« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Eki

2007

12 Eylül

M.Metin Kaplan m.kaplan@haberajanda.com.tr 24 Ekim 2007

Bu yazıyı yazmaya başladığım zaman, nedense, aklıma hemen Orhan Seyfi Şirin’in “Sizler O Günleri Bilemezsiniz” başlıklı şiiri geldi… Beynimin bir oyunu işte… Hafızam, kim bilir ne yahut neler hatırlamaya çalışıyor?

Servet Somuncuoğlu Fethiye’de beni ziyarete geldiğinde, arkadaşı O. S. Şirin’in “Devler ve Böcekler” isimli kitabını getirmişti, hediye olarak… O yaz boyu, hep o kitabı okumuştum, tekrar tekrar… En çok da “Sizler O Günleri Bilemezsiniz” başlıklı şiirini…

Esasen, ben şiir ve roman okumaya karşıydım… Bunları okumak, bana, zaman kaybı gibi gelirdi… Bu yüzden, dostlarım Efendi Barutçu ve Mehmet Kutucu beni hep tenkit ederler, hiç olmazsa arada bir roman ve şiir de okumamı salık verirlerdi… Fakat ben, “Bir kaşık bal için, bir batman keçiboynuzu yiyemem” diyerek, güya ciddi ve ilmî kitapları okumayı tercih ederdim…

Ne ise… 12 Eylül 1980 öncesi günleri anlattığı şiirinde, O. S. Şirin şöyle diyor:



Tepelerden kanlı aylar doğardı

Dev ömürler bir namluya sığardı

Saçlarımız bir gecede ağardı

Sizler o günleri bilemezsiniz





Gökler yağlı duman gibi pusardı

Dağlar hançerlenmiş gibi susardı

Yedi yönde yedi boran eserdi

Sizler o günleri bilemezsiniz



Hangi birinin adını saysam ki?!



“Sizler O Günleri Bilemezsiniz” yahut belki bilirsiniz de unutmuşsunuzdur… Ancak gerçekten vaziyet tam da böyleydi… Kimler?.. Hangi dev ömürler bir namluya sığmadı ki? Hangi birini saysam? Yusuf İmamoğlu’dan Dursun Önkuzu’ya… Süleyman Özmen’den Alpaslan Gümüş’e… Hikmet Tekin’den Recep Haşatlı’ya… İsmail Gerçeksöz’den İlhan Darendelioğlu’na… Ahmet Tevfik Pampal’dan Alper Tunga Uytun’a… Bekir Yücel’den İrfan Çetiner’e… Baki Yeşiloğlu’dan Faruk Ferah’a… Ercüment Yahnici’den Ali Rıza Altınok’a… Hüseyin Cahit Aküzüm’den Gün Sazak’a kadar, hangi birinin adını saysam ki?!



Namlular kurşun kusmaktan yorulmamıştı



Şehit cenazesi taşımaktan omuzlarımız, üzüntüden yüreklerimiz nasır bağlamıştı… Da, namlular kurşun kusmaktan yorulmamıştı… Ancak, NATO Generalleri, “şartların olgunlaşması için” beklemeyi tercih ediyorlardı… II. Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel, “Darbe yapmaya bir yıl önce karar vermiştik, ancak şartların olgunlaşması için bir yıl kadar bekledik” diyerek, bunu daha sonra itiraf etti!

İnsanlar bir yıl daha öldü… İnsanlar bir yıl daha yaralandı… Bir yıl daha fabrikalarla tarlalarda üretim yapılamadı… Eğitim ve öğretim bir yıl daha yerinde saydı… Ancak NATO Generallerinin beklediği şartlar olgunlaştı!.. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, NATO Generalleri adına, ABD’den olur ve onay aldı… Türkiye’ye döndü… Ve, 12 Eylül 1980, saat 04:00’da düdük çaldı!



“Yüce Türk Milleti;



Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikrî ve fizikî haince saldırılar içindedir.

Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasî partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür.

Atatürkçülük yerine irticaî ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilâtı, işçi kuruluşları, siyasî partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.



Aziz Türk Milleti;



İşte bu ortam içinde Türk Silâhlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.

Girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.”



Dev ömürleri yutan namlular anında sustu



NATO Generallerinin Başı Orgeneral Kenan Evren, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’ni bu cümlelerle duyurdu tüm dünyaya!

