AKIL VE GÖNÜL BİRLİĞİNİN SÜZGECİNDEN ÇIKAN BİR MÜTEFEKKİR: EROL GÜNGÖR
Ferhat ARIK 01 Ocak 1970
Mehmet İzzet medeniyeti şu şekilde tarif ediyordu. Ona göre medeniyet, akıl ve gönül işbirliği sonucu oluşabilirdi. Toplumun kültürel dinamiklerini sosyalizasyon sürecinde bünyemize katıp hazmetmeye çalışırken çoğu zaman gönlümüzden geçen ile aklımızın dikte ettiklerinin farklılığından doğan karmaşa ortamında boğulup gideriz. Zira Osmanlı son döneminde ortaya çıkan ve halen akıl ve gönlümüzü uyuşturamadığımız bir dönemin insanlarıyız. Bu dönem kimi zaman Batılılaşma kimi zaman Modernleşme kimi zamanda Medeniyet inşası olarak kendini gösterdi. Ancak her defasında ya aklımızın istediği ya da gönlümüzün dilediği gibi düşünmeye ve uygulamaya çalıştık. Bu süreçte kimi zaman tarihimizi reddettik kimi zaman kendi öz kültürümüzü oluşturan değerleri hiçe saydık kimi zaman da yönünü şaşırmış bir tekne misali rüzgârın inisiyatifine kendimizi bıraktık.
Bu dönem Türk münevveri için çetin bir imtihan dönemidir. Pusulasını şaşırmış pek çok aydın namzedi ya kendi kültürüne-milletine yabancılaşmış, ya da donup kalmıştır. Kendi milletinin karşılaştığı sotunları aydınlatacak ve çözüm önerileri geliştirecek mütefekkir aydın sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. İşte bu sürecin sıkıntılarının ortaya çıkardığı mütefekkir aydınlardan birisi Erol Güngör’dür. O değişen Türk toplumu içinde kökleriyle bağ kurabilen bir medeniyet unsuru gibidir.
O bir Türk Münevverinin nasıl olması gerektiğini şu cümlelerle anlatıyordu;
“Türk münevveri yüzyıl önceki Türkçeyi kullanmayacak, ama üniversite kapısı önündeki kitabeyi görünce alık alık bakmayacak, demokrat olacak ama atalarının siyasi ve idari dehasından faydalanmasını bilecek; bir Osmanlı Türk’ü gibi ayakları yerde, başı dik, gönlü geniş, kalbi metin olacak, hiçbir zaman basitliğe düşmeyecek. Ve nihayet milletinin büyüklüğünü anladığı zaman artık fuzuli kurtarıcılık ve akıl hocalığı yapmaktan vazgeçecek” (Güngör, 1996b, s. 132).
Yılmaz Özakpınar’a göre Erol Güngör’de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sanatkâr ruhu, Yahya Kemal Beyatlı’nın Tarih duygusu, Mümtaz Turhan’ın ilim zihniyeti ve Anadolu velilerinin ilhamı vardı. Özakpınar hocanın usta üslubuyla Güngör’ün bu yüce şahsiyeti ve çok yönlülüğünü vurgulanmaya çalışılmıştır.
Mehmet Niyazi Özdemir ise, Erol Güngör'ü şöyle tanımlıyordu:
“Her köşe başında rastlanan bir tip değildi; az konuşur, daha çok dinlerdi. Çokları onu Hindistan cevizine benzetirdi; dışı sert, içi özlü idi. Uzaktan bakan onu soğuk, biraz kendini beğenmiş zanneder; ama yakından tanıyan onun sıcak, samimi bir insan olduğunu hemen anlardı. Asistanlığı döneminde iki yıl Amerika'da kaldığından, dedesinden küçük yaşta Osmanlıca öğrendiğinden ayırım yapmadan, hemen hemen bütün klasikleri, seviyeli eserleri yercesine okuduğundan, hem Batı'yı hem de Türk-İslam Dünyası'nı iyi bilirdi. Berrak, zarif, veciz bir üslubu vardı. Çok genç yaşta yazdığı kitaplarla, makalelerle, yaptığı tercümelerle bütün bilim çevrelerinin dikkatini çekmişti.” (Gökkubemizin Büyük Türk Sosyoloğu: Erol Güngör, http://millimecmua.blogspot.com /2008/01/gkkubbemizin-byk-trk-sosyolou-erol-gngr.html)
Erol Güngör, mensubu bulunduğu Türk milletinin ve İslâm medeniyetinin değerlerine hep sahip çıkmıştır. Erol Güngör bazılarının aksine her zaman milletinin değerleriyle barışık olmuş, bu sebeple hiçbir zaman toplumdan kopmamış, milletine tepeden bakan “Aydın Kibri”ne sahip olmamıştır. Toplumun her kesimine açık olmuştur. Gün olmuş İskender Paşa Dergâhında tasavvuf sohbetlerine katılmış, gün olmuş Yahya Efendi Dergâhında Mesnevî dinlemiştir.
