80'Lik Paşa'nın 24'Lük General'e Karşı Zaferi
Yavuz Bahadıroğlu 01 Ocak 1970
Çoğumuzun “Unumu eledim eleğimi astım” dediği, ya da “Yaş yetmiş, iş bitmiş” gevelemesiyle...
Çoğumuzun “Unumu eledim eleğimi astım” dediği, ya da “Yaş yetmiş, iş bitmiş” gevelemesiyle hayattan kopup, tembelliğine yaşını kılıf yaptığı demde, Cezzar Ahmed Paşa, üzerine gelen düşmandan kaçmak için hiçbir mazeret aramıyordu. İşte bu 80 yaşındaki ihtiyar gazi, bütün Doğu’yu istila etme hayalleri ile yola çıkmış 24 yaşındaki Napolyon Bonapart’ı Fransa’ya mağlup bir halde dönmek zorunda bırakmıştı.
19 Mayıs 1798’de altmış bin askerle Tolon Limanı’ndan ayrılan dört yüz elli parçalık Fransız donanmasının hedefi Mısır ve Filistin’di. Başlarında ünlü General Napolyon Bonapart vardı.
Napolyon Bonapart, Mısır’ı ve Filistin’i işgale çıkmadan önce, Mısır halkına hitaben bir beyanname yayınladı ki, çok ilginçtir: Çünkü işgalci güçlerin Vietnam’da, Afganistan’da ve Irak’da yayınladıkları beyannamelerin neredeyse aynısıdır.
Bonapart, beyannamesine “Besmele” ile giriş yaptıktan sonra, “Kelime-i şahadet”le devam ediyor ve özetle şöyle diyordu:
“Ey Mısır halkı! Ben buraya sizin haklarınızı korumak ve o hakları ihlâl edenleri cezalandırmak için geldim. (Sanki Irak’taki Amerikan Kuvvetlerinin Komutanı konuşuyor). Allah’a, onun Peygamber’ine ve Kur’an’a olan saygım Memlûkler’inkinden fazladır. Biz tüm Müslümanların dostuyuz. Müslümanlara karşı savaş açılmasını isteyen Papa’nın taht şehri Roma’yı mahvettim. Müslümanlar ile mücadeleyi, kendilerine ‘dini vecibe’ sayan Sen Jan Şövalyeleri’nin Malta'daki yataklarını dağıttım. Yüzyıllar boyunca (Allah razı olsun) Padişah Hazretleri ve dostlarına dost, düşmanlarına düşman oldum. Herkes ‘padişahım çok yaşa’ diye bağırsın! Onun müttefiki olan Fransız ordusu da çok yaşasın! Memlûkler’e lânet olsun! Size mutluluk getirdim, hürriyet getirdim!..”
Bildiri o kadar etkileyici bir dille kaleme alınmıştı ki, Bediüzzaman’ın deyişiyle, “Dinde hassas, muhakeme-i akliyeden noksan” bazı cemaat önderleriyle tarikat şeyhleri Napolyon’un iyi niyetli olduğuna inandılar. Bu inançla ona yardım ettiler.
Halk zaten yıllardır, Memlûk Beyleri’nin zulmü altında yaşamaktan bıkkındı. Napolyon, halka, “kurtuluş” gibi görünüyordu. (Irak’taki durumun neredeyse aynısı). Memlûkler olmasın da kim olursa olsun anlayışı hâkimdi.
Bu durum işgali biraz daha kolaylaştırıp çabuklaştırdı. Bonapart, neredeyse tek askerini feda etmeden Mısır’ı istila etti, Filistin’e yöneldi.
Osmanlı’da durum
Osmanlı Devleti aynı tarihlerde zor bir dönem geçiriyordu…
Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurulan Nizam-ı Cedid henüz oturmamış, işler düzene girmemişti.
Sultan Üçüncü Selim “yenilikçi” filandı, ama ehliyet, liyakat ve dirayet açısından seleflerine benzemiyordu. Bu da Napolyon’un işini kolaylaştırıyordu. İyiden iyiye şımarmıştı. Sık sık, “Bütün Doğu benim olacak!” diyordu.
Napolyon’un Doğu hâkimiyeti hayali, “Akka” isimli küçük bir Osmanlı kasabası önünde eridi. (Bu kasaba bugün maalesef Filistin’in diğer bazı bölgeleriyle birlikte İsrail istilâsı altındadır.) Kasabayı o tarihte seksen yaşına merdiven dayamış ihtiyar Serasker Cezzar Ahmed Paşa komutasındaki bir avuç fedakâr Anadolu çocuğu savunuyordu.
