YUNUS EMRE'NİN HAYATI VE ŞAHSİYETİ ÜZERİNE
Mustafa Ergün 01 Ocak 1970
20. yüzyılda âdeta yeniden keşfedilen; şairlerimize, yazarlarımıza, müzisyenlerimize yeni bir ilham kaynağı olan; barış ve sevgi şairi Yunus Emre'nin hayatında bilinen ve bilinmeyen çok şey vardır.
Bildiğimiz, Türk halkının onun şiirlerini ve şahsiyetini çok beğenmesi, hayatı hakkına birçok söylentiler ortaya çıkması ve mezarına birçok yerde sahip çıkılmasıdır. İyice bilmediğimiz ise onun gerçek hayatı ve şiirlerinin orijinal şeklidir.
Yunus Emre, 13. yüzyıl sonları ile 14. yüzyıl başlarında yaşamıştır. Doğum-ölüm tarihleri üzerinde fikir yürütmemize yarayan bir kaç veri bulunuyor.
Birincisi Risâletü'l-Nushiyye'deki 707 (1307) tarihidir. Çoğu araştırmacılar bunu, Risâle'nin yazılış tarihi olarak kabul ederken, bazı araştırmacılar (H. İlaydın gibi) Yunus'un tasavvuf yoluna giriş tarihi olarak yorumlamaktadırlar.
İkinci veri, A. Erzi'nin İstanbul Bayezıt Devlet Kütüphanesi'nde bir yazma içinde bulduğu ve Yunus Emre'nin 720 (1320) yılında 80 yaşında öldüğü şeklindeki kayyıttır. Buradan hareketle yaygın olarak Yunus Emre'nin doğum ve ölüm tarihlerinin 1240-1320 olarak kabul edilmesine karşılık, bunu 30-40 yıl geriye kaydıran tahminler de vardır. Bu kaydırma, onun Sultan Orhan devrinin şailerinden olduğu şeklindeki Âşık Paşazâde iddialarını doğrularken, Yunus'un bazı şiirlerinde söylediği Mevlâna (ölümü 1273) meclisinde bulunduğu ifadelerini zayıflatmaktadır. Divân'daki şiirlerden edindiğimiz havaya göre, bu 30- 40 yıllık geriye kaydırmanın doğru olmadığı kanaatine varıyoruz.
Yunus'un, nerede doğup nerelerde yaşadığı, nerede ölüp nerede gömülü oduğu hakkındaki bilgiler daha da çeşitli ve karışıktır.
Bektaşi Velâyetnameleri, onu, Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy'lü olarak gösterirken; Şakâyık-ı Numâniye, Bolu'lu olduğunu iddia ediyor ki, bu iki yöre birleştirilerek Yunus'un büyüyüp yetiştiği yerler olarak kabul edilebilir.
Ancak mezarı hakkında, birbirinden bir hayli uzakta çeşitli yerler işaret edilmektedir. Bunlar üzerine, her yöre kendilerince haklı çeşitli deliller sergilemektedirler. Yunus Emre'nin mezarının olduğu iddia edilen yerler şunlardır: Sarıköy (Eskişehir), Karaman, Bursa, Çayköy (Afyon-Sandıklı), Tuzcu (Erzurum), Keçiborlu, Kula-Salihli arası, Aksaray, Ünye, Sivas, Tire, Kırşehir, Bolu, Uluborlu... Elbette Yunus bu yerlerden birisinde yatmaktadır ve diğerleri birer "makam"dır. Şu anda Eskişehir Sarıköy'deki türbesi yeniden düzenlenmiş ve her yıl törenlerin yapıldığı bir merkez haline getirilmiştir.