Milletinin değerleriyle barışık olmasının bir başka sonucu olarak Türk milletinin geçmişine yönelmiştir. Mükemmel derecede Osmanlıca öğrenmiş. Ayrıca Türk tarihine, Türk diline ve Türk edebiyatına derinlemesine hâkim olmuştur. Erol Güngör İslâm dini ve Medeniyeti içinde kaygılar taşırken, İslâm ülkelerindeki gelişmeleri ve fikir hareketlerini yakından takip edip, kafa yormuş, sorular sormuş ve cevaplar aramıştır. İslâm’ın Bugünkü Meseleleri ve İslâm Tasavvufunun Meseleleri isimli eserleri bu arayışın ürünü olarak kaleme alınmıştır.
Erol Güngör’ün en önemli özelliklerinden biri de zihninin içinde tabulara yer vermemesidir. Ona göre ilâhî kurallar dışında tartışılmayacak hiçbir konu yoktur.
Yani Erol Güngör, milletinin değerlerine sahip, milletiyle bütünleşmiş, manevi şuur sahibi, ezberci olmayan araştırıcı ve sorgulayıcı bir kafaya sahip kelimenin tam manasıyla gerçek bir münevverdir.
O’nun hakkında birçok şey yazılıp çizilmiştir, ancak onun hakkında en güzel tespitleri yapanlardan birisi de kardeşi Hidayet Güngör’dür. Güngör, kardeşiyle ilgili olarak şu tespitte bulunur, “Ben onun 45 yıllık hayatında inançlarının dışında bir yaşantıya saplandığına hiç şahit olmadım. Tam anlamı ile içi bir, özü sözü bir, fikir adamıydı.” (Yıldız ve diğerleri, 1998, s. 15-16).
O, düşündüğü gibi söyleyen, söylediği gibi yaşayan, yaşamı boyunca ilmi ve düşünsel çizgisini kendine has üslubuyla koruyan büyük mütefekkirimizdi. Hiçbir zaman kahrolsun ya da yaşasın gibi sloganlar geliştirmemiş tüm yaşamını uğruna adadığı ilim ve irfan yolunda Türk milletini yüceltmeye çalışmıştır.
Yetişme Ortamı-Öğrenim Çağı –Şahsiyeti ve Hakk’a Yürüyüş
Erol Güngör, 25 Kasım 1938’de ülkemizin kültür merkezlerinden Kırşehir’de dünyaya gelmiştir. Adliye Zabit Kâtibi Abdullah Sabri Bey ile Zeliha Gülşen Hanım’ın izdivacının dört meyvesinden üçüncüsü olarak hayata gözlerini açmıştır.
Hem baba hem de anne tarafı Kırşehir’in bilinen itibarlı ailelerindendir. Baba tarafından dedesi olan Hafız Osman Hamdi Efendi, medrese mezunlu cami imamıdır. Son görev yeri Kırşehir’de Ahi Evran Camii imamlığı olmuştur. Anne tarafından dedesi olan Lütfü efendi ise bir müftüdür. Erol Güngör Kırşehir gibi, Aşık paşazade’lerin ve Ahi Evran’ların yetiştiği kültürce zengin bir Anadolu şehrinde, kültürlü, bilgili ve görgülü belli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bu zenginliği fırsata dönüştürerek, hepsi de yüksek tahsil yapmış olan kardeşleri arasında öne çıkmıştır. (Alptekin ve diğerleri, 2008, s. 425-26).
