« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

22 Nis

2013

Erol Güngör

Beşir Ayvazoğlu 01 Ocak 1970

"Konya Selçuk Universitesi Rektörü Prof Dr. Erol Güngör, bu sabah geçirdiği kalp krizi sonucu Istanbul'da vefat etti." Donup kalmıştım; bir ilim ve fikir adamı, en verimli çağında, misyonunu tamamlamadan nasıl ölebilirdi?

O gün, o haber Erol Güngör'ü gerek şahsen, gerekse eserlerinden tanıyan herkesi perişan etmişti. Aslında rektörlüğü kabul edince, altına girdiği ağır sorumluluğun zayıf kalbini zorlayabileceğini düşünmüştüm ve dostlarla aramızda sık sık "Keşke biraz daha düşünseydi!" diye konuşurduk. Çünkü genç yaşında ciddi bir kalp krizi ve by-pass ameliyatı geçirmişti.

Bana biri çıkıp "Gerçek Türk aydını nasılolmalıydı?" diye sorsa, hiç tereddüt etmeden "Erol Güngör gibi!" derim, evet Erol Güngör gibi. Onu yakından tanımış ve aşağı yukarı bütün yazdıklarını okumuş biri olarak söylüyorum bunu. İmzasıyla ilk defa Töre 'de mi karşılaşmıştım. Hisar'da mı, emin değilim; ancak o zamana kadar gözümüzde çok büyüuüğümüz Ziya Gökalp hakkında Töre 'de çıkan ağırbaşlı eleştirisini ve bu eleştirinin uyandırdığı aptalca tepkileri çok iyi hatırlıyorum. Ondan sonra Erol Güngör imzasını taşıyan hiç bir yazıyı kaçırmamaya çalıştım. Benim nesIimin ilk gençlik yıllarına ve heyecanlarına tekabül eden Ortadoğu gazetesinde yazdığı başmakalelerini okumak için sabahları iple çekerdim. O yıllarda, okuduğum Erol Güngör imzalı her yazıdan sonra dünyayı daha aydınlık ve hayatı daha güzel bulmuşumdur.

Erol Güngör'ü en iyi tarif edecek kelimeleri bulmakta z( .1dığımı itiraf ederim; yalnız beylik de olsa, şu sözü kullanmayı zaruri görüyorum: "O bizden biridir." Anadolu'nun tam göbeğinde, Kırşehir'de, Hacıhafızlar diye bilinen, geleneği en özlü biçimiyle tevarus etmiş köklü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir (1 938). Yakın dostlarından Ali İhsan Yurt, büyük dedesinin Ahi tekkesinin son şeyhi olduğunu, dolayısıyla Erol Güngör'ün asırlarca Kırşehir esnafına peştemal kuşatan bir aileden geldiğini yazmıştır. İlk ve orta tahsilini doğduğu şehirde yaptıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne 'LI ren Erol Güngör'ün hiç vakit geçirmeden sağdaki kültür ve edebiyat mahfillerine girip çıkmaya başladığı ve çok geçmeden, bir nesi in yetişmesinde büyük emeği bulunan Fethi Gemuhluoğlu ile tanıştığı anlaşılıyor. Ve o inanılmaz adam sarrafının bu çelimsiz delikanlıdaki cevheri ile görüşte sezdiğinden ve Hukuk Fakültesi'nde harcamasına gönlünün razı olmadığından eminim. Onu Prof. Dr. Mümtaz Tur han'la tanıştırmasını başka türlü izah etmek zordur.

Mümtaz Turhan, Kırşehirli delikanlıyı tanıdıktan sonra fakültesini değiştirip kendisiyle birlikte çalışmasınıtavsiye edecek ve Erol Güngör, sınıfınıgeçtiği halde Hukuk'tan ayrılarak Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girecektir. Böylece daha birinci sınıf tayken, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanında Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük ilim adamlarından biri olan Mümtaz Turhan'ın adeta asistanı olarak çalışmaya başlayan Erol Güngör, akademik kariyerini yaparken, üniversitesinin duvarları dışındaki hayattan da kopmamış, bir yandan gazetelerde yazarken, bir yandan da, başta Marmara Kıraathanesi olmak üzere, kültür hayatının bir şekilde yaşandığı mahfillere çıkmaya başlamıştır.

