İstanbul'un Fethi.
01 Ocak 1970
XIV. yüzyıl başların¬da küçük bir beylik olarak Bizans sınır boylarında kurulan Osmanlı Devleti'nin İstanbul'a ilgisi kuruluş devrinin ilk yılla¬rında başladı. Orhan Bey ve I. Murad dö¬nemlerinde Osmanlı askerleri Bizans'ın payitahtı önünde göründülerse de bu ciddi bir saldın veya kuşatma değil daha ziyade karşılıklı ittifaklar dolayısıyla ger-çekleşmişti. İlk ciddi muhasara teşebbü¬sü Yıldırım Bayezid tarafından yapıldı. Bir süredir sıkı bir şekilde abluka aitına alın¬mış olan şehir 1395'te kuşatıldı; fakat bu sırada Haçlı kuvvetlerinin Balkanlar'a gir¬diği haber alınınca muhasara kaldırıldı. Niğbolu zaferinden sonra İstanbul'un zaptını kolaylaştırmak için Boğaz'da Ana¬dolu yakasında müstahkem bir kale yap¬tırıldı ve bu havale kalesi sayesinde şehir¬deki faaliyetler izlendi. Bayezid, âni ve sıkı bir kuşatma yerine abluka siyaseti takip ederek büyük ihtimalle Bizans'ı bunalt¬mak ve zayıf bir anını yakalamak istiyor¬du; bu yolu tercih etmesinde hiç şüphe¬siz doğuda ve batıda meydana gelmesi muhtemel birtakım olumsuz gelişmele¬rin etkisi önemli rol oynamıştı. Abluka dö¬neminde zaman zaman askerî faaliyete girişilmişse de çeşitli dış tehditler fethi engellemiş, 1400yılı baharında başlayan ve giderek şiddetlenen muhasara da Ti¬mur'un Anadolu'ya girmesi üzerine sona ermişti. 1402'deki bozgunun ardından baş gösteren karışıklık devresinde (Fet¬ret devri) Bizans İmparatoru Manuel Palaiologos dikkatli bir siyaset izleyerek Bi¬zans'ın bir süre daha dayanmasını sağla¬dı. II. Murad'ın 15 Haziran 1422'deki mu¬hasara teşebbüsü ise bir bakıma amcası Düzmece Mustafa Çelebi isyanıyla ilgi¬liydi. 1422 kışında Mustafa'yı yenerek bertaraf eden M. Murad İstanbul üzerine yürüdü ve şehri sıkı bir şekilde kuşattı. Bizans kaynaklarına göre kuşatma bü¬tün kara surları boyunca gerçekleşmişti. Ağustos ayındaki genel hücum şehirde büyük bir telâşa yol açmış; ancak bu ara¬da Murad'ın küçük kardeşi olup Karaman, Germiyan ve Candaroğullan tarafından desteklenen Mustafa'nın isyanı, Bursa'ya yürüyerek burayı kuşatması İstanbul muhasarasının sona erdirilmesiyle neti¬celenmişti.
II. Mehmed ikinci defa ve kati şekilde tahta cülus ettiğinde tek hedefi artık iyi¬ce gücünü kaybetmiş olan Bizans'ın baş¬şehri oldu. Daha şehzadeliğinde ve tahta ilk çıktığı yıllarda etrafındakilerin de tel¬kiniyle kuşatma için gerekli planlamaları yapmıştı; böyle bir fethi, devletin gelece¬ğinin teminatı ve kurmak istediği cihan¬şümul siyasetin dayanağı olarak görüyor¬du. Öte yandan jeopolitik olarak Rumeli ve Anadolu topraklarının ortasında irtiba¬tı daima engelleyen bir konumda bulun¬ması sebebiyle buranın zaptı öncelik ka¬zanmaktaydı. Coğrafî ve siyasî gereklilik yanında böyle bir fethin manevî bakımdan yankı uyandıracağı da hesaplanmış¬tı. İstanbul'un fetih müjdesini bildiren İs-lâmî gelenek, Konstantiniye'nin fâtihi ol¬ma sıfatı dolayısıyla bunu gerçekleştire¬cek sultana büyük bir manevî güç sağla¬yacaktı. Devletin imparatorluk sürecine girebilmesi de buna bağlıydı; zira düşü¬nülen iç reformları uygulayabilmek için böyle bir manevî sıfata büyük ihtiyaç du¬yulmaktaydı.
İstanbul'un kuşatma hazırlıkları olduk¬ça uzun sürdü. Öncelikle böyle bir hare¬kâtı kolaylaştıracak ve Boğaz'ı kontrol al¬tında tutacak olan bir hisar daha yapılma¬sı planlandı. 1452 Nisanında Rumeli ya¬kasında Boğaz'ın en dar yerinde yeni bir hisarın inşasına başlandı. Hatta bu inşaat sırasında Osmanlı askerleriyle yerli halk arasında çıkan bir olay savaş ilânının za¬hirî bir sebebi sayılacaktı. Boğaz'dan ge¬lip geçen gemilerin kontrol altına alın¬masını sağlayan hisarın yapımı Ağustos 1452'de tamamlandı ve hemen ardından bizzat II. Mehmed, 30.000 kişilik bir kuv¬vetle ansızın şehir surları önüne giderek incelemelerde bulundu. Üç gün süren bu keşiften sonra geri dönüldü. Bu faaliyet¬ler dolayısıyla Bizans İmparatoru Kons-tantinos Palaiologos şehrin ciddi bir teh¬dit altında bulunduğunu anlamış, Bo¬ğaz'dan geçmeye çalışan iki Venedik ge¬misinin tutulması ve diğerlerinin engel¬lenmesi de Avrupa'da II. Mehmed'in ni¬yetinin kesin biçimde anlaşılmasına yol açmıştı. Venedikliler Osmanlı limanların¬da ticaret yapmaktaydılar, ayrıca Bizans imparatoru da onlarla yaptığı ticarî an¬laşmaları yenilemişti. Fakat sayıca az da olsa bazı Venedikliler İstanbul'un Türkler'in eline geçmesinde ticarî menfaat görmekteydiler. Hatta Bizans'ın kendi ka¬derine terkedilmesi konusu ortaya atıl¬dığında Venedik Senatosu'ndaki oylama¬da yedi kabul oyu çıkmıştı; diğer yetmiş dört kişi şehrin müdafaasına yardım edil¬mesini istemişti. Ancak o sırada Venedik savaş hali içinde bulunduğundan yapabi¬leceği pek fazla bir şey yoktu; donanma¬sı kendi kolonilerini korumakla uğraşıyor¬du. Venedik'in çaresizliği Ceneviz için de geçerliydi; Galata'da kolonisi bulunan Cenevizliler'in de önemli problemleri vardı. Papa, 1452'de taç giymek için Roma'ya gelen İmparator III. Frederic'e baskı ya¬parak Osmanlı padişahına sert bir ültima¬tom gönderttiyse de Bizans'a yardım ko¬nusundaki çabalan netice vermedi. Aynı şekilde Bizans imparatoru dayardım ko¬nusunda olumlu bir cevap alamamıştı. Son bir gayretle papaya başvurarak Or¬todoks kilisesini Vatikan ile birleştirmeye hazır olduğunu bildirdi. Papanın 14S2 Mayısında küçük bir Napoli askerî birli-ğinin eşliğinde yola çıkan temsilcileri 6 Ekim'de İstanbul'a ulaştıklarında saray ve halk tarafından sevinçle karşılandılar. Fakat birleşme için kurulan komitelerde şiddetli tartışmalar cereyan etti; bu ara¬da Osmanlılar'ın kuşatma hazırlıkları bir an önce yardım teminini gerektirdiği için tartışmalar yatıştırıldı ve kiliselerin bir¬leştirildiği ilân edildi. Halk ve din adam¬larıyla bazı önde gelen askerler buna ses¬siz kalırlarken alınan kararı destekleyen kesimler de şehir tehlikeyi atlattıktan sonra bu konunun tekrar gözden geçiri¬lebileceği ümidini taşıyordu.