Liseyi bitirene kadarki öğrencilik yıllarında aile içi eğitimi de güçlü olmuştur. Evde babası Dertli Divanı’ndan şiir okurken; kendisi büyük kardeşleriyle beraber, ‘Karadavut’ adlı kitabın Osmanlıcasını okumuşlardır. Bunun yanı sıra Ziya Gökalp’in ve Hilmi Ziya Ülken’in lise çağındaki bir öğrenciye ağır gelebilecek kitaplarını zevkle okumuş ve istifade etmiştir. Lise çağında Fransızca öğrenmiş ve ilerleyen yıllarda telif eserlerin dilini andıracak tarzda çeviriler yapmıştır.
Erol Güngör, 1943 yılında başlayan ve 1956 yılında sona eren ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi süresince bölgenin kültürel zenginliklerinden de azami derecede istifade etmiştir. Dedesi Hafız Osman Hamdi Efendinin tesiri ile Arapça ve Farsçaya aşinalık kazanan Erol Güngör, yine onun yardımıyla Osmanlıcayı öğrenmeye başlamıştır. Erol Güngör üzerinde babasından daha fazla tesiri bulunan dedesi Osman Hamdi Efendi, sık sık “oğlum profesör olacak” dediği torununu, kendilerinden istifade etmek üzere, Kırşehir’deki önemli şahsiyetlere yönlendirmiştir. Bu çerçevede Erol Güngör, aile ve okul eğitiminin yanı sıra Şakir Ağazade Şevki Bey’in divan sohbetlerini takip etmiş; İrtifacı Mehmet Efendinin derslerine devam ederek, Türk Astronomi aletlerinden irtifa tahtasını ve benzeri aletlerin çalışma esaslarını öğrenmiş, yine bu yıllarda Ali Galip gibi İttihat ve Terakki hareketi içerisinde bulunmuş kimselerle de görüşerek, onların görüş ve tecrübelerinden istifade etmiştir.
Erol Güngör’ün etkilendiği, istifade ettiği daha birçok isim olmakla birlikte Mehmet Lütfi İkiz’den özellikle bahsetmek gerekir. Erol Güngör lise yıllarında iken her gün okul dönüşü evine gittiği bu şahıstan Osmanlıca ve Arapça dersleri almıştır. (Yıldız ve diğerleri, 1998, s. 15-16).
1956 yılında İstanbul hukuk fakültesine kayıt yaptıran Erol Güngör, bir yandan eğitimini sürdürürken bir yandan da fikir alt yapısını oluşturacak olan çeşitli toplantılara katılır. Bir edebiyatçıyla edebiyatı, bir felsefeciyle felsefeyi, bir müzisyenle müziği tartışabilecek derecede bilgi sahibi olmasının arka planında kültür meselelerine duyduğu şahsi ilginin ve de müdavimi olduğu sohbet toplantılarından edindiği derin bilginin büyük payı olmuştur. Nitekim bu toplantılarda tanıştığı Mükrimin Halil Yınanç, Nurettin Topçu, Erkem Hakkı Ayverdi, Fethi Gemuhluoğlu, Nihal Atsız, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl, Mithat Bahri gibi isimlerden büyük ölçüde istifade etmiştir.
Fethi Gemuhluoğlu’nun tavsiyesiyle tanıştığı Mümtaz Turhan onun hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Zira bu tanışmanın ürünü olarak Hukuk Fakültesinden ayrılıp Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümüne geçiş yapmıştır. Erol Güngör’ün farklılığı üzerinde büyük tesiri olan hocasının gözünden de kaçmamıştır. Mümtaz Turhan ilerleyen yıllarda onun için “işte benim hakiki eserim” diyecektir.
Onun en dikkat çekici özelliklerinden biri de yabancı dillerde dinlediği derslerde Osmanlı Türkçesiyle not tutması olmuştur.