İstanbul’daki yöneticilerin çoğuyla aydınlar “yandık, bittik… biz adam olmayız” muhabbeti yaparken, ihtiyar serdar Cezzar Ahmed Paşa, “Çıkmadık candan umut var” diyerek, bir avuç Anadolu çocuğuyla birlikte, Akka’da destan yazmaya, vatan topraklarının her karışını canıyla, kanıyla savunmaya hazırlanıyordu.
Çoğumuzun “Unumu eledim eleğimi astım” dediği, ya da “Yaş yetmiş, iş bitmiş” gevelemesiyle hayattan kopup, tembelliğine yaşını kılıf yaptığı demde, Cezzar Ahmed Paşa, üzerine gelen düşmandan kaçmak için hiçbir mazeret aramıyor, ayrıca da hiçbir imkânsızlığa sığınmıyordu.
Namı dünyayı tutmuş başarılı bir imparatora kafa tutmanın zorluğuna aldırmadan elinden geleni yapmaya, sonrasında ise kaderin tecellisine sığınmaya hazırlanıyordu.
Aslında böyle mütevekkil bir iradeyi tüm teferruatıyla tanımak lâzım… Ne var ki bize ayrılan sayfalara sığacak gibi değil. Mecburen özetlememiz gerekiyor…
Cezzar Ahmed Paşa Kimdir?
Öncelikle şunu belirtmek lâzım: Cezzar Ahmed Paşa hedefini belirlemiş, yüreğini hedefine kilitlemiş, emeğini ve çabasını yüreğinin yanına koymuş, bu sayede bulaşıkçılıktan sadrazamlığa yükselip tarihe geçmiş örnek bir insandır.
Kırk yaşında çalışma hayatından elini-eteğini çeken “genç emekliler ordusu”yla, yaşı tembelliğe gerekçe yapanlara da belki ibret olur.
Ne zaman ilerlemiş yaşından yakınanları görsem, Koca Mimar Sinan, Köprülü Mehmed Paşa ve Cezzar Ahmed Paşa gibi isimleri hatırlarım...
Koca Sinan en muhteşem eseri Selimiye’yi sekseninden sonra inşa etti. Köprülü ise aynı yaşlarda ulaştığı sadrazamlığında tüm kurumlarıyla çözülmüş devleti âdeta yeniden inşa etti.
Cezzar Ahmed Paşa da “yenilmez” Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart’ı Akka önlerinde durduğunda yine seksenli yaşlardaydı.
Sözün burasında hemen belirtelim ki, Osmanlı devlet sistemi bulaşıkçılıktan ya da odunculuktan (Baltacı Mehmed Paşa misali) sadrazamlığa yükselten bir anlayış içinde düzenlenmişti.
Osmanlı sistematiğinde insan, Batı’da olduğu gibi, etnik kökenine, soyuna-sopuna göre değil, kabiliyetine ve çabasına göre değerlendirilir, bu değerlendirme sayesinde bir bulaşıkçı ya da oduncu, devletin “ikinci adam”lığına, yani sadrazamlığa kadar yükselebilirdi.
Bu anlayış öylesine yaygındı ki, diyelim ki Bosnalı sıradan bir ailenin zeki çocuğu olarak 23 Nisan 1804'te Bosna'da dünyaya gelen Ahmed, günün birinde “Osmanlı’ya sadrazam olma”yı hayal edebiliyor, o hayal ile kalkıp İstanbul’a gelebiliyordu.
Ahmed de böylesi hayallerle dolu olarak çocukluk çağlarında Bosna’dan İstanbul’a gelmiştir. Önce bir berberin yanına çırak girmiş, zekâsı sayesinde zenaati çabucak öğrenmiş, berberlikte âdeta devrim yaparak, zaman zaman kendisine tıraş olmaya gelen Hekimoğlu Ali Paşa'nın dikkatini çekmeyi başarmıştır…
O dönemde Osmanlı Devleti, yitik zekâ ve kabiliyetleri keşfedip yerli yerinde değerlendirmek suretiyle büyük sıçramalar yapmış bir devlet olarak insanın değerini bilmektedir. Bu değerbilirlik sayesinde kimini oduncu çıraklığından (Baltacı Mehmed Paşa), kimini bulaşıkçılıktan (Köprülü Mehmed Paşa) aldığı yetenekli gençleri yetiştirmiş, onlara imkân ve fırsat vererek beylerbeyliğe, hatta sadrazamlığa kadar yükseltmiştir.
