« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 May

2013

Şaheser Bir Tefsir Müellifi: Elmalılı Hamdi Yazır

Muhittin AKGÜL 01 Ocak 1970

Osmanlı'nın son dönem ilim, fikir ve din adamlarından olan Elmalılı, 1878 yılında Antalya'nın Elmalı ilçesinde dünyaya gelmiştir. Aslen, Burdur'un Gölhisar'a bağlı Yazır köyündendir. Soyadı kanunundan sonra, burayı kendisine soyadı olarak almıştır. 1942 yılında ise İstanbul Erenköy Sahray-ı Cedit mahallesinde vefat etmiş ve aynı yere defnedilmiştir. Yetişmesinde babası kadar annesinin de rolü büyüktür. Zîrâ bu anne, oğlunu küçük yaşta gurbet diyarlara göndermekte tereddüt etmemiş, evlâdını; "Seni ilim yoluna gönderiyorum. Şükürler olsun Allah'a, ne mutlu bana!" sözleriyle uğurlamıştır.1

İlk tahsilini Elmalı'da yapan Hamdi Yazır, daha sonra İstanbul'a gelerek, Küçük Ayasofya Medresesi'ne intisap etmiş ve tahsilini orada sürdürmüştür. Başta babası olmak üzere, değişik zevattan ders alan Hamdi Yazır, en düzenli dersi, Kayserili Müderris Büyük Hamdi Efendi'den okumuş, icazeti de aynı zâttan almıştır. Hocasıyla kendi ismi aynı olduğundan, birbirinden fark edilmesi için hocasına Büyük Hamdi Efendi, kendisine de Küçük Hamdi Efendi lâkabı verilmiştir.2

Hamdi Yazır, günümüzdeki profesörlüğe denk bir makam olan müderrislik imtihanında önemli bir başarı göstererek 1906 yılında Beyazıt Dersiamı olur. Ertesi yıl da birincilikle Hukuk Fakültesi'ni bitirerek, altın madalya ve beratla ödüllendirilir.3 Meşrutiyet'in ilânıyla da memleketi Antalya'dan milletvekili seçilir. Medresetü'l-Vaizin'de fıkıh usulü, Hukuk Fakültesi'nde İslâm hukuku, Mekteb-i Mülkiye'de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) de mantık dersleri okutur. Ayrıca Osmanlı padişahları huzurunda Ramazan aylarında verilen Huzur Dersleri'ne de muhatap olarak katılır. Bir süre siyasî hayatın içinde aktif bulunmuşsa da, hiçbir zaman kendisini buna kaptırmamış ve asla ilimden kopmamıştır. Bir süre Yüksek İslâm Konseyi diyebileceğimiz Daru'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de üyelik ve başkanlık yapmıştır. 1. Dünya Savaşı'nı müteakiben büyük ısrarlarla Vakiflar Bakanlığı yapar. Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle, ülkede köklü değişiklikler olur. Tutuklanmalar, sürgünler, sorgular birbirini takip eder. İstanbul Hükümeti'nde o tarihten önce görev alanlar değişik sıkıntılara maruz kalırlar. Hamdi Yazır da bundan kurtulamaz. Bir kış günü öğleden sonra, polisler evine gelir; kitaplarını, çalışmalarını alt üst eder, torbalara doldurur ve kendisiyle beraber alıp götürürler. İstanbul'dan Ankara'ya nakledilir ve yapılan araştırmalar sonunda Elmalı'yı serbest bırakırlar.4

Hamdi Yazır, oldukça zeki, ilme meraklı ve gayretli bir simadır. Öyle ki, hıfzını kendi başına yapmıştır. Meselâ bir gece oğlunu yatağında göremeyen annesi, onu alt kattaki odada, bir mumun ışığında hafızlığa çalışırken bulur. Herkesten habersiz başladığı bu işi, hemen hemen yarılamış durumdadır. Büyük bir gayretle çalışarak, sanıldığından kısa bir sürede neticeye ulaşır.5