Bizans'ta bu gelişmeler olurken II. Meh¬med de kuşatma hazırlıklarını hızla sür¬dürmekteydi. Ancak bu hazırlıklar, mev¬cut maddî kaynakların sonuna kadar zor¬lanmış olmasından dolayı geniş çaplı bir sosyal huzursuzluğa yol açmıştı. Dış siya¬sette verilen tâvizler, içeride yeni vergiler devlet adamlarını endişelendirdiği gibi halkı da etkiliyordu. Bir bakıma bütün her şey masrafları karşılayacağı ümit edilen fethe bağlanmıştı. II. Mehmed'in tahta çıktıktan sonra yerinde bıraktığı, fakat vaktiyle tahttan indirilmesinde oynadığı rolden ötürü iyi hisler beslemediği Vezî-riâzam Çandarlı Halil Paşa ise yeniçerilere dayanan iktidarının verdiği güçle Bizans'a karşı dostluk siyaseti izlenmesi gerekti¬ğini savunuyordu. Onun en büyük endi¬şesi Avrupa'da oluşması muhtemel olan yeni ittifaklardı. Zira II. Murad dönemin¬de bu ittifaklar karşısında yaşanan zor anlara yakından şahit olmuştu. Çandar-Iı'nın bu tavrına rağmen II. Mehmed onu görevde tutarak diplomasideki mahare¬tinden faydalanmak, Balkanlar'daki yeni tehdit ve oluşumları onun vasıtasıyla en¬gellemek istiyordu. Gerçekten de Çandarlı Halil Paşa bu dikkat çekici diploma¬tik misyonu başarıyla yerine getirdi. İs¬tanbul'un kuşatma hazırlıklarının askeri cephesini II. Mehmed ve yakın adamları olan Şehâbeddin, Sarıca ve Zağanos Meh¬med paşalar ekibi yürütmekteydi.
İstanbul surları bazı yerlerde çifte du¬varla çevrili olmakla birlikte devrin şart¬larına uygun bir şekilde modernleştiril-memişti. Azametli görünüşüyle kuşat¬maya gelenler üzerinde yıldırıcı bir etki bırakan ve uzunluğu 22 kilometreye yak¬laşan bu surlar, gerek çok uzun olması gerekse Bizans'ın içinde bulunduğu mad¬dî sıkıntılar yüzünden uzun zamandır iyi bir onarım görmemişti. Fakat yine de aşılması zor bir engel durumundaydı. Haliç kıyısındaki surlar 5,S km. uzunluğun¬da olup Ayvansaray'dan Sarayburnu böl¬gesine kadar geliyor ve buradan Marma¬ra kıyısını takip ederek Yedikule'ye (8 km.) uzanıyordu. Bu bölümde surlar tek sıra halindeydi, bazı yerlerde dik olarak doğ¬rudan denize iniyordu. Kara surları bo¬yunca içleri deniz suyu ile dolu hendekler vardı. Haliç girişi ise zincirle kapatılabili-yor, içeride Bizans ve İtalyan gemileri ba¬rınıyordu.
II. Mehmed'in bizzat planladığı kuşat¬ma yeni bir teknik anlayış çerçevesinde gerçekleşti. Onun kuşatma taktikleriyle ilgili kitaplar okuduğu ve planlar üzerinde çalıştığı rivayet edilir. Sur boyunun uzun olması, kalabalıkbir orduyla yapılacak muhasarada müdafiler bakımından bir dezavantajdı; fakat surların kalınlığı ve yüksekliği daha kolay savunma imkânı ve¬rebilmekteydi. Yine de sayıca fazla olma¬yan Bizans askerlerine çok iş düşecekti. II. Mehmed'in bu durumu tahmin ettiği ve planlarını da ona göre yaptığı anlaşıl¬maktadır. Muhtemelen daha önceki tec¬rübelerin ışığı altında uzun sürecek bir abluka hareketinin faydalı olmayacağı ve Avrupa'dan gelebilecek askerî ve maddî yardımlara gereken zamanı kazandıraca¬ğı hesaplanmış, bir an Önce şehrin ele geçirilmesi hedeflenmişti. Öte yandan kılıç gücüyle alınan bir şehrin statüsünün İslâ-mî geleneğe göre farklı olduğu ve padişa¬ha tam tasarruf hakkı doğduğu da dü¬şünülmüştü. Nitekim muhtelif kaynak¬larda İstanbul'un fethinin gaza geleneği¬nin bir tezahürü olduğu, buranın mem¬leketin ortasında oluşu yüzünden devle¬tin istikbali için mutlaka alınmasının ge¬rektiği fikrinde olan II. Mehmed'in kılıç yoluyla kazanılan başarının bütün İslâm dünyası ve tebaası nazarında kendisine daha fazla şan ve şöhret kazandıracağını hesaba kattığı ima edilmektedir.