Osmanlı irfanını devam ettiren birçok insandan faydalanmak için çok özel bir gayret sarfeden Erol Güngör'ü birgün İskenderpaşa cemaatiyle sohbet ederken, bir başka gün Yahya Efendi Dergahı'nda Mesnevi dersi dinlerken yahut Ziya Uygur'la Tevrat, Yahudilik ve masonluğa dair meseleleri tartışırken görmenin mümkün olduğunu yakın dostlarından dinlemiştim. Bir ara NihaI Atsız'a da gidip gelmiş. Türk musikisiyle ilgilendiğini, hatta uzunca bir süre tanburla meşgulolduğunu, divan tarzında şiirler yazdığı nı ve tarih düşürmede maharet sahibi olduğunu bilmezdim. Bu arada, babasından öğrendiği eski yazıyı hemşehrilerinden kütüphane ci Lütfi İkiz'le çalışarak ilerlettiğini, derslerde ve konferansıarda, tek kelime _ırmadan eski yazıyla not tutabildiği '.nu yakından tanıyanlar bilirler. Erol Güngör'ün bu özelliği ve Osmanlıca bilgisi hocası Mümtaz Turhan'ın da işine yarayacak, hatta eski yazıyla okumuş nesilden olduğu halde, birçok müşkülünü genç talebesi ve asistanı sayesinde çözecektir. (*)

Erol Güngör, 1961 yılında mezun olur; aynı yıl hocası Mümtaz Turhan'ın yanında Tecrübi Psikoloji asistanı olarak göreve başlar ve doktorasını tamamladıktan sonra (1965) ABD'ye giderek iki buçuk yıl kadar kaldığı Colora do Üniversitesi'nde ihtisas tahsili ve araştırmalar yapar. Bu üniversitenin hocalarından Prof. Kenneth Hammond, Prof. Dr. Sabri Özbaydar'a gönderdiği mektupta, Erol Güngör'ün sadece Türkiye'de değil, dünyanın bütün birinci sınıf üniversitelerinde ders verecek seviyede bir ilim adamı olduğunu yazmıştır. Ne var ki, İstanbul Üniversitesi'nde ideolojik sebeplerle do çentliği bir yıl bekletilecek, sahasındaki yetkinliği inkar edilemediği için ertesi yıl ister istemez kabul edilecektir. Küçüklük kompleksinin ifşasından başka bir şeyolmayan bu tür davranışlarla her zaman karşılaşabileceğini tahmin ettiği için, doçentliği kabul edilinceye kadar asıl adıyla pek yazmayan Erol Güngör, 1968'e kadar genellikle A. Buğra ve M. Kırşehirlioğlu müstearlarını kullanmıştır. Türkiye'de misyonerlik faaliyetlerine dair yazdığı ilk kitabının M. Kırşehirlioğlu imzasıyla yayımladığını biliyorum.

Benim Erol Güngör'ü okumaya başladığım tarih, onun Erol Güngör olarak dergilerde ve gazetelerde yazmaya başladığı tarihtir. Birçok meslektaşının aksine ve hocası Mümtaz Turhan'ın akademik seçkinciliğine rağmen, onun, bilgisini ve düşüncelerini geniş kitlelere ulaşmayan akademik dergilere hapsetmeyi doğru bulmadığı anlaşılıyor. Esesan gazeteciliğe talebelik yıllarında bulaşmış, yayın hayatına 1960 yılında başlayan Yeni İstanbul gazetesinde müstear imzalarla yazmıştır. Geceleri de Marmara Kıraathanesi'ne gider, dostlarıyla buluşarakgeç vakitlere kadar sohbet edermiş. Marmara sohbetleri uzun yıllar devam edecek. Ziya Nur, Dündar Taşer ve Ail İhsan Yurt gibi önemli "marmara~ tör"lerin katıldığı tadına doyum olmaz sohbet halkaları, 1980'lerin başlarına kadar kurulmaya devam edecektir.