Zaman durdu… Dev ömürleri yutan namlular anında sustu… Canlar kurtuldu… Fabrikalarla tarlalarda üretim, okullarda eğitim ve öğretim tekrar başladı… Lâkin bu durumu hiç kimse sorgulamadı/sorgulayamadı… Hiç kimse “Bu nasıl oldu? Silâhlar bir anda nasıl sustu? Terör örgütleri, devleti yıkacak kadar güçlü idiyseler, niçin direnmediler/direnemediler? O kadar güçlü değildiyseler, Türkiye’ye bu kadar zararı nasıl verdiler/verebildiler? Devlet, bunları bugüne kadar neden engelleyemedi?” demedi, diyemedi… Herkes halinden memnundu… Can ve mal güvenliği avdet etmişti ya, gerisi hiç önemli değildi… Türkiye’ye sanki bir sihirli değnek deymiş gibiydi… Daha doğrusu, ABD isimli sihirbaz, Türkiye üzerindeki büyüsünü kaldırmıştı!

ABD ve NATO’nun kurdurduğu yahut bir şekilde kontrolünü ele geçirdiği sözde Marksist/Leninist veya Maoist gizli örgütler (Hangileri mi? TKP ve TKP’ye bağlı İGD, İKD vb. hariç, hepsi!) aldıkları talimatla tüm eylemlere son verdiler… Türkiye’ye yıllar sonra tekrar huzur ve sükûn gelmiş oldu…

(Galiba, bu söylediklerime inanmakta zorlanıyorsunuz? “Nasıl olur?” ve “Niçin?” diyorsunuz… Önce niçin sorusuna cevap vereyim: Kıbrıs Barış Harekâtı’nın intikamını almak, TSK’yı Kıbrıs’tan çekilmeye zorlamak, Harekât’tan sonra Türkiye’ye uyguladığı ambargodan dolayı Türk halkında oluşan ABD nefretini mümkünse ortadan kaldırmak, değilse SSCB ve Çin’e kanalize etmek ve en önemlisi de NATO Generallerini yapacakları askerî darbeye meşrû bir gerekçe sağlamak suretiyle, darbeye ikna etmek için… Nasıl olura gelince, olur, ABD ve NATO bunu hep yapıyorlar.)



Verilen tavizi hiç kimse sorgulamadı



Yılların kaşar Amerikancıları Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’in bile, ABD’nin bütün ısrar ve baskısına rağmen kabul etmedikleri/edemedikleri “şey”, NATO Generalleri tarafından bir kalemde kabul edildi… Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönmesine olur/onay verildi ve bu sebeple Türkiye’nin FIR Hattı, Kıta Sahanlığı ve Kıbrıs konularındaki avantajlı durumu bir anda ortadan kalktı! (Yıl 2007 oldu, Türkiye hâlâ bu meselelerle uğraşıyor.)

NATO Generallerinin ABD ve Yunanistan’a verdiği bu tavizi de hiç kimse sorgulamadı/sorgulayamadı… Çıkıp da hiç kimse “Madem ki Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönüşüne, sonunda olur/onay verilecekti, Türkiye bu kadar sıkıntıyı niçin çekti? Beş bin kişi niçin can verdi? Türkiye niçin bu kadar enerji ve zaman kaybetti?” demedi/diyemedi.

Diyemezdi, çünkü bu sefer de NATO Generallerinin terör fırtınası esiyordu Türkiye’nin üzerinde… 12 Eylül fırtınasının şiddeti ve çapı hakkında bir fikir edinmeniz için, izin verirseniz basit bir döküm vereyim:

“1 milyon 683 bin kişi fişlendi… 650.000 kişi gözaltına alındı… Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı… 7 bin kişi için idam cezası istendi… 517 kişiye idam cezası verildi… Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26 siyasî suçlu, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı)… İdam verilen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi… 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı… 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı… 388 bin kişiye pasaport verilmedi… 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı… 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı… 30 bin kişi siyasî mülteci olarak yurtdışına gitti… 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü… 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi… 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı… 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu… 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi… 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi… Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi… 31 gazeteci cezaevine girdi… 300 gazeteci saldırıya uğradı… 3 gazeteci silâhla öldürüldü… Gazeteler 300 gün yayın yapamadı… 13 büyük gazete için 303 dava açıldı… 39 ton gazete ve dergi imha edildi… Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi… 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü… 14 kişi açlık grevinde öldü… 16 kişi kaçarken vuruldu… 95 kişi çatışmada öldü… 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi… 43 kişinin intihar ettiği bildirildi…”