Devrin kaynaklarında kuşatmaya katı¬lan Osmanlı kuvvetlerinin görülmemiş de¬recede kalabalık olduğu yazılıdır. Bu ka¬bil ifadeler bazı Osmanlı kaynaklarında da yer alır. Rakamlar 100.000-300.000 ara¬sında değişmektedir. Fakat kuşatmaya katılan asker sayısının 100.000 civarında veya bundan biraz daha fazla olduğu söy¬lenebilir. Bunun dörtte birini yeniçeri ve kapıkulları teşkil etmekteydi. Osmanlı ordusunda bilhassa toprak altında tünel kazan (lağımcı) grup arasında 300 kadar Sırp madencinin bulunduğu, ayrıca Al¬man, Bohemyalı, Macar ustaların görev yaptığı belirtilir. Silâh ve teçhizat yönün¬den çok kuvvetli olan orduda asıl gücü
Anadolu ve Rumeli tımarlı askerleri teş¬kil etmekteydi. Muharebelerde en etkili rolü, piyade askerleri olan kapıkulu ve özellikle ön saflarda çarpışan azebler oy¬namışlardır. Orduda ayrıca çeşitli yöreler¬den gelmiş gönüllüler ve başı bozukların yanında içlerinde devrin büyük mutasav¬vıflarının da bulunduğu tekke şeyhleriyle dervişler de vardı ve bunlar askere ma¬nevî açıdan cesaret veriyorlardı. Padişah üzerinde büyük bir mânevi nüfuza sahip Akşemseddin, Molla Gürânî, Molla Hüs-rev gibi tanınmış âlimler hem onu hem de kumandanları manevî bakımdan des-tekliyorlardı. Özellikle Akşemseddin'in muhalif kesimlere karşı dinî açıdan böyle bir fethin gerekliliğini savunduğu ve bu yolda II. Mehmed ve yanındakileri kuvvet¬le desteklediği, bu sebeple de sonradan fethin manevî mimarlarından biri olarak anıldığı bilinmektedir.
Çağdaş Bizans ve Latin kaynakları şe¬hirde askerî güç olarak 5000 dolayında bir kuvvet bulunduğunu, müdafaaya katılan bazı yardımcı birliklerle bu sayının 6 -9000 dolaylarına çıktığını yazar. Ayrıca sivil halk da savunma sırasında surların tamirinde, teçhizat ve malzeme temininde önemli rol oynamıştı. Nitekim Dolfin, şehirde çok sayıda Rum'un bulunmasına rağmen kı¬lıç kullanabilenlerin az olduğunu, bunla¬rın da silâh kullanmada usta olmadıkla¬rını, fakat surlar üzerinde ellerinden ge¬leni yaptıklarını belirterek sivil şehir hal¬kının savunmada etkili rol oynadığını ima eder. [1][24] Müdafiler, askerî güçleri az olmakla beraber sa¬vunma üstünlüğü sebebiyle kalabalık Os-manlı ordusuna bir süre karşı koyabilecek durumdaydılar. Şüphesiz dışarıdan yar¬dım almaksızın uzun müddet dayanabil-meleri imkânsızdı. Bu sırada şehirde 30.000 dolayında sivil nüfusun bulundu¬ğu tahmin edilmektedir. Savunmaya Ve¬nedikliler, Cenevizliler ve diğer bazı ya¬bancı güçler de katılmıştır. Bizans kuv¬vetleri bizzat imparator tarafından seçi¬len savunma mevzilerine yerleşmişlerdi. İmparator, en iyi birliklerini yanına alarak Tbpkapi ve Edirnekapı arasında karargâh kurdu, Ocak 1453'te yanındaki 400'ü Ce¬nevizli 700 adamıyla gönüllü olarak Bi-zans'a yardıma gelen ve şehir savunma¬larında ün yapmış olan Cenevizli savaşçı Giustiniani sağ cenahında mevzilenmiş-ti. Daha sonra onun kumanda ettiği Ce¬nevizliler imparatoru takviye için merke¬ze kaydırıldı. Venedik balyosu Minotta ve yardımcıları Tekfur Sarayı savunmasıyla görevlendirilmişlerdi. Bu kesimde daha önce mevcut olup dolmuş olan hendek de savunma tedbirleri alınırken yeniden ka¬zılmıştı. Şehrin belli başlı kapılarından dördünün muhafazası Venedik ve Cenevizliler'in talebi üzerine dört Venedikli kumandana verildi. Eğrikapı ile (Kaligaria) Haliç'teki Xyloporta arasını yaşlı kuman¬dan Teodor Carİstino koruyacaktı. Sakızlı piskopos Leonardo ve Langosco kardeş¬ler ise bu bölgedeki hendeğin arkasında mevzilenmişlerdi. İmparatorun sol tara¬fında Ceneviz birliklerine kumanda eden Cattaneo ile Silivrikapı bölgesinin korun¬masıyla görevli Theophilos Palaeologos yer alıyordu. Marmara sahillerinden Yaldizlıkapı'ya (AItmkapı) kadar olan bölümü Venedikli Filippo Contarini korumaktay¬dı. Cenevizli Manuel de Yaldızlıkapı'yı mu¬hafaza ile görevlendirilmişti. Onun solun¬da deniz yönünde Demetrios Kantakuze-nos bulunuyordu. 2 Nisan günü Venedikli Bartolomeo Soligo Halic'e zincir gererek girişi kapattı. Sarayburnu'na gelmeden bugünkü Sirkeci civarında Saint Eugenius Kulesi'yle Tophane'de Mumhâne burnu¬nun bulunduğu Galata surları arasına çe¬kilen zincir hattının gerisinde Bizans ve İtalyan gemileri sıralanmıştı.
Marmara sahillerinde surlar daha az askerle korunuyordu. Langa Limanı, Bi¬zans'ta yaşayan Şehzade Orhan ve yanın¬daki ücretli küçük Türk birliği tarafından savunulmaktaydı. Hipodrom'un altındaki kıyı şeridinde Katalanlar mevzilenmişti. Papanın temsilcisi olarak Bizans'ta bulu¬nan ve dinî birleşme görüşmelerine katı¬lan Kardinal İsidore 200 kişiyle Saraybur¬nu'na [2][25] yerleşmiş. Haliç kı¬yılarında Ayvansaray Fener hattından Sarayburnu'na kadar Gabriel Trevisano, Ha¬liç Limanı sahilleri [3][26] Grandük Lukas Notharas kuvvet¬lerince koruma altına alınmış, kaptan Al-visio Diedo donanma kumandanlığını üstlenmişti. Ayrıca şehir içindeki bazı stra¬tejik bölgelere ihtiyat kuvvetleri yerleş¬tirilmişti. Müdafilerin yeterli sayıda ok, mancınık ve mızrakları yanında birkaç toplan da vardı. Zorzi Dolfin, müdafilerin sayıca az olmakla birlikte etkili savunma araçlarının olduğunu, yeteri kadar topun da bulunduğunu belirtirken Kritovulos belde halkının çok kuvvetli olmadığını, hatta şehrin kurtarıcısı olarak görülen de¬niz cephesinden de nefesinin kesildiğini, İtalya'dan gelmesi beklenen yardımın ge¬ciktiğini yazar. Gerçekten de deniz tara¬fının pek başarılı olmasa da Osmanlı do-nanmasınca çevrilmiş olması, kuşatma¬nın kaderinde etkili rol oynamıştır.