Zekiliğinin bir delili de Fransızcayı 40 gün içerisinde hem de son derece ağır felsefe kitaplarını tercüme edecek kadar ileri bir seviyede öğrenmesidir. Onun Fransızcayı öğrenmesiyle ilgili anlatılan şu hatıra, aynı zamanda bir din adamının hamiyet-i diniyesini göstermesi açısından da oldukça önemlidir. Elmalılı, Evkaf nazırıyken, Hüseyin Cahit'le aralarında şöyle bir konuşma geçer. Hüseyin Cahit ona, din adamlarının Arapçayı çok iyi bildiklerini, fakat Arapça bilgilerinin dörtte biri kadar bile yabancı dillerden birini bilmediklerini, şayet bilselerdi daha faydalı olacaklarını söyler. Sonra da hocalar arasında Fransızcayı hiç bilenin olmadığını, şayet misâli varsa tevbe edeceğini belirtir. Buna çok üzülen Hamdi Yazır, hemen sahaflardan Fransızca gramer kitapları alır ve çalışmaya başlar. Altı ay sonra Hüseyin Cahit'le karşılaşan Yazır, bir vesileyle konuyu dile getirir ve Hüseyin Cahit'ten kendisini imtihan etmesini ister. Hamdi Yazır'ın çok iyi Fransızca bildiğini gören Hüseyin Cahit ona niçin daha önce bildiğini söylemediğini sorar. O da umursamadığını fakat zamanla kendisine ağır geldiğini belirttikten sonra, Hüseyin Cahit'i elindeki ağır bir Fransızca kitabıyla imtihan etmek ister. Hüseyin Cahit de işin zorluğunu dile getirerek Yazır'ın Fransızca bilgisini teslim eder.6

O dönemde Osmanlı medreselerinde ilim dili Arapçadır. Yazır, herhangi bir Arap ülkesine gitmediği hâlde Arapçayı da çok güzel konuşmaktadır. Hattâ o zamanlar İstanbul'da okuyan bir Arap talebe, onu Arap zannederek: "Hamdi Efendi Türkçeyi ne güzel öğrenmiş!" demiştir.7 Nitekim kendisi de Tefsir'inde konuyla alâkalı olarak şöyle demektedir: "Ben hâlis Anadolulu, öz Oğuz, Yazır Türk'üyüm. On beş yaşında İstanbul'a geldim. Ne Arabistan'a gittim, ne Türkistan'a. Ne İran'ı gördüm, ne Frengistan'ı. Öğrendiğimi bu vatanda öğrendim!"8

İlim aşkı kadar sanata da düşkün olan Hamdi Efendi, bir aralık şiir ve musikiyle de meşgul olmuş, Türkçe, Arapça ve Farsça şiir yazmıştır. Aynı zamanda hat sanatında icazet almış, tezhip ve cilt sanatıyla da yakından meşgul olmuştur. Sülüs, nesih, ta'lik, celi sülûs, celi ta'lik çeşitlerinde eserler vermiş, ayrıca rik'a ve icâcet hattını da iyi bilmektedir. Konuyla alâkalı yapılan araştırmalarda yazdığı 42 civarındaki hat örneğinin detayı verilmektedir.9

Bir milletin bekası için son derece önemli olan ve nesilleri tarihe bağlayan, ecdadın bereketli ikliminden istifadenin vesilesi olan dile, son derece önem vermiş ve bütün eserlerinde bu konuya, gerek kullandığı yazı üslûbuyla, gerekse açıktan dikkatleri çekmiştir. Bu güzel Türkçe üslûbuna örnek olarak, Tefsir'inin başına koyduğu şu güzel dua cümlelerini verebiliriz: "İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mi'rac ettim, kitabını kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla gönlümü bîkarar ettin. inayetine sığındım, kapına geldim, hidayetine sığındım lütfuna geldim, kulluk edemedim afvına geldim. Şaşırtma beni doğruyu söylet neşeni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini kainata sevdirdin; Sevdin de hil'at-i risaleti giydirdin Makam-ı İbrahim'den makam-ı Mahmud'a erdirdin. Server-i asfiya kıldın. Hatem-i Enbiya kıldın. Muhammed Mustafa kıldın. Salat-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun Al-ü Ashab-u etbaına ya Rab!"10