Erol Güngör'ün bir ilim ve fikir adamı olarak başarısını, sadece zekasına, engin tecessüsüne ve Mümtaz Turhan gibi bir hocanın rahle-i tedrisinden geçmiş olmasına bağlayarak açıklamak zordur. Bana sorarsanız, o, üniversitenin dışına çıkarak sokaktaki adamla ve kahvedeki entelektüelle içiçe yaşamayı seviyor, bu yolla, toplumun kılcal damarlarına kadar yayılan yeni fikirleri, yeni eğilimleri ve yeni heyecanları asıl kaynağında yakalayabileceğini biliyordu. Daha da ötesi, Osmanlı'nın hala yaşayan temsilcileriyle tanışarak edindiği hurda teferruatl kullanarak, ictimai tarihin gizli kapaklı köşelerine nüfuz etmenin yollarını da bulmuştu. Osmanlı kültürü ve medeniyetiyle ilgili her konuda yetkinlikle konuşup yazabilirdi. 1980'lerin hemen başında İsldm'ın Bugünkü Meseleleri (1981) ve İslam Tasavvufunun Meseleleri (1982)'ni yazarak bir sosyal bilimci olarak bugün gündemimizi işgal eden meseleleri o gün görmüştü.

Ve yazdı; 1970'ten sonra ayrılmaz bir ikili teşkil ettikleri Mehmet Genç'in aksine, sürekli yazdı. Bildiğini iyi bilen ve iyi ifade eden bütün aydınlar gibi, o da son derece aydınlık bir üsluba sahip tir. O yıllarda konjonktürün kendilerine sağladığı haksız bir kültürel iktidarın tadını çıkaran solcu aydınlar, bilgi ve üslup fukaralıklarını gizlemek için kullandıkları, daha çok argoya benzeyen, hatta argodan başka bir şeyolmayan çetrefil Türkçeleriyle en basit meseleleri bile anlaşılmaz hale getirirlerken, Erol Güngör, en karmaşık meseleleri dolambaçlı yollara sapmadan ve yabancı kelime kullanmadan, herkesin anlayabileceği bir dil ve üslupla anlatırdı. Onun yazdıklarını okurken, zihnimdeki karanlıkların önce yavaş yavaş ağardığını ve sonra birden kuwetli bir ışıkla silindiğini hissederim.

Erol Güngör, asıl manasında ilim adamı haysiyetine sahip olduğu için, Türkiye'de pozitivist ilim ideolojisinin adeta yasakladığı alanlara büyük bir cesaretle girmiş, Türk toplumunun kimliğinde asıl belirleyici olan İslam'a ve tasawufa bir sosyal bilimci olarak eğilrnek ihtiyacı hissetmiştir. Çünkü, İslam'ı tasawufi yorumları da dahil olmak üzere derinliğine kavramadıkça, Türk toplumunun karakter çizgilerini anlamının mümkün olmadığını çok iyi biliyordu. Yani Erol Güngör, ayaklarını yere basan bir ilim adamıydı. Hocası ve dostu Sabri Özbaydar'ın şu cümleleri, bence Erol Güngör'ü çarpıcı bir biçimde tarif etmektedir: "Kırşehir'in bir mahallesindeki çocukluk arkadaşlarını ve ihtiyarları sık sık hatırlar, bitişik komşudaki çok çocuklu ailenin sabahın erken saatlerinde çay içişlerini hatırlar ve hep beraber çay bardaklarındaki şekeri karıştırırken çıkardıkları sesin müziğine dalardı. Ve buradan sosyal psikolojiye döner, ama çay bardağından çıkan müziği de unutmazdı."

Konya Selçuk Üniversitesi'ne rektör olarak atanması, her ne kadar hasta kalbini düşünerek endişeye kapılmışsak da, bizi çok sevindirmişti. Galiba onun rektörlüğünü yepyeni ve mutlu bir başlangıç, bir müjde gibi algılamıştlk. Ve sevincimiz ne kadar kısa sürmüştü. Yunus bir şiirinde "Şu dünyada bir tek şeye yanar içim göynür özüm / Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi" diyor; yiğit iken ölen, bir de Erol Güngör gibi az bulunur cinsten bir zeka, az yetişir cinsten bir ilim adamıysa, içirniz daha çok yanar, özümüz daha çok göynür.

Evet, Erol Güngör, öldüğünde 44 yaşındaydı. Arkasında çok sayıda telif, bir o kadar tercüme ve binlerce makale bıraktı. Ama asıl kitaplarını henüz yazmamıştı.

Ah o yazılmamış kitaplar!

(*) Hilmi Ziya Ülken 'in iki ciltlik Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi (l966)'nin Erol Güngör'ün tuttuğu notlardan oluştuğunu duymuştum, ne derece doğrudur, bilmiyorum. .

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 30987

ulkucudunya@ulkucudunya.com