Ali ve Muaviye
Taha Akyol 01 Ocak 1970
TARİH kavgamız adeta ezelidir. Bir süredir de Atatürk’e, Abdülhamid’e, son olarak Kanuni’ye nasıl bakmalıyız diye kavga ediyoruz.
Ölçülü ve bilgili eleştiriyi bırakıp “öteki”nin yasaklanmasını istiyoruz, hakaretler yağdırıyoruz.
Hatta film veya dizinin arkasında “emperyalizm” falan da keşfediyoruz.
“Mustafa” filmi İkinci Cumhuriyetçilerin ihanetiydi!..
“Muhteşem Yüzyıl”ın arkasından da “Ergenekon” keşfedilirse şaşmam!
Niye böyle yapıyoruz?
Çünkü tarihe insanoğlunun geçmişteki halleri diye değil, “kutsal” gibi bakıyoruz.
Muhafazakârların ve Kemalistlerin kutsalları çarpışıyor.
Hemen belirteyim ki, ben “kutsal”lara saygı duyarım, insan olmamızın gereğidir farklı kutsallarımızın olması. Osmanlı tarihinin değerini de bilirim.
Ama Osmanlı sultanlarının “din büyüğü” ya da “kutsal kişi” olmadıklarını da bilirim.
Atatürk’ün kutsallaştırılması ise başta onun inandığı laikliğe aykırıdır.
Tarihteki büyük insanlara “kutsal kişi” diye değil, işlevleriyle bakmak gerekir: Büyük yönleri, ileri görüşleri gibi hataları, zaafları ve zamanlarına göre doğru fakat bugün anlamsız kalan tavırlarını da görebilmeliyiz.
Ehli-Beyt ve Muaviye
Önceki gün Prof. Hayrettin Karaman’la görüşürken sözü Hz. Ali ile Muaviye arasındaki ihtilafa, yaşanan vahim olaylara getirdim, görüşünü sordum.
Çünkü geçmişte birçok Sünni tarihçi o facialar için “içtihat farkı” demekle yetinmişler, eleştirel ve analitik bakmaktan sakınmışlardı.
Muaviye’yi eleştirmek gerekmez miydi?
Hayrettin Hoca şunu söyledi:
“Muaviye’yi sevmem, ama sövmem de... Ehl-i Beyt sevgisiyle Muaviye bir kalpte birleşmez!”
Sonra geniş bir şekilde olayları anlattı, özetle:
“Muaviye meşru halife olan Hz. Ali’ye isyan etmiştir, âsidir! Peygamber Efendimizin bir hadis-i şerifi vardır; meşru idareye isyan edileceğini ve Ehl-i Beyt’inden şehitler ve mazlumlar çıkacağını söylemişti. Peygamberî bir ilhamla önceden ifade etmiştir bunu. Muaviye’nin Hz. Ali’ye isyanı dinen de meşru değildir...”
Sözlerinin devamında Karaman Hoca, Yezid’e biat ettirmek için Ehl-i Beyt’e yapılan zulümleri ayrıntılarıyla anlattı.
Hayatın çeşitli renkleri
Hayrettin Karaman’ı dinlerken 19. yüzyıldaki en büyük âlimimiz olan hukukçu ve tarihçi Cevdet Paşa’yı hatırladım. Bu vahim olayları anlatırken yüreğinin nasıl kanadığını ve Ehli Beyt için nasıl gözyaşı döktüğünü hissedersiniz ama Muaviye’yi böyle eleştirmekten sakınır.
Çünkü ‘gelenek’te “kutsal”la “tarih” iç içe geçmişti.
Karaman’ın anlatımında ise o olaylarda “kutsal”la “tarih” (ya da insan) arasındaki ince farkın titizlikle ortaya konulduğunu görüyoruz.
Karaman’ın bu bakışı Sünni İslami tarihçilikte bir yeniliktir, ufuk açıcıdır.
Muaviye’yi ben de sevmem, sövmem de... Bunun yanında, siyasi ve askeri zekâsı, bilhassa İslam’ı denizlere açması önemlidir. Denizlere ve değişik coğrafyalarda değişik kültürlere açılmak İslam’da bilim ve felsefenin gelişmesine yol açmıştı. Keşke 12. yüzyıldan sonra bu bilim ışığı sönmeseydi.
Netice: Nasıl tabiatta sadece iki renk yoksa tarih de ak ve karadan ibaret değildir.
İdeolojik veya itikadi “kutsal”larımız tarihin ve günümüzün renklerini görmemize engel olmamalıdır.
Hele de cinayet, terör, zulüm, işkence hiçbir “kutsal” adına meşru görülemez.