Zaman zaman da güzel dilimizi bozmaya çalışanları açıktan eleştirirdi. Kendi dönemlerinde âlim geçinen bazı kimselerin, insanları çeşitli şüphe ve karanlıklara çekmek için belirsiz ve anlaşılmaz, muğlâk birtakım yabancı kelimeler kullandıklarından bahsederek, bu şekildeki kimselere karşı mutlaka uyanık olunması gereği üzerinde dururdu.11 Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi de onu Türkçe üstatlarından kabul eder ve der ki: "Günümüzün insanı, bu üslûpsuzluktan ve dilimizi tahrip eden uydurulmuş kelimelerden dolayı kendi değerlerinden o kadar uzaklaştı ki, bize ait düşüncelerin çok zengin ve çok olgun anlatıldığı kitaplara bile yabancı hâle geldi. Bugünkü nesil bir Türkçe üstadı olan Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirini bile anlayamıyor. Oysa Arapçada dahi onunkine denk bir tefsir yazılmamıştır; Hamdi Yazır'ın, kendisinden nakillerde bulunduğu büyük müfessir Fahruddin Razi'nin Tefsir-i Kebir'i bile Elmalılı'nın Hak Dini Kur'an Dili adlı eserinin çapına erişemez. Fakat neslimiz bu kıymetli eseri anlamaktan aciz olduğu gibi, Kâmil Miras, Ahmet Hamdi Aksekili, Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı ve Şemsettin Günaltay gibi dil üstadlarının sözlerini ve Risale-i Nur Külliyatı gibi eşsiz eserleri anlamaktan da uzaktır."12 Elmalılı, sadece temel İslâmî ilimlerle uğraşmamış, toplumun dertleriyle de yakından ilgilenmiş, tedaviye yönelik reçeteler sunmuş ve Müslümanların içinde bulundukları kötü durumun sebeplerine kafa yormuştur. Nitekim o, Metalip ve Mezahip adlı esere yazdığı, son derece kıymetli takdim yazısında, temel konularla alâkalı önemli tespitlerde bulunmuştur. Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi de bu takdim yazısını şu sözleriyle takdir etmektedir: "Elmalılı'nın Metalib ve Mezahib isimli tercüme eserinin başına kendi elyazısıyla yazmış olduğu yazı beni çok etkilemiştir. Onu okurken insan kendisini bir çağlayanın kıyısındaymış gibi hisseder."13

Eserleri:
1. Hak Dini Kur'ân Dili: Bunu biraz ileride ele alacağız.
2. Metâlib ve Mezâhib: Fransız felsefecilerden Paul Janet ile Gabriel Seay'ın beraberce yazdıkları eserin tercümesidir. Ancak sadece bir tercüme değil, aynı zamanda kıymetli dipnotlar ve son derece önemli bir takdimle esere ayrı bir katkı vermiştir.
3. Ahkâmu'l-Evkâf: Mülkiyede okuttuğu ders notlarıdır.
4. Mantık İstintaci ve İstikrâî: Fransızca'dan tercüme bir eserdir.
5. Makaleler: Değişik dergi ve gazetelerde yayımlanan 70 civarındaki yazıdan müteşekkildir.
6. Hüccetüllahi'l-Bâliğa Tercümesi: Ancak bu eser tamamlanmamıştır.