Osmanlı ordularının öncüleri 2 Nisan'da surlar önünde göründü ve bunlarla Bizanslılar arasında küçük çaplı bir savaş meydana geldi. Ancak bunları büyük bir Osmanlı ordusunun takip etmekte oldu¬ğunu gören Bizans askerleri derhal geri çekilerek şehrin kapılarını kapattılar, hen¬dekler üzerindeki köprüleri yıktılar ve sa¬vunma hazırlıklarına son şekli verdiler. Ay¬nı gün surların önüne gelen II. Mehmed, 5 Nisan'da Lycos (Bayrampaşa) vadisinin sol tarafındaki tepenin (Maltepe) üzerin¬de otağını kurdu, daha sonra birliklerini biraz daha Öne alarak cephe oluşturdu. Ayrıca Marmara sahillerinden Halic'e ka¬dar uzanan sahil surlarını da deniz yönün¬den teftiş ettirdi, askerî birliklerini önceden hazırladığı plana göre yerleştirdi. Za¬ğanos Mehmed Paşa, Beyoğlu ile Kasım¬paşa sırtlarına yerleşen ordunun bir bö¬lümüyle Ceneviz kolonisi durumunda bu¬lunan Galata'dan Kâğıthane'ye kadarki kuzey kıyılarını ve kara surlarının baş¬ladığı güney sahillerini baskı altında tut¬makla görevliydi. Hasköy ile karadaki sur¬lar arasında bir de köprü kurulması ka¬rarlaştırılmıştı. Rumeli Beylerbeyi Kara¬ca Paşa sol tarafta, Haliç'ten itibaren Tek¬fur Sarayı'nın bulunduğu bölgeyi ve Eğ-rikapfya kadarki kara surlarını kuşatmak¬la görevlendirildi. Bu cephede büyük top¬lar da bulunuyordu ve bunların hedefi, saray KesimindeKi teK sıra duvar ve burç¬ların Theodosian surlarıyla birleştiği yeri vurmaktı. Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa ile Mahmud Paşa, Topkapı'dan Yaldızlı-kapı'ya ve Marmara sahilindeki Mermer-kule'ye kadar uzanan kısma yerleşmişti. Merkezde Edirnekapı-Topkapı hattında bizzat padişah ve veziriazam bulunuyor¬du. Burası surların en zayıf olarak düşünüldüğü kesimdi ve ordunun en seçkin askerleri bu cephede mevzilenmiş. ağır toplar ve büyük top bu surların karşısına konulmuştu. Baltaoğlu Süleyman Bey idaresindeki Osmanlı donanması Marma¬ra kıyıları boyunca dolaşıyor ve herhangi bir yabancı geminin geçmesine engel olu¬yordu. Bir başka hedef de Haliç ağzına gerilen zinciri zorlamak ve buraya gire¬bilmekti. Zağanos Mehmed Paşa'nın ka¬labalık askerlerinin bulunduğu mevki he¬saba katılırsa başlangıçta II. Mehmed'İn zayıf ve savunması güç olan Haliç surla¬rını baskı altında tutmak, buradan şehre girmek düşüncesinde olduğu anlaşılır. Hatta herhangi bir başarısızlık karşısın¬da muhtemelen donanmayı karadan Ha¬lic'e indirme planlan ve hazırlıklar da ön¬ceden yapılmıştır.
Surların önündeki Osmanlı birliklerinin en etkili silâhı topları olmuştur. Top ate¬şinin etkili şekilde kullanıldığı bu kuşat¬ma sırasında devrin kaynaklarına göre bataryalar dikkatle yerleştirilmiş, muha¬sara boyunca ihtiyaç duyuldukça sık sık yerleri değiştirilmiştir. Kritovulos'a göre Osmanlı toplan Edirnekapı, Tekfur Sarayı, Bayrampaşa deresi-Topkapı ve Eğrikapı arasındaki surlar Önünde üç tabya halin¬de yerleştirilmişti. Bazı Bizanslı ve İtalyan müellifler de topçu gücünü her birinde dört büyüktopun bulunduğu on dört ba¬tarya bazılarına göredokuz batarya ola¬rak belirtir. Muhasara hazırlık faaliyetle¬rinin tamamlandığı 6 Nisan'da II. Meh¬med İslâmî geleneklere uygun şekilde imparatordan şehrin teslimini istediyse de bu teklif kabul edilmedi. Aslında bunun bir formaliteden ibaret olduğu her iki ta¬rafça da biliniyordu. Bazı araştırmacılar 6 Nisan'da, bazıları ise 12 Nisan'da büyük topun ateşlenmesiyle fiilî mücadelenin başladığını yazar.
