdür bu? Ne yapar yapar, fitneyi sustururlar.
İşte o hesap. İstanbul'daki paşalar da "çiviyi çivi söker" der, reylerini "üstüne gidilmesinden" yana kullanırlar.

İHTİYAT
Abdülhamid Han her zamanki gibi ihtiyatlıdır, başmabeyincisine "niye telaşlanıyorsun canım" der "dağdaysa dağda, eşkıya takibine çıkmış olamaz mı acaba?"
- Ama efendim, o tavır, o üslup, telgraflar ortada...
Abdülhamid Han büyütmez, bölge zordur, sıkıntılıdır zira. Neticede genç bir insan, asabı bozulmuş olabilir pekala.
Halkın nabzını tutsun diye yine bir Arnavut olan Şemsi Paşa'yı Manastır`a yollar. Paşa o gün raporunu göndermiş, postaneden çıkmaktadır ki Mülazım Atıf (Cumhuriyet döneminde "Kamçıl" soyadını alacak, iki dönem mebus yapılacaktır) tarafından şehit edilir. Üstelik suikastçı onca korumaya rağmen elini kolunu sallayarak kaçar.
Henüz bunun akisleri sürerken Selanik Merkez Komutanı Nazım Bey saldırıya uğrar. Evet o yaralanmasına rağmen yaşar ama Alay Müftüsü Mustafa Efendi kurtarılamaz. Müftü Efendi güpegündüz vurulmuştur, kollukçular seyrine bakar. 17 Temmuz'da Erkan-ı Harbiye (Genel Kurmay) Mirlivası Osman Hidayet Paşa subay ve erbaşlara nasihat vermektedir ki konuşturmazlar. İkibin kişinin önünde kurşun atar, ağır yaralarlar. 19 Temmuz'da Debre Valisi Hüsnü Bey şehid edilir ve işin çivisi çıkar.
Sultan Abdülhamid bu defa Müşir Tatar Osman Paşa'yı havaliye gönderir, ancak isyancılar, 2 bin kişiyle gelip Resne'yi basar. Koca Mareşali yaralamakla kalmaz, ite kaka dağa kaldırırlar.
Zor günlerdir vesselam, Sultan kimi tutsa elinde kalır. Yolladığı subaylar karşı cenaha geçer, devlete meydan okurlar. Doğrusu İttihat ve Terakki'nin komitacılıktaki başarısı inkar olunamaz. Düşünebiliyor musunuz, yöreye sevkedilen askerler daha İzmir'den gemiye binerken ablukaya alınır, yol boyu işlenip militanlaştırılırlar. Hasılı isyan lodoslu havada çıkan orman yangınını andırır, bir anda Makedonya'yı sarar.

GEYİK MUHABBETİ
Abdülhamid Han gerginlikten hoşlanmaz, "İstediğiniz meşrutiyetse, alın hayrını görün" der, geri adım atar.
Resneli Niyazi bir anda "Hürriyet Kahramanı" olur. Uğruna şiirler yazılır, türküler yakılır. Boy boy kartları basılır, kurtarılan hürriyet dilberleri (devrin ressamları tombul kadınlardan hoşlanıyor olmalılar), kırılan zincirler filan...
Niyazi Bey dağda geçen günlerinde bir geyik yavrusu bulmuş ve özenle bakmıştır ona. Takdir edersiniz ki bon bon ve lati lokum ottan kökten daha lezzetli şeylerdir, garibin kimyası bozulur, peşi sıra dolanmaya başlar. Örgüt kurmayları hadiseyi efsaneleştirir, hayvancağıza kutsallık yakıştırırlar. Zavallıya "Rehber-i hürriyet" gibi tumturaklı bir ad takar, geçerken selama dururlar.
Neyse zikr olunan geyik İstanbul'a getirilir, Gülhane parkında ziyaretçilerini ağırlar. Gazetelerde "Şehrimizi şereflendirdi" manşetleri... Akıllı uslu adamlar bile gelir bağlılıklarını sunarlar.
O yıl doğan oğlan çocuklarına ekseri Enver ve Niyazi adı konur, kızlara ise Maral (geyik). Benzer isimler yüzünden nüfus memurları saç baş yolar. Said-i Nursi dahi tebrik için Selanik'e koşar, bıraktığı mektuba "Ey zamanın Rüs-tem-i Zal'i" gibi bir giriş yazar. İltifat, iltifat, iltifat... Genç isyancıyı yere göğe sığdıramaz.
Ve sloganlar: "Niyaziler, Enverler, hamiyetli askerler!" "Yaşasın Meşrutiyet, Hürriyet, Uhuvvet ve Müsavat" "İleri ileri! Arş arş arş!"
Ortalıkta Karikopoulo Efendi'nin Niyazi Bey uğruna bestelediği Neşide-i Hürriyet marşı çınlar. Doğrusu bu kadarını Resneli de beklemiyordur, şaşkınlığı uzun süre üzerinden atamaz. Gittiği her yerde kürsüler kurulur, alayiş öyle güçlüdür ki kendi sesini duyamaz.