Bir Şaheser: Hak Dini Kur'ân Dili
Yazılma Serüveni: Cumhuriyet'in kurulmasıyla medreseler kapatılmış, açılan yeni okullarda Arapça eğitimi kaldırılmıştı. Dolayısıyla toplumda son derece önemli bir yere sahip olan din hakkında bilgi edinmek için ortam ve kaynak sıkıntısı çekiliyordu. Bu arada boşluğu fırsat bilen bazı art niyetli kişiler de durmamış, kötü gayelerle bazı dinî kitaplar, Kur'ân mealleri veya tercümeleri neşretmeye başlamışlardı. İşte buna benzer sebeplerden dolayı TBMM'de Türkçe bir tefsir ile Kur'ân'ın Türkçe bir meali yazılması ihtiyacı gündeme gelmişti. Yapılan konuşmalar ve tartışmalar sonucunda tefsir işinin Hamdi Yazır'a, meal işinin de M. Âkif Ersoy'a verilmesi kararlaştırıldı. Âkif başta bu işi kabul etmekte epeyce direttiyse de Yazır'ın: "Sen bu işte olmazsan ben de olmam." şeklindeki ısrarlarıyla kabul etti. Bu iş için meclisten tahsisat da ayrıldı. Bu işten kısa bir süre sonra Âkif Mısır'a gitti. Yazdığı mealleri gönderiyor, Yazır da tefsirlerini ilâve ediyordu. Ancak yeni kurulan devlet içinde derinden derine yeni şeyler gündeme getiriliyordu. Bunlardan biri de Kur'ân'ın namazlarda aslı yerine meallerinin okunmasıydı. Âkif bu kötü niyeti sezince, işe son verdi ve yazdıklarını da geri istedi. Kendisine verilen peşin parayı da aynen iade etti. Dolayısıyla meal işi de Elmalı'ya kalmış oldu. Elmalı da bu ağır ve sorumluluk isteyen işi tam 12 yılda tamamladı. 1926 yılında başlayan tefsir ve meal işi, 1938 yılında sona erdi.14

Büyük bir ciddiyet ve titizlilikle tefsir işini yapan Elmalılı, başkalarının uykudan uyandıkları saatlerde, ancak uyurdu. 1934 yılının başlarında geçirdiği kalb krizi kendisini tefsiri tamamlama noktasında endişeye sevk etti.15 Allahu alem bunun içindir ki, baş ve son taraflar oldukça derin tefsir tahlilleriyle dolu olduğu halde, ortalarda bazen sadece meallerle yetinilmiştir. Muhtemelen hastalıktan kurtulunca yeniden derin tahliller yapmış; ancak eksik bırakılan yerlere yeniden dönme imkânı bulamamıştır.

Tefsir'in Genel Özellikleri:
Elmalılı'nın Tefsir'i, gerçekten bir hazine değerindedir. Kur'ân'ın anlaşılmasında vazgeçilmez bir yere sahiptir. Elmalılı, sadece geçmiş tefsirlerden aldıklarıyla kalmamış, derin fıkhî, felsefî, sosyolojik ve ilmi tahliller yapmış, meseleleri farklı açılardan değerlendirmiş; ama asla geçmişten de kopmamıştır. Kopmamış ama geçmişi adeta günümüze getirmiş, güncellemiştir. Onun tefsirinin Kur'ân'ın anlaşılmasında vazgeçilmez bir yere sahip olduğunu söylemek bir mübalâğa değildir. Nitekim M. Fethullah Gülen Hocaefendi, birkaç kere adı geçen Tefsir'i talebeleriyle mütalâa ederek bir ders kitabı olarak okutmuş ve bu eserin kıymetiyle ilgili olarak da, bir yerde: "Bir de bizim Merhum Elmalılı Hamdi Tefsir'i vardır ki, doğrusu tefsirlerin şaheseri dense değer. Hamdi Yazır, eserini Alusi'nin Ruhu'l-Meanisine yakın bir usul ve üslûpla ele almıştır. Ancak yer yer pek çok kimseyi tenkid ettiği de bir gerçektir."16 demiş, başka bir yerde de: "Bu arada Seyyid Kutup, Elmalılı, Râzi, Bediüzzaman ve benzeri devâsâ şahsiyetlerin eserlerinin Kur'ân'ı kavramada bizler için çok önemli olduğuna inanıyorum. Bunlar bizim düşünme ufkumuzu açacak, yaklaşım metodolojisi gösterecek ve böylece yola başından değil de belki de ortadan girmemizi sağlayacak, zaman kaybımızı önleyecektir."17 sözleriyle önemine işaret etmiştir.