Top atışlarıyla dövülen sur duvarların¬da yer yer gedikler açıldıysa da bunlar müdafi ler tarafın dan derhal tamir edil¬di. Bu arada Baltaoğlu Süleyman Bey ida¬resindeki Osmanlı donanması Halic'e doğ¬ru hareket etmişti. Müdafaaya şahit olan Venedikli Barbaro'ya göre 11 Nisan'da Türk topları zayıf sayılan surların önüne çekilmiş ve üört ayrı mevkiye yerleştiril¬mişti. Kadırga, kalyon ve küçük tekne¬lerden müteşekkil 145 parçalık Türk donanması 12 Nisan'da Beşiktaş-Kabataş Önlerinde toplanmış bulunuyordu. Mü¬kemmel şekilde teçhiz edilmiş olanlar on iki kadırga ile yetmiş seksen kalyondu. 12-18 Nisan arasında top ateşi dışında herhangi bir ciddi hücum gerçekleştiril-medi. 18 Nisan'da toplarla tahrip edilen Bayrampaşa deresi yönünde dış surlara yönelik olarak girişilen ilk hücum Guis-tiniani'nin etkili savunmasıyla sonuçsuz kaldı. Barbaro bu ilk hücumda Türk kayıplarını 200 olarak gösterir. 20 Nisan'da ise İstanbul'a iaşe ve yardım getiren üç Ceneviz gemisi, Çanakkale Boğazı giri¬şinde yanlarına katılan bir Bizans nakliye gemisiyle birlikte İstanbul önlerinde gö¬züktü. Osmanlı donanması bunları dur¬durmak üzere harekete geçti ve Yenika-pı önlerinde karşıladı. Şiddetli lodos kürekli Osmanlı gemilerinin manevra yap¬masını önlüyordu. Yüksek bordolu Cene¬viz gemileri kolaylıkla kuşatmayı yarıp Ha¬lic'e girmeyi başardı. Bu başarısızlık ku¬şatmayı sürdüren ordunun da manevi¬yatını kırdı. Denizdeki mücadeleyi dam¬lara çıkmış Bizans halkının ve Zeytinburnu kıyılarından bizzat II. Mehmed'İn de seyrettiği rivayet edilir. Bu başarısızlık sa¬dece asker üzerinde değil ulemâ ve ku¬mandanlar arasında da huzursuzluğa yol açmıştı. Nitekim Akşemseddin, gönder¬diği bir mektubunda padişahı açık bir şekilde "hükmünü yürütmekten âciz" ol¬makla suçlayarak derhal gereken tedbir¬lerin alınmasını istemişti. İlk hücumun ve ardından denizdeki başarısızlığının verdi¬ği hislerle Bizans'ın barış teklifi yeniden müzakere edildi, kuşatmanın kaldırılma¬sına taraftar olanların başında yer alan Vezîriâzam Çandarlı Halil Paşa teklifin kabul edilmesini desteklerken Akşemsed¬din, Zağanos Mehmed Paşa, Molla Gürânî gibi önde gelen ulemâ ve askerler bu¬na şiddetle karşı çıkarak muhasaranın sürdürülmesi gerektiğini savundular. Akşemseddin'in mektubunun bu hararetli tartışmalar sırasında yazıldığı kabul edi¬lecek olursa bu durumda II. Mehmed'İn tereddüt içinde bulunduğu, ancak gerek Akşemseddin'in ikazları gerekse yakını olan paşaların ısrarları sonucu kuşatmayı sürdürme kararı aldığı söylenebilir.
Bu karardan sonra başarısızlığın izlerini silecek ve askerin maneviyatını yeniden takviye edecek tedbirler alınmaya çalışıl¬dı. Kara surlarının uzun süre dayanacağı hesaplandığından daha zayıf olan Haliç surlarını baskı artma almak için muhte¬melen önceden düşünülmüş ve hatta ha¬zırlıkları da önemli ölçüde tamamlamış olan, donanmaya ait bir kısım gemilerin karadan çekilerek Halic'e indirilmesi pla¬nı devreye girdi. Gemileri karadan çeke¬rek denize indirme işinin birden olmadı¬ğı, bunun için önceden uzun süren hazır¬lıkların yapıldığı, hatta gerek insan gücü gerekse makineler [4][27] vasıtasıyla kızaklar üzerinden çe¬kilen gemilerin birkaç gün süren bu iş¬lemler sonrasında Kasımpaşa sırtlarında birbiri peşi sıra dizildiği ve gece ansızın
Halic'e indirildiği sanılmaktadır. Zira ge¬milerin bir gecede bu kadar yolu katede-rek çekilmesi ve Halic'e indirilmesi pek mümkün görünmemektedir. Bir başka tartışma noktası, sayıları altmış yetmiş olarak verilen bu gemilerin hangi güzer¬gâhtan çekildiği konusudur. Bazı araştır¬macılar. Tophane Limanı'ndan Humbaracıbaşı Yokuşu'nu takip ederek Aşmalı Mescid'den Tepebaşi yoluyla Kasımpa¬şa'ya indirildiğini belirtirken bazıları, 2-3 kilometrelik bu arazinin inişli çıkışlı olu¬şunu hesaba katarak o sıralarda denizin içeri doğru girdiği bir koy durumunda bu¬lunan Dolmabahçe'den veya Beşiktaş'tan itibaren daha düz, inişi ve yokuşu az olan Harbiye yoluyla Kasımpaşa'ya veya daha geride Eyüp tarafının karşısına indirildi¬ği üzerinde dururlar. Ayrıca bu sonuncu hat Zağanos Mehmed Paşa'nın kuvvetle¬rinin gerisinde kaldığından yapılan iş¬lemlerden Galata Cenevizlileri'nin ve Bi¬zans'ın haberi olmadığı, ilk hat kullanıl-dıysa bundan Galata'daki koloninin ha¬berdar olmamasının düşünülemeyeceği de ifade edilmektedir. Muasır ve muah¬har Osmanlı kaynaklarında ortak olan hu¬sus, gemilerin "Galata üstünden. Galata ardından, Galata Kal'ası'nın üst yanından. Galata ensesinden" çekilerek Kasımpa¬şa'ya veya Eyüp tarafının karşısına indi¬rilmiş olmasıdır.
21 Nisan'ı 22 Nisan'a bağlayan gece muhtemelen önceden çekilerek sıra sıra hazırlanan gemiler birbiri peşi sıra Halic'e indirildi. İrili ufaklı altmış yetmiş kadar geminin Haliç'te ansızın görülmesi önceki başarısızlıkları örttüğü gibi askerin ma¬neviyatı üzerinde de etkili oldu, buna kar¬şılık Bizans'ta büyük bir şaşkınlık ve ha¬yal kırıklığına yol açtı. Şehrin müdafaası¬na katılan tarihçiler bu hadiseden duyu¬lan şaşkınlığı açık bir dille belirtirler. Barbaro'ya göre gemiler Halic'e inince özel¬likle burada bulunan İtalyan gemiciler büyük bir korkuya kapılmışlar, buradaki donanma ile Marmara'da Haliç ağzındaki donanmanın birlikte hareket ederek ken¬di gemilerini yakacağından endişe etme¬ye başlamışlardı. Bu sebeple Haliç'teki Osmanlı donanmasını yakma teşebbü¬sünde buiunulduysa da bundan bir sonuç alınamadı. Ayrıca Zağanos Mehmed Pa-şa'nın Kasımpaşa ve Okmeydanı sırtların-daki topçuları, Bizans ve İtalyan gemile¬rinin Osmanlı gemilerine saldırısını önle¬yici atışlar yapıyordu. Hatta Bizans filo¬sundan iki gemi top ateşiyle batırılmıştı. Haliç'teki donanma kuşatmanın gidişin¬de çok etkili bir rol oynayamadı; bununla beraber surlara yakın yerde kurulan ve karşıdan karşıya geçişi temin eden, dola¬yısıyla Halic'in kuzey sırtlanndaki Osmanlı ordusuyla kara surlarını muhasara eden kuvvetler arasındaki irtibatı sağlayan köprünün korunması işini üstlenmiş, ay¬rıca karşı tarafa geçişlerde gemilerden çok istifade edilmişti.
