MİLLİYET VE IRK
Mehmed İZZET 29 Kasım 2006
Herhangi bir sosyal kadronun, dolayısıyla milletlerin, kendine has bildiği imtiyazları, üstünlük ve gelişme davalarını ırk hakkına dayandırması, kavmin hakkını ırkî vâkıadan ibaret görmesi ender rastlanan bir hâl değildir. Westermack diyor ki: “Eskimoların inanışlarına göre ilk yaratılan insan kusurlu idi. Yaradan, onu bir tarafa koydu. Bu insan beyazdı. İkinci bir tecrübede ise tam mükemmel bir insan yaratılmış oldu. Bu adam Eskimo’ların kendi kendilerine verdikleri ‘İnnev’ ismini aldı. Kezâ Avusturalyalı bir yerliye çalışması tavsiye edildiği vakit, ekseriya şu cevap alınır: ‘Beyaz insanlar çalışır, siyahlar çalışmaz. Siyah insan centilmendir’. ‘Çipeveh’ nâmını taşıyan Amerikalı ilkeller ise, ahmaklık eden birini vasıflandırmak için ‘Bir beyaz adam gibi ahmak’ derler”.
Beşerî hukukun ve beşerî unvanların ırktan kaynaklandığı kanaatine sadece ilkel kavimlerde rastlamayız. … Bismark, Germenlerin mertliği ve kudreti önünde Kelt olan Fransızların eğilmesi gerektiğinden bahsederek, millet hakkını ırk üstünlüğüne bağlıyordu. Keza, Almanya’da, Fransa’da, Rusya’da, Macaristan’da, hatta bir dereceye kadar Türkiye’de aşırı milliyetçilerin Yahudi aleyhtarlığı, ırk farkları esasına dayanmak iddiasındadır. Mûsevîler Alman, Fransız, Rus, Macar milliyetinden ve Dönmeler Türk milliyetinden çıkarılmak istenildiği vakit, onların büsbütün başka ırka mensup oldukları ileri sürüldü.
Bismark’ın bu sözleri, Yahudi aleyhtarlarının bu iddiaları tesadüfi olarak meydana gelmemiştir. Belki uzun müddet Avrupa’da milliyet hakkı, ırk hakkı olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de bir vakitler pek meşhur olan Fransız mütefekkiri Taine, beşerî hayatın üç aslî unsurundan biri olarak Irk’ı göstermişti. Fakat Irk’a verdiği manâ biraz müphemdi. Bu filozof, Leh milletinden bahsedeceği yerde “Leh ırkı” derdi. Yine Fransa’da 1848 İhtilali sırasında millet ile ırk eş-manâlı sayılırdı. Millet yerine ırk kelimesinin kullanıldığı sık sık görülürdü. Siyaset sahasında milliyet prensibi ırk prensibi sayılırdı. On dokuzuncu asrın ilk yarısında ırkların daimi ve saf oldukları inancı vardı. Ogüsten, Tieri ve hatta Kizo gibi tarihçiler nazarında ırk, yenilmesi mümkün olmayan bir vakıa, bir kuvvet idi. Damarlarda akan kanın kuvveti ile bu kanın tayin ettiği vaziyetin ve şartların icabı olarak Frank doğan Frank, Golva doğan Golva yaşardı.
Mamafih umumî ve kat’î gözüken bu âşikarlığa karşı şüpheler uyandı. Millî olmak vazifesi ve hakkı, millî hayatın karakteristikleri ve müstakil yaşamak gayreti ırkın, organik varlığın mahsulü müdür?Milliyet ırkın kendine mahsus vasıflarıyla mı belirlenir? Bu suallere cevap verebilmek için evvelâ ırkın ne olduğunu açıklığa kavuşturmak lâzım geliyordu.
Bir açıdan umumî bir ihtilâfı kaydetmek mümkün: Irk, biyolojiye ait bir tâbirdir. Anatomi ile ilgili olan belirli hatların ve vasıfların bir bütün teşkil ederek diğer ayni mahiyetteki bütünlerden ayrılmış olmasını ifade eder. Ziya Gökalp Bey de ırkı; aynı anatomik yapıya mensup fertler olarak tarif ediyor. Bu noktada herkes müttefik olmakla beraber ırk kelimesinin kullanılışlarına dikkat edersek, hakikatte tam bir şüphenin hüküm sürdüğünü görürüz. Gerçekten bugün herhangi bir kitap veya gazetede insan ırklarından bahsedildiğini gördüğünüz vakit hayret etmezsiniz. Fakat bir aşirete de ırk denilse, yine şaşırmayacaksınız. Novicouw diyor ki: “Görürsünüz, bugün bir yazar Beyaz Irk’tan bahsederken biraz sonra Germen Irkı’ndan dem vurur. Halbuki eğer bütün beyaz insanlar bir ırk teşkil ediyorsa Germenler ancak bir şûbe olabilirler.” Fakat müşkilât ırk kelimesinin bu surette kullanılışından doğmuyor. Belki ilmî sahada ırkın tarifi ve taksimi noktasında fikir ihtilâfları görülmektedir.