Yunus'un hayatı hakkında birçok efsaneler ve çağdaş yorumlar vardır. Bu efsanelerin büyük kısmı Bektaşi Velâyetnamelerinden kaynaklanıyor. Uzun Firdevsî'nin Bektaşi Velâyetnamesi'ndeki bu efsaneler üzerine oluşturulmuş roman ve filmler bulunmaktadır. Buna göre Yunus, Sarıköylüdür. Sert geçen bir kış mevsiminde Hacı Bektaş Dergâhından buğday istemeye gitmiştir. Orada tasavvuf yoluna girmiş, ama bir soruya ters cevap verdiği için, Hacı Bektaş'ın yanında değil, Tapduk Baba Dergâhı'nda yetişmesi uygun görülmüştür. O dergâhta yetişmesine dâir de birçok menkıbeler vardır. Bu menkıbeler onu Alevî-Bektaşî geleneği içinde gösterir. Birçok araştırmacının ilk başta bu iddiaya kanmasına karşılık, şiirleri üzerindeki araştırmalar derinleştirilince, onun, Mevlâna geleneğine bağlı veya Halvetî tarikatından bir şâir olduğu iddiaları ortaya atılır. Aslında onun eserleri incelendiğinde, bağımsız, kendi tarzında bir mutasavvıf-şâir olduğu, bir tekkede Tapduk Emre'nin tasavvufî görüşlerini anlattığı görülür. Onun bir Ahi şeyhi olduğu, Selçuklular ve Beylikler dönemi siyasî kargaşalarına, o sırada yeni oluşmakta olan Anadolu Feodalizmine karşı pasif direniş gösteren bir ozan olduğu iddiaları da vardır.
Onun mensup olduğu tasavvuf silsilesini tam olarak ortaya koyamıyoruz. Şeyhinin Tapduk Emre olduğu, ondan feyz alıp onun öğretisini yaydığını şiirlerinde net olarak görüyoruz. Bir şiirinde
"Yunus'a Tapduğ u Saltuğ u Barak'tandır nasip"
mısraı bize bir erenler zinciri veriyor. Buna göre Yunus, Barak Baba, Sarı Saltuk, Tapduk Emre silsilesi içinde yetişmiştir. Barak Baba'nın Hacı Bektaş Veli'nin yanında veya Mevlâna müritlerinden Seyyit Mahmud Hayrânî'nin yanında yetiştiğine dair farklı görüşler vardır. Onun şiirlerinde Mevlâna'nın adının birkaç yerde geçmesine karşılık Hacı Bektaş Veli'nin adı hiç geçmez.
Şiirlerindeki ana temalar, kullanılan kavram ve deyimler, ana söyeyiş biçimi de Bektaşi nefeslerinden farklıdır. Onun Ahmet Yesevî tarikatından olduğuna dair de elimizde hiçbir belge yoktur. Ancak Ahmet Yesevî ile benzerliği, toplumda üstlendikleri eğitici roller açısındandır.
Bu şekliyle Yunus Emre, ilâhî bir sır gibi, hem çok açık ve coşkulu bir şekilde ruhumuzda coşup söyeyen bir şair, hem de fani yönünü, maddî yönünü zaman ve mekân içinde ustaca silmiş bir velidir. Adeta maddî yönünün olmadığını vurgulayan, insanların bu perdeyi aşıp kendi özünü görmelerini isteyen, manevî olarak yaşayan bir veli!..
Yunus Emre'nin elimizde iki eseri vardır: Divân ve Risâletü'n-Nushiyye.
Yunus Emre Divânı, kendisinin vefatından çok sonra meydana getirilmiş intibaını veriyor. Sonradan düzenlenmiş bu esere "Yunus" mahlaslı birçok başka şâirin de şiirleri katılmıştır, birçok da yazım hataları olmuştur. Aynı durum, gönümüzdeki Divân baskılarında da gözükmektedir. Yunus Emre Divânı'nın bu günkü inceleme ve yayınlara temel olan en eski nüshaları Fatih, Raif Yelkenci, Ritter, Nuruosmaniye, Yahya Efendi, Bursa, Hacı Bektaş ve Karaman nüshalarıdır. Bu divânlardaki şiirlerin Yunus Emre'ye ait olmayanlarını ayıklamak ve söyleyişleri Yunus'un orjinal söyleyişine yaklaştırmak, Yunus'un henüz keşfedilmemiş şiirlerini ortaya çıkartmak, bir komisyon çalışmasını beklemektedir. Yayınladıkları Divânlarda Yunus Emre'ye ait olmayan şiirleri ayıklayıp onları ayrı bir bölümde veren A. Gölpınarlı ve F. K. Timurtaş'ın tasniflerindeki bazı şiirlerde kuşkularımız vardır. Bu nedenle tenkitli bir Yunus Emre Divânı için, Kültür Bakanlığı'nın bir komisyon kurarak hemen çalışmalara başlaması gerekir.
Yunus'un diğer eseri Risâlet'ü-Nushiyye'dir. Bu, oldukça kuru ve edebî bakımdan özensiz yazılmıştır. Bize göre, âdeta bitmemiş bir çalışma görünümündedir. Ancak, belli bir ana plân dahilinde hazırlanmış, oldukça didaktik bir eğitim eseri, bir nasihatnamedir.