Edebiyat Fakültesinden mezun olduğu 1961 yılında Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’ne asistan tayin edilmiştir ve Sosyal Psikolojiye yönelmesi bundan sonra başlamıştır. “Kelami (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon” adlı çalışmasıyla 1965 yılında sosyal psikoloji doktoru olmuştur.
Askerliğini yaptığı sıralarda hazırladığı “Şahıslararası İhtilafın Çözümünde Lisanın Rolü” adlı teziyle 1970 yılında doçent olur.
1973 yılı onun için önem arz etmektedir zira bu yıl içerisinde Şeyma Taşçıoğlu Hanım’la evlenir. Yine aynı yıl içerisinde kalp sağlığının ciddi anlamda bozulmasıyla bir ameliyat geçirir. 1977 yılında oğlu Turhan dünyaya gelir.
Güngör 1978 yılında “Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar” adlı teziyle Profesör olur. 1982 Yılında Yüksek Öğretim Kurumu tarafından Selçuk Üniversitesine Rektör olarak tayin edilir ve kısa dönemde hem Üniversitenin hem de Konya’nın çehresinin değişmesinde büyük rol oynayacaktır. (Özarslan, 2007, s. 38-39).
Erol Güngör, rektörlüğünün sekizinci ayında, 24 Nisan 1983’te geçirdiği kalp krizi üzerine, kırk beş yaşında iken aramızdan ayrılmıştır. Cenazesi uzun yıllar görev yaptığı İstanbul Üniversitesi’nden kaldırılmış, ölümü; Türk ilim ve fikir dünyası için büyük bir kayıp olarak nitelendirilmiştir.
Prof. Dr. İsmail Yakıt, Güngör’ün vefatı üzerine tarihe şu notu düşmüştür;
Erol Bey dostumuz yaşardı Hakk’la
O kim ilmiyle olmuştu yekta
Mücevher bir beyit tarih-i fevti
Mülaki eyledi gufran-ı Hakk’a
Makamıdır anın cennât-ı a’la
Konya halkı, 8 aylık rektörlüğü ve idareciliği döneminde onu çok sevmiş ve bağrına basmıştı. Çünkü o, halka tepeden bakmayan bir münevver ve fikir adamıydı. Hidâyet Bey de bunu, şu sözlerle destekleyecektir: “Ben halk sevgisinin ve demokrasiye inancın bu kadar güçlü olduğu bir başka entelektüeli tanımadığımı rahatlıkla ifade edebilirim.”
Cenazesi defnedilirken cami avlusunda gözyaşlarını tutamayan bir Konyalı, onun için duygularını “Çünkü beğ, biz camide ilk defa bir rektör gördük” şeklinde dile getirecektir. Çünkü Erol Güngör Hoca, yöneticiliği ve halka bakış açısıyla Konya’da her kesim tarafından sevilen bir kişiliğe sahipti. (Balkan, M. Özü Sözü Bir Fikir Adamı, http://www.memleket.com.tr/news_detail.php?id=6924).
Erol Güngör daha çocukluktan itibaren sessiz ve kendi halinde bir kişiliğe sahip olmuştur. Küçük yaşlarda adeta yetişkin bir insan gibi davranan Güngör, az konuşan fakat okuyan ve araştıran bir insandı. Sabahlara kadar çeviri yapıp yazı yazdığı günlerin sayısı oldukça fazladır. (Alptekin ve diğerleri, 2008, s. 434)
İsrafı hiç sevmeyen Güngör’e göre en büyük israf ise söz israfıdır. Gereksiz konuşmalarda ise devreye girip “Kalkınmakta olan bir ülkeyiz, her konuda azami iktisat, ekonomik davranacaksın” diyerek lüzumsuz konuşmalara son verilmesini istemiştir. (Yılmaz, 2006, s. 40)
Erol Güngör’ün siyasi ve şahsi düşünceleri her ne kadar herkesçe malum olsa da o hiçbir zaman bu görüşlere yaşasın yada kahrolsun zihniyetiyle yürütmemiş ve de tartışmamıştır, tamamen ilmi bir zihniyetle fikri yapısını inşa etmiştir.