Irkın belirleyici vasfı olarak deri rengine bakıldı, fakat onun keyfî olduğu görülünce terk edildi. Hegel ile Müler saçlara göre ırkları ayırdılar. Fakat tâlî şûbelerin belirlenebilmesi için bu esasın terki lâzım geldi. Diğer ayırımlardan vazgeçildi. Son zamanlarda en meşhur olan nazariye, insanların kafataslarının biçimine göre, Enli ve Uzun kafalılar ırklarına taksimidir. Berlin Muâhedesi’nden sonra Epir’in Yunanistan’a ilhakını engellemek için çalışan Arnavut heyeti devletlere verdiği muhtırada Epirliler’in Yunanlı olmadığını ispat için kafataslarının şeklini incelemenin yeteceğini söylüyordu. Arnavutlar dikdörtgen kafalı, Yunanlılar enli kafalıdır, diyordu.
Arnavutların Yunanlılara karşı davası ne kadar haklı olursa olsun delilleri çürüktü. Çünkü aynı millet dahilinde her iki çeşitten kafatasına tesadüf etmek mümkündür. Meselâ Almanya’nın güneyi ile kuzeyi arasında kafatası farkları büyüktür. Buna mukabil Çekler ve Almanlar milliyet itibariyle farksızdırlar. Bohemyalı Alman ile Çek birbirlerini ancak psişik ve tarihî tezatlarla farklı bilir, deniliyor.
Hakikaten birçok antropologların hâlâ kafatasının enlemi ile boylamı arasındaki nispetin ırk farkının esasını teşkil ettiği fikrinde ısrar ettikleri görülüyor. Bunlara göre yalnız İngilizler münhasıran uzunkafalıdırlar ve bundan dolayıdır ki Gobineau’ya göre tam ve halis ırk, bundan dolayı istikbâli sağlam, hakiki kuvvetine dayanmış millet İngilizlerdir. Fakat bütün insanlığı bir taraftan birkaç on milyonluk, diğer taraftan on-on beş defa yüz milyonluk iki kitleye; bir hâkim millet ile birçok mahkum milliyetlere ayıran bu tasnifin desteklenmesi için ileri sürülen müşahedeler pek zayıftır. Yakın ihtimâle göre uzun veya geniş kafatası muayyen ırkların belirleyici vasfı değil, belki insan iskeletinin çeşitlerinden biridir. Kafatası farkları ırklar arasında değil, ancak fertler arasındadır.
***
Irkın belirleyici vasıflarının ilmen tayini ve tasnifi yolundaki bu muvaffakiyetsizlik henüz ilmin ilerlememiş olmasından ziyade konunun mâhiyetinden ileri geliyor. Nebatlar ve hayvanlar söz konusu olduğu yerde, bugünkü sınıflandırmalar ilim adamları nazarında katî ve mutlak değildir. Gelişme ve evrimi esas alan ekol (Darvinizm) revaç bulalıdan beri cinslerin birbirine dönüştürülemeyeceği iddiası terk edildi. Onun yerine yavaş yavaş değişmelerle (evrimlerle) hayat kavgası, çevreye intibak zarureti, çevrenin nüfuzu gibi sebep ve âmiller ile cinslerin başka bir cins haline dönüşmesi fikrini kabul etmeye meyilliyiz. Bununla beraber birbirine pek yakın olan hayvanlar arasında cinsî karışmanın neticesi ekseriya akamete uğramıştır: Bir katır doğurmak mümkündür, fakat katırdan tekrar katır meydana gelmez. İnsanlarda ise ırklar arasında izdivaç daima mümkündür, bu da ortaya koyar ki, insan ırkları arasındaki farklar, hayvan sınıfları arasındaki farklardan çok daha belirsiz ve çok az hissedilir. Karışık evlenmelerle derinin rengi değişebilir. Siyah, sarı veya kırmızı derili insanlar zekâ itibariyle her türlü ve her dereceden çeşitlilikler ve istidatlar gösterebilirler.