Kara surları cephesinde ise Bayrampa¬şa deresi üzerindeki surlara 6 Mayis'ta yapılan umumi hücumla muhasara yeni¬den şiddetlenmişti. 12 Mayıs'ta Tekfur Sarayı ile Edirnekapı arasına hücum edil¬di. Edİrnekapı -Eğrikapı surları yoğun top atışlarıyla İyice çökertildi, buraya yapılan hücum pek şiddetli olduysa da bir netice alınamadı. 16 Mayıs'ta yer altından bü¬yük bir tünel kazıldı, surların altından ge¬çirilerek şehir içine kadar uzatıldı; fakat Bizanslılar'ca keşfedilen bu tünel karşı ta¬raftan kazılan bir başka tünel vasıtasıyla çökertildi. 18 Mayıs'ta İse büyük ebatlar¬da inşa edilen yürüyen kule ile surlara ya¬pılan hücum da başarısızlıkla sonuçlan¬dı, kule yakılarak imha edildi. Ancak Bar-baro'ya göre kuleyle ordugâh arasında üzeri derilerle kaplı bir yol yapılmış ve Os¬manlı askerleri hiçbir kayıp vermeksizin surların önüne kadar rahat bir şekilde ilerleyebilmişlerdi. İçeride bulunan asker¬ler de sur önündeki hendeği doldurarak yığdıkları toprağı surlar boyunca yükselt¬mişler ve bu da şehrin düşüşünde rol oy-namıştı. [5][28] Ayrıca Haliç'te dubalar üzerindeki köprü icap ettiği takdirde çe¬kilerek sur kapılarına doğru bir yol oluş-turacak şekilde yapılmıştı.
Daha sonraki günlerde top atışları bü¬tün şiddetiyle sürdürüldü. Özellikle şehir içine düşen gülleler ve çıkan ses şehirdeki korku ve panik havasını arttırıyordu. Bir¬biri ardınca kazılan tüneller ise müdafiler tarafından bulunup çökertiliyordu. Fakat gerek halk gerekse askerler dayanma sı¬nırlarının sonuna gelmişlerdi, yedi haf¬tadır süren kuşatma ümitleri yok ediyor, yardım beklentisini giderek zayıflatıyor¬du. 23 Mayıs'ta II. Mehmed, İsfendiyar oğlu İsmail Bey'i Bizans'a elçi olarak gön¬derip şehrin teslim edilmesini, halkın ca¬nına ve malına dokunulmayacağını, im-paratora da Mora despotluğunun verile¬ceğini, İsteyenlerin arzu ettikleri yere git¬melerine müsaade edileceğini bildirmiş-se de teklif kabul görmedi; yalnız kuşat¬ma kaldırılırsa eskisi gibi tâbiiyetin kabul edilebileceği ve haraç verilebileceği ce¬vabı alındı.
Bundan sonraki iki üç gün boyunca son bir genel hücum için büyük hazırlıklar ya¬pıldı. Son saldırıyı gerçekleştirmek üze¬re gerekli planlar tamamlandı. Zağanos Mehmed Paşa Haliç surlarına yüklenecek, Karaca Paşa sağ yanında merkez cephe¬den Haliç surlarına kadar olan bölgeye, İshak ve Mahmud paşalar merkezden Mar¬mara sahillerine uzanan kesime, padişa¬hın bulunduğu merkez kuvvetleri Bay¬rampaşa deresi üzerindeki surlara saldı¬racaktı ve bu son hücumun ağırlık mer¬kezi de Topkapı ile Edirnekapı arası ola¬caktı. Bu hazırlıklar Bizans'tan haber alı¬nınca Guistiniani, Notaras emrindeki top¬ların Osmanlı merkez kuvvetlerinin bu¬lunduğu kesime kaydırılmasını üstlendi. Fakat Notaras saldırıyı Haliç surlarına beklediğinden buna karşı çıktı; imparatorun emriyle toplar Guistiniani'nin iste¬diği yere gönderildi. Bu arada şehir içinde maneviyat bozukluğu had safhaya var¬makla birlikte aradaki türlü çekişmelere son verilerek toplu bir savunma için ça¬lışmaya başlanmıştı. Rum, İtalyan, Orto¬doks ve Katolik ahali bir arada dinî tören¬ler icra ederek beraberliklerini gösteriyor. Ayasofya'da toplananlar ve Özellikle din adamları Vatikan'la birleşme sağlan¬mış gibi bir görüntü içerisinde yanyana dinî törenlere katılıyordu. İmparator ise düzenlediği toplantılarla son hazırlıkları ve müdafaa planını belirlemiş, bunun ar¬dından kumandanlara dış surlardaki yer¬lerini almalarını emretmiş ve iç surların kapılarını bunların arkasından kapattır-mıştı. 28 Mayıs'ı 29 Mayıs'a bağlayan ge¬ce şenlikler yapan ve etrafı mum donan¬masıyla aydınlatan Osmanlı ordusu, gece yarısına doğru surların etrafını gündüz gibi aydınlatan ve Bizans halkına dehşet veren bu ışıkları birden bire söndürerek son "hazırlıklarını tamamladı.
Bizans'ın düşüşü İle neticelenen son saldırı 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı gerçekleşti. Bu hücum bir yerden değil bütün cephelerden birden başlatılmıştı. Donanma Samatya'ya kadar olan Marma¬ra surlarını abluka altına alıp yer yer azeb askerlerini karaya çıkartarak hücuma kal¬dırırken Edirnekapı ile Topkapı arasındaki kesimde Bayrampaşa vadisi boyunca yı¬kılmış ve yer yer tamire çalışılmış surla¬ra büyük bir kuvvetle saldırıldı. Birbiri ardınca yapılan üç hücuma Barbaro'ya göre kalabalık birlikler katılmış, top ateşi orta¬lığı duman içinde bırakarak mücadeleyi daha zor hale getirmişti. Gün doğmadan bir saat evvel büyük top harekete geçiri¬lerek, tamir edilmeye çalışılmış olan yıkık surlara ateşe başlamış ve bazı sur duvar¬larını yerle bir ederek hücumu kolaylaştırmıştır. Nitekim bunun ardından 300 Türk askeri ikinci surları aşarak içeri gir¬miş, burada cereyan eden savaşta arka¬dan zamanında destek sağlanmadığı için bunlar geri püskürtülmüşlerdi. Fakat he¬men ardından büyük bir kuvvet içeri gi¬rerek ikinci surları aşmıştı. Barbaro bun¬ların 70.000 kişi olduğunu yazar [6][29] fakat bu rakamın abartıldığı açıktır. Bu şiddetli savaş sırasında Guis-tiniani yaralandı ve hemen kendi gemi¬sine taşındı; Bizans halkı arasında şehrin düştüğü ve askerlerin içeri girdiği şayiası yayıldı. Halk panik halinde gemilere bine¬bilmek için Haliç Limanı'na inmeye başla¬dı. Topkapı gediğine saldıran kuvvetlerle Edirnekapı ile Canbazhânekapı (Kerkoporta) arasındaki yıkıntılara saldıran kuvvet¬ler iki sur arasında bir süre çarpıştıktan sonra birleşerek Edirnekapı'daki müda¬fileri çevirmişler, aynı anda üç noktada onları dağıtarak şehre girmeyi başarmış¬lardır.
