Ali Yakup Cenkçiler Hocaefendi
01 Ocak 1970
Haziran 1988
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Bir kabilenin toptan helaki, bir alimin ölümünden daha ehvendir.”57 buyurmuşlar. Gerçek bir alim vefat edince İslâm’ın surunda kapatılması ve onarılması güç bir gedik açılmış olur. Balkan müslümanları arasından yetişme Üsküplü Ali Yakup Cenkçiler Hocaefendi de işte böyle yeri doldurulması zor bir alim, zarif bir edip ve ihlaslı bir mücahid idi.
1913 yılında Üsküp civarında başlayan ve dini uğrunda katlandığı çeşitli çileler ve hicretlerle dolu şerefli hayatı 21 Mayıs 1988 Cumartesi günü sabah vaktinde sona eriyor ve aziz varlığı, sevenlerinin acı gözyaşları ile irtihâl-i dâr-ı bekâ eyliyordu.
Aynı gün ikindi namazından sonra cenaze namazı çok mümtaz bir cemaat tarafından Fatih Camii avlusunda edâ edildi. Namazını, merhum hocayı, Mısır’dan Türkiye’ye göçtüğü zaman bir sene kadar evinde misafir etmiş olan meşhur hafız ve alim Hendekli Abdurrahmân Efendi kıldırdı. İstanbul şehrinin en seçkin müslümanları ve civardan duyanların en güzideleri, meşâyih-i kirâm, ulemâ-i benâm, talebe-i ulûm-i şer’iyye, eski ve yeni idareciler, milletvekilleri, eşraf ve âyân-ı belde değerli hocaya karşı son vazifelerini yapmaya toplanmışlardı. Bu müstesna topluluk bile merhumun fazl ü kemâline şahit, salah ve felahına alâmet teşkil ediyordu.
Prof. Dr. Ekmeleddin Bey, cenaze namazını müteakip hocanın çok eski bir talebesi ve mânevî evladı olarak gözyaşları içinde onun hayat, meziyet ve faziletleri hakkında gerçekten doğru ve değerli bilgiler verdi. Bu esnada pek çok kimse hıçkırarak ağlıyordu.
Namaza katılanların büyük çoğunluğu kabristana kadar da geldi, seve seve son hizmetlerini yâd edip, hâlisâne ve muhibbâne dualar eylediler, melul ve mahzun dağıldılar.
Ali Yakup Hoca lalettayin bir alim değil, çok müstesna faziletleri ve gıpta edilecek yüce hasletleri olan, yeri zor doldurulabilecek ve eşine ender rastlanan kâmil insanlardan idi. Genç ilim yolcularının hocayı iyi tanımalarını, hayatını dikkatle öğrenmelerini ve onu kendilerine örnek almalarını candan temennî ederim.
O, her şeyden önce dinine çok bağlı, imanı çok sağlam, takvası çok ileri, İslâmî şuuru çok yüksek, basiretli ve ileri görüşlü, aydın ve nurlu bir kişiydi. Derin ve itimada şayan dinî bilgisi, engin ve renkli bir kültürü vardı. Balkan dillerini, Arapça ve Osmanlıcayı ve belki daha başka dilleri çok iyi bilirdi. Yıllarca Mısır’da yaşamış, kütüphanede çalışmış, en değerli ilim ve fazilet erbabı ile ülfet ve sohbet etmişti. Yakın tarihi, gerçek ve sahte kahramanları iyi bilirdi. Hafızasında çok kıymetli bilgiler ve hatıralar vardı.
Kendisi katıksız ve zarif bir Osmanlı efendisi olduğu gibi Osmanlılara da sonsuz sevgi, saygı ve bağlılığı vardı. Balkan halkları onlar sayesinde müslüman olup iki cihan saadetine erdiler diye daima onları şükranla yâd ederdi.
Hocanın en önemli hasletlerinden biri de dobra dobra konuşması, doğru sözlü, doğru özlü, mert, sarsılmaz ve eğilmez bir mizaca sahip olmasıydı. Karşısında kim olursa olsun hakkı söylemekten çekinmezdi. Yanlış hareketini gördüğü kimseler, çok yüksek mevkilerde bile olsalar aldırmaz, onlara nasihati terk etmezdi.
Hayatı boyunca, maddeye ve mevkiye önem vermemiş, kimsenin önünde eğilmemiş, dalkavukluk etmemişti.
Son derece cömert ve tok gözlü idi, kendisi aza kanaat eder, elindeki imkânları çevresindeki yoksullara ve bilhassa talebelere tahsis ederdi.
İlmini de hiç kimseden esirgememiş, her isteyene faydalı olmaya çalışmış, evinde, camilerde, okullarda, yüksek ihtisas kurslarında hocalık yapmış, daima ilim neşrine çalışmıştı. Bildiğini söyler, bilmediğini itiraf etmekten asla çekinmezdi.
Onca ilim ve irfan, geniş, zengin, seçkin ve yüksek bir çevresi olduğu halde sade yaşamıştı, son derecede mahcubiyet ve tevazu sahibiydi.
Bize layık olmadığımız yakınlık, sevgi ve iltifatı vardı. Mehmed Zahid Kotku Efendimizin vefatından sonra âcizâne bizi, tasavvufî vazife ve mânevî irşad hizmetlerimizde daima teyit ve teşvik buyurmuş, her yönden, her yerde, her zaman müdafaa ve takviye eylemişti. Hatta dergâhımıza ve naçiz şahsımıza iltifat ve intisabını birçok kere, kalabalık toplantılarda alenen yâd etmiştir. Kuru ilmin fayda vermediğini, tasavvufî neşe ve terbiyenin şart olduğunu daima söylerdi. Şeyhülislâm Mustafâ Sabrî Efendi’yi, Nakşî alimlerinden Zâhid-i Kevserî’yi, kendi ana yurdu arif ve kâmillerini sevgi ve saygıyla anardı. Allahu Teâlâ intisabını büyük mükâfatlarla mükâfatlandırsın; onu sâdât ve meşayihimizin iltifat, teveccüh ve şefaatlerine mazhar eylesin.
Yüce Rabbimizden, onu engin rahmetine erdirmesini, kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe eylemesini, hesaba tutulmadan, ilk giren bahtiyarlarla firdevs-i âlâya dâhil etmesini; kederli aile, dost, akraba ve talebelerine de sabr-ı cemîl, ecr-i cezîl, ömr-i mezîd, iyş-i sa’îd, ulûm-i nâfi’a, âmâl-i sâliha ve hüsn-i hâtimeler nasip buyurmasını temennî ve niyaz ederim.
Dipnotlar
1. Ebû’d-Derdâ’dan nakledilen hadis için bk. Beyhakî, Şu’abü’l-Îmân, II, 263, hadis no: 1699; İbn Asâkîr, Târîhu Dımaşk, XXXVIII, 318-319.