Milliyeti ırka indirgemek, insan üzerinde çevreden ziyade verâsetin tesiri olduğunu iddia etmek demek olur. Bu ise henüz ispat edilmiş olmaktan pek uzaktır. İnsan o kadar suni bir mahlûk şeklinde gözüküyor ki, onun her şeyden evvel münhasıran organik yapısına tâbi olduğunu kabul etmek müşküldür. Organizması insan için bir vasıtadır ki, diğer organik olmayan ve suni olan vasıtalar onu tamamlar. Bizim gözlerimiz gözlük mahfazasında, mahfazamız kütüphânemizde, ilh…dır. O derecede ki, çevre, üzerimizde bir yafta gibi kalabilir. Londra’da kasketi, İstanbul’da fesi başa geçirmek kabilinden, süt emmekte olan ayrı milliyetten iki çocuğu değiştirin; onların çevrelerini değiştirmekle milliyetlerini de değiştirmiş olursunuz. Zangwill’in misali pek hoştur. “Harp yüzünden yetim kalan Rusyalı Yahudi çocukları Hıristiyan köylerinde terbiye edilince gelen geçen Yahudileri taşlamak için pek heveskâr gözükürler. Çünkü milliyet bir itiyâttır, itiyât ise ikinci bir tabiattır.”
Bu ikinci tabiata karşı ilk ve esaslı tabiat olarak kabul edilmek istenilen ırkların saf olarak hiçbir yerde bulunmadığını ise gerek tarih-öncesi, gerekse tarih bize öğretmektedir.
Arkeoloji âlimleri tarihin başlangıcından yüzlerce asır evvel Avrupa’da ticaret cereyanlarının mevcut olduğuna inanıyorlar. Ticaret ve harp ise ırkları birbirleriyle karıştırmış olduğundan, insan cemiyetlerinin ırkın zorlayıcı tesirinden kurtulmamış olmasına imkân yoktur.
Bilhassa tarihî devirler için bunu inkâr etmek mümkün değildir. Meselâ Franklar Galya’ya dahil oldukları vakit o memlekette “Kelt”, “Eyper”, “Likör”, Yunan ve Lâtin kavimleri oturuyorlardı. Bugünkü Fransa geçmişte o derecede istilâlara uğramıştır ki, bir “Fransız ırkı”ndan bahsetmek manâsızlıktır. Diğer çağdaş milletler için de öyledir. Meselâ bugünkü Alman; Slav, Germen, Kelt, İskandinav, İspanyol, Fin bulamacıdır. Bir Danimarkalının ırkî tabakalarını coğrafya âlimi Elize Roclu şöyle sıralıyor: “Tarih-öncesi devirlerine ait meçhul ırklardan başka sarı derili Finler, beyaz derili Keltler, Germenler, Slavlar, İskandinavyalılar. …..
Kısaca, saf bir ırk bulmak için Afrika’nın ücra noktalarına kadar uzaklaşmak lâzım. İhtimâl, Boşmiyanlar, bazı ilim adamlarının zannettikleri gibi, saf bir ırktırlar. Fakat henüz millet ülküsüne sahip gözükmüyorlar.
Bu karışımlardan dolayı bugünkü herhangi bir milletin ırkını tayin etmek imkânı yoktur. Macarlar hangi ırktandırlar? Lisanına bakarsak başka, karışmanın tesiriyle bugün gösterdikleri manzaraya bakarsak başka hüküm vermek lâzım. Bulgarlar için de öyle. Diğer taraftan aynı ırkın muhtelif şûbeleri aynı medenî seviyede değildir. Kimi henüz aşiret halinde yaşıyor, kimi ise millî istiklâl ülküsünü gerçekleştirmek için çabalıyor.
Hakiki veya marazî ırk birliği millî muhabbetin ve birliğin kurulması için kâfi bir sebep değildir. Şüphe yok ki, anatomik tip itibariyle büyük fark gösteren iki insan zümresi arasında muhabbet bağının meydana gelmesi çok müşküldür. Peşinen bunu söyleyebiliriz. Keza anatomik benzerliklerin sosyal varlığın câzibesini artırdığını da teslim edebiliriz. Fakat aynı ırka mensup bulunan veya kendilerini mensup farzeden insanların birbirlerine yaklaşması, beraber ve müstakil yaşamak istemesi için bu benzerliğin tesiri pek azdır; hatta onu dil benzerliği tamamlayıp kuvvetlendirse bile. Ruslar ile Lehliler, Slav olmakla beraber birbirlerinden nefret ederler. İspanyollar da Franzsılar da kendilerini Lâtin ırkına (medeniyet bakımından) mensup bilirler. Buna rağmen İngiliz edebiyatı Fransa’da İspanyol edebiyatından fazla tanınmıştır. Fransızlar’la İtalyanlar arasında ırk ve lisan yakınlığı mühim olmasına rağmen, Rus kibar halkı İtalya’nın yüksek sınıflarından ziyade Fransa’ya yakındır. Amerika’daki Zenciler Afrika’daki ırkdaşlarından ziyade, Amerika Beyazlarına yakındırlar.