Guistiniani'den boşalan yeri doldurmak için gelen ve bizzat çarpışmaya katılan İmparator Kostantinos aldığı yaraların te¬siriyle burada hayatını kaybetmiştir. İm¬paratorun yakın adamlarından olup mu¬hasarayı anlatan Francis, Hasan adlı bir yeniçerinin surun bu yıkık bölgesinde ce¬saretle tepeye çıktığını, Bizans askerlerini kaçırdığını, yanına otuz kadar yeniçerinin ulaştığını, ardından birçoklarının surların üstüne çıktığını, buradaki savaş sırasında Hasan'ın bir taş isabetiyle yıkılıp vücudu¬na pek çok okun isabet ettiğini ve orada hayatını kaybettiğini, bununla beraber surlara çıkanların müdafaa hattını yardık¬larını, adamlarıyla birlikte çarpışan İmparatorun ise aldığı yaraların tesiriyle Öl¬düğünü, Türkler'in Agios Romanos Kapısı (Topkapı) civarından içeri girdiklerini ya¬zar. [7][30] Aynı şekilde Barbaro da güneş doğarken Türkler'in San Romano Kapısfndan şehre girdiklerini, bu arada gün doğmadan bir saat evvel Türk donanmasının zincirin önüne geldiğini, Haliç'te bulunan Zağanos Meh-med Paşa kumandasındaki donanmanın Fener'e asker çıkardığını ve bunların şeh¬re Türk bayrakları çekildikten sonra sü¬ratle içeri girdiklerini İfade eder. [8][31] Barbaro imparatorun ölüp ölmediği hak¬kında bir bilgi alınamadığını, ancak Türk¬ler'in San Romano Kapısı'ndan içeri gir¬dikleri sırada kendisini boğarak intihar etmiş olduğu yolunda haberler geldiğini yazar. [9][32] Kritovulos da buna benzer bir ifadeye yer vermiştir.
Muhasara sırasında İstanbul'da bulun¬mayan Dukas, elli kişilik bir grubun Bi¬zans askerlerince "açık unutulan" bir ka¬pıdan içeri dalıp surlara çıktığını ve mü¬dafileri kaçırdığını, bu arada yalnız kalan imparatorun aldığı bir darbe ile yaralanıp düştüğünü, bu yoldan giren Türk asker¬lerinin sadece üç kayıp verdiklerini belir¬tir. [10][33] Ona göre müdafilerin kayıpları 2000 kadardır. Mu¬hasarada bulunan Sakızlı Leonardo'dan ve diğer bazı eserlerden yararlanarak İs¬tanbul'un fethi konusunu ele alan çağ¬daş Venedikli müelliflerden Zorzi Dolfın, Topkapı karşısına taşınmış olan büyük to¬pun buradaki kuleyi yerle bir edip yıkıntı¬larının önündeki hendeği doldurduğunu ve buradan içeri girildiğini, bu civarda bu¬lunan imparatorun o karışıklıkta ezilerek hayatını kaybetmiş olduğunu, 800 kadar Rum ve Latin'in de birbiri üstüne yığıla¬rak öldüğünü yazar. [11][34] Bir Romen kaynağında ise surlara ilk çıkanların uzun boylu, korkunç görünüşlü beş Türk olduğu, ayrıca dev cüsseli çok cesur bir asker olan Mustafa Bey'in emrindeki Anadolu askerleriyle içe¬ri girdiği ve bu beyin imparatorla savaştı¬ğı şeklinde efsanevî bir rivayete yer veri-lir. [12][35] Bura¬da imparatorun Yaldızlıkapı tarafına çe¬kilip orada rastladığı Türk askerlerince öldürüldüğünün belirtilmesi, Osmanlı-lar'ın Topkapı gediğinden şehre girişleri sırasında imparatorun Yedikule'ye doğru çekildiğini belirten Kemalpaşazâde'nin verdiği bilgilere uygun düşmektedir. Ku¬şatmaya şahit olan Tursun Bey. yeniçeri¬lerin arasına kansan bir grup azebin şeh¬re girdikten sonra yeniçerilerden uzakta olmak için kimsenin bulunmadığı bir tarafa doğru yürüdüklerini, bu sırada gizli¬ce deniz tarafına ulaşmak isteyen impa¬ratora ve yanındakilere rast geldiklerini ve onun yaralı bir azebin üzerine yürümek isterken atının ayağının sürçmesi sonu¬cu devrilip atın altında kaldığını ve yaralı azeb tarafından kim olduğu bilinmeksizin öldürüldüğünü belirtirken [13][36] Kemalpaşazâde önce Top¬kapı gediğinden surların aşıldığını, Yedi-kule tarafına kaçan imparatoru bir aze¬bin kılıçla yaralayıp öldürdüğünü, ancak bu konuda pek çok rivayetin bulunduğu¬nu yazar. [14][37] Ayrıca Guistiniani'nin yaralan-masından sonra bu kesimde içeri giren askerlerin surlar arasında mücadele ettiklerini, Silivrikapı civarından Anadolu as¬kerlerinin, Edirnekapı civarından Rumeli askerinin surları aştıklarını ve gemilerle köprü kuran deniz askerlerinin de yine içeri girmeye başladıklarını söyler. [15][38] Bu arada surlara ilk çıkanlar hakkında herhangi bir bilgi vermeyen Osmanlı kaynakları içinde sadece Bİhiş-tî. şehre İlk girenin Rumeli beylerinden olan babası Süleyman Bey olduğunu ifa¬de eder. [16][39]