“Kafes” ve “Çığlığın Ardı Çığlık”



NATO Generallerinin estirdiği fırtınanın verdiği zarar bununla da sınırlı değildi… Bir de mahkeme kararı ile öldürülenler/idam edilenler var… Ki, bunların sayıları 50’dir ve hikâyeleri her şeyden daha hâzindir… İşte, 12 Eylül döneminde ölüm cezası infaz edilenlerin bazılarının isimleri:

Mustafa Pehlivanoğlu (7 Ekim 1980 Ankara)… Cevdet Karakaş (4 Haziran 1981 Elazığ)… İsmet Şahin (20 Ağustos 1981 İstanbul)… Fikri Arıkan (27 Mart 1982 Ankara)… Cengiz Baktemur (30 Nisan 1982 Elazığ)… Şahabettin Ovalı (12 Haziran 1982 Sinop)… Ali Bülent Orkan (13 Ağustos 1982 Ankara)… Ahmet Kerse (30 Ocak 1983 Gaziantep)… Halil Esendağ (5 Haziran 1983 İzmir)… Selçuk Duracık (5 Haziran 1983 İzmir)…

Biliyorum, bu istatistikî bilgilerle isimler, eğer zulmü kıyısından köşesinden yaşamamışsanız, 12 Eylül zulmünü bir nebze bile olsun hissetmenize yetmez… Ancak ben ne yapabilirim ki? Çekilenleri anlatabilmek için, ya şair veya romancı olmak gerek… Oysa ben, bırakın yazmayı, şiir ve roman okumayı zaman kaybı sayan bir garip adamdım… Fakat okuduğunuz takdirde NATO Generallerinin zulmünü, iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayacak iki kitap tavsiye edebilirim: Lütfü Şehsuvaroğlu’nun yazdığı “Kafes”i ve illâki Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı “Çığlığın Ardı Çığlık”ı okuyun… 12 Eylül’ü yaşamış gibi olmazsanız, ben gelecek sayıda gene buradayım, ne isterseniz söyleyebilirsiniz…



12 Eylül Askerî Darbesi’nin amacı neydi?



12 Eylül fırtınası, iktidar 1983’de sivillere devredilince sakinleşir gibi oldu… Lâkin bu defa da (hemen bir yıl sonra) Türkiye’de Apocu/PKK terörü başladı… Hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin iki ilçesini geçici süreyle de olsa işgal ederek…

Yıl 2007 oldu, Türkiye hâlâ bu PKK belâsı ile uğraşıyor… Ben şimdi buradan NATO Generallerine soruyorum: Hani “Girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktı”… Ne oldu? Bu amaca ulaşılabildi mi? Ulaşılabildiyse, bu kan hâlâ neden akıyor? 1984’ten bu yana 37 bin kişi neden can verdi? 12 Eylül öncesinde sadece 5 bin kişi ölmüştü… İşe bakın, güya 5 bin kişinin ölümünün hesabını sormak için yapılan 12 Eylül, dolaylı olarak da olsa 37 bin kişinin ölümüne sebep oluyor!

12 Eylül, ilân ettiği amacı gerçekleştiremedi ise bunun sebebi yahut sebepleri ne yahut nelerdir? Yoksa? Yoksa 12 Eylül Askerî Darbesi’nin amacı, ilân ettiğinizden farklı bir şey miydi? Meselâ? Meselâ, asıl amaç Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü sağlamak mıydı? (Tabii ki öyle!)

Keşke dostlarımın tavsiyelerini tutsaydım; cezaevi’nde bol bol roman ve şiir okusaydım… Şimdi, böyle iç karartıcı yazılar yazacağım ve tahrik edici sualler soracağım yerde, güzel güzel romanlar ve şiirler yazardım… Şaka bir yana, “Kafes”in ve özellikle “Çığlığın Ardı Çığlık”ın kalitesini yakalayabileceğimi bilsem, 12 Eylül’ün romanını yazmayı çok isterim.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 52838

ulkucudunya@ulkucudunya.com