Aynı ırkın ne siyasî, ne dinî müesseselerinde birlik meydana getirmesi zarureti yoktur. Ziya Gökalp Bey “Biz Türkler an’anesiz bir milletiz” dediği vakit Türk ırkını kastediyorsa haklıdır, fakat teessüf etmesine mahâl yoktur. Çünkü daima aynı ırkın muhtelif kısımlarının içtimaî hayatı derece ve keyfiyet farkları gösteregelmiştir. Irk birliği ihtimal ki, millî hayat birliği değildir.
Millî tarihlerde büyük tanınan çehrelerde ırkın ekseriya hiçbir mümeyyiz alâmet teşkil etmediği görülüyor. Bilâkis: Prusya’yı kurtaran Stein, Ren havâlisindendi, Charneuheust Hannover’li idi. Watichce menşe itibariyle Slav sayılır. İtalyan başvekili Surnuo bir İngiliz anadan ve bir Yahudi babadan doğmuştur. İngiliz başvekili Disraeli tamamen Yahudi idi, Lord Corromen Alman kanındandı. …….
Bütüb bu hakikatlere rağmen ırka verilen ehemmiyet, millî kıymetlerde ırkın ölçü ve gerçekliği tasdiklenmiş sayılmak istenmesi, ekseriya ırk birliğinin dil birliği manâsına anlaşılmasından ileri gelir. Fakat burada da ihtiraz kayıtları koymak lâzım: Prusyalı, Pomeranyalı, Maglenburglu, Brandburglu, ilh… aslen Slav’dırlar. Fakat Almanca konuşurlar, Bulgarlar aslen Türk’türler, fakat lisanları Slavca’dır. Travilliler Kelt’tirler, fakat lisanları İtalyanca veya Almanca’dır, Kelt kalıntıları gittikçe lisanlarından çıkıyor. Bunun gibi pek çok misaller bize gösteriyor ki, dil ırk’a bağlı değildir. Dolayısıyla –millet’i dil yoluyla- ırk’a indirgemek istemek de başarısızlığa mahkûm bir teşebbüstür.
Kısaca, Bougle ile beraber diyebiliriz ki: Sosyal bir topluluk olan bir milletin ırktan ibaret sayılması, bazı menfaatlere veya siyasî ihtiraslara yardım edebilir. Fakat ilim gitgide bundan vazgeçiyor gözükmektedir. İlim bugün millet ile ırk arasında hiçbir münasebet olmadığını teslim ediyor. Topinor’un dediği gibi, ırklar yalnız tasavvurlardır, gerçek ise milletlerden; “people”den ibarettir.
Daha fazlası var: Var olduğu ve belirlenebildiği nispette ırk bir sebep olmak şöyle dursun, belki bir neticedir. Onun nasıl meydana geldiğini anlamak isteyebiliriz. O zaman bir taraftan iklim ve genel olarak tabiî çevrenin insan üzerine tesirini nazar-ı dikkate almalıyız. Aynı mıntıkada yaşayan, aynı sosyal hayata sahip olan insanlar arasında varlığını sezer gibi olduğumuz anatomik benzerlikler, ya insan üzerine çevrenin tesirinin yahut insanın çevre üzerine reaksiyonunun mahsulüdür. Amerika’ya göç edenlerin çocukları, iki-üç batında Amerikan çehresini kazanıyor. Keza iktisadî faaliyetlerin de, geçim tarzlarının da insanın organik yapısı üzerinde tesiri olduğu inkâr edilemez. Ekseriya ırsî, organik hususiyetler iktisadî sınıf farklarının mahsulüdür. Bundan dolayı millî hayatı anlamak için ırk’a bakarsak, ırk’ı anlamak için de evvelâ tabiî çevreye, ikinci olarak sun’î iktisada dikkat etmemiz lâzım gelir. Eğer milliyet cereyanları, milliyet ülküsü ırkî gerçekliğe dayanıyorsa, ırk da eninde sonunda ya coğrafya veya iktisat ile anlaşılabilir.
Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat, sh: 71-80