İlgili kaynaklardaki bilgileri eleştiren Selahattin Tansel, şehre ilk defa Haliç tarafındaki daha zayıf surlardan girilmiş olabileceği, bunu duyan imparatorun Türkler'in şehre girdikleri Halic'e doğru süratle hareket ettiği, bu sırada Zeyrek Yokuşu civarında azeblere rastlayarak ha¬yatını kaybettiği üzerinde durur ve bu ko¬nuda Kemalpaşazâde'yi delil olarak gös¬terirse de [17][40] gerek Tursun Bey'in gerekse Kemalpaşazâde'nin ifadeleri bu¬rada öne sürülen bilgilerle uyuşmaz. Yine çeşitli kaynakları değerlendirerek İstan¬bul'un fethini konu alan bir eser yazan Steven Runciman, imparatorun yalvar¬malarına rağmen yaralı haldeki Guistini¬ani'nin gemisine giderek savaş mevkiini terkettiğini, bu arada Türkler'in Kerko-porta'dan içeri girdikleri haberinin ulaş¬tığını, imparatorun hemen buraya koştu¬ğunu, fakat geç kaldığını, bu kargaşalıkta "açık bırakılan" kapıyı kapamanın müm¬kün olmadığını, içeri sel gibi akan Türk birliklerinin karşısında burayı müdafaa eden Bocchiardi'nin birliklerinin tutuna¬madığını, bunun üzerine çaresiz kalarak Bayrampaşa vadisindeki siperlere doğru uzaklaştığını, yanında bulunan yeğeni Theophilos Palaeologos ve yakın arkada¬şı loannesDalmata ile birlikte, Guistini¬ani'nin geçtiği küçük kapı civarında yeni¬çerilerle mücadele ettiğini savaşanların arasına katıldığını ve kendisinden bir da¬ha haber alınamadığını belirtir. [18][41]
Şehrin kılıç gücüyle fethedilmesi İslâ-mî teamüle göre yağmaya açık hale gel¬mesi demekti ve askerlerin üç gün yağ-ma hakkı bulunuyordu. Şehrin içlerine doğru hemen hemen her taraftan akan Osmanlı askerleri birçok esir alarak Ak¬saray'da birleştiler ve Ayasofya'ya doğru ilerlediler. Bu arada şehirdeki yerli halkın bir kısmı ve İtalyanlar, Haliç'teki gemilere ulaşarak Marmara'ya açılmayı başardılar. Venedik gemileri, birkaç Ceneviz savaş gemisi ve dört beş kadar da Bizans kalyonu, Osmanlı donanmasındaki askerlerin karaya çıkmasını fırsat bilerek zinciri kal¬dırıp kaçtılar. Osmanlı donanması daha sonra Halic'e girecek ve ancak öğleye doğru limanı kontrol altına alabilecektir.
Şehre giren Osmanlı kuvvetleri bazı ya¬pıları tahrip ederek yağmaya daldılarsa da akşama doğru her şey yatıştı. Artık Fâ¬tih unvanına hak kazanan II. Mehmed'in şehre girişiyle ordu disiplin altına alındı. Şehirde ölü sayısı 4000 kadardı. [19][42] II. Mehmed, Ayasofya'ya giderek bu¬rada toplanmış olan halka ve din adam¬larına güvenliklerinin sağlanacağı temi¬natını verdi; burayı camiye tahvil etti. Ar¬dından imparatorun sarayına gitti. Bu arada çavuşlar şehre dağılarak askerleri topladılar. Binaların tahribi önlendiği gibi yağmaya da artık son verildi. II. Mehmed sükûneti sağladıktan sonra şehri terke-dip karargâhına geri döndü. Ertesi gün esirler arasında yer alan önde gelen aile¬leri, kumandanları, yüksek devlet me¬murlarını kendi nezâreti altına aldı; bir¬çoğunu fidyelerini bizzat ödeyerek ser¬best bıraktırdı. Notaras'ı karargâhına ge¬tirtti ve ona iltifatta bulundu, imparato¬run akıbetini sordu; ardından cesedi arat¬tı. Bu arada Bizans'ta bulunan ve savaş sırasında hayatını kaybeden Osmanlı şeh¬zadesi Orhan'ın naaşı tesbit edildi. Vene-dikliler'e ise Bizans'a nisbetle daha sert davranıldı. Bunun sebebi iki devlet arasın¬daki savaş halinin sürmesiydi. Venedik kolonisinin başında bulunan ve çarpış¬malara katılmış olan balyos Minotto ile oğullarından biri ve ileri gelen yedi Vene¬dikli idam edildi. Katalanlar'ın başındaki Pere Julia da beş altı kişiyle birlikte aynı akıbete uğradı. Daha sonra Lukas Nota-ras da bazı telkinler sonucu idam edildi. Yaralı Guistinianİ gemisiyle Sakız'a ulaş¬tığında aldığı yaraların tesiriyle öldü. Fâ¬tih Sultan Mehmed ise cuma günü yeni¬den şehre girerek ilk cuma namazını Aya-sofya'da kıldı. Artık asayiş sağlanmış ve sıra yeni payitahtın imarına ve devlete yakışır bir hale getirilmesine gelmişti.
Runciman'a göre II. Mehmed şehrin harap olmaması için her şeyi yapmıştı. Haliç kıyısındaki ticaret merkezi, Blach-ernae'daki imparator sarayı ve çevresi, Hipodrom dolayındaki kilise, ev ve saray¬larla Acropolis geniş çapta yıkıma uğra¬makla birlikte pek çok kiliseye dokunul¬mamıştı. Şehir mahalleleri açık alanlar ve bahçelerle birbirinden ayrılmış olduğun¬dan Osmanlı askerleri şehre girdiğinde, mahalle halkı vakit kaybetmeksizin kapı¬lan açıp teslim olmuş ve padişaha başvurmuş; bunun üzerine evlerine, kilisele¬rine dokunulmamış ve herhangi bir teca¬vüze karşı muhafızlar gönderilmişti. Run-ciman, kendi istekleriyle kapıları açan Petrion Fener semtindeki kiliseye bu sebeple dokunulmamış olduğunu, Mar¬mara kıyısında Samatya, İmrahor ile Narlıkapı bölgelerinde de aynı durumun mey-dana geldiğini belirtir. Yine şehirdeki ikin¬ci büyük ibadethane olan Hagioi Apostoloi On İki Havari Kilisesi'ne dokunulmamış olmasını da II. Mehmed'in özel emrine dayandırır. [20][43] Bu durum, anlaşma şartlan ile teslim olma veya ka¬pılan açmadan ziyade II. Mehmed'in pa¬yitaht yapmak istediği şehrin nüfus açı¬sından desteklenmesi ve başşehire yakı¬şır bir sosyal ve ekonomikyapıyı sağlama yolunda yerli ahaliyi yerinde tutma siya¬setiyle yakından ilgili olmalıdır.