Yunus, bir İslâm mutasavvıfı, bir velidir. Gerçi tekkesi, tarikatı, müritleri yoktur ama Hakk'tan yana, sevgiden ve hoşgörüden yanadır. "Devr-i zaman içinde" herkes onun şiirlerini söylemiş, onun tarzını taklit etmiştir; çeşitli toplantılarda onun veya onun tarzında yazılmış şiirlerin ilâhi biçimindeki besteleri okunmuştur. Yunus Emre bugün de romancılarımıza, şâirlerimize, tiyatro yazarlarımıza, bestecilerimize ilham kaynağı olan; Türk halkını inceden inceye sevgi ve hoşgörü yolunda gerçeklik kaynağına akıtan bir velidir. O, tasavvufun en üst kademelerine kadar çıkmış, Hallacı Mansur'un dediklerini hiç kimseyi incitmeden, kışkırtmadan defalarca söyemiş ve söyletmiş; Beyazıt-ı Bestâmî, Muhyiddin-i Arabî, Mevlâna, Sadrettin Konevî düzeyinde ince ve yüksek fikirleri en azından onlar kadar açık ve net bir şekilde ifade etmiştir.
Yunus Emre, 12 ve 13. yüzyıllar Anadolu'sunun manevî mimarlarındandır. Bir yandan Haçlı seferlerinin düzenlendiği, bir yandan Moğol askerleri, İranlı vezirler elindeki Selçuklu askerî birlikleri ve çeşitli halk isyanlarının Anadolu halkı arasında kin, nefret, düşmanlık tohumları ektiği, bezginlik, bıkkınlık verdiği bir dönemde Mevlâna, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram, Karaca Ahmet, Ahi Evren, Âşık Paşa, Baba İlyas gibi velilerle beraber Yunus Emre de halka birer ışık olmuşlar; onları gerçeği daha "gerçek" algılayarak birbirlerine, zamana ve mekâna hoşgörülü olmaya alıştırmışlardır. Bu kişiler yüzyıllardan beri değişmeyen Anadolu insan yapısına yeni bir ruh ve şekil veren erenler olmuşlardır.
Ancak sevgi ve hoşgörüye dayalı şiirleriyle Yunus Emre'yi sadece yaşadığı devrin bir ürünü saymak hatalı olduğu gibi; onu, o zamanki dinleri ortadan kaldırmak isteyen, Tanrıdan çok insana inanan; yoksulların, ezilmişlerin, çaresizlerin protestocu bir şairi olarak görmek de yanlıştır.
Yunus, bir İslâm velisidir ve İslâma inanmayan, İslâmı bilmeyen bir kişinin Yunus'u gerçekten anlayacağına inanmak güçtür. Ama İslâm olmayan, hattâ ateist olan kişilerin bile onun sevgi pınarında birleşmeleri, oradan kana kana içmeleri, rahatlamaları, dünyaya kinsiz, nefretsiz bakmaları dahi Yunus'un velilik gücünün "devr-i zaman içinde" ve zamanı aşan etkisine bir delildir.
O, sevgi ve hoşgörü sahibidir. O, Allah'ı ve Allah'ın yarattığı her şeyi sever. Allah'ın birliğine gerçekten inanmıştır ve hiçbir varlığı, hiçbir olayı, hiçbir inancı, hiçbir insanı Allah'ın birliği dışında tutmaz. Her şey Allah iradesiyle, Allah tarafından yürütüldüğüne, bütün varlıklar ve olaylar sadece birer vesile olduğuna göre, evrende herhangi bir şeyi sevmemek, Allah'ı sevmemek demektir. Kin tuttuğuz Allah'tır, yerdiğiniz, çekiştirdiğiniz, alay ettiğiniz Allah'tır. Evrendeki herşeyi huzur içinde karşılamak, inanmış bir müslüman olarak Allah'ın kendisini iyi şeylere vesile etmesi için dua etmek; ama kötü şeylerle karşılaşılırsa, başına kötü şeyler gelirse bunların Allah'ın takdiri olduğunu bilmek, daha sonraki sonuçlarını sabırla beklemek, bencillikten kurtularak olayları gönül gözüyle, Hak gözüyle değerlendirmek... İşte Yunus Emre'nin sevgisi, hoşgörüsü buradan gelir. Onu başka kaynaklara, başka akımlara çekmek hoşgörüyle karşılanabilir, ama doğru değildir.