Prof Dr. Süleyman Hayri Bolay, onun çok esprili ve hazır cevap biri olduğunu, kısa ve çok özlü cevap ve ifadeleri ile bazen söylediğinden çok şey anlattığını yazmıştır. Bolay’a göre Güngör, çoğu zaman hiciv ve taktir hisselerini aynı cümlenin muhtevasına dahil ederek konuşan, bazen de uygun bulmadığı davranışları hicvetmek için hikayeler kurarak, bunları gerçek vakalarmış gibi anlatan bir insandır demiştir.
Erol Güngör’ ün eşi Şeyma Hanım’ın ifadelerine göre ise, ciddi, sağlam şahsiyetli bir insan olarak yaşamıştır. Özü sözü birdir. Mübalağadan hiç hazzetmeyen bir insan olan Güngör, söyleyeceği sözü gayet açık bir şekilde söyler, tarihi anekdotları misal olarak verir ve günlük hayatında insanlarla pek ilgilenmeyen, soru sorulmazsa hiçbir şey yapmayan mizacını taşımıştır. Ev içinde tertipli olmadığı gibi hiç de pratik değildir ve mekânla ilgilenmez. Ama çok ciddi çalışan, gani gönüllü ve çok mert bir insandır. (Özarslan, 2007, s. 31-32).
Temel Konularda Bazı Görüşler
Din ve İslamiyet
Dinin yerine geçecek başka bir sistem bulunmuş değildir. Bugüne kadarki tecrübelerimiz dinin ancak başka bir dinle yer değiştirebildiğini gösteriyor. (Güngör, 1996c, s. 50)
İslam insanı maddi ve manevi bütünüyle kavramaya çalışan, onu topyekun ele alan bir sistemdir. Bu yüzden İslam Hıristiyanlıktaki manasıyla laik değildir. İslam’da laiklik daha ziyade vicdan hürriyeti şeklinde ortaya çıkmaktadır. (Güngör, 1996c, s. 51).
Kültür ve Milli Kültür
Kültürümüzün muhafazası ancak onun üzerine yeni bir kültür bina etmek için lazımdır. Bunun dışında babamızdan kalan bir eşyayı odamızın bir köşesine kilitlersek orada durur. Ara sıra gelenlere gösteririz o kadar. (Güngör, 1996a, s. 438).
Milli kültürlerdeki farklılaşmalar bakımından cemiyetleri birbirinden ayıran asıl hususiyet, münevver ve halk kültürleri arasındaki farkın bazı cemiyetlerde bir derece farkı, bazılarında ise bir mahiyet farkı haline gelmiş olmasıdır. (Güngör, 1996b, s. 27).
Aydın ve Münevver
Aydınların en belirgin özelliği onların dünyaya büyük kalabalıktan oldukça farklı bakmalarıdır. Aydınlarla kitle pek çok kez meselelerde aynı görüş ve inanca sahip bulunabilir, bunda şaşılacak bir taraf yoktur; ama aydının bu görüşünün esas kaynağı ise, aydınlarda bir hakikat endişesinin bütün diğer hususlardan daha önemli yer tutmasıdır. Aydın bir meselede karara varırken “bu benim işime yarar mı?” diye düşünmez, “hakikat bu mudur?” diye bakar. (Güngör, 1996a, s. 373).
Hala bozgun psikolojisi içinde yaşayan münevver başlarını biraz çevirip de kendi halklarına bakarlarsa ondan daha büyük bir manevi güç kaynağı olmadığını anlayabilirler. Yeryüzünde tarihin en büyük en yüce devletini kurmuş bir milletin kendisinden daha başka örnekler aramaya ihtiyacı yoktur. (Güngör, 1996b, s. 75).
Modernleşme ve Medeniyet
Türkiye’de modernleşme hareketleri Batı dünyasının inkişafında amil olan hakiki medeni gelişmenin neticesi olan yaşama tarzlarını almak yoluna gittiği için, Türk cemiyetinin medeniyet seviyesi ile manevi kıymetleri arasında büyük bir uzlaşmazlık doğurmuştur.