İNİŞLİ ÇIKIŞLAR
Resneli Niyazi istese çok yükselebilir, öyle ya Postacı Talat'ın Dahiliye Vekili (Bilahare Başvekil) olduğu bir ülkede rahatlıkla vezirlik nazırlık kapar. Teşkilatta sözü dinlenir, tahsilse tahsil, masonluksa masonluk, sonra Britanyalı dostlar...
Ancak İttihatçıların makam mevki hususunda ne kadar hırslı, ne kadar acımasız olduklarını bilir, ayaklarına dolanmaz. Resne'de de sultandır zaten, kahramanlığın tadını çıkarmaya bakar.
İşi gücü bırakıp Prespe Gölüne nazır bir saray yaptırır. Zikrolunan binanın resmini Paris'ten gelen bir kartpostalda görmüştür, ustalar zemine taaa Konysko köyünden taşınan kayınları çakar, sağlam bir temel atarlar. Muhteşem bina Yunanistan ve İtalya'dan getirilen seçme malzemelerle tamamlanır. Peki para? Nema problema!
Genelde giriş kapısının üzerindeki balkonda oturur, keyfle kahvesini yudumlar. (Şu an "Dragi Tosiya" adıyla anılan saray Makedonlara hizmet sunar)
Meşrutiyet ile birlikte bir taklitçilik furyasıdır başlar. (Kendi ifadesiyle) "Selma Hanım da Madam Anjel gibi sosyete salonlarında Fransız jönlerine kırıtmayı uygarlığın gereği sayar. Vals, dans, reverans..." Resneli'nin Meşrutiyetten umduğu bu değildir, "bizar" olduğunu saklamaz. Hatıratında ısrarla inançlı bir insan olduğunu tekrarlar, gel gelelim hocalara da dokundurmadan duramaz. Zihinler karışıktır, ortalık toz duman!
MAZLUMUN AHI
Derken 31 Mart vakası patlar, geyiğini ardına taktığı gibi yürür İstanbul'a. Bu kez hedef büyüktür: Abdülhamid Han!
Eğer Sultan istese bu düzensiz orduyu kırabilir, lakin merhameti ağır basar, hadiseyi akışına bırakır, elini kana bulamaz. Padişaha "hal kararını" bildiren heyetin içinde Gürcü Arif Hikmet, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esad Toptani vardır... Ve bir de zamanında Teodor Herzl ile gelip, Filistin'de sembolik bir arazi için dudak uçuklatan paralar teklif eden Yahudi Emanuel Carasso!
Bilhassa Emanuel Karasu (Danonecilerin dedesi olur) pek mağrurdur, "Filistin satılık değil, kanla aldık, kanla veririz" sözüne muhatap olduğu günden beri bu anı beklemektedir. Halifenin azlinden büyük bir haz duyar.
Abdülhamid Han tevekkül ehlidir, taç, taht kovalamaz, ancak bu acemi ekibin devletin başına gaileler açmasından korkar. Neticede olan olur, İttihatçılar akla ziyan maceralara kalkar, 6 asırlık imparatorluğu hovardaca harcarlar.
Şu saflığa bakın ki Balkan halklarının arasındaki ihtilafları giderir, Rumu, Bulgarı, Sırpı kucaklaştırırlar. Lakin karşılarında güçlü bir Hristiyan ittifakı bulunca pek şaşarlar. Düşman birleştirmek... Böyle çocukça bir hata olabilir mi? Gafletin de ötesinde ihanet kokar.
Peki Resneli? Şimdi hakkını yemeyelim devlet dara düşünce gider Cavit Paşanın emrine girer, cepheden cepheye koşar.

İBRETLİ SON...
Niyazi Beyin hasretle beklediği, uğruna ömrünü verdiği Meşrutiyet henüz 5 yaşındadır ki Balkanlar elden çıkar.
Çekile çekile Adriyatik'e varan Resnelinin tutunacak dalı kalmaz. Avalonya limanında İstanbul vapurunu beklemektedir ki... Dan Dan Dan!
Hem de en yakınından!
Şu çetecilerin iğrençliğine bakın ki onu kendi korumasına vurdurturlar (1913), genceciktir oysa, yaşı kırka varmamıştır daha...
Niyazi Bey muhafızına döner, gözlerini iri iri açıp sorar: "Neden?"
Tetikçi bu, nedenini mi bilir? "Vur" derler, sıkar!
Doğrusu bazı beyler onu İstanbul'da görmekten hoşlanmaz. Devlet kademelerinde Alman muhipleri ağırlıktadır, bir İngiliz yanlısı ile uğraşamazlar.
Caniyi ittihatçı liderlerden Esat Toptani ile İsmail Kemal'in azmettirdiği söylenir, ki onlar da Arnavut'turlar. Ayarın inceliğine bakın, kan davası olmasın diye kardeşi kardeşe kırdırırlar.
Daha da acısı henüz Resneli'nin naaşı soğumadan "ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi" (daha edepsizleri de var) sözünü yayar, karizmasını kazırlar.
Bir zamanlar selama durdukları geyiği de kasaba yollar, ne izini, ne tozunu bırakırlar. Halbuki Cihan Harbi yaklaşmaktadır, memleketin Niyazi Bey gibi muhariplere ne kadar da ihtiyacı vardır o sıralar...

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 51805

ulkucudunya@ulkucudunya.com