Elmalılı'nın tefsirinde dikkati çeken hususlardan birisi, tefsirle mealler arasındaki üslûp farklılığıdır. Türkçeyi bu kadar güzel kullanmakla birlikte, meallerde âdeta maksatlı bir düşüklük vardır. Muhtemelen o günkü Türkiye şartlarında tartışılan Türkçe namaz ve ezan gibi konular, Elmalıyı korkutmuş, mealini kötü emeller karşısında kasten kırık dökük yapmıştır. Zaten eserinin ismi de aslında oldukça ilginçtir. Uzun, ancak mânâlı ve imalı bir isimdir. "Hak Din" demek suretiyle, dinin tekliği ve kaynağına, "Kur'ân Dili" demekle de, Kur'ân'ın Kur'ân olabilmesinin, ancak indiği dilde olmasına bağlı olduğuna işaret için olsa gerektir.

Elmalılı Tefsiri'nin belli başlı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz: Âyetler arasında sıkı bir münasebet olduğunu ortaya koymuştur. Âyetlerin iniş sebeplerine temas etmiştir. Zaman zaman kıraat farklılıklarına işaret etmiştir. Özellikle Kur'ân'ın ana konusunu ve muhtevasını teşkil eden kelimelerin derin tahlillerine girmiştir. Burada sadece geçmişten aktarmakla kalmamış, aynı zamanda Türkçede doğru bir şekilde anlaşılacak seviyede doyurucu ve derin tahlillerde bulunmuştur. Âyetlerdeki fıkhî, ahlâki, felsefî ve bazen de tasavvufî noktalara değinmiş; bu konularda doyurucu bilgiler sunmuştur. Bilhassa yaşadığı dönemde Müslümanlara, Kur'ân'a ve Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) yöneltilen bazı tenkitlere, ikna edici, aklî ve mantıkî cevaplar vermiştir. Yazır'ın Tefsir'in baş tarafına koyduğu Mukaddime de oldukça önemlidir. Kur'ân hakkında oldukça doyurucu bilgiler verir; tefsir, tevil, tercüme, meal gibi konular üzerinde durur ve özellikle yakın zamanda da bazı art düşünceli kimseler tarafından gündeme getirilen Türkçe Kur'ân ve Türkçe ibadet üzerinde durarak, bunun imkansızlığını, iğneleyici, ve alaycı bir üslûpla ikna edici bir şekilde takdim eder.

Elmalılı'ya göre kıssalar o kadar güzel ve canlı hikmetleri, ibretleri ve öğütleri ihtiva etmektedir ki, her biri, ciltlerle ayrıntıları ilham edecek hikmet çekirdeği gibidirler. O, kıssaların basit birer hikâye gözüyle okuyup geçilmemesi, üzerinde iyice düşünülmesi, ibret ve ilham almak için okunulması gerektiğini belirtir.18

Yazır'ın eseri, günümüz Müslümanlarının, Kur'ân'ı anlamak için mutlaka okumaları gereken son derece kıymetli bir hazinedir. Ancak 1. ve nispeten 2. ciltlerindeki derin ve biraz da ağır ve felsefî tahlillere takılmamalı, ileriki ciltlerde oldukça rahatlatıcı, akıcı ve bilgilendirici sayfalarından geri kalınmamalıdır. Yazımızı, eserin giriş kısmındaki şu mânâlı cümlelerle bitirmek isterim:

"Şimdi insaf ile düşünelim. Bu şartlar altında Kur'ân'ı tercüme ettim veya ederim diyenler yalan söylemiş olmaz da ne olur? Doğrusu Kur'ân'ı doğru bir şekilde anlamak, incelemek isteyenlerin, onu usulüne uygun olarak Arapça yoluyla ve rivayet tefsirlerinden anlamaya çalışmaları zaruridir. Kur'ân'ın falan tercümesinde şöyle denmiştir diyerek ahkâm çıkarmamalı ve problem tartışmasına kalkışmamalıdır. Bunu imanlı kimseler yapmaz, kendini bilen insaf sahibi de yapmaz. Kur'ân'dan bahsetmek isteyenler, onu hiç olmazsa harekesiz olarak yüzünden doğru olarak okuyabilmelidir. Bununla beraber öyle kimseler görüyoruz ki, Kur'ân'ı harekesiz olarak şöyle dursun, harekesiyle bile doğru okuyamadığı hâlde, onun hükümlerinde ve mânâlarında içtihad etmeye kalkışıyor. Öylelerini görüyoruz ki, tefsirlere müfessirlerin yorumları karışmıştır diye onlara da önem vermek istemiyor, eline geçirdiği tercümeleri, okumakla Kur'ân'ı incelemiş olacağını iddia ediyor. Düşünmüyor ki, okuduğu tercümeye âlim müfessirlerin yorumu değilse, cahil mütercimin görüşü, yorumu, hatası ve noksanı karışmıştır. Bazılarını da duyuyoruz ki, Kur'ân tercümesi demekle yetinmiyor ve Türkçe Kur'ân demeye kadar ileri gidiyor. Türkçe Kur'ân mı var be hey şaşkın? Kur'ân Arapçadır. Düşünmeli ki, Kur'ân'ı tefsir etmek üzere Peygamber'in buyurduğu hadîslere bile Kur'ân denemez, denirse küfür olur…

Kur'ân'ın mânâları tam olarak anlaşılıp bitirilemez. Bir mânâsı meydana çıkınca, arkasından bir mânâ daha yüz gösterir. Nurunun açık parlaklığı içinde gizlilik ortaya çıkar. Mümine hitap ederken, kâfire bir korkutma fırlatır. Kâfiri korkuturken, mümine bir müjde nüktesini uzatır. Halka hitap ederken, ileri gelenleri düşündürür. Âlime söylerken, cahile dinletir. Cahile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken, yarını anlatır. En basit gözlemlerden, en yüksek gerçeklere götürür. Müminlere gaybı anlatırken, kâfirleri şimdiki zamandan usandırır. Ve bütün bunları, duruma, makama, yere, zamana ve konuya göre en uygun, en güzel kelimelerle anlatır."19

Dipnotlar
1.Paksüt, Fatma, Merhum Dayım Hamdi Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu, Ankara 1993, s. 2.
2.Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1974, 2/785.
3.Bkz: Bilmen, age, 2/785-786; Paksüt, age, s. 5.
4.Bkz: Bilmen, age, 2/785-786; Paksüt, age, s. 9-10.
5.Paksüt, age, s. 3.
6.Serinsu, Ahmet Nedim, Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın Fransızcayı Öğrenişi Hakkında Bir Hatıra, Diyanet İlmi Dergi, 1995, c.31, s.2.
7.Paksüt, age, s. 6.
8.Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, 1/10.
9.Bkz: Subaşı, Hüsrev, Elmalılı, Hamdi Efendi ve Hat Sanatımızdaki Yeri, s.318-330.
10.Elmalılı, age, 1/1.
11.Elmalılı, Sebilü'r-Reşâd, 25/115-117.
12.Gülen, İkindi Yağmurları, s.42.
13.Gülen, Fasıldan Fasıla 1, s.305.
14.Bkz: Ersöz, İsmet, Elmalılı Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri, Elmalılı Hamdi Yazır sempozyumu, Ankara 1993, s. 173-174; Paksüt, age, 13-14. Ayrıca bkz: Albayrak, İsmail, Klasik Modernizmde Kur'ân'a Yaklaşımlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2004, s.165-167.
15.Paksüt, age, s. 13-14.
16.Gülen, Kuranın Altın İkliminde, s. 305.
17.Gülen, Fasıldan Fasıla 4, s.82-83.
18.Özdemir, Şerife, Elmalılı Hamdi Yazır'ın Kıssaları Tahlili, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007 Sakarya, s.52-53.
19.Elmalılı, age, 1/8-9.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 9297

ulkucudunya@ulkucudunya.com