(Güngör, 1996a, s. 24).
İlericilerin bize medeniyet diye gösterdikleri şeylere uymak için Türklük ve Müslümanlıktan değil alelade insanlıktan da çıkmak gerekir; ama insanlara daha çok huzur ve refah verecek bir yaşama seviyesine ulaşabilmek için Türk ve Müslüman oluşumuz en büyük avantajlarımızı teşkil ediyor. (Güngör, 1996a, s. 422).
Kültür ve Medeniyet Ayrımı
Kültür-medeniyet ayrımı bizler Türkler için sadece sosyolojik kavram meselesi değildir; millet hayatına nasıl bir yön vereceğimiz konusundaki isteklerimize objektif veya ilmi destek bulma gayretidir. (Güngör, 1986, s. 9).
Kültür ve medeniyet bir bütün meydana getirdiği zaman, bu bütünün parçaları mesela medeniyet başka bir bütünün içine girdiği taktirde, evvelkinden farklı bir mana kazanır. Modern teknoloji de Avrupa ve Amerika dışında bir kültür bölgesine yerleştiği zaman, artık orada Avrupa’dakinin aynı olamaz; nitekim olmamaktadır. Burada bizim özümleme dediğimiz olay meydana gelir; yani herhangi bir unsur hangi bütünün bir parçası oluyorsa o bütün tarafından özümlenir. Buna “değiştirerek bünyeye alma” da diyebiliriz. Kısacası, modern teknolojinin Batıdan başka bir yere girememesi için hiçbir mantıki sebep mevcut değildir. (Güngör, 1986, s. 24)
Milliyetçilik
Milliyetçilik bir dış mesele olarak göründüğü zaman yerli kültürün yabancı kültüre bütün sosyal müesseseleri de dahil olmak üzere karşı çıkması şeklinde cereyan etmektedir, bir iç mesele olduğu zaman ise asıl iş, memlekette milli birliğe engel olacak mahiyetteki kültürel, iktisadi ve sosyal farklılaşmanın asgariye indirilmesidir. Bu iki problemi birleştirecek olursak diyebiliriz ki, milliyetçilik ilk hamlede bir milli birlik ve tecanüsün (homojenlik) kazanılması davasıdır. (Güngör, 1996c, s. 110).
Tarih ve Türkiye
Yeni bir Türkiye kurmak arzusu, eski olan ve yerleşmiş bulunan pek çok şeye karşı çıkmayı ve onların yerine yenilerini benimsetmeyi gerektiriyordu. Bu yüzden efsaneler devrine kadar götürülen Türk tarihinin içinden Osmanlı tarihi ve medeniyeti adeta atıldı. (Güngör, 1984, s. 104).
Türkiye sömürgelikten kurtularak yeni istiklal kazanmış bir ülke değildir; Türkiye’nin bir devlet olarak yeniliği sadece siyasi rejimin değişmiş olmasından ve bir kısım idareci ve aydınlarının da bu devlet ve milleti birdenbire doğmuş zannetmelerinden ibarettir.
(Güngör, 1996c, s. 111).
Osmanlı
Türk milleti bu uzun tarihi boyunca kazandığı bütün gücünü ve tecrübelerini birleştirerek Osmanlı imparatorluğu’nu kurdu. Bizim tarihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana getirilmesi için yapılmış birer prova gibidir. Kurduğumuz bütün devletler Beethoven’in ilk sekiz senfonisi gibi hepsi birbirinden güzel eserler olmuştur, fakat dokuzuncu senfoni’yi dinleyen bir insan nasıl bütün diğerlerinin müzik tarihindeki en büyük eser için hazırlık olduğu intibaını alırsa, Osmanlı imparatorluğunu anlayan bir insan da bizim bütün devletlerimizin bu imparatorluk istikametinde birer ön çalışma gibi olduğunu görecektir. (Güngör, 1996b, s. 78-79).
Dil ve Edebiyat
Bin kelimelik uydurma dille yetiştirilen gençler arasından bin yıllık Türkçe’ye dayanarak yazan ve düşünen Yahya Kemal ayarında bir şair çıkması beklenebilir mi?. (Güngör, 1996b, s. 118-19).