Bu müstesna yeteneklerden biri de hiç kuşkusuz Cezzar Ahmed Paşa’dır.
“Neden Cezzar?
Hekimoğlu Ali Paşa Mısır'a giderken yanında o da vardır. Ve bu gidiş Ahmed için tam bir dönüm noktası olmuştur. Bir daha geri dönmemiş, yıllarca Mısır Kölemenleri arasında yaşamış, her şeylerini öğrenmiş, orada Sancak Beyliğine yükselmiştir.
Nihayet isyanları bastırmadaki şiddeti ve mahareti ile “Cezzar” (deve kasabı) unvanı almıştır.
Ancak Kölemen beyleri, birbirlerini ortadan kaldırmak için Cezzar Ahmed Paşa'yı alet etmek isteyince, Mısır'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu ayrılış ikbaline sekte vurmamıştır. Cezzar, 1776 yılında vezirliğe yükseltilmiş kendisine Sayda Valiliği verilmiştir.
Sayda Valisi iken başkaldıran asi kabilelerle uğraşmış, Suriye ve Lübnan'da devlet otoritesini tekrar sağlamıştır. Bu başarılarından dolayı da 1780'de Şam Valiliği’ne tayin edilmiştir.
Ruslara karşı Beyrut'u savunmuş, Yafa'yı zaptetmiştir.
Ünlü ve genç (24 yaşlarında) Fransız Generali Napolyon Bonapart, “Suriye’yi, Mısır’ı ve Filistin’i fethederek Yavuz Sultan Selim’in mirasına konmak” yeminiyle Doğu Seferi’ne çıkınca, Osmanlı Devleti’nin gözü tekrar Cezzar Ahmed Paşa’ya dönmüş, “Mısır Seraskerliği” rütbesiyle birlikte bütün Şam ve çevresindeki kara birlikleri Cezzar Ahmed Paşa'nın emrine verilmiştir.
Mısır’dan Suriye’ye
Mısır'ı fetheden Bonapart, 18 bin kişilik bir kuvvetle 10 Şubat 1799'da Suriye'ye hareket etti. Gazze'yi, El-Ariş'i ve Remle'yi aldıktan sonra, Yafa'yı kuşattı. Yafa, genç Fransız generalinin kuvvetlerine 5 gün süren zorlu bir direnişten sonra çaresiz teslim oldu.
Napolyon kuvvetleri, şanla, şerefle beş gün direnen Yafa’yı cezalandırmak için şehirde yağma ve katliam yaptılar. (Belgesiz ve bilgisizce bizi Ermeni soykırımıyla suçlayan Fransa’ya bakar mısınız?)
Fransız kuvvetleri daha sonra Hayfa üzerine yürüdü ve Hayfa’yı da işgal etti.
Sıra Akka’da
Artık sıra Akka Kalesi’ne gelmişti.
İhtiyar Serdar Cezzar Ahmed Paşa gerçi her türlü savunma tertibatını almıştı, ancak yeterli değildi. Pek çok eksik ve noksan vardı.
Bonapart'ın hızlı işgalleri ortalığa dehşet saçmış, moralleri bozmuştu. İhtiyar serdar, askerine bir konuşma yaptı.
“Pek çok eksiğimiz var, ama bunları imanımızla telâfi edeceğiz” dedi. “Tarihe nice destanlar yazmış bir milletin çocuklarıyız, burada bir destan daha yazacak ve Napolyon Bonapart denen çocuğu mutlaka yeneceğiz. Unutmayın ki kazanılamayacak savaş yoktur ve hiç kimse yenilmez değildir.”
Akka Kalesi artık düşmanını bekliyordu.
Napolyon gelmeden mektubu geldi. Cezzar Ahmed Paşa’ya saygılarını, askerlerine ise sevgilerini sunuyor, ne kadar cesur olduklarını bildiğini yazıyor, Müslümanlara ve Müslümanlığa karşı yaptığı “iyilik”leri sayıp döküyordu.