Otuz-kırk yıl önce yazılmış olan ve Türk dilinin en iyi örnekleri olarak bilinen romanlar otuz-kırk yıl sonra “sadeleştirilerek” okuyucuya sunulmak zorunda ise, orada edebiyatın sözü edilemez. Böyle bir ülkede aklın varlığı bile şüphelidir. (Güngör, 1996a, s. 188).
ESERLERİ
Telif Eserler
1.Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000)
2.Dünden Bugüne Tarih Kültür ve Milliyetçilik (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
3.İslam'ın Bugünkü Meseleleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
4.İslam Tasavvufunun Meseleleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2004)
5.Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003)
6.Sosyal Meseleler ve Aydınlar (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003)
7.Türk Kültürü ve Milliyetçilik (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2004)
8.Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
9.Tarihte Türkler ( Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006)
10.Kelâmî Sahada Estetik Yapı Organizasyonu (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999)
11.Şahıslar Arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Yönü (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998)
12.Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998)
Tercüme Eserler
1.Türkiye’ de Psikoloji. McKinney, Fred, (Doğan Cüceloğlu ile birlikte),
2.Sosyal Psikoloji Nazariye ve Problemler. Krech, David ve Richard S. Crutchfield
3.Yirminci Asrın Manası. Boulding, Kenneth
4.İktisadi Gelişmelerin Merhaleleri. Rostow, W. Whitman
5.Dünyayı Değiştiren Kitaplar. Robert, B. Downs
6.Sanayileşmenin Kültür Temelleri. Nef, John U.
7.Sınıf Mücadelesi. Aron, Raymond
8.Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme. Hazard, Paul
Ders Kitapları
1.Ahlak (Dersleri) Orta 1, (Emin Işık, Yaşar Erol ve Ahmet Tekin ile birlikte) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976.
2.Ahlak (Dersleri) Orta 2, (Emin Işık, Yaşar Erol ve Ahmet Tekin ile birlikte) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976.
3.Ahlak (Dersleri) Orta 3, (Emin Işık, Yaşar Erol ve Ahmet Tekin ile birlikte) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976.
4.Ahlak Lise 1, (Emin Işık ile birlikte) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976.
5.Ahlak Lise 2, (Emin Işık ile birlikte) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976.
6.Ahlak Lise 3, (Emin Işık ile birlikte) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976, 1977.
7.Psikoloji –Lise 2, (Sabri Özbaydar ve Belma Özbaydar ile), Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976.
8.Psikoloji –Lise 3, (Sabri Özbaydar ve Ayhan Songar ile) Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1976. Psikoloji, Yaykur (Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu) ders kitabı, Ankara: Yaykur, 1976.
Makaleleri ve Ayrıbasımları
1.“Kültür Temaslarının Atitütler Üzerindeki Tesirleri”, Tecrübi Psikoloji Çalışmaları, 3 (1961) 21-32.
2.“Kelami (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon”, İstanbul. Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1996. (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tecrübi Psikoloji Çalışmaları, 4 (1966) 9-40’dan ayrıbasım.)
3.“Şahıslar Arası İhtilaflar ve Sübjektif Mana Sistemleri-The Role of Differential Connotations in İnterpersonal Conflict”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tecrübi Psikoloji Çalışmaları, 7 (1968) 25-50.
4.“Interpersonal Conflict Reduction: The Effects of Language and Meaning”, (Carl E. Kuhlman ve Monroe J. Miller ile birlikte) Human Judgement and Social Interaction, Amerika Birleşik Devletleri, 1973, s. 229-237.
5.“Kültürde Eski ve Yeni”. İstanbul. Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1974. (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tecrübi Psikoloji Çalışmaları, 11 (1974)’ den ayrıbasım.)
6.“Denotative and Connotative Meaning Interpersonal Conflict”, Leadership and Management Appraisal, London, 1974, s. 361-374.
Not: www.sanatalemi.net adlı internet sitesinde Hocanınyayınlanmamış makaleleri Cafer Vayni tarafından yayınlanmaktadır.