Son olarak, doğrudan Cezzar Ahmed Paşa’ya hitap ediyor, “Bize katılırsanız şanınıza şan katılacak, ömür boyu huzur ve refah içinde yaşayacaksınız” diyordu.
Paşa güldü ve dedi ki: “Bu çocukcağız bizi kendisi gibi zanneder, oysa bizim devlet geleneğimizde vatanı satmak yoktur.”
Cevap Bonapart’a ulaştığında; “Pişman olacak!..” diye bağırdı, “Sözlerini yalatacağım!”
Kuşatma ve son mektup
Napolyon Bonapart, 18 Mart 1798 Pazartesi günü Akka’yı kuşattı…
Kaleyi hemen ele geçirip yoluna devam etmek istiyordu, ama zahmetsiz maksada ulaşmanın bir yolu daha vardı: Bu yolu ikinci kez deneyecek, ihtiyar serdarı uyaracaktı.
Cezzar Ahmed Paşa’ya tekrar bir mektup yazdı: “Ben ki, yeryüzünün en kudretli generali Napolyon Bonapart’ım!..” diye mektubuna başlayan Bonapart, şöyle devam ediyordu: “Bütün Mısır ve Filistin’i istila edip, Akka önüne geldim. Sizin gibi ihtiyar bir askerin, geriye kalan beş, on günlük ömrünü zehir etmek istemem! Şayet teslim olursanız, ahir ömrünüzü ibâdet-ü taâtla huzur içinde geçirirsiniz.”
Cezzar Ahmet Paşa saçını-sakalını savaş meydanlarında ağartmış mert bir askerdi. Girdiği savaşlarda bazen yenmiş, bazen yenilmişti, ancak hiçbir zaman şartlara boyun eğmemişti.
Şu mealde bir cevap yazdı:
“Teslim teklifinde geç kaldınız General! Sizin teklif gelmeden önce kalede yaşayanlar, yedisinden yetmişine kadar herkes, teslim olmamaya yemin etti. Bilirsiniz, Müslümanlar yeminlerine sâdıktırlar… Bize gelince: Esir olup geri kalan birkaç günümüzü zillet içinde geçirmektense, şerefle ölmeyi tercih ederiz. Evet, yaşımız seksene vurdu, amma hamdolsun ki, elimiz hâlâ kılıç tutar. Bu topraklar emanettir, her isteyene veremeyiz!”
Top cehennemi
Napolyon saldırıya geçti.
Cezzar Ahmed Paşa tam altmış üç gün top cehennemine dayandı.
Sayıya, tekniğe, çeliğe meydan okudu.
Fransızların bütün saldırılarını püskürttü. Gece baskınları vererek Fransız ordusunu yıprattı.
Sonuçta Napolyon uyandı: İhtiyar serdar şimdiye kadar gördüklerine pek benzemiyordu. Bütün gücüyle yüklenmiş ama bu iman âbidesi insanı aşamamıştı.
Kalenin surları yıkılıyor, ihtiyar serdar kale gibi dimdik ayakta duruyordu.
Napolyon nihayet başını önüne eğdi: Yenilgiyi kabul etmeliydi…
“Bir ihtiyara oyuncak olduk” diye hayıflana hayıflana kuşatmayı kaldırdı.
Cezzar’ın dediği çıkmış, Fransızların meşhur ve yenilmez komutanı Napolyon Bonapart, ihtiyar bir serdara yenilmişti.
Ağırlıklarını kuma gömüp, hasta ve yaralı askerlerini savaş meydanında bırakarak geri çekildi. Ve bir gemi bulup canını Fransa’ya dar attı.
Ne demişler: Şartlara teslim olmazsanız, şartları teslim alırsınız!
Daha sonra imparator olan Napolyon, anılarında şöyle diyecekti:
“Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim.”
Bonapart’ın muhteşem rakibi Cezzar Ahmed Paşa, bu savunmadan beş yıl kadar sonra 23 Nisan 1804'te Akka’da öldü.
İçimi acıtan şey
Akka Zaferi’nin 205. yıldönümünde içimi acıtan şey nedir biliyor musunuz sevgili dostlarım?
Hemen hepimiz Napolyon Bonapart’ı tanırız, ama onu Akka önlerinde perişan eden Cezzar Ahmed Paşa’yı acaba kaçımız hatırlıyoruz?
Emperyalizmin en etkilisi ve acımasızı insan ruhunu çalan türüdür; galiba ruhumuzu böyle bir emperyalizm kemiriyor.